Ali bin Rıza çavuş: saygıyla…

Ali Rıza Avcan

2025 Eylül ayının 12’si ile 21’i arasındaki hafta, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bilgisiz, tecrübesiz ve liyakatsiz basın danışmanı gazeteci Elif Demirci İşleğen‘le onun kocası olduğu için belediye şirketlerinden İZTARIM‘ın genel müdür yardımcısı yapılan gıda teknikeri Tamer İşleğen‘in büyük bir cehalet ve küstahlıkla telefon ve sosyal medya üzerinden bana ve gazeteci dostlarım Süleyman Gençel ile Serdar Öztürk‘e yönelttikleri mafyavari tehditler, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı‘na yaptığım şikayetle sonuçlanmış, ardından aynı basın danışmanının İçişleri Bakanlığı‘ndan istifa ederek ayrıldığım dönemden önce Fethullah Gülen Cemaati ile nasıl mücadele ettiğimi bilmeden; yani, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğunu sanan biri olarak, benim kendilerine FETÖ‘vari yöntemlerle saldırdığım iddialarıyla geçmiş; böylelikle, söz konusu basın danışmanının Doğan ve yandaş Demirören Haber Ajansı‘ndaki pozisyonuyla bağlantılı olarak Binali Yıldırım‘ın İzmir büyükşehir belediye başkanı olması için çalıştığı dikkate alındığında, yakasına AKP rozetini takmadan AKP felsefe ve politikaları doğrultusunda emek düşmanı sağ politikaları hayata geçiren CHP‘li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay ile bu politikaların asıl sahibi AKP arasında köprü vazifesi gördüğünü, belediye başkanının CHP‘nin sol felsefe ve programına aykırı bir çizgi izlemesinde ne ölçüde etkili olduğunu büyük bir üzüntüyle görüp anlamıştık.

Ancak o haftaları izleyen 22-28 Eylül haftası, benim için önceki haftalara inat heyecan, coşku ve gururla dolu günlerle, toplantı ve övgülerle geçti…

Harbiye Askeri Müzesi

Çünkü 113 yıl önce, 22 Ekim 1912 tarihinde Şile Taburu 4. Bölük çavuşu olarak 1. Balkan Savaşı‘nın 5. gününde Edirne‘nin Süloğlu ilçesine yakın Geçkinli mevkiinde şehit olup daha sonra aynı yerde yapılan Geçkinli Şehitliği‘ne defnedilen dedem Ali Çavuş oğlu Rıza Çavuş, diğer bir deyişle adlarını aldığım 1853, Samum doğumlu Ali Çavuş‘un oğlu 1881 İstanbul ili Şile ilçesi Kaşbaşı köyü doğumlu Rıza, geçtiğimiz aylarda Milli Savunma Bakanlığı tarafından hatırlanarak bir anda “isimsiz kahraman” olmaktan çıktı ve her yıl yapılan “Türkiye Şehitlerini Anıyor” etkinliği kapsamında 24 Eylül 2025, Çarşamba günü İstanbul Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı‘nda adına yapılan askeri bir törende anılarak hem biz ailesini onurlandırdı, hem de kıyıda köşede kalmış toplumsal itibarına yeniden kavuştu.

22 Eylül 2023 tarihinde ziyaret ettiğim Edirne, Süloğlu Geçkinli Şehitliği…

O nedenle, 23-25 Eylül 2025 tarihleri arasında İstanbul‘da Milli Savunma Bakanlığı Kültür Sanat Dairesi Başkanlığı ile Harbiye Askeri Müzesi tarafından “şehit torunu” unvanıyla ağırlanan ablam ve yakın akrabalarımla birlikte törene katılarak doğmadan önce babasını kaybettiği için onu tanımayan babam ve tüm aile adına bu kahramanı 113 yıl sonra anıp ona ve diğer kahramanlara olan borcumuzu ödemeye çalıştım.

Harbiye Askeri Müzesi

Ancak sözünü ettiğim bu tören öncesinde konusunda uzman tarihçi rehberlerin eşliğinde, II. Abdülhamid tarafından yaptırılıp 1936 yılına kadar Harbiye olarak kullanılıp Mustafa Kemal Atatürk‘ün de okuduğu, şimdilerde ise Milli Savunma Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesindeki Kültür Sanat Dairesi Başkanlığı‘na bağlı 18.600 metrekare büyüklüğündeki Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi‘ni gezerek burada sergilenen 5.000 adet askeri malzeme konusunda bilgi aldık, “Kahraman nefer Seyyid onbaşı topu” olarak adlandırılıp bir zamanlar Foça ve Karşıyaka‘da sergilenen 170 ton ağırlığındaki Krupp marka 1889 tarihli muhteşem topu gördük, sergilenemeyen 50.000 adet malzemenin ise depolarda bulunduğunu, oldukça yıpranıp duvarlarında çatlaklar oluşan tarihi yapının gelecek yıl restorasyona gireceğini öğrendik.

Üst düzeydeki askeri yöneticilerle birlikte törene katılan Milli Savunma Bakan Yardımcısı Musa Heybet‘le gazilerden ve öğrencilerden oluşan kalabalık topluluğa yaptığım konuşmada ise ailesinde bir şehit, bir üstün hizmet madalyası almış gazi ve çete savaşlarında aldığı beynindeki kurşunla evine dönüp ölen meçhul bir gazinin; ayrıca, 1911-1922 döneminde o tarihlerde “Kocaili“ne bağlı Şile‘den Trablusgarp, Balkan, I. Dünya Savaşı‘nın Çanakkale, Galiçya, Yemen, Filistin, Irak, Romanya, Makedonya, Kafkas ve Şark cepheleriyle Kurtuluş Savaşı‘na giden Şile Yeniköylü Dimitri Anastas ve Vasil Hristo olmak üzere, 2’si Rum, 146’sı Müslüman Türk olmak üzere toplam 148 şehidin evladı olarak silahlarla dolu bir salonda barışın ülkeler, halklar ve insanlar için geçmişte ve günümüzde ne kadar gerekli olduğuna vurgu yaparak toplantıda yer alan ya da almayan her gencin henüz büyükleri hayattayken kendi ailelerindeki kahramanları araştırarak bizlere anlatması gerektiğini ifade etmeye çalıştım.

Askeri yasaklara rağmen bir zamanlar basketbol devi ve İstanbul itfaiye müdür yardımcısı olan akrabamız 90’lık dev sevgili Ayhan Şengürbüz abim ve ablam Özden Şarlayan‘la birlikte tören sonundan bir anı….

Bu törenin bitiminde halka açık sunulan Mehter Töreni sırasında da orada bulunan üst düzey subaylara 1886 yılında doğup 1928 yılında İzmir, Güzelbahçe Kilizman mevkiinde bir kaza kurşunu ile vefat eden ve harp akademilerinde uzun yıllar askeri strateji konusunda dersler veren harp tarihçisi Bursalı Yarbay Mehmet Nihat Bey‘in Balkan Savaşları’nı anlattığı 4 ciltlik kitabının muhakkak Türkçe’ye kazandırılarak yayınlanması; ayrıca, Milli Savunma Bakanlığı Bakan Yardımcısı Musa Heybet‘e ise işgalin ve savaşın başlayıp bittiği, Kurtuluş ve Kuruluş‘un gerçekleştiği İzmir‘de Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ilgili tek bir müzenin bulunmadığından bahisle ayrı bir askeri müzenin açılması talebinde bulundum. Bu talebim Musa Heybet tarafından hararetle kabul görerek yanında bulunan paşaya talimat vermesi ile netlik kazandı. Tabii ki siyasetçilerin verdiği bu türden sözlerin takip edilmediği sürece gerçekleşmediğini bilen bilinçli bir yurttaş olarak, hepimizin bundan böylesi bu talebe sahip çıkarak bu kentin varlık nedeni olan bir konuda, özellikle de mutfak ya da maske müzesi gibi müzelerden önce barış dilini kullanan Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ilgili yeni bir müzeye kavuşması için mücadele etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ailemize verilen onur belgesi ve şehit dedem o tarihlerde madalya ile taltif edilmediği için 113 yıl sonra onun adına verilip madalya yerine geçen künye levhası….

Son bir söz olarak da bu konunun bana intikal ettirildiği 25 Ağustos 2025 tarihinden 25 Eylül 2025 tarihine kadar bir aylık süre içinde benimle yazışıp görüşen, her düzeyde yardımcı olan; daha doğrusu “pamuklar içinde bizi ağırlayan” tüm komutanlara, subaylara, sivil memurlara, erlere, özellikle de terhisine 37 gün kalan Bergamalı asker arkadaşıma, Marmara Üniversitesi mezunu tarihçi rehber arkadaşıma, bana bu konuda bilgi verip ilerleyeceğim yolu çizen sevgili Halim Salih Özkan Bekdemir‘e, mihmandarımız olarak bize yardımcı olan Ege Ordu Komutanlığı‘ndan sevgili Tunahan‘a ve İstanbul Merkez Komutanlığı‘ndan üsteğmen sevgili adaşım Rıza‘ya, her şeyimize koşup arkadaşlık yapan sivil memur Bülent Bey’e, Ankara‘dan gelip ablamla birlikte söyleşip videomuzu çeken Mehmetçik Vakfı görevlisi Mustafa Akdemir‘e, Ege‘deki milli mücadelenin Türk edebiyatına yansıması konusunda doktora tezi hazırlamakta olup Harbiye Askeri Müzesi yöneticisi olarak töreni büyük bir başarı ile sunan Öğretmen Albay Tolga Hasan Bezek‘e ve Harbiye Askeri Müzesi Yöneticisi Piyade Albay Sabahattin Boyan‘a, hayatım boyunca mesafeli yaklaştığım askerlerden ve askeriyeden beklemediğim üstün bir performansla bizi büyük bir saygı ve ilgiyle ağırladıkları için kendilerine teşekkür ediyor, meslek hayatlarıyla özel yaşamlarında başarılar diliyorum…

Bu coğrafyada, bu topraklarda yaşayıp çalışan insanların özgür olması için hayatlarını armağan eden tüm şehitleri, tüm kahramanları unutmayıp hatırlamak dileğiyle…

……………………………………………………………………………………………………………………………………………..

Not 1 – Askeri müze içinde fotoğraf ve video çekmek yasak olduğu için şu an itibariyle sizlerle görsel bir paylaşım yapamamakla birlikte görevlilerin hazırlayıp Youtube’a koyacakları video ve fotoğraflar bana gönderildiğinde sizlerle paylaşacağım.

Not 2 – Dedem şehit Ali bin Rıza hakkında daha önce yazdıklarıma aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz…

1) Ali Rıza Avcan, “İzmir’in işgal ve kurtuluşu’nun anahtarı, Kent Stratejileri Merkezi, 19 Eylül 2022, https://kentstratejileri.com/2022/09/19/izmirin-isgal-ve-kurtulusunun-anahtari/

2) Ali Rıza Avcan, “Bu da benim 100. Yıl kutlamam, Kent Stratejileri Merkezi, 30 Ekim 2023, https://kentstratejileri.com/2023/10/30/bu-da-benim-100-yil-kutlamam/

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, tarih: 17.09.2025, sayı: 2025/140790

Ali Rıza Avcan

Evet, bu haftaki yazımın başlığını, 17 Eylül 2025 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı‘na verdiğim, verirken de 2025/140790 kayıt numarasını alan şikayetim oluşturuyor…

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı‘na verdiğim bu dilekçede, Anayasa‘nın 26. maddesi ile güvence altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğümün, 12-16 Eylül 2025 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi basın danışmanı Elif Demirci İşleğen ile eşi İZTARIM Marketlerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı gıda teknikeri Tamer İşleğen tarafından, son yıllarda sık sık tanık olduğumuz “Cumhurbaşkanı’na hakaret etti” gerekçesiyle gelişen iklimden ve arkalarına aldıkları belediye başkanının iktidar gücüyle bana hakaret ederek; hatta, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK)‘na aykırı olarak ellerindeki adres bilgilerimi kullanıp tehdit ederek nasıl taciz edildiğimi delilleriyle birlikte anlatılıyor, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve onun başkanı olan Cemil Tugay‘ın basınla ve kamuoyuyla ilişkilerini düzenleyen danışmanı ile İZTARIM yöneticisi eşinin 5 gün süreyle bana dostlarımın nezdinde hakaret edip tehdit etmeleri nedeniyle gereken hukuki işlemlerin yapılması suretiyle cezalandırılmalarını talep ediyordum.

Düşünce ve ifade özgürlüğüne saldıranlar için hukuk yoluna başvurmak…

Bu yazıyı ise bütün bu tehditleri savurup kişisel verilerimi kullanan bu iki ismi belediyesinde istihdam eden Cemil Tugay‘ın dikkatini çekmek ve bana yapılanları kamuoyuyla paylaşmak için yazıyorum.

Böylesi bir şikayet dilekçesini savcılığa neden vermiştim, hakaret ve tehdit suçlarının hikayesi ne şekildeydi, olay nasıl gelişti ve şikayet noktasına ulaştı? Şimdi sizlere bu tatsız olayın ayrıntılarını anlatmak istiyorum…

Böylelikle Anayasa ile güvence altında olan düşünce ve ifade özgürlüğümün böylesi saldırılarla yıpratılamayacağını ve bu yoldan vazgeçmeyeceğimi göstererek aynı özgürlük ve hakları savunması gerekirken güç zehirlenmesine uğrayan bir gazetecinin bu noktaya nasıl geldiğini anlatmak istiyorum…

İzmir Ekonomi Üniversitesi‘ne ait web sayfasında yazılı olanlarla kendisi tarafından Linkedin isimli insan kaynakları portalına yazılanlara göre; 1976 yılında; yani benim üniversiteden mezun olduğum yıl İzmir’de doğan, Eylül 1995-Haziran 1999 döneminde Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü‘nde okuyup mezun olup Eylül 2021-Haziran 2023 döneminde Anadolu Üniversitesi‘nde AşçılıkBilimi” yapan, 1997-2002 döneminde Ege TV‘de, 2002-2016 döneminde de Doğan Haber Ajansı (DHA)‘nda muhabirlik, 2016-2018 döneminde yine aynı ajansta Ege bölge temsilciliği yapıp ajansın Demirören Şirketler Topluluğu‘nun eline geçmesinden sonra aynı görevi 2020’ye kadar sürdüren, 2020 yılından itibaren de tam zamanlı olarak İzmir Ticaret Odası sosyal sorumluluk projeleri yöneticiliği yapıp 2018-2020 yılları arasında İzmir Ekonomi Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliğine getirilen Elif Demirci İşleğen‘in son zamanlarda kendisine ait Linkedin sayfasıyla ilgilenmediği için orada halen İzmir Ticaret Odası‘nda çalıştığına dair bilgiler bulunmaktadır.

Genel sekreter maaşının 3/4’üne kadar ücret alan bir basın danışmanı…

O eksik kısmı da isterseniz, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararlarına bakarak biz tamamlayalım:

İzmir Ticaret Odası‘nda tam zamanlı olarak sosyal sorumluluk projeleri yöneticisi olarak çalışmakta olan Elif Demirci İşleğen, 31 Mart 2024 tarihli yerel seçimlerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilip 5 Nisan 2024 tarihinde mazbatasını alan Dr. Cemil Tugay tarafından belediye başkan danışmanı olarak görevlendirilen ilk isimlerden biri olarak, 19 Nisan 2024 tarih, 382 sayılı meclis kararıyla (basın) danışmanı olarak görevlendirilmiş. Kendisi ile birlikte danışmanlık görevini üstlenen diğer isim ise Aziz Kocaoğlu döneminden bu yana devamlı aynı görevi sürdüren Ali Süha Sabuktay olmuş. Bu anlamda uzmanlardan oluşan bir ekibi olmadan belediye başkanı seçilen ve başkanlığı süresince bunun sıkıntısını çeken Cemil Tugay açısından oldukça değerli oldukları anlaşılıyor…

Şimdi gelelim, İzmir gazetecilik camiasında ve hatta kendisiyle çalışan gazetecilerin verdiği bilgilerle çalıştığı kurumlarla, özellikle de Doğan Haber Ajansı ve Hürriyet gazetesi ile ilgili arşivlere baktığımızda gözümüze çarpanlara…

İzmir Büyükşehir Belediyesi basın danışmanı Elif Demirci İşleğen‘in Ege TV ve Doğan Haber Ajansı‘nda muhabir olarak çalıştığı 1997-2014 döneminde neler yaptığını pek bilmiyorum… O dönemde her muhabir gazetecinin yaptığını yapmış olabilir… Üstüne üstlük birçok dernek ve platformda yönetici olarak çalıştığım, toplum içinde tanındığım, mezun olduğu fakülte ile ortak projeler yaptığım o dönemde, sahibini ya da yöneticilerini tanıdığım televizyon kanalıyla basın ajansının muhabiri olarak karşıma çıkmadı… O dönemden hatırladığım ve İnternet taramalarında bulduğum tek haber, Elif Demirci‘nin, 5 Eylül 2004 tarihinde Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur tarafından kıyılan nikahla gıda teknikeri olup şu sıralarda İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin sorunlu şirketi İZTARIM‘da Marketlerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışan Tamer İşleğen ile evlenmesiydi.

2014 seçimlerinde Aliağa‘daki CHP‘li bir belediye başkan aday adayının kampanyasını yönetip yine CHP‘li başka bir adayın Karşıyaka’daki kampanyasına yardımcı olduğum için o dönem Doğan Haber Ajansı‘nın, AKP‘nin İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Binali Yıldırım‘ın seçim kampanyasına yardımcı olduğunu duyuyor, Binali Yıldırım‘la ilgili olarak Hürriyet Gazetesi‘nde ve İnternet kanalında yayınlanan bütün haberlerin başında evli olduğu halde eşine ait “İşleğen” soyadını kullanmayan Elif Demirci haberlerine rastlıyordum. Dışarıdan bakıldığında Elif Demirci, Binali Yıldırım‘ın seçim kampanyasında işinden ayrılıp çalışmamış olsa da, Doğan Haber Ajansı (DHA)‘nın bu işle görevlendirilmiş muhabiri olarak adeta Binali Yıldırım‘a ait o kampanyanın içine “embedded“; yani, kimsenin fark etmeyeceği şekilde “gömülmüş” muhabir olarak dışarıdan servis veriyor, bu yoğun ve samimi ilişki içinde kendisine zaman zaman Binali Yıldırım‘ın “manevi kızı” olarak nitelendirildiğini, zaman zaman da Binali Yıldırım tarafından kızı gibi sevip saygı duyduğunu ifade edecek şekilde “prensesim” diye hitap edildiğini; hatta, kendisinin izinli ya da raporlu olduğu günlerde onun yerine toplantılara giden diğer muhabirlere samimi bir şekilde “nerede bizim kız?” diye sorular sorulduğunu duyuyordum. Çünkü ben de aynı kampanya döneminde AKP‘li adaylar yerine CHP‘li adaylar için çalışıyor, bu çalışma içinde değişik gazeteci arkadaşlardan yardım alıyor ya da alamıyor, karşımızdaki AKP adaylarının neler yaptıklarını yakından takip ederek açık ya da gizli bir şekilde onlara kimlerin yardımcı olduğunu öğreniyor, bu arada “ben profesyonelim” kisvesiyle iki tarafın adayları arasında gidip gelip ikili oynamak aklıma dahi gelmiyordu.

Hele ki Doğan Haber Ajansı, daha sonra 2018 yılında Demirören Şirketler Grubu sahibi Yıldırım Demirören‘in Ziraat Bankası‘ndan %4 faizle aldığı usulsüz 895 milyon dolar kredi ile el değiştirip Demirören Haber Ajansı‘na dönüştürüldüğünde ve onu izleyen dönemde bu kredinin büyük bir kısmının ödenmemesi nedeniyle Hürriyet‘in İzmir‘deki binası ve matbaası da dahil olmak üzere birçok taşınmazının haczedilmesi üzerine Doğan ve Demirören haber ajanslarında ve gazetelerinde çalışarak AKP iktidarına hizmet edenlerin daha sonra neler yaptıklarını dikkatle izlemeye başladım…

O anlamda, şimdi Darağaç bölgesine her gittiğimde kapısına kilit vurulmuş olan Hürriyet binası ile matbaasını görünce içim acır; ama, orada o dönemlerde yöneticilik yapan ya da çalışanlar şimdi benim gibi böyle bir duyguya sahip midir, işte onu bilemem…

Bir zamanların Amiral gemisi iken…

Daha sonraki yıllarda İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin de ortak olduğu TARKEM A.Ş. isimli soylulaştırma şirketinin, 1 milyar $ toplayacağız iddiasıyla 2023 yılında kurup bugün itibariyle net varlık değeri ancak 87 milyon liraya ulaşan Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nu yönetmek için görevlendirdiği Rİ-PİE Portföy Yönetimi A.Ş. ortaklarının; özellikle de o tarihlerde ENS Project Development şirketinin yönetim kurulu başkanlığını yapan Mehmet Ali Ergin‘in başında bulunduğu bir ekibin, 2014 tarihli Binali Yıldırım ve İlknur Denizli‘nin seçim kampanyalarında kullanılan “İzmir için 1414 Proje“yi hazırladıkları (1), ardından TARKEM adına kentin tam ortasında büyük bir rant kaynağını yönetmeye başladıklarını öğrenince, 19 Haziran 2023 tarihli “Kültür mirasının yeni patronu: TARKEM“, 26 Haziran 2023 tarihli “Nitelikli yatırımcı kimdir?” ve 1 Temmuz 2024 tarihli “El parası ile gerdeğe girmek” başlıklı yazılarımla İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin Binali Yıldırım‘la bağlantılı ya da onun çevresindeki bir kısım basın ajansı, yöneticisi, gazeteci ve iş insanıyla nasıl bir ağın içine düşürülmek istendiğini ortaya koymaya çalışmıştım. (2, 3, 4)

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin Binali Yıldırım ve ekibiyle Tunç Soyer dönemindeki durumu bu olmakla birlikte; Kemal Kılıçdaroğlu tarafından bir kez daha aday gösterilmeyeceğini adı gibi bilen ve o nedenle kendisini kurtaracak “son çare” olarak desteklediği Özgür Özel tarafından İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak ödüllendirilen Cemil Tugay ise, mazbatasını aldıktan 14 gün sonra, -bu ismi kulağına kim söylemiştir bilinmez- Elif Demirci İşleğen‘in kendisinin basın danışmanı olduğunu duyurup belediye meclisinden gerekli onayı aldı. Böylelikle bir zamanlar Binali Yıldırım‘ın “manevi kızı” olarak görülen bir isim, belediyenin basınla ilişkilerinden sorumlu danışman koltuğuna oturarak belediyenin iletişim stratejilerini belirleyip uygulamaya başladı. Örneğin eskiden olduğu gibi yerel basına destek adıyla bazı yerel gazete ve gazetecilere aylık ödemeler yapmaya devam etti, İz Gazete gibi bazılarını listeden çıkarıp bazılarını ekledi ve hangi gazete, hangi gazeteci belediye hakkında neler yazıp çiziyor dikkatle izlemeye, kendince yanlış yapan 9 Eylül Gazetesi gibi gazeteleri ödemeleri keserek ya da yöneticilerini değiştirmeye zorlayarak cezalandırmaya başladı. Böylelikle arkasına aldığı belediye başkanını gücünü kullanarak yapmaması gereken şeyleri yapmaya başladı…

Ama asıl önemlisi Cemil Tugay‘ın 2025 yılının Haziran ve Temmuz aylarındaki sendika ve belediye işçileriyle savaşında, yüzlerce işçiyi işinden çıkarmasında ve grev kırıcılığı eylemlerinde sosyal medyada yeni mecralar yaratarak ya da kendisini destekleyenleri kollayarak; hatta belki de, “başkanım hepsini işten at“, “başkanım lokavt ilan et” ya da “biz belediyede doğuluları, Kürtleri istemiyoruz” diyen AKP‘li trollerin desteğini alarak, bu yanlış söylemlere karşı çıkmayarak belediye başkanından yana bir kamuoyu yaratmaya çalışıldı. Bunu fark edip dile getirmeye başlayan kurum ve şahıslara karşı da “tazminat davası açmamızı istemiyorsanız o yazıyı değiştirirsiniz” şeklinde tehditler savurarak hem sorumlu olduğu belediye başkanını canı bahasına korumaya, kollamaya, hem de onu zor durumda bırakacak işler yapmaya başladı…

Ama ne olduysa oldu, Cemil Tugay‘ın CHP‘nin kapatılması davasında delegelere para dağıtan isim olarak adının geçmesi, Ekrem İmamoğlu misyonunun temsilcisi olarak İzmir’e gönderilen Ramazan Tezcan‘ı önce genel sekreter yapıp ardından Ekrem İmamoğlu‘nun hapse girip “off” olmasından sonra bir kalemde harcayarak geri göndermeye çalışması ve diğer belediye başkanlarının başının soruşturmalarla derde girdiğini görmesi üzerine arenaya eski belediye başkanı Tunç Soyer‘le arkadaşlarını atarak; ayrıca, Ankara‘ya gidip maliye ve ulaştırma bakanı gibi AKP temsilcileriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmasında bu alışılmadık ilişkileri kurup yöneten birilerinin varlığından söz edilip durdu. İşçi grevleriyle sendikaları destekleyip işten atmalara karşı çıkan kurum, kuruluş ve şahıslar bu dönemde Binali Yıldırım‘ın bir zamanlar “embedded” basın danışmanlığını yapan Elif Demirci İşleğen ile Bilal Saygılı‘nın AKP il başkanlığı döneminde Netrom Reklam Ajansı olarak sosyal medya danışmanı olarak hizmet veren Engin Sarıkaya‘nın belediye başkanı üzerindeki etkisini sorgulayıp anlamaya çalıştılar ve temizlik harekatı sonucunda tertemiz hale gelen internet kayıtlarına rağmen elde edebildikleri bilgileri kamuoyu ile paylaşmaya başladılar. (5)

Bilal Saygılı ve Engin Sarıkaya

Böylelikle bu iki ismin, Cemil Tugay‘ın CHP‘nin ilke ve değerlerine aykırı sağ politikalardan yana bir dil ve üslup kullanmasını sağlayarak “Cemil Tugay AKP’ye geçecek” söylemlerinin altyapısını hazırladıkları düşünüldü. Bu durumda haliyle ben de Cemil Tugay‘ın CHP‘nin temel politikalarıyla emekten yana programına aykırı bu tutumun; örneğin çalışma masasının arkasında Abdülhamit‘in resmi bulunan birini alıp İZBETON genel müdürü yapmasının ya da İzdoğa şirketinin başına getirdiği bir demir çelik fabrikası CEO’sunun yerel basın tarafından niye bir bankacı olarak takdim edilip bir süre sonra niye görevden alındığını gibi olağanüstü girişimleri hangi düşünce ve bağlantılar nedeniyle yaptığını araştırıp anlamaya çalıştım. Çünkü İzmir‘deki birçok kişi, “ben profesyonelim, o nedenle herkesle çalışabilirim” diyerek ikili; hatta çok taraflı oynamayı seviyor, açıkçası bazı durumlarda kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlamamız güç oluyor. Başka bir anlatımla, İzmir‘de çok yaygın olan akrabalık, mahalle ve okul arkadaşlığı gibi kişisel yakınlıklar üzerinden kurulan gruplar, benim deyimimle cemaatler bu hoş görüp kabullenme durumunu kolaylaştırıyor, bir zamanlar solcu ya da devrimci olan biri sağ politikalarla savrulmuş olsa bile aynı pozisyonunu koruyabiliyor. Hele ki kendilerine ait sosyal medya sayfalarında Deniz Gezmiş‘ten, Berkin Elvan‘dan ya da Nazım Hikmet‘ten söz edip kendini o grubun üyesiymiş gibi gösteriyorsa…

Gelelim, bu yazının asıl konusu olan 12-16 Eylül 2025 günleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı Elif Demirci İşleğen ile eşi İZTARIM Marketlerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Tamer İşleğen tarafından tehdit edildiğim ve dostlarımla yapılan telefon görüşmelerinde bana nasıl hakaret edildiği konusuna…

17 Eylül 2025 tarihinde İzmir Cumhuriyet Savcılığı‘na verdiğim şikayet dilekçesi ve eklerindeki delillerde de anlattığım şekilde;

12 Eylül 2025, cuma günü saat 13.37’de Facebook’ta yöneticisi olduğum “Kent Stratejileri Merkezi” isimli grupta, gazeteci Bahadır Özgür’ün 17 Kasım 2024 tarihli Duvar Gazetesi’nde yayınlanan ve benim yazdığım yazılardan da söz eden “Medyanın yeni patronları: Bismilliler, Bulls ve RE-PİE” başlıklı haberini ilgi göstererek İzmir’deki yerel yönetimlerle ilgili siyasi bir yorumda bulundum. Yaptığım yorum kelimesi kelimesine şu şekildeydi:

Bahadır Özgür yazmış; “Medyanın yeni patronları; Bismilliler” diye… Yazdıkları arasında Re-Pie diye bir şirket de var… Kim bu Rie-Pie derseniz, ben de size bir zamanlar yönetim kurulu başkanlığını Tunç Soyer‘in yaptığı TARKEM‘in 1 Milyar Dolar toplayacağız iddiasıyla kurduğu; ancak, daha sonra zor zar toplayabildiği 40-50 Milyon lira ile hezimetin yaşandığı Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Fonu‘nun emanet edildiği, bu fonu yöneten şahıslar, şirketler… Ha, bu arada söyleyeyim Rie-Pie adını taşıyan şirketin sahipleri de aynı zamanda 2014 yılında İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Binali Yıldırım‘ın projelerini hazırlayan ekip diye cevaplarım… Hem de o tarihlerde Binali Yıldırım‘ın basın danışmanı, bugün ise Cemil Tugay‘ın basın danışmanı olarak çalışan, Binali Yıldırım‘ın “prensesim” diye hitap ettiği Elif Demirci İşleğen‘le birlikte… Manzara ve oyunun oyuncuları bunlar! Nasıl yani, tespihin art arda dizilmiş taneleri sizin hoşunuza gitmedi mi? AKP ile CHP arasındaki akraba evlilikleri de işte böyle oluyor… Damat evi olan CHP işte böyle AKP‘nin prenseslerini bile transfer edip onların yol ve yöntemlerini uygulamaya devam ediyor… O yüzden de başı dertten kurtulmuyor… Aslı varken sahtesi, kopyası ne işe yarar ki?” (6, 7)

Bu yorumdaki temel amacım, değişik tarihlerde farklı yerlerde çalışmış olan gazetecilerle şirket sahiplerinin; özellikle de daha önce Doğan Haber Ajansı (DHA)’nda çalıştığını bildiğim gazeteci Elif Demirci İşleğen’in, 2014 yılında AKP’li İzmir büyükşehir belediye başkan adayı Binali Yıldırım’ın yanında, adeta Binali Yıldırım’ın “manevi kızı” gibi kabul görüp çalışırken ve kendisine Binali Yıldırım tarafından kişisel değerini ifade etmek için “prensesim” diye hitap edilirken; bugün siyasi anlamda bunun tam da tersini oluşturacak şekilde CHP’li İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın yanında, “basın danışmanı” olarak çalıştığına dikkat çekip belediye başkanının CHP’nin temel değerleriyle ilkelerine aykırı uygulamalarında etkili olduğuna inanmamdı. Böylelikle son günlerde siyasi nedenlerle partilerini değiştiren belediye başkanlarıyla belediye görevlilerine dair haberlerin yaygınlık ve yoğunluk kazandığı bir ortamda, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve onun başkanı cephesinde olabilecek muhtemel gelişmelere dikkat çekmeye çalışmıştım.

Bu yorum üzerine aynı günün akşam saatlerinde önce İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı Elif İşleğen tarafından WhatsApp, daha sonra şahsi telefon numaram üzerinden defalarca ve ısrarlı bir şekilde aranmama rağmen, ilk aramanın WhatsApp üzerinden yapılması ve bu sayede ısrarlı bir şekilde arayan kişinin Elif Demirci İşleğen olduğunu bilgisayar ekranında gözüken fotoğraf ve kimlik bilgileri sayesinde öğrenmem üzerine hiçbir arayışa cevap vermedim. Ardından Elif Demirci İşleğen’in eşi Tamer İşleğen tarafından yine aynı şekilde defalarca ve ısrarlı bir şekilde aranarak rahatsız edildim.

Bir yandan beni telefonla ısrarla ararken bir yandan olayda hiçbir payı olmayan gazeteci dostlarımın aranıp tehdit edilmesi…

İlk başta bu aramaları önemsemeyip kendilerini engelleyip arama kayıtlarını silmekle birlikte dostlarım gazeteci Süleyman Gençel’in ve gazeteci Serdar Öztürk’ün de aynı şekilde arandığını, Süleyman Gençel’in telefonları açmayışı üzerine gönderilen telefon mesajlarıyla açması konusunda sertçe uyarıldığını; hatta, “sen de hesap vereceksin”, “hakaret ederken iyi” şeklinde tehdit edildiğini (8), telefonu açan gazeteci Serdar Öztürk’ün ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı Elif Demirci İşleğen tarafından, kendisi için “Binali Yıldırım’ın basın danışmanı olarak çalıştığı” bilgisi ile kendisine “prensesim” şeklinde hitap edilmesini bir hakaret olarak kabul etmesi nedeniyle azarlandığını ve benimle ilgili çeşitli hakaretlerin edildiğini, Serdar Öztürk’ün ise bu durum üzerine Elif Demirci İşleğen’in konuşmasını telefonun ahizesini açarak çevresindeki 5-6 arkadaşına tanık olarak dinlettiğini öğrenince, WhatsApp’da hesabındaki engellemeleri, benimle konuşamasalar bile mesaj olarak ne yazacaklarını görmek amacıyla kaldırdım.

Nitekim bu merakım bir süre sonra Tamer İşleğen’in WhatsApp’taki hesabı üzerinden gelen “1809 14” şeklindeki mesajla karşılık buldu. Bana bu şekilde gönderilen iki ayrı rakamdan ilki (1809), benim bir süre önce taşınarak terk ettiğim eski evimin bulunduğu Karşıyaka, Bostanlı’daki sokağın numarasını, ikinci rakam olan (14) ise oturduğum apartmanın numarasına işaret ediyordu. Böylelikle İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı Elif Demirci İşleğen’in eşi ve İZTARIM Marketlerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Tamer İşleğen çoğu kez mafya üyelerinin kullandığına tanık olduğumuz bir yöntemle benim adresimden haberdar olduklarını, o nedenle adresime gelerek benimle hesaplaşabileceklerini; hatta darp edip öldürebileceğini dolaylı bir yoldan anlatarak beni tehdit ediyordu. Ama neyse ki, o numaralar benim eski adresime aitti.

Adres bilgileri eski olmakla birlikte bu bilgilerin Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK)‘na aykırı olarak bir çırpıda nereden ve nasıl temin edildiği de ayrı bir muammaydı… Bu durumda insanın aklına benim İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne verdiğim dilekçelerdeki adres bilgilerinin kullanılmış olabileceği; böylelikle, tehdit etmenin dışında ayrıca bana ait kişisel adres bilgisinin tehdit, göz korkutma ya da tedirgin etme amacıyla kullanılması suretiyle ayrı bir suçun işlendiği görülmekteydi.

12 Eylül 2025, cuma günü Tamer İşleğen’e ait olduğunu bildiğim telefondan ve WhatsApp üzerinden yapılan aramalar, ekteki imaj kayıtlarından da anlaşılacağı üzere 12 Eylül 2025, cuma günü 3 kez (saat 20.39, 20.40, 20.41), 14 Eylül 2025, pazar günü, 1 kez (saat 22.15), 16 Eylül 2025, salı günü 1 kez (saat 13.42) olmak üzere ısrarlı bir şekilde devam etmiştir.

Yaşadığınız evin sokağı ve numarası belirtilmek suretiyle tehdit edilmek…

Böylesi bir durumda, hakaret olarak algıladıkları; ancak, mevcut yasalar uyarınca hakaret değil, övgü yerine geçen “prensesim” sıfatının yer aldığı yaptığım paylaşımı erişim sağlayıcılara ya da Facebook otoritelerine şikayet ederek kaldırılmasını sağlamak ya da 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve bu kanunla ilgili yönetmelik ya da Türk Ceza Kanunu‘nun 106. maddesi uyarınca cumhuriyet savcılıklarına başvurarak şikayette bulunmaları ve yaptığım paylaşımı yayından kaldırmaları; ayrıca, hakkımda cezai işlemin yapılmasını talep etmeleri mümkün iken hukuki yollara başvurmaksızın iki ayrı suç konusunu oluşturan hukuk ve yasa dışı yöntemlerle telefonumu beş ayrı telefondan defalarca arayarak beni rahatsız eden Elif Demirci İşleğen ve eşi Tamer İşleğen’in çağrıların hiçbirine cevap vermediğim için arkalarına aldıkları İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki makam güçlerini kullanarak ve yaptıkları hakaretlerde dile getirdikleri kişisel intikam duygusuyla canıma ya da malıma zarar vereceklerini ima eden bir üslupla tehdit edip korkutmayı ya da tedirgin etmeyi tercih etmişler, böylelikle adına çalıştıkları İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın saygınlığına zarar vermişlerdir.

Bu ise, yasama, yürütme ve yargının yanında dördüncü kuvvet olarak tanımlanıp düşünce ve ifade özgürlüğünün asıl sahibi olan basının, onun öznesi olan gazetecilerin arkalarına iktidarın ya da muhalefetin gücünü aldıklarında nasıl zehirlendiklerini, bu gücün verdiği cahil cesaretiyle basın ahlak esaslarının dışında çıktıklarında toplum ve birey açısından nasıl bir tehlike oluşturduklarını somut bir şekilde göstermektedir.

Benim can ve mal güvenliğim ile genel anlamda düşünce ve ifade özgürlüğü açısından böylesine önemli ve vahim bir konuyu, hukukun çizdiği yolda ve olması gerektiği şekilde hukuk mercilerine taşıyarak çözme kararlılığım; sanırım hem suç işlemeye meyilli insanlara, hem de bu tür insanları istihdam eden belediye başkanlarına örnek olup akıllarını başlarına almalarına vesile olur…

Basının ve kamuoyunun bilgilenmesi ve her kim olursa olsun yurttaşların Anayasa ile güvence altına alınmış kişisel güvenlik, düşünce ve ifade özgürlüğüne saygı duyulması, hiç kimsenin bir başkası tarafından tehdit edilmemesi, kişisel verilerin tehditlerde ve suç konusu olacak eylemlerde kullanılmaması dileğiyle…

Daha doğrusu, herkes için “Hak, Hukuk, Adalet” ve adaletin yerini bulması talebiyle…

Not: Görsellerdeki telefon numaraları, kişisel verilerin korunması amacıyla silinmiştir.

(1) “İşte Yıldırım’ın seçim stratejisi”, Egepostası Gazetesi, https://www.egepostasi.com/haber/Iste-Yildirim-in-secim-stratejisi/80391

(2) Ali Rıza Avcan, “İzmir kültür mirasının yeni patronu: TARKEM“, Kent Stratejileri Merkezi, 19.06.2023, https://kentstratejileri.com/2023/06/19/izmir-kultur-mirasinin-yeni-patronu-tarkem/

(3) Ali Rıza Avcan, “El parası ile gerdeğe girmek, Kent Stratejileri Merkezi, 01.07.2024, https://kentstratejileri.com/2024/07/01/el-parasi-ile-gerdege-girmek/

(4) Ali Rıza Avcan, “Nitelikli yatırımcı kimdir?“, Kent Stratejileri Merkezi, 26.06.2023, https://kentstratejileri.com/2023/06/26/nitelikli-yatirimci-kimdir/

(5) “Cemil Tugay’a grev kırıcılığı tepkisi büyüyor, Agora Gündem Gazetesi, https://agoragundem.com/cemil-tugaya-grev-kiriciligi-tepkisi-buyuyor/

(6) https://www.facebook.com/groups/kentstratejilerimerkezi/posts/3759546947685291

(7) Bahadır Özgür, “Medyanın yeni patronları: Bismillileri Bulls, Re-Pie“, Duvar Gazetesi, 12 Kasım 2024, https://www.gazeteduvar.com.tr/medyanin-yeni-patronlari-bismilliler-bulls-re-pie-makale-1734425

Cehalet ya da kayırma…

Ali Rıza Avcan

İzmir‘e yerleşip İzmirli olduğum 28 yıllık süreç içinde İzmir ve İzmirli hakkında edindiğim temel izlenimlerden biri de; kentin, daha doğrusu yöneticilerinin kendi insanına, İzmir‘de doğmuş, yaşamının uzun yıllarını burada geçirmiş, İzmir adına mücadele etmiş ya da İzmir‘de eserler vermiş sanatçılarla bilim ve kültür insanları yerine bir kez bile İzmir‘e uğramamış, İzmir için mücadele etmemiş, İzmir‘de tek bir eseri bile olmayanlara büyük bir eğilim gösterdiği, onları hatırlayıp anmak amacıyla elinden geleni yaptığı şeklinde…

Bu tespiti en iyi şekilde, 20 Temmuz 2023-14 Mart 2024 tarihleri arasında yayınlanan “İzmir’in Unutulan Sanatçıları” başlıklı yazı dizisi ile buna ek olarak yazdığım başka yazılarla ortaya koymuş; İzmir‘de İzmir Türk Ocağı Binası (şimdi İzmir Devlet Tiyatrosu), Gazi İlkokulu, Silahçıoğlu İşhanı, Hacı Sadık Efendi İşhanı ve Hacı Sadık Akseki İşhanı gibi değerli birçok eseri bulunan mimar Necmeddin Emre yerine kentin merkezindeki çarşı merkezine İzmir‘de tek bir eseri olmayan Mimar Kemaleddin ismini verdiğimizi, Sultan Hamid istibdadına karşı savaştığı için kendisine 1908’de “Hürriyet Kahramanı” unvanı verilen ve İzmir‘in ilk kadın milletvekili Benal Nevzat‘ın babası olan ilk şehit gazeteci-yazar Tevfik Nevzat‘ı unutup Adana‘daki mezarını bile ziyaret etmediğimizi, İzmir‘in kurtuluş günü olan 9 Eylül 1922’de İzmir‘e giren ilk subay sıfatıyla hükümet konağındaki Yunan bayrağını indirip yerine Türk bayrağını asan Yüzbaşı Şerafettin‘e Mustafa Kemal Atatürk tarafından “İzmir” soyadı verildiği halde yaşamının zor günlerinde onu unutup kentte ona saygımızı ifade edebileceğimiz tek bir anıt bile yapmadığımızı, Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde İstanbul‘daki öğrenci arkadaşlarını örgütleyip Ankara‘daki mücadeleye katılan ve İzmir‘le hiçbir ilgisi olmayan Tıbbiyeli Hikmet adına bazı hatırlı meclis üyeleri sayesinde İzmir Ticaret Odası önünde bir heykel diktiğimizi bilelim ve bu bilinçle İzmirli sanatçılarla kültür ve bilim insanlarına gereken değeri vermediğimizi kabul edelim.

Bu durumun son örneğini ise, geçtiğimiz günlerde Kültürpark‘ta uzunca bir süredir kullanım hakkı anlaşmasıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nca kullanılıp son yıllarda içindeki eserlerin yeni yapılan İzmir Kültür Sanat Fabrikası‘na taşınması nedeniyle boşaltılan, 1939-1951 döneminde Maarif Vekaleti Kültür Pavyonu, 1951/1952-1984 döneminde İzmir Arkeoloji Müzesi ve İzmir Resim Heykel Müzesi ve Galerisi, 2004’den sonra da İzmir Tarih ve Sanat Müzesi olarak kullanılan tescilli binanın Kültür ve Turizm Bakanlığı‘ndan alınarak orada Mehmet Tüzüm Kızılcan Sanat Galerisi ismiyle Kültürpark‘ın (muhtemelen bu binanın) içinde yapılacağı söylenen kütüphaneye, kendi kütüphanesini, Tayyip Erdoğan‘ın ikamet ettiği Külliye‘ye bağışlayan ve AKP iktidarından yana Osmanlıcı görüşleriyle tanınan tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı isminin verilmesi oluşturuyor.

Bir konuyu baştan belirtmeliyim ki, benim bugünkü yazımda dile getirmeye çalışacağım konunun, Cemil Tugay‘ın 31 Mart 2024 tarihli son yerel seçimde İzmir büyükşehir belediye başkanı seçilmesinden sonra, Karşıyaka‘da yeni seçilmiş belediye başkanı Behice Yıldız Ünsal‘a fırsat bırakmayacak şekilde 3 Nisan 2024 tarihinde Karşıyaka Belediyesi‘ne ait Çatı Bostanlı‘da alelacele Mehmet Tüzüm Kızılcan adına bir seramik atölyesi açmasının yanı sıra (1), 27 Ağustos 2025 tarihinde Kültürpark‘ın içindeki Bruno Taut eseri tescilli binaya yine Mehmet Tüzüm Kızılcan ismini taşıyarak yeni bir sanat galerisi açması; ayrıca, aynı gün Büyük Taarruz‘un 103. yılı nedeniyle Vikipedi‘nin tanımlamasıyla “Türk şovmen, oyuncu, tiyatro ve klip yönetmeni, yapımcı, seslendirme sanatçısı ve fotoğrafçıOkan Bayülgen‘le birlikte ağırladığı (sanırım bu ağırlamada tek eksik olan isim Prof. Dr. Celal Şengör‘dü) Avusturya‘nın Bregenz kentinde Kırım Tatarı bir ailenin çocuğu olarak doğan ve AKP‘li yıllardaki o büyük değişiminden önceki yıllarda hocalığımı da yapan tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı ismini (sanırım bu yapıda) yapılacak bir kütüphaneye vermesi olayında, unutuldukları, kayırılmadıkları ya da büyük bir cehaletle bilinmedikleri için benim aklıma gelen diğer İzmirli; İzmir‘de yaşamış ya da İzmir‘e büyük yararları dokunmuş alternatif isimlerle mukayese etmek olmayıp; sadece, benim aklıma gelen isimler hakkında sizleri bilgilendirmek olduğunu, mukayese yapmayı ise sizlere bıraktığımı ifade etmeliyim.

Bruno Taut ve ülkemizdeki bazı eserleri…

Cumhuriyet Dönemi‘nin İzmir‘e emanet ettiği önemli doğal, kültürel ve tarihi bir miras olarak Kültürpark‘taki önemli ve tescilli bir yapıya, bu yapı içindeki değişik bölümlere daha başka kimlerin isimleri verilebilirdi diye düşündüğümde, benim bir çırpıda aklıma gelenler sırasıyla şöyle;

1. Bruno Taut: Öncelikle söz konusu yapıyı 1938 yılında tasarlayıp yapan dünyaca ünlü Alman mimarı Bruno Taut… Sosyalist fikirleriyle tanınan Yahudi asıllı Alman mimar ve şehir plancısı Bruno Julius Florian TautAlmanya‘da Faşist Nazi Dönemi’nin başlaması üzerine1936 yılında Türkiye‘nin davet ettiği 300’e yakın bilim insanı arasında yer alan Bruno Taut… Mimari ve şehircilik alanındaki Bahçe-Şehir Hareketi‘nin bir takipçisi olarak Almanya‘da tasarlayıp yaptığı 1.500 konutluk Gartenstadt yerleşimi UNESCO‘nun Dünya Mirası Listesi‘ne girmiş, Türkiye‘de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi‘nde hoca, Milli Eğitim Bakanlığı‘nda inşaat şefi olarak çalışmış, 1937’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi‘ni, 1938’de Trabzon Mekteb-i İdadisi (Trabzon Fen Lisesi)’ni, 1937’de Ankara Teknik Yükseokulu ile Kimya Enstitüsü‘nü, 1938’de benim de okuduğum Ankara‘daki yüksek tavanlı, geniş hacimlere sahip Kurtuluş ve Cebeci ortaokullarını, İzmir/Kültürpark‘ta Maarif Vekaleti Kültür Pavyonu ile Cumhuriyet Kız Enstitüsü‘nün ilk binasını; ama, asıl önemlisi Mustafa Kemal Atatürk‘ün 21 Kasım 1938 tarihli cenaze töreninde kullanılan katafalkı hazırlayıp kısa bir süre sonra vefat eden, naaşı İstanbul‘daki Edirnekapı Şehitliği‘ne defnedilen ilk ve tek gayrimüslim olarak Bruno Taut

Mustafa Kemal Atatürk’ün cenaze töreni katafalkı…

İzmir‘deki Alman Konsolosluğu‘nun bu değerli binayı Bruno Taut Mimarlık Müzesi olarak kullanılmak üzere hazır olduğuna ve bunun için resmi görüşmelerde bulunduğuna sevgili dostum Orhan Beşikçi ile birlikte tanık olduğumuz, bu nedenle burada bir mimarlık müzesi yapmak yerine Kemer İstasyonu ve İzmir Genelevi ‘nin hemen yanında hiçbir mimari özelliğe sahip olmayan tarihi demiryolu deposunu mimarlık müzesi yapmak isteyen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ile diğer İzmirli mimarların böylelikle büyük bir fırsatı kaçırdığı ünlü mimar Bruno Taut… Tabii ki kaybedenlerden biri de İzmir ve İzmir halkıdır…… Dünyaca tanınan, eserleri UNESCO tarafından korunan, faşizme karşı durup sosyalist fikirleri ile tanınan bir Dünya değerine, İzmir’e iki önemli yapı kazandırmış bu isme gereken ilgi ve vefayı göstermeyen İzmir ve onun bu konularda cahil ya da önyargılı olduğu anlaşılan belediye yöneticileri…

Yüzbaşı Şerafettin İzmir…

2. Yüzbaşı Şerafettin İzmir: Tabii ki, bu binaya ve bu bina içindeki yapılacak kütüphaneye İzmirli bir seramik sanatçısıyla kitaplarını “Kaçak Saray“daki kütüphaneye bağışlayan Osmanlıcı bir tarihçinin adlarının verildiği tarihlerden 102 yıl önce, işgal altındaki bu kente ilk Türk subayı olarak girip vilayet konağına Türk bayrağını asan; üstüne üstlük, kendisine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “İzmir” soyadı verilen Yüzbaşı Şerafettin… Bu konuda daha fazlasını söylemeye gerek yok zaten…

Türkiye’de arkeolojinin duayeni, İzmir’de kentin arkeolojik tarihini ortaya koyan bilim insanı…

3. Ekrem Akurgal: İzmir‘in bir kent olarak kaynağını oluşturan antik Smyrna/Tepekule yerleşiminin arkeolojik ve kültürel tarihini araştırıp ortaya koyan ve benim de rahmetli Prof. Dr. Serap Yılmaz sayesinde tanışıp sohbet etmekten onur duyduğum Prof. Dr. Ekrem Akurgal,

Şadi Çalık…

4. Şadi Çalık: Yaptığı onlarca heykelle Kültürpark‘ı sanatsal anlamda zenginleştiren, Kültürpark için yaptığı 2,90 m. büyüklüğündeki Atatürk heykeliyle mobil heykelleri geçen zaman içinde sırra kadem basıp kaybolan ya da 12 Eylül döneminde kırılıp imha edilen ve yaptığı bir eseri ülkemiz adına Birleşmiş Milletler binasının fuayesine yerleştirilen Türk heykel sanatının öncü ismi Şadi Çalık… Biz onun ismini vermesek de kaskatlı havuzun kenarındaki nü genç kız heykeli ya da Kültürpark‘ın yapımı sırasında ölen atlar için yaptığı ilk heykeli “At Başları” ile kendini devamlı hissettirip, kendisini görmeyen ya da görmek istemeyen belediye başkanlarına rağmen, yaptığı heykelleri kaydedip yok eden Kültürpark yöneticilerine rağmen “ben buradayım” diyen büyük sanatçı…

5. Nermin Abadan Unat: İzmirli bir ailenin kızı olarak doğup babasının ölümüden sonra annesi ile birlikte yerleştiği Viyana‘dan kendi isteği ile ayrılıp babasının memleketi İzmir‘e gelen ve “Macar Nermin” lakabıyla Kültürpark‘ın yapımı için yurtdışından gelen mühendis, mimar ve şehir plancılarından oluşan yabancı ekiplere tercümanlık yaparak Kültürpark‘ın yapımına tanıklık etmiş, daha sonraki yıllarda uluslararası düzeyde tanınan bir bilim kadını, senatör ve ülkemizin uluslararası kuruluşlardaki temsilcisi olarak çalışmış, İzmir Kız Lisesi‘nin değerli mezunu Prof. Dr. Nermin Abadan,

İzmir’in 4 Bilim Amazonu: Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray, Cevriye Artuklu, Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz

6. İzmir’in Bilim Amazonları: Cumhuriyet‘in ilk yıllarında İzmir Kız Lisesi‘nde aldıkları eğitimle İzmir‘in bilim dünyasına armağan ettiği diğer Bilim Amazonları: Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray, Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz ve Cevriye Artuklu… Bilime yaptıkları katkılar nedeniyle ülkemizde ve dünyada tanınan bütün bu insanların hatırlanmaması, bilinmemesi, bilinse bile tercih edilmemesi İzmir‘in kronik sorunu olan cehaletin ya da önyargının vahim sonuçlarıdır…

Bu durumda da, ya başta belediye başkanı olmak üzere kültür ve sanattan sorumlu tüm yöneticilerin İzmir ve geçmişi konusunda bilgi sahibi olmadıklarını, ya da tanıyıp kayırdıkları bazı sanatçı ve bilim insanlarını hep birlikte şikayetçi olduğumuz “nepotizm” denilen belanın bir sonucu olarak bizlere dayattıklarını düşünüyorum…

Şimdi bu durumda sizden benim adlarını verdiğim bu kültür, sanat ve bilim insanları hakkında bilgi edinerek bir değerlendirme yapmanızı ve hiç bir ismi şahsi nedenlerle kayırmadan tercihinizi benimle paylaşmanızı öneriyorum…

Bense, bu arada bu sayede daha derinden öğrenip etkilendiğim Bruno Taut ve eserleri konusunda ayrı bir yazı yazma konusunda sizlere söz veriyorum…

Tabii ki, yapıldığı tarih itibariyle 87 yaşında olan bu değerli binaya bugüne kadar değişik işlev ve adlar verildiğini; ayrıca, Türkiye‘de bu tür yapı ya da mekan isimlerinin değişik iktidar ve yönetimler tarafından değiştirilmesinin adeta bir gelenek haline geldiğini bildiğim için, önümüzdeki yıllarda bu isimlerin de başkalarının isimlerinin uygun görülmesi ya da işlevlerinin yok edilmesi suretiyle değiştirilebileceği ihtimalini de unutmamak koşuluyla…

(1) “Çatı Bostanlı’da Mehmet Tüzüm Kızılcan Seramik Atölyesi kuruldu, Karşıyaka Haber Gazetesi, 3 Nisan 2024, https://www.karsiyakahaber.com/gundem/cati-bostanlida-mehmet-tuzum-kizilcan-seramik-atolyesi-kuruldu/39787

Yararlanılan Kaynaklar

1) Ahenk Yılmaz, Kıvanç Kılınç, Burkay Pasin, İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları, İletişim Yayınları, s.7-19,

2) Cengiz Bektaş, “Toplumcu Bir Alman Mimarı: Bruno Taut, Arkitera, 4 Mayıs 2018, https://www.arkitera.com/gorus/toplumcu-bir-alman-mimari-bruno-taut/

3) Elif Pekince, “Türkiye’de Bir Alman Ayak İzi, Mimarhane, https://www.mimarhane.org/turkiyede-bir-alman-ayak-izi-brunu-taut/

4) Kai K. Gutschow, “Bruno Taut’un Sergi Pavyonlarında Nesneden Enstalasyona“, The Journal of Architectural Education, Cilt 59, Sayı 4, s.63-71

5) Rafet Arslan, “Bir İhtimal Daha Var, İzmirart Blog, https://www.izmir.art/tr/bir-ihtimal-daha-var

6) Serkan Türkmen, “İzmir-Cumhuriyet Anadolu Kız Meslek Lisesi/KOnak Cumhuriyet N.S. İşgören Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi“, Türkiye Turizm Ansiklopedisi, https://turkiyeturizmansiklopedisi.com/izmir-cumhuriyet-anadolu-kiz-meslek-lisesi-konak-cumhuriyet-ns-isgoren-mesleki-ve-teknik-anadolu-lisesi

7) Yaşar Ürük, “Ünlü Mimar Bruno Taut İzmir’de…, Yenigün Gazetesi, 13 Şubat 2024, https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/19171762/yasar-uruk/unlu-mimar-bruno-taut-izmirde

8) Maarif Vekaleti Kültür Pavyonu, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Maarif_Vek%C3%A2leti_K%C3%BClt%C3%BCr_Pavyonu

9) Okulumuzun Tarihçesi, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı İzmir/Konak Cumhuriyet N.S. İşgören Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, https://cumhuriyetnsi.meb.k12.tr/icerikler/okulumuzun-tarihcesi_131737.html

10) Bruno Taut, Wikipedia, https://en.wikipedia.org/wiki/Bruno_Taut

Bruno Taut, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Bruno_Taut

Bile bile kendi bindiği dalı kesen belediyeler…

Ali Rıza Avcan

Bu haftaki yazımı, belediyelerin 2026 yılında tahsil edeceği emlak vergisinin belirlenmesine esas olan asgari arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin, özellikle de arsa metrekare birim değerlerinin 2025 yılı içinde kurulan takdir komisyonlarınca, son kez belirlendiği 2021 yılına göre olağanüstü derecelerde arttırılmasıyla ortaya çıkan soruna, bu sorunda kimlerin parmağı olduğu ve bu sorunun nasıl çözümleneceği konusuna ayırmak istiyorum.

Böylelikle hem okuyucularımdan gelen talepleri dikkate almış, hem de ağır ekonomik koşullar altında ezilip gün geçtikçe yoksullaşan halk kitlelerinin bir de bu vergi eliyle hırpalanmasına karşı çıkıp öneriler geliştirmiş olacağım.

Vergi mükellefi” olarak gördükleri “hemşeri” ya da yeni adıyla “komşulara” kötülük yapıp bedelini yakın zamanda ödeyecek olan belediyeler…

Bilindiği üzere bu konu yasal düzlemde 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisine Matrah Olacak Vergi Değerlerinin Takdirine İlişkin Tüzük ve 28 Şubat 1983 tarih, 83/6122 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekindeki liste; ayrıca, Hazine ve Maliye Bakanlığı‘nın 2025/1 seri sayılı Emlak Vergisi Kanunu İç Genelgesi‘nde yer alan hükümlerle düzenlenmektedir.

Bu yasal düzenlemelerin öngördüğü hükümlere göre, emlak vergisinin hesabına esas olan asgari metrekare değerleri her dört yılda bir oluşturulan takdir komisyonları tarafından belirleniyor ve vatandaşların bu rakamlara karşı belli bir tarihe kadar dava açarak itiraz etmeleri, bu şekildeki itirazları karara bağlayan mahkemelerin verdiği kararlara uyulması gerekiyor.

Bugün ele alıp tartıştığımız sorun ise, üyeleri arasında belediye temsilcilerinin de bulunduğu takdir komisyonlarının bir önceki dönemde belirlenen rakamların çok üstünde rakamlar belirlemiş olmalarından ve vatandaşlara sunulan tek itiraz yönteminin yüksek dava harçlarıyla avukatlık ve bilirkişi ücretlerinin geçerli olduğu hukuk sisteminden kaynaklanıyor.

Çünkü belediyeler ödemedikleri borçları nedeniyle “silkelendikleri” bir dönemde bütçe açıklarını kapatmak amacıyla emlak sahibi vergi mükelleflerinden topladıkları emlak vergisi gelirlerinin artmasını istiyor ve adeta “denize düşen yılana sarılır” anlayışıyla oturdukları dalı kesercesine takdir komisyonlarındaki ağırlıklarıyla asgari değerlerin astronomik ölçülerde artması için çaba gösteriyorlar.

Örneğin İzmir‘in Konak ilçesi Kıbrıs Şehitleri Caddesi için belediyenin 2021’de uyguladığı rayiç değer 9.015,24 TL olduğu halde; bu rakam 2025 yılında kurulan takdir komisyonu tarafından 2026 yılı için % 2.773,09 oranındaki muazzam bir artışla 250.000.- lira olarak belirleniyor. Yine aynı şekilde Basmane, Etiler mahallesi için 2022 için belirlenmiş rayiç değer 902.-TL ile 15.509.-TL arasında değişirken 2026 için belirlenmiş değerlerin miktarı % 1.790,01 oranı ile % 938,17 oranı arasında değişen astronomik bir artışla 16.200.-TL ile 145.500.-TL arasında değişiyor. Tabii ki bu örnekleri İzmir‘in ya da Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerin diğer mahalle, cadde ve sokakları için de çoğaltmamız mümkün…

Konut hakkının ticari bir hakka dönüşmesi…

Peki, nereden çıktı bu belediyenin emlak vergisi beyan değerlerini arttırma hevesi derseniz; ben de size kurulan kıymet takdir komisyonlarının 213 sayılı Vergi Usul Kanunu‘nun 72. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca;

a) Belediye başkanı veya tevkil (birini kendine vekil seçmek) edeceği bir memur (başkan),

b) İlgili belediyeden yetkili bir memur,

c) Defterdarın görevlendireceği iki memur,

d) Tapu müdürü veya tevkil edeceği bir memur,

e) Ticaret odasınca seçilmiş bir üye,

f) İlgili olduğu arsalara ilişkin organize sanayi bölgesini temsilen bir üye,

g) İlgili mahalle veya köy muhtarından oluştuğunu hatırlatmak isterim.

Böylelikle oluşturulan söz konusu komisyona belediye başkanının veya vekil tayin ettiği kişinin başkanlık yaptığını, komisyonda merkezi yönetimden 3 temsilci yer almakla birlikte; onların da, emlak vergisine esas asgari değerlerinin artması suretiyle bu tutarların esas alındığı değerli konut vergisi, tapu harcı, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi ve gelir vergisi gibi diğer merkezi yönetim vergi gelirleriyle Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Fonu‘na ödenecek payların otomatikman artacağı düşüncesiyle astronomik rakamlara itiraz etmediğini; böylelikle ve genellikle, organize sanayi bölgesi temsilcilerinin fiilen pek de yer almadığı 7 kişilik komisyonlarda belediyelerden ve merkezi yönetimden gelen en az 5 üyenin kabulü ile bu rakamların kabul edildiğini görürüz. Hele bir de, buna oğlu ya da başka bir yakını belediyede istihdam edilen muhtarları eklediğimizde kabul oylarının sayısının 6’ya çıkmasına şaşırmamamız gerekiyor…

İşte o nedenle, başka hiçbir konuda merkezi yönetimle anlaştığını görmediğimiz iktidarıyla ya da muhalefetiyle bütün belediyelerin, iş vergileri arttırmaya; yani, halkı daha fazla bunaltma işine geldiğinde komisyondaki defterdar ve tapu müdürü temsilcisiyle güle oynaya anlaşıp, ticaret odası temsilcisi ya da mahalle muhtarı itiraz etse bile aldığı çoğunluk kararı ile emlak vergisi beyanlarına esas olan rakamları bir anda arttırdığına tanık olduğumuz için bu işin faili; yani, suçlusu belediyelerdir diyebiliriz.

Daha doğrusu, ortaya halkın çıkarları açısından olumsuz, kötü bir durumun çıkması halinde, o meşhur “bunda kimin menfaati var?” sorusunu sorarak suçluyu aramaya kalktığımızda karşımıza belediyelerin çıktığına tanık oluruz..

Aksi takdirde bizlerin oylarıyla seçilip o koltuklara yerleşen belediye başkanlarıyla meclis üyelerinin, aynen AKP iktidarının koyduğu başka vergilere karşı çıktıklarında olduğu gibi, böylesi bir vergi soygununa karşı çıkıp itiraz ettiklerini görür, onların yaptığını biz yapmayalım dediklerine tanık olurduk.

Ama, “onların yaptığı kötü, bizimki iyi ” anlayışıyla yapılan bu haksız vergilemeye karşı çıktıklarını görmüyor, böylesi bir itirazlarına tanık olmuyoruz.

Konut üzerinden astronomik hesaplar yapmak…

Şimdi böylesi bir durumda, benim bu tespit ve değerlendirmelerime muhtemel olarak iki ayrı karşı çıkışla itiraz edileceğini düşünüyorum:

Bunlardan biri, CHP’li belediyelerin şu sıralarda AKP iktidarınca silkelendiği ve o nedenle zor durumda oldukları ve bu zor durum nedeniyle onları makul görmekle, diğeri de konut sahibi olmayan yoksul halkla tek bir konuta sahip olduğu ya da oturduğu konut tescilli olduğu için bazı mülk sahiplerinin bu artıştan etkilenmeyecekleriyle ilgili olabilir…

Gelelim bu itirazları tek tek değerlendirmeye…

Gelelim birinci itiraza vereceğimiz cevaba… AKP’nin “silkeyerek” zor durumda bırakmak istediği CHP’li belediyelerin çoğu, çalıştırdıkları memur ve işçilerin prim ve vergilerini zamanında ödemeyerek hem çalışanlarını, hem de bu nedenle oluşan gecikme zammı ve cezalarını dikkate aldığımızda kendi kurumlarını büyük miktarda zarara uğratan borçlu belediyeler… Ve bu borçlar kendilerine AKP iktidarı tarafından herhangi bir nedenle fazladan yüklenmiş borçlar olmayıp, bizatihi kendilerinin sebep olduğu borçlar… Bu borçlar bir şekilde ödenmek zorunda; ama, AKP iktidarı bunların zamana yayılarak ödenmesini ya da hiç ödenmemesini fırsata çevirerek hemen ödenmesini istiyor ve onların bu ihmalini kullanarak belediyeleri zorda bırakmak istiyor… Ayrıca bu borçların varlığı seçimler olmadan önce, çok öncesinden biliniyor… Örneğin, Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu göreve gelir gelmez belediyesinin çok büyük miktarda borçlu olduğunu kamuoyu ile paylaşmakla birlikte sonraki süreçte eski belediye başkanı CHP‘li belediye başkanı Abdül Batur‘u suçlamaktan vazgeçti ve bu şekilde zamanında ödenmeyen borçlar için SGK ya da vergi daireleri tarafından tahakkuk ettirilen gecikme zamları ile cezaların, sebep olanlara tazmin ettirilip belediyesinin rahatlaması için tek bir adım atmadı…

Bu durumda, belediyelerin içinde bulundukları zorluğun geçmişte kendi partilerinden gelen belediye başkanlarının yanlış mali politikalarından kaynaklandığını ve bunu yok edip borçlardan kurtulmanın da birçok akılcı çözüm yolu bulunduğunu söyleyebilirim…

I- Harcamalarda gerçekten tasarruf yapmak: örneğin makam arabası olarak üst düzeyden Volvo marka araç kiralamamak, bürokratların altındaki makam araçlarını almak gibi….

II- Yeni müdürlükler kurmamak ve personel almamak,

III- Borçlar nedeniyle kamu mallarının satış furyasından vazgeçmek,

IV- Tahakkuk eden gecikme zamlarıyla cezaları bunlara sebep olanlar tarafından tazmin edilmesini sağlamak ve

V- Gereksiz mali yükümlülükler altına girmemek: Yeni binalara sahip olup işletmeye kalkmak, gereksiz yere belediye logosunu değiştirmek, belediye başkanının kişisel reklamını yapmak gibi gereksiz harcamalar yapmamak gibi…

Bunları yapmadıkları sürece, bırakın tüm borçları ödemek; yeni büyük borçların altında ezilmeleri elleriyle yazdıkları kendi kaderleri olacaktır… Tabii ki, kendi yanlışlarından kaynaklanan borçları halkın sırtına yükleyecekleri yeni ya da ağır vergilerden medet ummamaları koşuluyla… Örneğin, Konak Belediyesi‘nin, harç konusu olmakla birlikte ücret adıyla yasal sınırlarını aşarak almaya kalktığı işyeri açma ve çalışma ruhsatlarında ya da emlak vergisine esas olan asgari metrekare değerlerini takdir komisyonlarının görev, yetki ve sorumluluklarını istismar ederek astronomik düzeylere çıkarmasında olduğu gibi…

İkinci itiraza vereceğimiz cevap ise şu şekilde… Evet, konutu olmayanlar, tek konutu olanlar ya da tescilli konutlara sahip olanlar emlak vergisinden muaf olmakla birlikte; 2026 yılından itibaren daha yüksek emlak vergisi ödeyecek gayrimenkul sahiplerinin de bunu kiralara yansıtması ya da konut fiyatlarının artması suretiyle kent ve ülke ekonomisinin yeni açmaza girmesi beklenen bir gelişme olacaktır… Hele ki Türkiye‘deki ev sahipliği oranının 2014’de % 61,10 iken 2023’de 59,45’e, son olarak 2024’de % 55,80’e düştüğünü, bu düşüşe paralel olarak kiracılara ait oranların arttığını düşündüğümüzde… (1)

Kıymet takdir komisyonlarının bu vahim kararlarından sonra sanırım bir de mal sahibiyle kiracıları kurtarma komisyonlarını kurmak gerekecek…

Gelelim bu konuda son günlerde ortaya çıkan son gelişmeleri özetlemeye;

1) AKP cephesi, vergi oranlarının Emlak Vergisi Kanunu‘nun 8. maddesi ile Vergi Usul Kanunu‘nun mükerrer 49. maddesine göre Cumhurbaşkanı’na verilen yetki çerçevesinde yarı yarıya indirilebileceğini ya da bir önceki döneme ait rakamların dört yıl daha uygulanabileceğini; ayrıca, kanunda değişiklik yapılarak oranların indirilebileceğini ya da komisyonların yetkilerinin sınırlanabileceğini söylemekte…

Tabii ki bu kanun değişiklikleri sırasında astronomik miktarlarda değer biçen takdir komisyonlarının yapısı bir sürpriz olarak değiştirilmez ve yetkileri sınırlanmazsa…

2) CHP cephesi ise Ankara milletvekili Adnan Beker tarafından verilen kanun teklifi ile komisyonların 2021 yılında belirlenen değerlerin en fazla % 50 oranında artış yapmasını mümkün kılan teklif etmekle birlikte bu teklifin AKP ve MHP çoğunluğu tarafından dikkate dahi alınmayacağını düşünüyorum.

Vergileme ilkesi olarak kabul edilen eşitlik, genellik, yararlanabilme, ödeyebilme, adalet, uygunluk, verimlilik ve esneklik gibi önemli hususları hayata geçirmek amacıyla; emlak vergisi hesabına esas olacak takdir komisyonu kararlarında;

I- Belediyeler tarafından hazırlanması gereken yapı/emlak envanterleriyle Emlak Vergisine Matrah Olacak Vergi Değerlerinin Takdirine İlişkin Tüzük‘te sözü edilen vergi haritalarının kullanılması,

II- Değerlemelerin sokak ve parsel ölçeğinde değil, o sokak ve parseldeki bağımsız bölümlerin her biri için ayrı ayrı yapılması,

III- Takdir komisyonlarının karar verirken sahada fiilen çalışarak değer biçtiği gayrimenkulleri bizzat görüp bilgi sahibi olması,

IV- Dava konusuyla ilgili Danıştay kararlarında belirtildiği üzere, takdir komisyonu kararlarının gerekçeli olması ve gerektiğinde konusunda uzman bilirkişilerin görüşlerinden yararlanılması,

V- Emlak vergisi mükellefinin hem kendi taşınmazına ait değer takdiri için, hem idari yoldan merkez komisyonuna, hem de (buradan sonuç alamaması halinde) idari yargıya başvurarak iptal davası açma hakkının tanınması,

VI- Emlak vergisine esas değerlerin belirlenmesi ile ilgili davalarda ödenecek harç, bilirkişi ve avukatlık ücretleri konusunda belirli oranlarda indirim yapılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması,

VII- Taşınmaz sahiplerinin, takdir komisyonları tarafından verilen kararlara karşı belediye düzleminde itirazda bulunarak bu itirazlarla ilgili kararların belediye meclisi tarafından incelenip karara bağlanması,

Sağlanmalı, böylelikle emlak vergisinin mükelleflerden açısından kolaylıkla ödenebilir bir hale getirilmesi sağlanmalıdır.

Tabii ki belediyelerin takdir komisyonlarındaki yetkisinin kısıtlanmadığı ve belediye başkanlığı ile meclis üyeliği yapanların ilk seçimde seçmenlerin cezalandırması nedeniyle koltuklarını kaybedecekleri koşullarda…

Unutmayalım ki, bir zamanlar belediyelere ait olan elektrik dağıtım hizmetleri, elektrik abonelerinden toplanan elektrik üretim payının zamanında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK)’na yatırılmayışı nedeniyle belediyelerin elinden alınmış; böylelikle, belediyeler büyük bir mali kaynaktan yoksun kalmıştı… Bu anlamda bugün ya da yarın buna benzer ters bir şeyin olmayacağını kim tahmin edebilir, kim söyleyebilir ki?

Yararlanılan kaynaklar

(1) https://tr.tradingeconomics.com/turkey/home-ownership-rate

(2) Hüseyin Gökçe, Emlak vergisi karar bekliyor, Ekonomi Gazetesi, 5 Eylül 2025, https://www.ekonomigazetesi.com/ekonomi/emlak-vergisinde-karar-zamani-58405

Kurt, E., Emlak Vergisi Sisteminin Değerlendirilmesi ve Yeni Düzenleme Önerileri, İstanbul Kalkınma Ajansı-İstanbul Ticaret Odası-İstanbul Düşünce Akademisi-T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, İstanbul, Şubat 2018.

Sermayeye çağrı, özelleştirmeye kapı açmaktır!

Ali Rıza Avcan

Kültürpark ve Kültürpark‘la birlikte 6. İzmir Enternasyonal Fuarı, dönemin başbakanı İsmet İnönü ile İzmir Belediye Başkanı Behçet Uz tarafından 1 Eylül 1936 tarihinde açıldı. (1)

İzmir Enternasyonal Fuarı, o tarihten bu yana, (sadece 2. Dünya Savaşı‘nın devam ettiği 1942 yılı hariç olmak üzere) genellikle her yılın 18 Ağustosu ile 20 Eylülü arasında 94 kez kapılarını açarak bir yandan ülke ve dünya ticaretine hizmet etti, diğer yandan da oluşturduğu kültür ve sanat ortamı ile İzmir ve Ege bölgesi halkının sosyalleşerek öğrenip eğlenmesinin önemli bir aracı oldu. (2)

Artık lunaparkın olmadığı bir Kültürpark…

Bu arada İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir’in bir fuarlar ve kongreler kenti olmasını sağlamak amacıyla İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ege İhracatçı Birlikleri ve İzmir Ticaret Borsası gibi kurumları da ortak ederek 1990 yılında kısa adı İZFAŞ olan İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür Sanat Etkinlikleri A.Ş. isimli şirketi kurdu. Bu kapsamda belediyenin toplam 54 yılı kapsayan 1936-1990 döneminde, fuarı organize etmek için İZFAŞ gibi ayrı bir şirkete ihtiyaç duymadığını, belediyenin fuarla ilgili her türlü iş ve işlemi kendi imkanlarıyla gerçekleştirdiğini; ancak, şirketleşmeyi, daha doğrusu özelleşleştirme rüzgarlarını arkasına alan Ronald Reagan‘lı, Margaret Thatcher‘lı ve Turgut Özal‘lı yıllardan sonra fuarcılık işinin özelleştirilmesi için ayrı bir şirketin kurulduğunu söyleyebiliriz.

Kültürpark‘ın açıldığı yıllarda geçerli olan uluslararası fuarcılık anlayışı, ihtisas fuarlarının geçerli olmaya başladığı son yıllarda eski önem ve değerini kaybettiği için ihtisas fuarlarını yapmak için 2015 yılında Gaziemir‘deki Fuar İzmir açıldı. (3)

Ancak İzmir Büyükşehir Belediyesi, uluslararası fuarcılık anlayışının eskimesi nedeniyle fuarın kentin merkezindeki Kültürpark‘tan kaldırılması durumunda karşı karşıya kalabileceği tepkileri düşünerek, “uluslararası fuar” kandırmacasıyla yapılan etkinliklerin giderek yerel bir panayır ya da şenliğe dönüşmesi karşısında, hiç değilse İzmirlileri yapacağımız konser ve etkinliklerle eyleyip oyalayalım diyerek fuar olmaktan çıkan kötü bir organizasyonu bugüne kadar devam ettirmeyi tercih etti.

Bugün artık adı uluslararası, kendisi panayır olan bu organizasyona, onu uluslararası yapacak düzeyde yabancı ülke ve firmalar katılmıyor, bu eksikliği gidermek için her sene bir ülke ve onun firmaları misafir adıyla çağrılıyor, o nedenle gelişmiş ülkelerin dahil olduğu uluslararası ticari alışverişler yapılmıyor; hatta, oteller dolmuyor ve fuar bugünkü haliyle çim konserlerin yapıldığı, künefe, kebap gibi yerel yiyeceklerin satıldığı, promosyon niyetine yiyecek ve içeceklerin dağıtıldığı, genellikle Basmane, Kadifekale, Ege mahallesi gibi yakın bölgelerde oturan yoksul, dar gelirli insanların gelip kendilerini sergilediği bir gösteri mekanına dönüşüyor, giriş kapılarında polis ve özel güvenlik tarafından çifter çifter aramalar yapılmasına karşın 2024 yılındaki Semicenk konseri sırasında çıkan kavgada insanlar bıçaklanabiliyor, korku ile kaçışabiliyor… (4)

Kentin varsıl kesimleri ise fuara gelme niyetini çoktan bırakmış durumda… Hatta fuar akşamları Alsancak, Mimar Sinan ve Kültür mahallelerinden gelip İzmir Sanat Kafe‘ye ve Tenis Kulübü‘nde oturup sohbet eden müdavimlerin belirgin ölçüde azaldığı bir dönemi yaşıyor..

Gelelim bu fuar görünümlü karnavalın çok konuşulan ve konuşuldukça fuarı, fuar sayesinde sergilenen kültür ve sanat anlayışını; hatta, İzmir‘i sahiplenmeye çalışan sponsorlarına…

Ama ondan önce, 1999 yılında İzmir‘de, Prometheus ve Gözlem Gazetesi işbirliğiyle yapılan Taşımacılık Zirvesi‘nin proje koordinatörü olarak organizasyonun iletişim sponsorluğunu üstlenen DHL Worldwide Express Türkiye genel müdürünün, “parayı veren düdüğü çalar” tavrının beni ne kadar üzdüğünü, organizasyonu ne ölçüde olumsuz etkilediğini; bu bağlamda, sponsor ilişkilerindeki olumsuzlukları yaşamış biri olarak bu ilişki ve iletişim sabırla iyi bir şekilde yönetilmediği takdirde çok büyük sorunlara yol açabileceğini hatırlatmak isterim.

Ardından da sponsorluk denilen şeyin, Kapitalist sistem içinde piyasaya hakim konumdaki büyük şirket ve holdinglerle sponsorluk talebinde bulunan kişi, kurum ve kuruluşlar arasındaki bir reklam-tanıtım çalışması olduğunu, değişik kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan bir çalışmanın masraflı kısımlarının sponsor adı verilen şirketlerin vereceği para karşılığında onların reklamını yapma işi olduğunu belirtmeliyim… Bugün fuarın her yerinde, her köşesinde, Folkart ve Migros‘un reklam malzemelerinin yer alması, yapılan her konuşmada onlardan söz edilip teşekkür edilmesi bunun en önemli yanıdır.

94 yıldır İzmir‘de, 88 kez de Kültürpark‘ta yapılan İzmir Enternasyonal Fuarı‘na bugüne kadar hangi yıllarda hangi firmalar sponsor olmuş diye bir Google taraması yaptığımızda karşımıza çıkan bilgiler şu şekilde:

I- Noya Dijital Dönüşüm Teknolojileri: 2009 yılında yapılan 78. İzmir Enternasyonal Fuarı “Kiosk Sponsoru.

II- Tansaş A.Ş. : 2012 yılında yapılan 81. İzmir Enternasyonal Fuarı “Ana Sponsoru.

III- Folkart (Saya Holding): Şirketin patronu Mesut Sancak 2025 yılı fuarı için verdiği demeçlerde son 8 yıldır ana sponsor olduklarını belirtmiş olmakla birlikte kayıtlar Folkart‘ın 2016, 2017, 2018, 2019, 2020, 2021, 2022, 2023, 2024 ve 2025 yıllarında olmak üzere toplam 10 kez Ana Sponsor olduğunu söylüyor.

IV- Vestel: 2016, 2017, 2018 yıllarında “İnovasyon Sponsoru“, 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal FuarıTeknoloji Sponsoru“,

V- Migros: 2017, 2018, 2021, 2022, 2023, 2024 ve 2025 yıllarında yapılan fuarlarda “Etkinlik Sponsoru“,

VI- Kral Pop Radyo: 2017 yılında yapılan 86. İzmir Enternasyonal FuarıUlusal Radyo Sponsoru“,

VII- Avek Otomotiv: 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal FuarıOtomotiv Sponsoru“,

VIII- Avec Rent a Car: 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal Fuarı “Ulaşım Sponsoru,

IX- Red Bull: 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal FuarıTema Etkinlik Sponsoru” olmuş.

Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere, İzmir Enternasyonal Fuarı‘nda sponsor katkısı almak 2009 yılından, özellikle de Aziz Kocaoğlu dönemiyle birlikte başlamış ve geçtiğimiz yıl yapılan 93. İzmir Enternasyonal Fuarı ile konu ve sayı itibariyle bir patlama yaşamış… Genellikle kabul edilip uygulanan “Ana Sponsor” ve “Etkinlik Sponsoru“nun yanında “Otomotiv Sponsoru“, “Ulaşım Sponsoru“, “Tema Etkinlik Sponsoru” gibi sponsorluklar icat edilmiş… Anlaşılan o ki, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve onun şirketi İZFAŞ, fuar masraflarını karşılamada büyük zorluklar yaşıyor ve masrafı bu tür özel firmalar arasında paylaştırarak üstündeki yükü hafifletmeye çalışıyor…

Şu konuyu baştan belirtmek gerekir ki, -ne yazık ki- İzmir Büyükşehir Belediyesi ile onun şirketi İZFAŞ‘a ait önceden hazırlanıp kamuoyu ile paylaşılmış önceliklerini, strateji ve ilkelerini, en önemlisi etik değer ve kriterlerini gösteren bir sponsorluk politikası yok… Örneğin sponsorluğu kabul edilen bir firma daha önce ihale yolsuzluğu yapmışsa, adı birtakım yolsuzluk operasyonlarına karışmışsa, belediye başkanıyla üst yönetiminin siyasi görüş, ideoloji ve uygulamalarına ters, aksi; hatta holding ya da şirket bütünüyle baltalayıcı faaliyetleri varsa ne olacak, onun sponsorluğu kabul mü edilecektir? Örneğin Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu‘nun eşine ait Jantsa sponsor olmak istese ona ne denecektir? Ya da yakın zamanda adını öğrenip ezberlediğimiz Aziz İhsan Aktaş benzeri Ankara‘daki kaçak sarayı yapıp İzmir‘i gökdelenlerle donatan Rönesans Holding veya Mehmet Cengiz, belediye başkanı Cemil Tugay‘ın çağrısına uyup fuara ya da belediye hizmetlerine, örneğin belediye hizmet binasının yapımına sponsor olmak istese ne yapılacaktır?

Üstüne üstlük 25 Ekim 2016 tarihinde yazdığım “Belediyelerin ve şirketlerinin sponsorluk sözleşmeleri halka açıklanmalıdır” başlıklı yazıda da (5) belirttiğim gibi, 2016 yılında İzmir‘de yapılan Türkiye İş Sağlığı Zirvesi‘ne, Efemçukuru‘ndaki altın madenini işleten Tüprag şirketi ile birlikte sponsor olmayı kendine dert edinmeyen, “ben bana yardımcı olacak bir sponsoru hangi kriterleri gözeterek nasıl seçmeliyim?” düşüncesiyle kendisine bir takım ilke, kriter ve etik değerler belirlememiş bir belediye ile karşı karşıyayız…

Belediyenin kendisine ve şirketlerine sponsor olacak kurum ve kişileri belirlerken hangi kriterlere göre davranacağını belirleyen temel bir sponsorluk politikası olmadığı için de yıllardır “bize sponsor olur musunuz?” sorusunu sorarak ya hep aynı firmaların sponsorluğuyla çalışıyor ya da hiç alakasız firmaların sponsorluğunu kabul ediyor veya her yıl duyduğu günlük ihtiyaçlara göre “ulaşım sponsoru“, “otomotiv sponsoru” ve “ulusal radyo sponsoru” gibi çeşit çeşit sponsorluklar icat ediyor…

Aslında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin sponsorlara verdiği hizmetlerin her biri kamu hizmetidir ve o nedenle sponsoru belirlemeden önce sponsoru nasıl seçeceğine ilişkin usul ve esasları belirleyip halka açıkladığı politika, plan, program, strateji, ilke, kriter ve etik değerlere göre bir seçim yapması gerekir. Buradaki amaç sponsorun elindeki parayı almak değil, sponsorun kendisine devredilen kamu hizmetini layıkıyla iyi bir şekilde yapmasıdır.

Ayrıca her bir sponsorluk, belediyeye ya da şirketine ait kamu hizmetinin özelleştirilmesi anlamına geleceği için çok zorda kalmadıkça o konuda sponsorla çalışılmaması, belediyelerin o hizmeti doğrudan doğruya kendi imkanları ile yapması gerekir…

Her sene karşımıza çıkan bir durum… Bu seneki fuarda hangi sanatçılar yer alacak? “Biz onu “etkinlik sponsoru”muza verdik, sanatçıları o seçecek ve paralarını da o ödeyecek?”

Ve sonuçta, geçtiğimiz yıl Kültürpark‘taki çim konserinde birbirine silah ya da bıçak çekenler, birbirini kovalayan ya da korkudan kaçışan insanlar… Çünkü İzmir‘in orta yerinde sergilenen popüler sanatın, kültürün seviyesi, o seviyenin oraya çektiği insanlar ortada…

Evet, işte böylesine bir duruma izin vermemek için belediyenin ya da şirketinin fuar süresince ya da fuar haricinde kabul edip uygulayacağı tüm kültür sanat hizmetlerinin özünü ortaya koyacak olan politikaları belli olmalı ve bu politikaların uygulaması, şirketlerin kendi menfaatleri doğrultusunda karar almalarına, kendi angajmanlarındaki sanatçıları öne sürmelerine bırakılmamalı…

Kıyıda köşede kalıp bilmediğimiz, varlığından haberdar olmadığımız gelip geçici popüler isimler “büyük sanatçı“, “asrın sanatçısı“, “Türkiye’yi yurtdışında temsil ediyor” gibi yalan haber ve reklamlarla halkın önüne çıkarılmamalı, belediye ve şirketi kendi politikası doğrultusunda hangi sponsorun hangi işi yapacağını önceden bilip söylemeli, sponsor arayışlarını kendisinin koyduğu şartlar üzerinden yapmalı, her biri ticari bir yapı olan sponsor firmalara teslim olmamalıdır… Bu bağlamda, Folkart‘ın, Sancak Holding‘in ya da Saya Holding‘in bir yandaş şirket olarak iktidarla ilişkilerini sorgulamalı, Migros‘un dahil olduğu Anadolu Grubu‘nun TOGG‘un ortağı olup yine aynı gruptaki Anadolu Efes Biracılık‘ın 2023 yılında vergiden muaf tutulduğunu (6) dikkate almalı… Daha doğrusu hem fuar sponsorlarını seçerken ilkeli davranmalı, hem de Kültürpark‘ı ticaretten, para kazanma hırsından uzak tutmalı, Kültürpark‘ı Grand Plaza, Folkart, Migros gibi ticari kuruluşlara teslim etmemelidir…

94. İzmir Enternasyonal Fuarı ile ilgili 22 Ağustos 2025 tarihli tanıtım toplantısında, “Belediye elinden geleni yapıyorsa şehrin uyduğunu düşündüğüm önemli dinamikleri var. Bu iş sadece belediye ile olmaz, herkes elinden gelen katkıyı, İzmir’in hayal ettiğimiz ivmeye kavuşması için ortaya koyması lazım” diyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın bu toplantı öncesinde Folkart patronu Mesut Sancak‘la konuşup ondan sufle aldığı, en azından ifadesini onun 7 yıl önce söylediklerine dayandırdığı anlaşılıyor. (7)

Tabii ki, bu ifade ile kendisine yeni bir çatışma alanı açtığını ve bunun kendisi için hiç de iyi olmayacağını anladıktan sonra 29 Ağustos 2025 tarihli fuar açılışında tornistan ederek İzmir iş dünyasına ettiği teşekkürle hatasını düzeltmeye çalıştığını düşünüyorum… (8)

Evet, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın 22 Ağustos 2025 tarihli fuar tanıtım toplantısında dile getirdiği ifadeler, aslında hemen yanında oturan Folkart patronu Mesut Sancak‘ın bundan tam 7 yıl önce dile getirdiği düşünce ve dileklerin bire bir aynısıdır… Zira aynı Mesut Sancak‘ın, 4 Temmuz 2018 tarihli Hürriyet Gazetesi‘nde yayınlanan Ayçe Bükülmeyen imzalı röportajının hem başlığında hem de içeriğinde, “Her firma İzmir’e destek olmalı” dediği görülmektedir. Anlaşılan o ki, Folkart patronun ağzından çıkan bu sözler, 7 yıl sonra ağız değiştirerek kendine başka sponsorlar bulmak isteyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın dileği haline gelmiş…

Ancak Folkart patronunun 7 yıl önce verdiği demeçle yakın zamanda sosyal medyada yayınladığı mesajlarda Folkart ve Folkart Galery tarafından düzenlenen sergiler için “sponsorluk” sözcüğünü kullanmayıp, onun yerine “İzmir Büyükşehir Belediyesi işbirliği ve Folkart organizasyonu” ifadesini kullanması, Folkart‘ın “işbirliği” adı altında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin kültür ve sanat alanındaki tercihleriyle uygulamalarını yönlendirmeye başladığını, bugüne kadar şirketin halkla ilişkileri boyutunda gerçekleştirilen kültür-sanat etkinliklerine ek olarak, arkasına Atatürk rüzgarını alarak tasarlanan “Ve Mavi Gözleri Çakmak Çakmaktı” Mustafa Kemal Atatürk temalı sergiyle “dünyaca ünlü medya sanatçısı” sıfatıyla yere göğe konulamayan; ancak, İzmir‘de açılan sergisi için yaşadığı ABD‘den kalkıp gelmeyen, bu arada yapılacağı söylenen yeni belediye hizmet binası projesini hazırlama görevi belediye başkanı tarafından kendisine sipariş edilen Refik Anadol isimli sanatçının düzenlediği “Şifanın Algısı” ve “Makine Rüyaları: Ege” isimlerini taşıyan ikinci sergiyle, aynen bir zamanlar Ahmet Güneştekin olayında yaşadığımız gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi adı kullanılarak belediyenin kentteki kültür sanat etkinliklerine yol ve şekil verildiği görülmektedir.

Anlaşılan o ki, belediyenin niyeti İZFAŞ tarafından yerine getirilen fuarcılık hizmetlerinin önce “sponsorluk“, daha sonra “işbirliği” adıyla; hatta, buna tematik fuarların yapıldığı Fuar İzmir‘i de dahil ederek özelleştirme yoluyla şirketlere verilmesi doğrultusundadır… Hiç belli olmaz, yarın öbür gün İzmir Büyükşehir Belediyesi Folkart ile birlikte bir şirket kurarak ya da Folkart‘ı İZFAŞ‘a ortak yaparak özelleştirilmiş fuarcılık ve kültür-sanat hizmetleri ile karşımıza çıkabilir… İşte o nedenle, hem Folkart patronu hem de belediye başkanı diğer şirketleri de bu işbirliğine davet ederek, adeta bir özelleştirme ihalesine katılmalarını isteyerek, belki de İzmir‘de pek moda olan yeni bir “çok ortaklı saadet zinciri” yaratarak ortalığı kızıştırmaya çalışıyor… Özellikle de bir türlü sonuçlanmayan Basmane Çukuru takasında, yılan hikayesine dönen Konak‘ta belediye hizmet binası yapımı ve son kez Hilton İzmir binasının bir türlü satılamaması olaylarında gördüğümüz gibi kendisine ait bir hizmeti verip devredeceği ya da takas edip üstünden atacağı güvenilir bir adres aramakta; belli olmaz şu aralar belki de birtakım pazarlıklar yapmaktadır… Diğer yandan da belediye eliyle beslenen gazete ve gazetecilerin de bu fikri geliştirip sonuca ulaşması için elinden geleni yaptığını gözlüyoruz…

O anlamda, Kültürpark‘la İZFAŞ, Fuar İzmir ve İzmir Enternayonal Fuarı‘nın güzel, iştah kabartan armağan paketleri olarak önümüzdeki günlerde “sponsorluk“, “işbirliği” ya da “şirket ortaklığı” gibi yeni ad ve yöntemlerle yeni pazarlıkların ya da özelleştirmelerin konusu olabileceği ihtimalinin her geçen gün arttığını söyleyebilirim…

Kaynaklar

(1) Kültürpark, https://en.wikipedia.org/wiki/K%C3%BClt%C3%BCrpark

(2) İzmir Enternasyonal Fuarı, https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0zmir_Enternasyonal_Fuar%C4%B1

(3) Fuar İzmir, https://tr.wikipedia.org/wiki/Fuar_%C4%B0zmir

https://kentstratejileri.com/2016/10/25/belediyelerin-ve-sirketlerinin-sponsorluk-sozlesmeleri-halka-aciklanmalidir/

(4) Son Dakika/ Fuar’da korku dolu anlar yaşandı, https://www.haberekspres.com.tr/son-dakika-fuarda-korku-dolu-anlar-yasandi

(5) Ali Rıza Avcan, “Belediyelerin ve şirketlerinin sponsorluk sözleşmeleri halka açıklanmalıdır. https://kentstratejileri.com/2016/10/25/belediyelerin-ve-sirketlerinin-sponsorluk-sozlesmeleri-halka-aciklanmalidir/

(6) Bianet, 9 Ağustos 2024, “Türkiye’nin vergi vermeyen şirketleri”, https://bianet.org/haber/turkiye-nin-vergi-vermeyen-sirketleri-298117

(7) “Tugay’dan fuar tanıtımında ‘sponsor’ ve ‘uyuyan dinamikler’ çıkışı, Gerçek İzmir, 22 Ağustos 2025, https://www.gercekizmir.com/haber/Tugay-dan-Fuar-tanitiminda-sponsor-ve-uyuyan-dinamikler-cikisi/177220

(8) “İEF’in açılışında konuştu… Tugay’dan iş dünyasına teşekkür!, Ege’de Son Söz, 29.08.2025, https://www.egedesonsoz.com/iefin-acilisinda-konustu-tugaydan-is-dunyasina-tesekkur

Aydın Erten’i Anma Etkinlikleri: Sadece Bir Hatırlatma mı?

Ali Rıza Avcan

Çocukluğu gençliği ve öğrenciliği Ankara‘da geçmiş biri olarak, adına ister “toplumcu“, ister “halkçı” ya da başka bir şey deyin iyi belediyecilik uygulamalarını, seçimlerde benim de oy verdiğim Vedat Dalokay ve Ali Dinçer gibi başarılı belediye başkanları sayesinde ilk önce Ankara‘da görüp yaşadım…

Ardından sınıf arkadaşım sevgili Sedat Göçmen‘in de içinde yer aldığı Fatsa‘daki Fikri Sönmez (Terzi Fikri) belediyeciliği ile tanıştım. Bu arada Mülkiye‘deki lisans ve yüksek lisans eğitimi sonrasında kent, kentleşme ve yerel yönetimlerle ilgili doktora programına paralel olarak Yerel Yönetimler ve İçişleri bakanlıklarında çalıştığım dönemlerde İzmir‘den gelen seslere de kulak vererek Gültepe‘de Aydın Erten’i, Aliağa‘da Hakkı Ülkü‘yü, İstanbul‘da Ahmet İsvan‘ı, Kocaeli, Değirmendere‘de Ertuğrul Akalın‘ı ve Susurluk‘da Tahsin Bozoğlu‘nu tanıma; hatta, birlikte çalışma fırsatını yakalamış oldum.

Vedat Dalokay, Ali Dinçer, Fikri Sönmez, Ahmet İsvan, Hakkı Ülkü, Tahsin Bozoğlu ve Ertuğrul Akalın…

Ve bütün bu deneyimlerin sonucunda, kent, kentleşme, yerel yönetimler, araştırma, eğitim, iletişim ve planlama gibi bilgi ve bilgiyi işleme konularında uzmanlaşmış biri olarak önemli olanın Fikri Sönmez, Aydın Erten ya da Ahmet İsvan gibi halktan yana, ufku geniş, yetenekli ve becerikli belediye başkanlarının “tek adam” olarak öne çıkmasıyla değil; onların, başkanlıkları süresince bir daha değiştirilemeyecek derecede oluşturup bir miras olarak geride bırakacakları, toprakta derin kökler salan kurumsal bir yapılanma olduğunu anlayıp kavramış oldum.

Çünkü adları öne çıkarılıp bir kahraman gibi kutsanan bu belediye başkanlarının ölümünden, seçilememesinden ya da bir şekilde görevden alınmasından sonra o belediyeleri denetlemek ya da danışmanlık yapmak amacıyla gittiğimde; o örnek uygulamalardan geriye tek bir izin kalmadığını, sadece insanların hafızasında yer eden bazı isimlerin sık sık dile getirildiğini gördüm ve ondan sonra denetlediğim ya da danışmanlığını yaptığım her belediye başkanına, bir miras olarak geride bırakacakları kökleşmiş kurumsal yapının daha önemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Her ne kadar, 12 Mart ve 12 Eylül gibi her olumlu, güzel şeyi ezip geçen, un ufak eden faşist dönemlerin bu geride bir şey kalmaması olayında birinci dereceden etkili olduğunu bilsem de…

Bugünkü yazımın konusunu oluşturan Gültepe Belediyesi ve onun efsane başkanı Aydın Erten de -ne yazık ki- kahramanlık öyküleri dışında geride hiçbir şey bırakmama halinin kötü bir örneği olarak kaldı. Kendi bir efsane kahramanı olarak unutulmadı; ama, yaptıkları örnek alınıp geliştirilmedi ve devamı getirilemedi…

Kendisi görevden alınıp belediyesi kapatılmış olsa bile, İzmir‘in orta yerindeki bir direniş noktasından, bir özerklik deneyiminden geriye bugünleri etkileyecek daha anlamlı bir şeylerin kalması gerekirdi diye düşünüyorum…

Çünkü Aydın Erten‘in görevden alınması sonrasında belediyesi kapatıldı, kendisi partisi içinde cezalandırılarak ilgisizliğe mahkum edildi ve yaptıkları bir örnek olarak uzunca bir süre incelenip değerlendirilmedi… Yapıp eyledikleri üzerine kafa yorup geleceğe aktarılacak sonuçlar çıkarmak yerine kahramanlaştırılan ismi öne çıkarılıp mezarına gidip karanfil koyduktan sonra nutuk atmak yeterli bulundu… Hem de onun söyledikleriyle yaptıklarının tam aksini yapanların, örneğin kaymakamın yazısını emir telakki edip Avesta Derneği‘nin kapısına kilit vuranların, işçileri kapının önüne koyup emek düşmanlığı yapanların iki yüzlülüğü ile… Bunun dışında Gültepe Belediyesi ile onun başkanı Aydın Erten hakkında, aynen sevgili arkadaşım Sedat Göçmen‘in Fatsa anılarını toplayıp yayınlanması gibi tek bir belgesel, tek bir anı kitabı hazırlanmadı, o anıları koruyup kollayacak bir dernek, bir vakıf bile kurulamadı… Hatta 2024 yılı anmasında Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun kuracağız denilen Aydın Erten Vakfı bile aradan bir yıl geçmesine rağmen kurulmadı, kurulamadı…

Gültepe belediye başkanı Aydın Erten adının dillere pelesenk olduğu bu süre içinde; bırakın öldüğü 2000 yılını, ilk kez belediye başkanı olduğu 1973 yılından bu yana geçen 52 yıl içinde üniversitelerde kendisi ve Gültepe konusunda topu topu 3 tane tez yazıldı:

🔴2016 yılında Uğur Ülger‘in yazdığı “Seçmen Davranışlarındaki Değişim, Gültepe Örneği” isimli yüksek lisans tezi,

🔴2022 yılında Turgay Gülpınar‘ın yazdığı “Türkiye’de yerel özerkliğin yükselişi ve düşüşü: Gültepe örneği (1973-1980)” isimli doktora tezi ve

🔴Kemal Kılçdaroğlu‘nun CHP genel başkanlığı zamanında genel başkan yardımcısı ve parti meclisi üyesi olan Devrim Barış Çelik‘in 2024 yılında yazdığı “Sosyo-ekonomik değişimin seçmen tercihlerine etkisi: Gültepe örneği” isimli doktora tezi.

Neyse ki, yaraya merhem niyetine yapılan bu üç çalışmadan biri olup sevgili ekip arkadaşım Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar‘ın kaleme aldığı 2022 tarihli doktora tezi, yakın zamanda İletişim Yayınları tarafından “Yerel Hükümet: Gültepe, Bir Özerklik Deneyimi (1973-1980)” ismiyle yayınlandı da bu alandaki büyük eksiklik bir nebze olsa da giderildi.

O nedenle, ağzından İzmir, Gültepe ya da Aydın Erten isimleri çıkan herkesin, her İzmirli‘nin bu kitabı almasını ve Prof. Dr. Sonay Bayramoğlu Özuğurlu‘nun öğrencisi sevgili Dr. Turgay Gülpınar‘ın yazdıklarını okumasını hararetle öneriyorum.

Gelelim, Aydın Erten‘in ölümünün 25. ölüm yıldönümüne isabet eden 11-13 Ağustos 2025 tarihlerinde “Aydın Erten’i Anma Etkinlikleri” adıyla yapılıp bir kısmına sevgili dostlarım Orhan Beşikçi ve Erol Şaşmaz‘la birlikte katıldığım ve benim bir saygı etkinliği olmaktan çok saygısızlık olarak nitelediğim etkinliklerle ile ilgili değerlendirmelerime…

CHP Konak İlçe Başkanlığı tarafından düzenlenip; İzmir Büyükşehir, Konak ve Gaziemir belediyeleriyle İzmir ve Konak kent konseylerinin, Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma, Geleceğim Ol ve 68’liler Derneği ile ADD Konak Şubesi‘nin ve 78’liler Federasyonu‘nun; ayrıca, sponsor olarak So Lady, Özgür Eğitim Yayınları, Serkay Tekstil ve Öz Altın Turizm gibi firmalarca desteklenip 11-13 Ağustos 2025 tarihlerinde üç gün süreyle yapılan etkinliklerin halka duyurulan programına göre;

Aydın Erten, 11 Ağustos 2025 Pazartesi günü 11.00-12.00 saatleri arasında mezarına karanfil bırakmak suretiyle anılacak; ayrıca, yine aynı gün 13.00-14.00 saatleri arasında 1973-1980 yılları arasında Gültepe Belediye Başkanı olarak ortaya koyduğu belediyecilik deneyimi, 2022 yılında hizmete açılan Gültepe Aydın Erten Rekreasyon Alanı‘ndaki Mutlu Kahve‘de, DEÜ İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar ile Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği başkanı Ali Yılmaz‘ın katılımıyla “Bir Özerklik Deneyimi” adı altında konuşulup tartışılacak,

12 Ağustos 2025, Salı günü 20.00-23.00 saatleri arasında Gültepe Son Durak‘ta “Adım Adım Anadolu Esintileri” isimli bir konser verilecek,

Etkinliğin 3ncü ve son gününde ise saat 14.00’de Gültepe Toros Tesisleri‘nde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın, Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ve Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın protokol konuşmalarından sonra sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘le Doç. Dr. Taylan Engin ve Dr. Orhan Selim Bayraktar‘ın katılımıyla başlığı ya da konusu belirtilmeyen bir toplantı yapılacaktı.

Bu programı görür görmez Kent Stratejileri Merkezi‘nin Facebook hesabında yaptığım bir paylaşımla Aydın Erten‘in, ilk kez mezarının ziyaret edilip karanfil bırakılması dışında toplantılar ve konserler düzenlenerek anılacak olması nedeniyle organizasyonu yapanları tebrik etmekle birlikte; 13 Ağustos 2025, Çarşamba günü yapılacak toplantıda sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘in yanına verilen iki ismin hem Aydın Erten‘le bir ilgisinin olmaması, hem de uzmanlık alanlarının belediyecilikle ilgili olmayışı nedeniyle bu durumu eleştirmiş, buna bir çözüm bulunmasını önermiştim.

Oysa izleyen günlerde gerek tanık olduklarımı, gerekse güvenilir kaynaklardan aldığım bilgileri dikkate alınca bu organizasyonu yapanları boşu boşuna tebrik ettiğimi anlayıp yapılanları Aydın Erten‘e yapılan bir saygısızlık olarak düşünmekten kendimi alamadım ve o nedenle de tarihe not düşmek adına bu yazıyı yazmak zorunda kaldım:

Gelelim gün gün neler yapıldığını ortaya koyup değerlendirmeye;

1) Yıllardır yapılan mezar ziyareti ile bu ziyaret sırasında mezara karanfil bırakıp ardından nutuk atanları dinlemenin bıktırıcı bir ritüel olduğunu düşündüğüm için oldukça kalabalık olduğunu gördüğüm söz konusu etkinliğe katılmadım. Ancak daha sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin internet sayfasında “Tugay: Aydın Erten’in mirası namus borcumuzdur” başlığıyla yayınlanan 11 Ağustos 2025, Pazartesi tarihli haberle haber ekine koyduğu fotoğraflara baktığımda mezarın karşısına konulan kürsüye Cemil Tugay, Nilüfer Çınarlı Mutlu, Ozan Ali İlgazi, Ünal Işık, Sabri Ergül, Ceren Erten, Hamit Mumcu, Orhan Polat, Nimet Haytabay, Ertuğrul Gezenoğlu ve Nail Dağdelen olmak üzere tamı tamamına 11 kişinin çıkarak konuştuğunu öğrendim.

BU tür konuşmacısı bol mezarlık anmalarını geriye doğru incelediğimde de, o an itibariyle CHP siyaseti açısından kimler makbulse, kimlerin hükmü geçiyorsa konuşanlar arasında onların yer aldığını; ama, başkalarına ya da halka söz bırakmayan siyasetçi bolluğunun uzun bir süredir değişmediğini anladım…

Çöplerin toplanmadığı bakımsız Aydın Erten Rekreasyon Alanı… Fotoğraf: Erol Şaşmaz

2) Aynı gün 13.00-14.00 saatleri arasında Aydın Erten Rekreasyon Alanı‘ndaki Mutlu Kahve‘de Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz ile DEÜ İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar‘ın konuşmalarını dinlemek amacıyla sevgili dostlarım Orhan Beşikçi ve Erol Şaşmaz ile birlikte gittiğimizde söyleşinin yapılacağı Mutlu Kahve‘nin kapalı olduğunu, alandaki güvenlik görevlilerinin bu toplantıdan haberdar olmadıklarını; ayrıca, “Mutlu Kahve” adı verilen tesisin çevresindeki Aydın Erten Kreasyon Alanı‘nın bakımsızlık içinde bir çöp deryasına dönüştüğünü görüp, bu mekanda “mutlu” olup Serotonin salgılamak yerine üzülüp tesise adı verilen Aydın Erten adına içim acıdı ve bu alanın hiç olmazsa Konak Belediyesi tarafından birkaç gün önce temizlenip bakımlı hale getirilmesi gerektiğini düşündüm… Çünkü bana göre Aydın Erten‘e saygı, kürsü nutuklarında değil; onun adının verildiği bu tesisteki bu tür küçük noktalara özen göstermekte yatıyordu…

Kapısı kilitli “Mutlu Kahve”ye alternatif bir söyleşi…

Mutlu Kahve kapalı olup toplantıya hazır olmadığı, üstüne üstlük Konak Belediyesi’ne ait bu tesiste Aydın Erten adına yapılan toplantıya ev sahibi konumundaki Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ve mezarlığa gidip konuşmalar yapan zevat (Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz ve CHP Konak İlçe Başkanı Ozan Ali İlgazi haricinde) gelmediği için bahçedeki ahşap merdivenleri bir anfinin basamakları gibi kullanarak ve sandalyeleri bu alana taşıyarak açık havada, Aydın Erten adına asıl konuşulması gereken şeylerden söz eden konuşmacılarla Aydın Erten‘in yakınlarını dinledik…. Böylelikle Aydın Erten‘in hayat arkadaşı öğretmen emeklisi Ayten Hanım‘ı ve manevi oğlunu tanıyıp anılarını dinleme fırsatını yakaladık…

3) 12 Ağustos 2025, Salı günü 20.00-23.00 saatleri arasında, Gültepe Son Durak‘ta yapılan konsere, o saatlerde toplu ulaşım araçlarıyla Gültepe‘den eve dönmenin İzmir koşullarında zor olması nedeniyle, istemiş olmama karşın katılamadım… O konsere beni bekleyenler için “affola” demekten başka bir çarem yok ne yazık ki…

4) Söz verilmiş başka bir program nedeniyle gidememiş olmakla birlikte üç ayrı güvenilir kaynaktan aldığım bilgilere göre bu sene Aydın Erten adına yapılan en önemli saygısızlığın etkinliğin son günü; yani, 13 Ağustos 2025, Çarşamba günü saat 14.00’de Konak Belediyesi’ne ait Toros Tesisleri’nde yapılan toplantıda hayata geçtiği anlaşılıyor.

Duyurulan programa göre o tarih ve saatte, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘la Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ve Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın protokol konuşmalarından sonra Gaziemir Belediye Başkanı Ünal Işık‘ın moderatörlüğünde yapılacak toplantının tartışılmaz ismi sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘in yanına konulan konuşmacılardan birinin Bandırma Üniversitesi‘nden gelip daha çok akıllı ulaşım sistemleri konusunda uzman olan Doç. Dr. Taylan Engin, diğerinin de daha çok Hollanda‘da, belediyeler dahil bir çok kurum ve şirkete danışmanlık yapıp kendine ait web sayfasında Deniz Baykal‘ın CHP genel başkanı olduğu yıllarda parti adına çalıştığını ve bu yeni dönemde “CHP’ye katabileceği kalitesi“nden söz eden Kayserili Dr. Orhan Selim Bayraktar olduğunu sanıyordum.

Ancak o gün o toplantıda, adları programda yazılı o iki şahsın yokluğunda onların yerini İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun, Manisa eski milletvekili Sabri Ergül‘ün, açılışta protokol konuşması yapacağı duyurulan; ancak, gelmeyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay yerine ikame edilen İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi Başkan Vekili Altan İnanç‘ın ve yine açılışta protokol konuşması yapacağı söylenen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ile Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın aldığını ve böylelikle yine mezarlık başındaki kalabalık konuşmacı kadrosunu anımsatırcasına “Değişen Kent Kavramı ve Kent Kültürü” konusunda Prof. Dr. Ruşen Keleş‘le birlikte konuştukları anlaşılıyor.

Wikipedia bilgilerine göre Aydın Erten‘in hasta yatağındayken bile “emek düşmanları sevinmesin, bu yatışım yeni bir mücadelenin başlangıcıdır” dediğini öğrendiğim için yakın zamanda yüzlerce belediye işçisini işinden, gücünden ve ekmeğinden eden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin “emek düşmanı” başkanı Cemil Tugay‘ın bu toplantıya katılmayışı bence tam da yerinde, isabetli bir gelişme olmuş…

Üstüne üstlük, iki gün önce Aydın Erten‘in mezarı başında yaptığı konuşma, belediyenin internet sayfasında “Aydın Erten’in mirası namus borcumuzdur” başlığı ile yayınlandığı halde meclis başkan vekilinin katıldığı bu toplantı ile ilgili tek bir bilgi ya da fotoğraf aynı web sayfasının haberler bölümünde yayınlanmamış, tüm bilgi ve görseller toplantı sonrasında Altan İnanç, Ünal Işık ve Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun sosyal medya hesaplarıyla duyurulmuştur.

Evet, “emek düşmanı” bir belediye başkanının Aydın Erten hakkında bir şeyler söylemeye çalışması, 15 yıllık hizmet süresi içinde Aydın Erten‘i hatırlatan tek bir karar ve uygulaması olmayıp belediyeyi şirketleştiren Aziz Kocaoğlu ile yine aynı şekilde kişisel tanışıklıklar dışında daha önce Aydın Erten‘le ilgili tek bir icraatına rastlamadığımız İzmir eski milletvekili Sabri Ergül‘ün varlığı, daha dün kaymakamlıktan gelen yazıyı emir kabul edip Avesta Dil Derneği‘ni mühürleyen; ancak geçen yıl dile getirdiği, “Aydın Erten Vakfı kurmak üzere çalışmalarımıza başladık. Aydın Erten’in anısına çok daha kalıcı işler yapmak üzere bir vakıf aracılığıyla bundan sonra çalışmalarımızı sürdürmek istiyoruz” vaadini (1) henüz yerine getirmeyen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu… Hepsi bir araya gelerek, bugüne kadar yaptıkları ya da yapmadıkları ortadayken değişen kent kavramı ve kültürü hakkında konuşma cesaretini gösterebiliyorlardı…

Bunlar hangi duygudaşlık, hangi ideoloji, hangi yoldaşlık içinde Aydın Erten hakkında konuştular, onun mirası hakkında nasıl böyle büyük büyük laflar ettiler, hangi yüzle Aydın Erten‘den söz ettiler? Hele ki, hemen yakındaki Aydın Erten Rekreasyon Alanı çöp içinde dururken… 11 Ağustos 2025 tarihli toplantı için “Mutlu Kahve” adını verdikleri mekanı açmayıp bizleri dışarıda toplantı yapmaya mecbur ederken neredeydiler? O toplantıda anılan, dile getirilen kişi bir başkası değil, bizatihi Aydın Erten‘in kendisi değil miydi?

Hele ki tüm Gültepe halkı, Konak Belediyesi‘nin Gültepe ile ilgili kentsel dönüşüm proje ve uygulamalarını sabırsızlıkla beklerken… Gültepe‘denin cadde ve sokaklarındaki çöp dağları her geçen gün büyürken…

Ve nitekim toplantının bir yerinde izleyenlerin sabrı taştı… Nerede bizim kentsel projelerimiz, niye onlar konuşulmuyor, bizim sorunumuz ne zaman çözümlenecek diyerek seslerini yükselttiler, oraya gelmiş geçkin ya da taze politikacıların yaklaşan ilçe ve il seçimleri nedeniyle yükselen hırslarına, yeniden iktidar çığrışlarına karşı kendilerini hatırlattılar…

Ve tabii ki, her zamanki yaklaşımı ile seslerini yükseltip homurdanan bu kitleyi yumuşatmak İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin başkanı ve Aziz Kocaoğlu‘nun hemşerisi Altan İnanç‘a düştü… Aynen belediye meclisinde “sen de haklısın, sen de haklısın” diyerek açık mücadeleden çok tarafları uzlaştırmayı seçen Altan İnanç‘a düştü… Gitti seslerini yükselten izleyicilerle konuştu, onları ikna etmeye çalıştı ve ardından da halkın çıkışından söz etmeden halkla iç içe bir meclis başkan vekiliymiş manzarası veren fotoğrafları kendi sosyal medya hesabında kullanabildi…

Böylelikle, konuşmacıların dile getirdikleri Aydın Erten güzellemelerinin tam da ortasına bir ateş topu atılarak, bölgenin temel sorunları henüz çözümlenmemişken, sorunlar Aydın Erten‘in kararlılığı ve hızıyla çözülmemişken konuşmacıların çıkıp bu tür konuşmaları yapmak Gültepe halkını memnun etmemişti… Onlar özellikle de Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun çıkıp Gültepe‘nin dönüşümü konusunda bir şeyler söylemesini bekliyorlardı… Ama bu cevabı, daha doğrusu cevap verememe tesellisini Nilüfer Çınarlı Mutlu yerine Altan İnanç yaptı… Böylelikle kimin belediye başkanı olduğu karıştı ve anlaşılamadı….

Ama Gültepe halkı, bu toplantıda beklediğini bulamamakla birlikte; 2024 yılının Temmuz ayındaki gazete haberlerine baktığında Gültepe‘deki kentsel dönüşümün Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu tarafından 2025 yılının Eylül ayında başlatılacağı vaadinde bulunulduğunu görür ve bu haber üzerine bir nebze de olsa teselli bulur diye düşünüyorum… Zira 2025 yılının Eylül ayına girmemize içinde bulunduğumuz tarih itibariyle topu topu 6 gün kaldı ve Gültepe‘deki kentsel dönüşümün başlaması için artık gün sayıyoruz… (2)

Aslında halkın dile getirdiği bu tepkide bana göre Aydın Erten‘in dünyasından bugünlere gelen bir iz, bir işaret vardı… Aydın Erten böylelikle bir kez daha orada, o toplantıda, o toplantıyı izleyen halkın arasında var olduğunu, halkın istekleri doğrultusunda işler yapılması gerektiğini hissettirmişti… İzleyicilerin haklı isyanında, çıkardığı itiraz seslerinde aslında Aydın Erten‘in sesi, “yeter artık, konuşmanızdan, nutuk atmanızdan bıktık; halkla birlikte davranıp halkın gerçek sorunlarını çözün” diyordu… Aynen, mahalleye verilmeyen elektrik direklerini halkla birlikte dikip sorunu çözmeye çalıştığında olduğu gibi…

Velhasıl, İzmir’in bilinmiş, denenmiş ve çöpe atılmış siyasetçileri, ilerleyen yaşlarına rağmen son bir hamle daha yaparak ve yine Aydın Erten adını kullanarak ve onun mirasçısı olan Gültepe halkının sorunlarını çözmeyerek, Gültepe‘yi çöpe ve bakımsızlığa teslim ederek Aydın Erten‘e haksızlık yaptılar, saygı yerine saygısızlıklarını sergilediler…

(1) “Efsane başkan Aydın Erten mezarı başında anıldı, Gündeme Bakış, 12.08.2024, https://www.gundemebakis.com/efsane-baskan-aydin-erten-mezari-basinda-anildi

(2) “Başkan Mutlu tarih verdi: 2025 Eylül’de dönüşümü başlatırız, Ege’deSonSöz, 04.07.2024, https://www.egedesonsoz.com/baskan-mutlu-tarih-verdi-2025-eylul-de-donusumu-baslatiriz

Kendini yasa koyucu TBMM ile Cumhurbaşkanının yerine koymak…

Ali Rıza Avcan

2004 yılında kurulan İzmir Tarihi Kemeraltı Çarşısı Esnaf Derneği‘nin genel koordinatörü ve danışmanı olarak görev yaptığım 2004-2007 yılları arasındaki 4 yıllık dönemde dernek ile Konak Belediye Başkanlığı arasında imzalanan protokol uyarınca, Kemeraltı Çarşısı‘nda değişik nedenlerle işyeri açılış ve çalışma ruhsatı almamış/alamamış yüzlerce işyerine İçişleri Bakanlığı‘nın görüşü alınmak suretiyle bir yıl süreyle geçerli olan ruhsatlarını almış; böylelikle, bir o kadar esnafla tanışarak onların eli ayağı olmuştum.

Ağır, yüksek vergi, harç ve ücretlerin hamalı olmak…

Çünkü çoğu kez birbirine bitişik bağımsız bölümleri birleştirerek büyük mekânlı çağdaş mağazacılıkla rekabet etmeye çalışan çarşı esnafının imar mevzuatına aykırı bu durum nedeniyle alamadığı işyeri açma ve çalışma ruhsatını, İçişleri Bakanlığı‘ndan izni alınmış geçici çalışma belgesiyle telafi etmeye çalışıyor, eski bir bakanlık denetim elemanı olmanın getirdiği bilgi, birikim ve tecrübeyle esnafa ruhsat vermek istemeyen, bunun için zorluklar çıkaran belediye yöneticileriyle çata çat kavga ediyor, “allem edip kallem edip” o ruhsatı almaya çalışıyordum. Tabii ki bu nedenle, Konak İzmiroğlu İş Merkezi‘nin altındaki bir pideciye, Kemeraltı‘ndaki Manisalı Kebap‘a erkek ve kadın tuvaletleri olmadığı için alamadığım ruhsat ile Anafartalar Caddesi‘nin Mezarlıkbaşı çıkışındaki Gül Kebap‘a ruhsat alırken yaşadığım zorlukları, eskiden Salepçioğlu Hanı, şimdilerde ise Kapalıçarşı olarak adlandırılan tarihi hana yanlış restorasyon nedeniyle alamadığım ruhsatları unutmamak üzere…

İşte o nedenle, yakından tanıdığım, hatta yakın yıllarda beni arayıp ruhsat alma konusunda benden yeniden yardım isteyen başta Kemeraltı esnafı olmak üzere tüm esnaf kardeşlerim için bugün bu yazıyı yazarak onların bugün itibariyle haklarını savunup yol göstermem şart oldu diye düşünüyorum….

Çünkü onları temsil ettiğini söyleyen derneklerle meslek odaları, ne yazık ki belediye ile olan ilişkilerini bozmamak için başlangıçta bir iki şey söylemekle birlikte sorunun içine dalıp esnafın hak ve çıkarlarını savunmuyor, ona sahip çıkmıyor, mülki ve yerel yöneticilerin karşısında “el etek öpüp bel eğmek” dışında esnafların sorumlu bir yurttaş olarak kanunsuzluklarla savaşmasını istemiyor…

İşte o nedenle bugünkü yazım, Konak ve İzmir Büyükşehir belediye meclislerinin 7 ve 15 Ağustos 2025 tarihlerinde yaptığı aylık olağan toplantılarda kabul edilen kanuna aykırı bir tarifenin kabulü için CHP‘li meclis üyelerinin “grup kararı” denilen anti-demokratik bir kelepçeyle esir alınıp, bu esarete “hayır!” diyen meclis üyelerinin de disipline sevk edilmesi; daha doğrusu, yasa gereği harç konusu olan bir idari işlemin yasaya aykırı bir şekilde ücret konusu bir hizmete dönüştürülmesi suretiyle işyeri sahiplerinin belediye eliyle soyulması gerçeği ile ilgili olacak.

Gazetelerde yayınlanan ve Konak Belediye Meclisi AKP grubunun iptali için dava açacağı söylenen bu yeni tarifeye göre lokanta, kebapçı, kafeterya, hamburgerci, pizzacı, pastane, içli pide salonu, yemek salonu, unlu mamuller satış yeri, tatlı satış yeri, kantin, berber ve kuaför gibi işyerlerinden alınacak ruhsat ücreti % 2025 yılı başında kabul edilen tarifeye göre 544,22 artışla 23.284 liradan 150.000 liraya, motorlu kara taşıtı ticareti yerlerinden alınacak işyeri açma ve çalışma ruhsat ücreti % 1.090,48 oranındaki artışla 42.000 liradan 500.000 liraya, kapalı otoparkların ruhsat ücreti % 651,56 oranındaki artışla 53.222,40 liradan 400.000 liraya yükseltilmiş durumda…. Tarifeye baktığımızda diğer işyerlerinin de bu darbeden kendilerine düşen payı aldıkları görülüyor…

Halkı; pardon “komşuları” kandırmanın yeni bir yolu: Harç konusu olan işyeri açma harcını, yüksek rakamlı ücret olarak talep etmek

Oysa bu konu ile ilgili mevcut hukuki düzenlemelere göre harç konusu olan işler için ücret alınması ve ücret alınsa bile bu kadar büyük rakamlı bir ücretin talep edilmesi mümkün değildir…

Üstüne üstlük işyeri açma ve çalışma ruhsatı olarak adlandırılan hizmet için alınacak harcın miktarını belirleme yetkisi, TBMM ile Cumhurbaşkanı‘na ait olduğu için bu harcın miktarını belirlemek hiç bir zaman ve koşulda Konak ve İzmir Büyükşehir belediye meclislerinin görev, yetki ve sorumluluk alanında değildir… O nedenle TBMM ve Cumhurbaşkanı‘na ait konularda karar alıp yetki gaspına neden olduğu için Konak ve İzmir Büyükşehir belediye meclisleri açık bir şekilde suç işlemektedir! Hem bir ya da bu kez değil, daha önceki tarifeler ve diğer ilçe belediyelerine ait tarifeler için de suç işlemiş durumdalar!

Bu durumun tam aksini; yani, yarın öbür gün CHP‘nin TBMM‘nde çoğunluğu elde etmesi ya da CHP‘li bir ismin Cumhurbaşkanı olması durumunda, mevcut hukuki düzenlemelere göre TBMM‘nin ya da Cumhurbaşkanı‘nın görev, yetki ve sorumluluk alanındaki bir konuda AKP‘li, CHP‘li ya da başka bir siyasi partinin yönetiminde olduğu bir ilçe ve büyükşehir belediye meclisinin karar almasının nasıl karşılanacağını da düşünmemiz gerekir…

Özellikle de, AKP iktidarının ağır, haksız ve mükerrer aldığı vergi, harç ve ücretlerden şikayetçi olan CHP‘nin göz önündeki, İzmir‘in tam ortasındaki belediyesi olarak… Adeta onun yaptığını yaparak, aynen onun motorlu taşıtlar vergisini aynı yıl içinde ikinci kez almasında, aynen halkı vergilerle ezerken iş adamlarından, holdinglerden vergi almamasında olduğu gibi… Üstüne üstlük yeni bir işyeri açarken bu harcı, -pardon ücreti- ödemek zorunda olanları ezip geçmek suretiyle… Üstüne üstlük bugüne kadar değişik nedenlerle binlerce işyerinin açılışında bu harcı almadıkları, bu nedenle Konak ilçesi sınırları içinde işyeri açma ruhsatı olmayan binlerce işyeri faaliyette bulunduğu halde…

Konak Belediyesi’nin 2025 yılının ilk yarısında uyguladığı tarife ile ikinci yarısında uygulamaya kalktığı suç konusu tarife!

Oysa, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu‘na göre TBMM ve Cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenmiş işyeri açma ve çalışma ruhsatı harcının miktarlarını, Konak Belediyesi‘nin de içinde bulunduğu 1. grup için 2013 yılında belirlenen TL/m² değerlerini her yıl sonunda belirlenen yeniden değerleme rakamlarını dikkate alarak güncellediğimizde 2025 yılında 25 m2’ye kadar büyüklükteki işyerlerinden en fazla 8,83 TL/m², 26-100 m2 arasındaki işyerlerinden en fazla 11,96 TL/m², 101-250 m2 arasındaki işyerlerinden en fazla 13,61 TL/m², 251-500 m2 arasındaki işyerlerinden en fazla 15,26 TL/m², 501 m2’den yukarı işyerlerinde en fazla 16,63 TL/m² miktarında ruhsat harcı alınabileceği ortaya çıkacaktır.

Bu rakamların dikkate alınması durumunda ise 2025 yılında Konak Belediyesi gibi 1. gruptaki bir belediyede, kanunun maksimum sınır olarak izin verdiği 5.000 metrekarelik bir işyeri için en fazla 83.150.- TL. tutarında harç alınması mümkün olduğu halde; bunu oteller için 800.000.-TL’ya çıkarmak hangi hukuk anlayışının, hangi vicdanın, hangi “toplumcu belediyecilik” anlayışının ürünüdür, merak ediyorum…

Ama ondan önce bu durumun neden mevcut hukuk düzenine aykırı olduğunu, Anayasa, kanunlar, tüzükler, yönetmelikler, genelgeler, tebliğler ve bakanlık görüşleriyle örnek Danıştay kararlarını ele alıp vergi hukuku açısından vergi, harç ve ücretin ne anlama geldiğini, birbirlerinden farklarının neler olduğunu anlatarak açıklamaya çalışayım:

Vergi, merkezi yönetimle yerel yönetimlerin karşılığında hiçbir şey vermeksizin topladığı kamu geliridir. O anlamda vergiler karşılıksızdır, vergi ödeyerek özel bir yarar elde edilmez, ödeyenin ödeme gücü ilkesine dayanır ve kesindir. Gelir vergisi, kurumlar vergisi ya da emlak vergisi bu tür kamu gelirlerine örnek vergilerdir.

Harç, merkezi yönetimle yerel yönetimlerin yerine getirdiği belli bazı hizmetlerden yararlananların bunların karşılığında ödediği zorunlu kamu geliridir. Örneğin pasaport verme, noter onayı ve işyeri açma ve çalışma ruhsatı karşılığında yapılan ödemeler bu tür kamu gelirlerine örnektir.

Ücret ise, kamu kurumlarının aldığı vergi, harç, resim veya katılma payının dışında ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için düzenlenen tarifelere göre alınan kamu geliridir.

İşyeri açma ve çalışma ruhsatının miktarı yasal olarak belirlenmiş “harç” olarak değil de, keyfe göre belirlenen yüksek rakamlı bir “ücret” olarak alınması konusunda Anayasa, kanun, yönetmelik ve bakanlık görüşü gibi mevcut hukuki düzenlemeler bize şunları söylemektedir:

1981 Anayasası‘nın “Vergi Ödevi” başlıklı 73. maddesinde; “…Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Cumhurbaşkanı’na verilebilir“.

2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu‘nun 81 ve 84. maddelerine göre, belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bir işyerinin açılması, işyeri açma izni harcına tabi olup; harç miktarı işyerinin kapladığı alanın her metrekaresi ile orada yapılacak işin özelliğine göre metrekare başına en az 1.- TL/m², en fazla 3.- TL/m² üzerinden hesaplanacak; ancak, bu miktar hiçbir şekilde 5.000 metrekareye isabet edecek tutarı aşmayacaktır.

Aynı kanunun 95 ve 96. maddelerine göre ise, belediyelerin tahsil edeceği işyeri açma ruhsat harcı, kanunda belirtilen en alt ve en üst sınırları aşmamak koşuluyla mahallin çeşitli semtleri arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklar göz önünde tutularak 1, 2, 3, 4 ve 5 rakamlarıyla adlandırılan beş belediye grubu itibariyle Cumhurbaşkanınca belirlenecektir. Belirlenen bu tutarlar, her takvim yılı başından geçerli olmak üzere bir önceki yıl için belirlenen yeniden değerleme oranında artırılıp bu şekilde hesaplanan miktar ve tutarların, virgülden sonraki iki hanesi dikkate alınmayacaktır. Ancak bu miktar ve tutarlar kanunda yazılı maksimum tutarı aşamayacaktır.

Yurttaşın sırtına yüklenen yüksek ve mükerrer vergilerle “verginin vergisi” olarak alınan büyük soyguna ek olarak, aslında harç olan bir parayı yüksek rakamlı ücret olarak almak, AKP iktidarının yaptığı soyguna ortak olmak…

2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu‘nun 3239 sayılı kanunla değişik 97. maddesine göre, belediyeler bu kanunla harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkili olup, belediyeye tekel olarak verilmiş toplu ulaşım ve içme suyu dağıtımı gibi işlerin kendi özel hükümlerine göre düzenleneceği belirtilmiştir.

Ayrıca Maliye Bakanlığı‘nın Belediye Gelirleri Kanunu ile ilgili 31 seri nolu Genel Tebliğine göre; belediyelerin harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaları mümkün bulunmakla beraber; ücretlerin hizmetten faydalananlardan yapılan hizmetin maliyeti göz önünde bulundurularak adalet, eşitlik ve genellik prensiplerine uygun olarak tespit edilmesi gerekmektedir. denildiğinden bu hususun ücret tarifesi düzenlemelerinde dikkate alınması gerekmektedir.

Diğer yandan bu konularda üst mahkeme konumunda olan Danıştay 8. Dairesi‘nin 10 Nisan 2017 tarih, E.2017/2330, K.2017/8014 sayılı ve Danıştay 9. Dairesi‘nin 10.03.2010 tarih, E.2008/5524, K.2010/1160 sayılı emsal kararlarında harç konusu olan işyeri açma ve çalışma ruhsatı karşılığında ücret talep edilemeyeceği belirtilmektedir.

Bunun dışında Sayıştay Başkanlığı‘nın Konak Belediyesi ile ilgili 2021 ve 2023 yılı denetim raporlarına baktığımızda; her iki raporda da Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü‘nce tutulan işyeri açma ve çalışma ruhsatlarına ilişkin işyeri listesinin doğru ve güvenilir bilgi vermediği belirtilerek, bu konuda Konak Belediyesi‘nin kendisinden beklenen performansı göstermediği açık bir dille anlatılıyor.

Bütün bu tespit ve değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere Konak Belediyesi uzunca bir süredir açılan işyerlerinden kanunlara aykırı olarak ruhsat yerine çok yüksek miktarlarda ücret almakta olup Sayıştay‘ın görüşüne göre Konak Belediyesi‘nin işyeri açış izni ruhsatı ile ilgili bilgileri doğru ve güvenilir değildir.

Toplumcu belediyecilik“, kürsülere çıkıp konuşmakla değil; işçi ve emekçilere haklarını zamanında eksiksiz ödemekle sağlanır…

İşte o nedenle,

Konak ilçesinde faaliyet gösteren tüm işyeri sahipleri ile üyesi oldukları İzmir Ticaret Odası, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği gibi meslek kuruluşlarının, asıl olarak TBMM ve Cumhurbaşkanı‘nın yetkisindeki bir harcı, ilgili kanunların izin vermemesine rağmen ücret adı altında ve astronomik rakamlarla tahsil edecek olan Konak Belediye Başkanlığı ile onun gibi davranan diğer ilçe belediyeleri hakkında, Vergi Usul Kanunu‘nun 114. maddesi uyarınca işe 2020, 2021, 2022, 2023 ve 2024 yıllarında ücret adı altında ödenmiş harçları dahil ederek hesaplanacak fuzuli ödemelerle onların faizlerinin talep edilmesi için belediyeye müracaat etmesi, müracaatlarına cevap verilmemesi ya da olumsuz cevap verilmesi durumunda da mahkemeye başvurarak bu kanunsuzluğa dur demeleri; ayrıca, halktan fazla para alınmasına sebep olan ya da alan tüm belediye yöneticileri hakkında da işlem yapılması için başvuruda bulunulması gerektiğine inanıyorum…

Sanırım böylelikle sevgili arkadaşımız ve değerli yazarımız Ahmet Büke‘ye 15 Nisan 2025 tarihli emekliliği nedeniyle ödenmesi gereken kıdem tazminatını, bırakın ödemeyi, yüz yüze görüşmeyi bile kabul etmeyip hukuk ve insanlık dışı davranmayı tercih eden Konak Belediyesi yetkililerinin, bu sayede başlarına gelecek yarım akılla diğer işçi ve emekçi arkadaşların da ödenmeyip gasp edilen alacaklarının ödemesini sağlarız… Belli olmaz, belki…

Atalarımız anlaşılan o ki, “bir musibet, bin nasihatten iyidir” deyişini tam da bu gibi durumları düşünerek dile getirmişler…

Yararlanılan Kaynaklar:

1) Gündüzöz, İlker, Sorulu Cevaplı İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı, Türkiye Belediyeler Birliği Yayını, 2010, Ankara, https://www.tbb.gov.tr/sites/default/files/online/yayinlar/isyeri_Acma_ve_Calisma_Ruhsati/files/publication.pdf

2) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Görüşü, https://webdosya.csb.gov.tr/db/yerelyonetimler/icerikler/beled-yeler-n-farkli-tar-felerde-verg–ve-harc-tahs-lati-hk.-20211126080820.pdf

3) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Görüşü, https://webdosya.csb.gov.tr/db/yerelyonetimler/icerikler/gec-c–faal-yet-belges–20230312111704.pdf

4) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Görüşü, https://webdosya.csb.gov.tr/db/yerelyonetimler/icerikler/isyer–acma-ve-calisma-ruhsati-20231117092400.pdf

5) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Görüşü, https://webdosya.csb.gov.tr/db/yerelyonetimler/icerikler/ruhsat-harci-20231002084253.pdf

6) T.C. Anayasası, https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

7) 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu, https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2464&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

8) İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik, https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=20059207&MevzuatTur=21&MevzuatTertip=5

Ödemişli Muzaffer Şerif’in Bilimsel Mirası

Ali Rıza Avcan

12 Haziran 2025’de başlayan Ödemiş‘teki arşiv çalışması, geride bıraktığım 8. hafta ile devam ediyor ve her bir hafta karşıma çıkan keşiflerle önüme yeni hedefler, yeni heyecanlar koyuyor, böylelikle yaptığım işin daha keyifli olmasını sağlıyor…

Bu haftanın; daha doğrusu son iki, üç haftanın keyif veren keşfi ise 1940’lı yılların sonunda hüküm süren faşist, zorba bir iktidarın küstürdüğü, sahip çıkmış olsak ülke olarak yüzümüzü ağartacak bir bilim ve dünya değeri, sosyal psikoloji alanında önemli bir kuramcı olan Ödemişli Muzaffer Şerif Başoğlu ile ilgili…

İki bilim insanı: Muzaffer Şerif ve Amerikalı eşi Carolyn Wood…

Ödemiş doğumlu Muzaffer Şerif Başoğlu,

📌Her ne kadar, İsmet İnönü‘nün cumhurbaşkanı, kendi memleketlisi Şükrü Saraçoğlu‘nun başbakan, Can Yücel‘in “hayatta en çok sevdiği” babası Hasan Ali Yücel‘in milli eğitim bakanı olduğu (1) 16 Mart 1944’te Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi‘ndeki yakın arkadaşları Nabi Dinçer, Asım Akşar, Nezih Fıratlı ve Sefer Aytekin‘le birlikte “Komünizm propagandası ve milli menfaatlere düşmanlık yaptığı” iddiasıyla gözaltına alınıp yargılandığı sıkıyönetim mahkemesince 27 yıl hapis cezasına çarptırılmış, bunun üzerine daha önce birlikte çalıştığı Amerikalı bilim insanlarının talebi ve ABD hükümetinin baskısı sonucu 40 gün tutuklu kaldıktan sonra askeri bir uçakla ABD‘ne gitmek zorunda kalmışsa da,

📌Her ne kadar, gittiği ülkenin dünyaca ünlü Princeton, Yale, Oklahoma ve Pensilvanya Eyalet üniversitelerinde sosyal psikoloji alanında araştırmalar yapıp “Otokinetik Etki Deneyi“, “Gerçekçi Çatışma Kuramı” ve “Robbers Cave” gibi dünyaca ünlü deneyleri gerçekleştirerek 60’dan fazla makale ve 24 kitap yazmışsa da,

📌Her ne kadar, 1947 yılında yeniden ülkesine dönüp eski görevini yapma talebi, 1945 yılında evlendiği Amerikalı eşi Carolyn Wood nedeniyle reddedilmişse de,

📌Her ne kadar, ailesinin Ödemiş‘te sahip olduğu mülkler üzerindeki yasal miras hakkı, daha sonra Ödemiş belediye başkanı olan kardeşi Mutahhar Şerif‘in, kardeşlik hukuku ve ahlakına aykırı gayretleri ile ortadan kaldırılmışsa da,

📌Her ne kadar, Kendisine yapılan bütün bu kötülükler sonucunda “Başoğlu” olan soyadını kullanmaktan vazgeçip “Şerif” olan ikinci ismini “Sheriff” olarak değiştirmiş olsa da,

📌Her ne kadar, gitmek zorunda kaldığı ABD‘nde bile senatör Joseph McCarty tarafından örgütlenen komünist cadı avı sırasında FBI tarafından soruşturulup Komünist olduğuna ilişkin bir delil ya da tanık beyanı olmaması nedeniyle peşi bırakılmışsa da (2),

📌Her ne kadar, çocukluğumuzdaki bulmacalarda karşımıza çıkan “borcu olmayan ilçe” sorusuna “Ödemiş” şeklinde cevaplar vermiş olmakla birlikte; büyük bir vefasızlıkla ülkemizde, İzmir‘de ve Ödemiş‘te unutulup hakkı ödenmeyen, en doğal hakkı olan miras hakkından bile yoksun bırakılan Muzaffer Şerif‘in değeri 3-4 Kasım 2013’de Ödemişli diplomat sevgili dostum Ülkü Başsoy ile Ödemiş belediye başkanı Bekir Keskin‘in önderliğinde düzenlenen “Uluslararası Muzaffer Şerif Sempozyumu” (3) ile hatırlanıp bu girişimin devamı getirilmemiş (neyse ki, önce Ankara Üniversitesi DTCF Psikoloji Bölümü 2014 yılının Nisan ayında “Muzaffer Şerif: Mesleki ve Sosyal Yaşamıyla Bir Aydının Portresi” isimli paneli (4), ardından da Eskişehir Okulu ve Türk Psikologlar Derneği 14 Aralık 2019’da Eskişehir‘de “Muzaffer Şerif’in Gözünden Bugün” adını verdikleri diğer bir paneli (5) düzenlemişler) ,

📌Her ne kadar, YÖK süreci ile birlikte YOK olup çöken üniversitelerin hiç birinde, güncel YÖK Tez Merkezi kayıtlarına göre Muzaffer Şerif üzerine tek bir yüksek lisans ya da doktora tezi yazılmamış olsa da,

📌Her ne kadar geçtiğimiz yıllarda araştırıp kaleme aldığım ve İzmir‘de doğmuş ya da yaşamış 35 sanatçı ve bilim insanından oluşan “İzmir’in Unutulan Sanatçıları” başlıklı yazı dizisinde bu değerli bilim insanını ben de unutup dikkate almamış olsam da,

3-4 Kasım 2013’de Ödemiş’te düzenlenen Muzaffer Şerif Sempozyumu…

Ülke olarak kendisine büyük kötülükler yapıp unuttuğumuz ya da unutturmaya çalıştığımız büyük bilim insanı Ödemiş doğumlu Muzaffer Şerif‘in benim için asıl değeri, onun hayatı boyunca grup dinamikleri konusunda gerçekleştirdiği deneylerle ilgili bilimsel gerçekleri, 2001-2015 yılları arasında yakın arkadaş ve dostlarım Ayfer Aksüyek Yiğitler, Aykut Bayraktar ve Dr. Sami Dura ile oluşturduğum Ibexes Group Eğitim Danışmanlığı ekibiyle üniversiteler, şirketler ve sivil toplum kuruluşları düzleminde gerçekleştirdiğim grup odaklı eğitim ve etkinliklerde defalarca tekrarlayıp bilerek ya da bilmeyerek onun fikirlerinden yararlanmış olmamdır….

Hatta bu çalışmaları, 2002 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi ile gerçekleştirdiğimiz ortak çalışma çerçevesinde, temel iletişim sorunlarını üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerinden oluşturduğumuz grupların yarattığı oyunlarla çözmek için yaptığımız deneylerle sonuçlarını anlatan “Bir İletişim Modeli Olarak Oyun” isimli üniversite yayınıyla dile getirmeye çalışmış, bu tür çalışmaları daha sonra Manisa Celal Bayar Üniversitesi ve İzmir Ekonomi Üniversitesi‘yle tekrarlamıştık.

Bu bağlamda, 2001-2015 dönemine isabet eden 14 yıllık süre içinde, açık alanlarda eğitim yapan İzmir merkezli tek eğitim firması olarak Bozdağ/Gölcük ve Mermeroluk, Kazdağları Padişah Pınarları ve Düden Alanı, Marmaris Bördübet ve Balıkaşıran, Kemalpaşa Dereköy, İzmir Yamanlar Dağı, Antalya ve Kemer Gedelme/Meşeçukuru gibi yeşil alan ve ormanlarda, Göcek-Bozukkale-Marmaris gibi açık deniz rotalarında, Alanya Beşkonak, Marmaris Bördübet, Balıkaşıran, Ildırı Yassıada, Köyceğiz Dalyan, Köprülükanyon, Çatalca ve Bafa gölü gibi akarsu, koy, körfez ve adalarda takım çalışması odaklı eğitimlerini gerçekleştirdiğimiz Arçelik & Beko, Aromel, Bosch, Cicikom Tekstil, Cognis-Henkel, Çimstone, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi, EDAK Ecza Kooperatifi, Hilton İzmir, Hugo Boss, İkon Yapı, Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi, Netafim, Pınar Et, Pınar Et, Rotary 2420, Tesco Kipa, Tetrapak, Torbalı Organize Sanayi Bölgesi, UNDP Türkiye Ofisi ve Unilever/Unipro gibi şirket ve sivil toplum kuruluşunun eğitime ihtiyaç duydukları iş süreçlerini “oyun kuramı“, “grup çalışması ve uyumu” gibi model ve tekniklerin ışığında yeniden canlandırıp iyileştirmeye çalışmıştık.

Ibexes Group Eğitim Danışmanlığı’nın Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi ile birlikte gerçekleştirdiği Kemalpaşa Outdoor Turnuvası’nın duyurusu…

Bu tür açık alan eğitimlerini tercih etmemizin nedeni ise, uzun yıllardır kapalı otel ya da şirket salonlarında anlatarak, göstererek yaptığımız, adeta kırk takla atarak öğretmek istediğimiz şeylerin bireyin tutum ve davranış değişikliklerinde pek de etkili olmadığını tespit etmemizdi. Oysa doğada; yani bireyin bilmediği, ancak bilmek için çaba gösterip kendisi üzerindeki kişisel kontrolü elden bıraktığı; hatta, orada bulunmaktan keyif aldığı belirsiz bir ortamda gruplar halinde tanıdığı ya da tanımadığı birileriyle bir araya geldiğinde bu grup ve bireylerin birbirlerinden ne ölçüde etkilendiklerini ya da yüzlerindeki maskeleri atarak kendi öz kişiliklerini ne düzeyde sergileyeceklerini ve bunun etkisiyle tutum ve davranışlarını olumlu yönde değiştireceklerini belirlemek; başka bir deyişle, kendi denetimlerinde olmayan, aksine korku, heyecan ve merakla kendilerini yalnız ve güvencesiz hissettikleri güzel; ama, yalıtılmış ve tehlikeli bir ortamda “yaparak, yaşayarak ve hissederek öğrenmelerini” sağlamaktı.

Bosch firması ile birlikte Kazdağları Düden Alanı yaylasında yaptığımız eğitimin hazırlıkları

Tabii ki bunu sağlamak amacıyla, eğitim öncesi yaptığımız (bazen 4-5 ayı bulan) hazırlık çalışmalarında eğitime katılacak her bireyi bire bir tanıyıp kendisine adıyla hitap edecek düzeyde tanışıklık kurmaya, bu tanışıklık üzerinden eğitim süresince birbiriyle rekabet edecek farklı gruplar oluşturmaya, bu grupların oynayacağı oyunları işyerinin kurumsal/geleneksel özellikleriyle yaşanan işletme sorunlarına göre yeniden şekillendirmeye, oyun sırasında ortaya çıkan her hareketin fotoğraf ve videolarla kayıt altına alınmasına ve bu görsellerin değerlendirmeler sırasında kullanılmasına; ayrıca, tüm eğitimlerin sonuçlarıyla ilgili değerlendirme ve önerileri ayrıntılı bir şekilde raporlamaya çalıştık.

Ibexes Group Eğitim Danışmanlığı’nın Kazdağları Düden Alanı Yaylası’nda yaptığı Bosch Üretim Birimi eğitimi

Böylelikle;

💥Uyumlu bir grubun oluşumu,

💥Grubun büyüklüğü ve demografik özellikleri,

💥Grup için söz birliğinin oluşumu,

💥Grup üyelerinin toplum ve grup içindeki konum ve saygınlığı,

💥Benliğin grup bütünlüğü içinde yok olması,

💥Gruba bağlılık, grup içinde kendini azınlıkta hissetme,

💥Kişiliğin bir üstünlük faktörü olarak kullanılması ve bireyin grubu kontrol arzusu,

💥Şans, tecrübe, beceri ve yeteneğin grup içi ilişkilerdeki etkisi,

💥Grup üyelerinin içinde bulunduğu kültürün grup performansı üzerindeki etkisi,

💥Grup içi ilişkilerle (arkadaşlık, dostluk, düşmanlık vb.) iletişimin yönetimi,

💥Grup içi güven, rekabet, çatışma, taraftarlık, fanatizm ve holiganlık dinamiklerinin yönetilmesi,

💥Grup içi karar alma süreçleri ve bunun üyeler üzerindeki etkisi,

💥Grup liderliği,

💥Planlı ya da kendiliğinden ortaya çıkan gelişmelerin grup ve lideri üzerindeki etkisi,

💥Grubun karşılaşabileceği risk, kriz ve tehlikelerin yönetimi,

gibi konuları hem çocukluğumuzda oynadığımız sokak oyunlarından elde ettiğimiz deneyimler, hem okuyup hem de sinemada filmlerini seyrettiğimiz ünlü yazar William Golding‘in “Sineklerin Tanrısı” adlı eserinden; ama daha çok, daha önce oynattığımız ya da kurduğumuz oyunu denemek amacıyla yaptığımız deneylerden öğreniyor, her seferinde daha iyi, daha bilgili ve tecrübeli hale geliyorduk… (6)

Evet, bu uzun ve ayrıntılı anlatımdan da anlaşılacağı üzere, bizler teoriyi oluşturanlardan haberdar olarak ya da olmayarak; hatta bazen bu konularla uğraşan bilim insanlarını dikkate almayan uygulayıcılar; yani pratisyenler olarak başlatıp üst üste getirdiğimiz bilgi, deneyim ve tecrübeler ışığında, yine bilerek ya da bilmeyerek kuramcının ortaya koyduğu bilimsel gerçekleri üniversite, şirket ve dernek yönetici ve çalışanları ile birlikte ve kendi aramızda gruplar kurup oyunlar oynayarak yeniden ve yeniden ortaya koymuş, o gerçekleri defalarca sınamış ve aynı sonuçlarda buluşmuştuk. Aynen teori ve pratiğin diyalektik birliğinde olduğu gibi… Kâh birbiriyle çatışıp ters düşerek, kâh birbiriyle uzlaşıp uyum içinde bir bütün oluşturarak…

İnsan hakikatinin pratikle kanıtlanması…

Yani bize anlatılandan, düşünülenden çok yaşamın içindeki insanlardan, onların çalışma yaşamı ile ilgili pratiklerinden ve asıl önemlisi büyük bilim insanı Muzaffer Şerif‘in bize gösterdiği yoldan devam edip onların gerçek yaşam süreçlerine dikkat çekerek teori ve pratiğin diyalektik birliği içinde bu sürecin bilincine ulaşmaya çalışıyoruz…

İşte bu anlamda hayata geçirdiğimiz bu tür eğitim faaliyetleri ile onun topluluk ve gruplar için söylediklerini tekrar tekrar kanıtlıyor, öz kardeşi Ödemiş belediye başkanı Mutahhar Başoğlu tarafından yangından mal kaçırırcasına yoksun bırakıldığı taşınmaz mirası yerine kitapları ve makaleleri ile oluşturduğu zengin bilimsel mirasını yaşatıp sürdürmeye çalışıyoruz…

Böylelikle Karl Marx ile Friedrich Engels‘in birlikte yazdıkları “Alman İdeolojisi“nde söylediği gibi, “Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu – bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini [Disseitigkeit] pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.” (7)

(1) 17. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/14._T%C3%BCrkiye_H%C3%BCk%C3%BBmeti

(2) Batur, S., “Muhalif Görüşleri Nedeniyle 1945’de Amerika’ya Giden Muzaffer Şerif Hakkında FBİ Soruşturması, Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 236, Ağustos 2013, s.18-27.

(3) “Muzaffer Şerif, Sempozyuma Konu Oluyor: Uluslararası Muzaffer Şerif Sempozyumu, SanalKültür, https://kanalkultur.blogspot.com/2013/10/muzaffer-serif-sempozyuma-konu-oluyor.html

(4) “Mesleki ve Sosyal Yaşamıyla Bir Aydının Portresi Paneli, https://psikoloji.humanity.ankara.edu.tr/muzaffer-serif-mesleki-ve-sosyal-yasamiyla-bir-aydinin-portresi-paneli/

(5) “Muzaffer Şerif’in Gözünden Bugün, https://eskisehirokulu.org/2019/12/muzaffer-serifin-gozunden-bugün/

(6) Kağıtçıbaşı, Ç., Dünden Bugüne İnsan ve İnsanlar, Sosyal Psikolojiye Giriş, Evrim Yayınevi, 16. Basım, 2014 İstanbul, s.67-100.

(7) Karl Marx – Friedrich Engels, Alman İdeolojisi (Feuerbach), Sol Yayınları, 7. Baskı, Ankara 2010, sh.22.

İzmir’de İçme Suyu Dağıtımında Adalet Arayışı

Ali Rıza Avcan

Şu son günlerde Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli‘nin çıktığı televizyon kanalında izleyicilere “merhaba” bile demeden, “AKP iktidarı dolu barajdan bize su vermiyor” diyerek başlattığı muhalefet girişimi dalga dalga büyüyüp devam ediyor ve muhalefetten yana mevzi alan dernek, platform ve benzerleri de bu çıkışa destek vererek Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından yapılıp bitmek üzere olan Karaburun‘daki Karareis Barajı‘ndan halka niye su verilmediğini sorgulamaya çalışıyor. Bunu yaparken de “evet, iktidarı eleştirip muhalefet yapalım” derken, diyalektik analizin bir gereği olarak “acaba bizim cephedekilerin de bu sorunda payı var mı acaba?” diye kendi sırtındaki hörgücü görme konusunda isteksiz olduğunu, daha doğrusu böyle bir niyeti olmadığını ortaya koyuyor…

Gelen kadar gidenin de hesabını tutmak…

Hem de Cumhuriyet Dönemi‘nde Türkiye‘deki ilk içme suyu dağıtım şebekesi su sayacı okuma ve bakım-onarım hizmetlerinin Turgut Özallı yıllarda Fransız Şirketi Generale des Eaux (isim değişikliği sonrasındaki adıyla Veolia) ve Türk şirketi TEKSER İnşaat ortaklığındaki bir konsorsiyumla Alaçatı-Çeşme Su İşletmeleri San. Tic. A.Ş. (ALÇESU) şirketine verildiğini bilmeden, Çeşme‘deki su sıkıntısının asıl nedenlerini, Çeşme ilçesine su vermek üzere inşa edilen Kutlu Aktaş Barajı‘nın neden yetersiz kaldığını dikkate alıp bilmeden…

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, AKP iktidarının yönetimindeki DSİ tarafından yapılmakta olan Manisa‘nın Gördes ilçesindeki Gördes Barajı ile Karaburun‘daki Karareis ve Salman barajlarının neden öngörülen süre içinde bitirilmediği ve baraj gövdesindeki çatlaklar şeklinde ortaya çıkan yapım hataları konusunda AKP yönetiminin eleştirilmesi yerden göğe kadar doğru, yerinde bir hareket olmakla birlikte; bu konuda dile getirilen muhalefetin sadece susuzluk dönemlerinde dile getirilmesi ve eleştirinin sorunun taraflardan biri için yapılması, bu konudaki yetersizliğin ya da samimiyetsizliğin başka bir yanını ortaya koymaktadır.

Ancak Çeşme‘ye yapımı biten ya da bitmekte olan barajlardan niye su verilmediği ile ilgili muhalif hareketin haklı olduğu ya da yaptığı yanlışları tartışmadan önce aynı hatayı tekrarlamayıp bilgi sahibi olmak için TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘nin 2024 yılında yayınladığı İzmir Su Raporu‘na bakıp incelememiz gerekiyor. (1)

Bu konuda en yeni bilgilere sahip söz konusu rapora göre;

1) 2022 ve 2023 yılları İZSU verilerine göre kişi başına düşen su miktarının 1.316 m3 olduğu İzmir‘deki içme suyu ihtiyacının, % 63,12’ü 1.522 adet aktif su kuyusundan, % 36,87’si 6 baraj (Tahtalı, Balçova, Gördes, Ürkmez, Güzelhisar ve Kutlu Aktaş) ve 1 göletten (Karaçam) karşılanmaktadır.

2) Tüm içme suyu su kaynakları açısından %36,87’lik paya sahip baraj ve göletlerin bu pay içindeki dağılımı ise şu şekildedir:

Tahtalı Barajı %32,92, Balçova Barajı %1,46, Gördes Barajı %0,48, Ürkmez Barajı %0,48, Güzelhisar Barajı %0,50, Kutlu Aktaş Barajı %0,99, Karaçam Göleti %0,04.

Bu verilerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, 2022 yılı su üretimi açısından 5.231.796 m3/yıl, su kapasitesi açısından 300 l/sn düzeyinde değere sahip olan Çeşme Kutlu Aktaş Barajı‘nın payı tüm su kaynakları içinde yüzde 1’e bile ulaşmamaktadır.

Çeşme‘nin başını çektiği içme suyu sorununu, sadece Çeşme ölçeğinde değil de, Çeşme‘nin de içinde yer aldığı 30 ilçe düzeyinde ele almaya kalktığımızda ise karşımıza ilginç bir tablo çıkmaktadır.

İzmir‘deki içme suyu sorununu İZSU özelinde ele alıp irdelediğimiz 5 ve 12 Temmuz 2017 tarihli iki ayrı yazımla 26 Kasım 2020 tarihli yazımda da belirttiğim gibi İzmir‘de kişi başına içme suyu tüketimi konusunda ilçeler arasındaki mevcut eşitsizlik hali ile İZSU şebekesindeki kayıp-kaçak oranlarındaki yükseklik 2025 yılı itibariyle devam etmektedir. (2), (3), (4)

Su kuyruğuna girmek demek suya erişim hakkından mahrumiyet demektir…

İsterseniz ilk önce içme suyunun kullanımı açısından İzmir‘in ilçeleri arasındaki eşitsizlik üzerinde duralım:

Aşağıdaki tablonun da ortaya koyduğu gibi İzmir‘in sahilde bulunan Çeşme, Foça, Karaburun, Seferihisar ve Urla gibi ilçeleri, sahip oldukları nüfusa göre kişi başına daha fazla içme suyu tüketmektedir. Bu durumun en önemli nedeni de, kuvvetle muhtemeldir ki, kıyı ilçeleri nüfusunun yaz aylarındaki miktarının kesin olarak bilinmeyen misafir nüfusuyla muazzam ölçüdeki artışıdır. Nüfusun iç ve dış turizm boyutunda artışı öncelikle suyun bol olduğu zamanlarda misafir nüfusu ağırlayan ilçenin hoş karşılayıp o ilçelerdeki gelir ve refah düzeyini arttıran olumlu bir gelişme olmakla birlikte; suyun kısıtlı olduğu zamanlarda bu eşitsizlik, misafir nüfusu ağırlamayan diğer ilçelerin zararına bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Bu da ilçeler arasında suyun kullanımındaki adalet ve dengeyi bozmakta, suyun azlığı, kıtlığı ya da yokluğunda misafir nüfusu ağırlamayan ilçelerin belediye başkanları, Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli gibi ortaya çıkıp itiraz etmediği için, o ilçelerde yaşayanlar daha az su kullanarak çok kullananların yanında eşitsizliğin öznesi olmakta, suyun kullanımındaki adalet açısından su hakkının mağduru durumuna düşmektedir.

O nedenle, İZSU‘nun kıyı ilçeleri nüfusu, daha fazla su kullanma alışkanlığına sahip misafir nüfus nedeniyle arttığı zamanlarda bu ilçelerdeki abonelere, diğer ilçelerdeki abonelerce daha az su kullanımını özendiren farklı uygulamalar yaparak, tüm abonelerin suyun adil kullanımı açısından eşitliğini sağlayacak strateji ve taktikler geliştirme konusunda çaba göstermesi, bunu yaparken de sadece kullanım miktarını dikkate alan kademeli tarifeler düzenleyerek parası olandan daha fazla ücret alınmasına dayalı bir sistem yerine her ilçenin kullanacağı içme suyu itibariyle nüfusa göre kontenjanlar oluşturarak mevcut sistemden şikayetçi olan ilçe belediyelerine yeni inisiyatif ve olanaklar yaratması gerektiğini düşünüyorum.

Böylelikle diğer ilçelere göre nüfus başına daha fazla su tüketen ilçelerin, örneğimizde olduğu gibi Çeşme belediye başkanıyla CHP’li siyasetçilerin, kendi halkı ve daha fazla su tüketme alışkanlığına sahip misafir nüfus adına daha fazla su talep ederken, esasen CHP‘nin savunduğu “suya erişim hakkı” çerçevesinde ilçeler arasındaki adil kullanım dengesini bozan adaletsizliği dikkate alıp tavrını ve söylemini değiştirmesi sağlanabilir.

Çoğumuzun tanık olup kanıksadığı manzaralar…

Üretilen içme suyunun İzmir‘in merkezi ve ilçeleri arasındaki dağılımındaki mevcut adaletsizliği sağlamak kadar önemli olan diğer bir sorun da, üretimi için büyük paralar harcanan suyun mevcut içme suyu şebekesi içinde kaybolup yok olmasıdır. Hele ki, İZSU‘nun kamuoyu ile paylaştığı son verilere göre 2021 yılındaki kayıp kaçak oranı % 31,52 düzeyinde ise…

Üretilen suyun ilçeler arasındaki adil bir şekilde kullanılmadığını ve şebekedeki içme suyu kaybı İzmir genelinde 2021 yılı itibariyle % 31,52 düzeyinde iken bazı ilçelerde % 50’yi aştığını; yani, üretimi ve dağıtımı için büyük masraflar yapılan suyun yarısının toprağa karışıp yok olduğunu göstermek amacıyla hazırladığım aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere; hem İZSU‘nun 1998-2016 yılları faaliyet raporlarına, hem de 2019 ve 2021 yıllarında kamuoyu ile paylaşılan kayıp-kaçak su raporlarına göre; 1998 itibariyle % 61,58 düzeyinde olan kayıp-kaçak oranı yıllar itibariyle yavaş yavaş azalarak 2019 yılında % 34,81’e, 2021 yılında da % 31,52’ye inmekle birlikte Bergama, Foça, Kemalpaşa, Kınık, Kiraz, Seferihisar gibi ilçelerdeki yüksek kayıp-kaçak oranları; ayrıca, aradan geçen süre içinde kayıp-kaçak oranı azalan Bayındır, Çeşme, Menderes, Selçuk, Tire ilçeleri dışında kayıp-kaçak oranı artan Karaburun, Kemalpaşa, Torbalı ve Urla gibi ilçelerdeki artışların nedeni araştırılıp ortaya konularak İZSU‘nun bu konudaki politika ve stratejilerinin tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

İZSU Genel Müdürlüğü‘ne ait İnternet sayfasındaki 2021 yılına ait “İçmesuyu Temin ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Kayıpları Yıllık Raporu“nda yazılı olan verilere göre kayıp-kaçak oranının İzmir ortalaması %31,52 olarak hesaplanırken bunun 2021, 2022, 2023 ve 2024 yılları faaliyet raporlarında sadece merkezdeki 11 ilçe dikkate alıp diğerlerini hesap dışında tutarak sırasıyla % 28,04, %27,95, %27,36 ve %26,77 şeklinde belirtilmesi, bu konudaki başarısızlığın suspus kabulü ya da ikrarı olarak kabul edilebilir.

İZSU ilçelere ne miktarda su verdiğini ve bunun ne kadarının kayıplara karışarak yok olduğunu 2021 yılından bu yana ısrarlı bir şekilde açıklamazken aradan çıkıp bir istisna olarak bizlere bilgi veren 2023 yılı Sayıştay Denetim Raporu‘ndaki bilgilere göre, kamuoyu ile paylaşılmayan “2022 yılı Su Kayıpları Yıllık Raporu” verilerine göre bu oranların Ödemiş‘te %30,54, Kiraz‘da %40,59, Beydağ‘da %33,62, Torbalı‘da %30,73, Bergama‘da %48,00, Kınık‘ta %55,00, Urla‘da %33,94, Seferihisar‘da da %43,58 düzeyinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Milyonlarca para verip inşa edilen barajların arkasında biriktirilen ya da açılan kuyulardan elektrikle çıkarılan suyun yine elektrikli pompalarla şebekeye verilmesi sonrasında şebekede kaybolup giden suyun miktarı ile o yıl geçerli olan en düşük konut tarifesine göre hesaplanan üretim maliyetlerini aşağıdaki tabloda görebilirsiniz:

Bu tablodan da anlaşılacağı üzere İZSU‘nun şebekeye verdiği suyun öngörülenin üstünde kaybolması nedeniyle bir israf olarak heder olan içme suyu maliyetinin son beş yıldaki tutarı 6 milyar 135 milyon lirayı bulmakta ve çoğu kez barajlardaki suyun hangi seviyede olduğu konuşulurken ya da biten/bitmek üzere olan barajlardan şebekeye verilmeyen suyun hesabı sorulurken onlarca baraj yapmaya ya da kuyu açmaya yarayacak büyük bir mali kaynak gözden kaçırılmakta; böylelikle, tüm İzmir için içinden çıkılmaz hale getirilen içme suyu sorunu, konunun tüm yönleri ve ayrıntılarıyla bilinmemesi, bilinip de ele alınmaması, sırf bir muhalefet malzemesi olarak kullanılması nedeniyle işten anlamaz insanların çene çalma, muhalefet yapmış olmak için muhalefet yapma çabalarına yol açmakta ve bu önemli sorun o nedenle bir türlü çözülememektedir…

Bu arada şunu belirtmek gerekir ki, son yıllarda bol bol “dirençli kent” edebiyatının yapıldığı İzmir ve ilçelerindeki içme suyu ile ilgili kayıp-kaçak oranları %30’lar düzeyinde seyrederken bu oran 2024 yılı itibariyle İstanbul‘da %18,63 (5), Bursa‘da %19 (6), Fransa‘da % 21 (7), Büyük Britanya topraklarında da %3,1 (8) düzeyinde seyretmektedir.

Temiz suya erişim hakkı ve suların kirletilmemesini talep etmek…

İzmir‘de içme suyu dağıtımındaki adaletle ilgili bu iki sorunun; yani,

1) İzmir‘de üretilen içme suyunun ilçeler arasındaki adaletsiz dağılımı ile

2) Suyun içme suyu şebekesinde kaybolup giden 1/3’ünün, bir maliyet unsuru olarak İzmirlilerin su faturalarına yansıyan yükü bir kamu zararı olarak mali ve siyasi yönden görevli, yetkili ve sorumlu olan İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZSU yetkililerine sorulmazken,

3) Çeşme Kutlu Aktaş Barajı’nın hemen yanına yapılan rüzgar enerjisi santrallerinin yarattığı türbülansın baraj suyunun azalması üstünde yarattığı olumsuz etkileri tartışmak ya da

4) Yoğun sıcaklar nedeniyle “baraj membası” olarak nitelenen su kitlesindeki % 55’lere varan buharlaşmayı engellemek,

5) Yoğun erozyonun getirdiği mil nedeniyle barajın tuttuğu su kitlesinin hacmindeki azalma veya

6) Çeşme üzerinden yaratılan içme suyu tartışmasının, Çeşme Turizm Projesi bağlamında kimlerin işine yarayacağı, bu tartışma sayesinde yaratılacak yeni ve alternatif tercihlerle kimlerin ekmeğine yağ sürülmüş olacağı,

7) 2023 yılı İZSU Sayıştay Denetim Raporu verilerine göre İZSU‘nun İzmir‘de DSİ Bölge Müdürlüğü tarafından sondaj izni verilen kuyular ile izinli veya kaçak kuyulardan ne kadar su çekildiği ve hangi amaçla kullanıldığına ilişkin denetimleri yapmayıp atık su bedellerini almayışı,

8) İzinsiz açılan binlerce yeraltı suyu kuyusu hakkında 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun‘un 18. maddesinde yazılı olan ceza hükümlerinin uygulanmaması,

9) Karaçam, Rahmanlar, Çandarlı, Balçova ve Ürkmez barajlarıyla ilgili havza koruma planlarının yapılmayışı,

nedeniyle ilçelerdeki mevcut kaynak sularıyla ilgili bilgilerin ilçe belediyeleri ile paylaşılmaması gibi daha önemli ve öncelikli sorunların da, bu sorunları yaratıp sürdüren tüm kurum, kuruluş ve kişiler düzleminde tartışılarak çözümlenmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum…

Tabii ki her şeyden önce, bu yazıp çizerek hatırlatmaya çalıştığım diğer içme suyu sorunlarının Çeşme Belediyesi‘nin sayın başkanı Lal Denizli tarafından okunarak öğrenilmesi, bu sorunda AKP ve DSİ kadar İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZSU‘nun da görevli, yetkili ve sorumlu olduğunu fark etmesi dileğiyle…

(1) 2024 İzmir Su Raporu, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, https://icerik.cmo.org.tr/uploads/ContentFiles/2024-22-3-12-15-16-484547.pdf

(2) “Kullanmadan kaybettiğimiz sular… (1),https://kentstratejileri.com/2017/07/05/kullanmadan-kaybettiigimiz-sular-1/

(3) “Kullanmadan kaybettiğimiz sular… (2)”, https://kentstratejileri.com/2017/07/12/kullanmadan kaybettigimiz-sular-2/

(4) “Her yıl 500-600 milyon lira değerindeki suyu israf etmenin faturası, halka çıkarılmamalıdır…”, https://kentstratejileri.com/2020/11/26/her-yil-500-600-milyon-lira-degerindeki-suyu-israf-etmenin-faturasi-halka-cikarilmamalidir/

(5) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Su Kayıpları Yıllık Raporları, https://iski.istanbul/kurumsal/stratejik-yonetim/su-kayiplari-yillik-raporlari/

(6) “Bursa su alt yapı teknolojileriyle Türkiye’ye örnek”, https://www.bursa.bel.tr/haber/bursa-su-altyapi-teknolojileriyle-turkiyeye-ornek-34461

(7) https://www.datatecnics.com/news/leakage-burst-statistics-you-should-know-in-20205

(8) https://www.ofwat.gov.uk/households/supply-and-standards/leakage/

Her şeye rağmen yine öneri ve tavsiyelerim var…

Ali Rıza Avcan

Son günlerin güncel konusu İZBETON soruşturması, benim ve okurlarım için yeni bir olay değil…

2019 yılından bu yana yakından izlemeye çalıştığım, zaman zaman doğru bilgilere ulaştığım, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İZBETON A.Ş. ile CHP‘li Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel ile AKP‘li İlknur Denizli tarafından işbirliği ile kurulan İzmir Sanayici ve İş İnsanları Derneği (İZSİAD) eliyle kurulan emme-basma pompa düzeninin tüm aktörlerini öğrenip anlamaya ve yazarak anlatmaya çalıştığım bir süreç söz konusu…

Hem de elimdeki bilgilerle herkesi, özellikle de bu yolsuzluğa bulaşan yetkilileri açık açık yazıp çizerek, elektronik posta ya da sosyal medya yardımıyla mesajlar göndererek, bazen de yüz yüze görüşmeler yaparak uyardığım, hukuk ve etik açısından sorunlu olan o yanlışların yapılmaması, o suçların işlenmemesi için farklı yöntemler önererek kendimce vazgeçirmeye çalıştığım bir durum…

Hatta bu çerçevede, Tunç Soyer döneminde daveti üzerine kendisini ziyarete gidecek sevgili dostum gazeteci Süleyman Gençel‘in, “Ali Rıza Tunç’la görüşmeye gidiyorum, ne söylememi istersin?” diyerek fikrimi sorması üzerine, “aman dikkat etsin, İSKİ skandalına benzer bir şeye neden olmasın” diyerek aklımdaki tehlikeli olasılıkları ortaya koymaya çalıştığımı hatırlıyorum…

Ayrıca yaşanan tüm yolsuzluk ve o yolsuzluklara neden olan suçlular, şu an itibariyle yargının önünde olduğu için bu konuda kalem oynatmanın etik bir davranış olmadığını bilmekle birlikte, bütün bunların sonucunda “bakın ben daha önce yazıp çizip sizi uyarmıştım” şeklindeki bir duyguyla sevinmek yerine, İzmir adına, vergisini, sigorta primini zamanında eksiksiz ödeyen, tüm kamusal yükümlülüklerini yerine getiren tüm İzmirliler adına üzgün olduğumu, “keşke bütün bunlar olmasaydı” diye düşündüğümü ifade etmek isterim…

Bana göre siyasi bir yanı olmadığı için mahkemeye intikal eden bu yolsuzluk düzeni hakkında konuşup yazmak -şu an itibariyle- etik olmamakla birlikte; geride kalanlar için, özellikle de CHP’de üst düzeylerde görev yapanlar için dile getirilmesi gereken öneri ya da tavsiyelerimi hem onlarla hem de sizlerle paylaşmak isterim…

Yeter ki, bu ve buna benzer işler bir daha olmasın ve İzmir bütün bu yapılanlardan bir kez daha zarar görmesin düşünce ve dileğiyle…

CHP, “Turgut Özallı Yıllar” olarak bilinen 1980’li bu yıllardan bu yana sağ iktidarların Cumhuriyet Dönemi kazanımları olarak kabul edilen Sümerbank, Etibank, TEKEL, şeker fabrikaları gibi kamu iktisadi teşekküllerinin haraç mezat satışına karşı çıkmış bir siyasi parti olmakla birlikte; kendi belediyelerinin elinde bulunan kamu kaynaklarının; özellikle de kamu mülklerinin şirketler eliyle özelleştirilmesi konusunda sessiz kalmış, bu alanda sosyal demokrasi ideallerine uygun bir karşı çıkış ortaya koymamış, “onlar bu suçu işliyor; ama bizimkiler acep neler yapıyor?” diyerek bir kaygı duymamış, kendisinin hangi yanlışlıkları yaptığını merak etmemiş, daha doğrusu aynen İSKİ skandalında olduğu gibi dikkate almamıştır.

Kemal Kılıçdaroğlu zamanında genel merkez düzleminde düşünülen tüm belediyeleri izleme ve değerlendirme merkezi, yeni genel başkan Özgür Özel zamanında hayata geçirilmiş olmakla birlikte; o da tüm önemli atamaları genel merkeze sorma, kamuoyu araştırmalarını genel merkeze yaptırma, genel merkezden gönderilen partilileri işe yerleştirme şeklindeki hiyerarşik bir yapıya dönüşmüş, genel merkezin toparlayıcı, özendirici, yardımcı ve yön verici fonksiyonları öne çıkmamıştır.  

Belediyelerdeki özelleştirme çalışmaları çerçevesinde önce belediye şirketleri kurulmuş, bu şirketlerin yönetimine güvenilir eş, dost, akraba ve partililer doldurulmuş, daha sonra bunların sayısı ve sermayesi arttırılarak temel belediye hizmetlerinin bu şirketler eliyle yapılmasına başlanmış, Türk Ticaret Kanunu’nun getirdiği “ticari sır” gibi imkanlar sayesinde şirketlerin neler yaptığı, ne ölçüde ve nasıl zarar ettiği gibi konular kamuoyundan gizlenmiş, belediye hizmetleri dışındaki başka işlere de bulaşan bu şirketler ortaklıklar kurmak suretiyle yeni hibrit şirketler kurarak belediye dışında ve hatta belediyeden daha büyük ve güçlü ikinci bir büyük yapılanmaya yol açmışlardır.

Örneğin bugün sürdürülmekte olan hukuki sürecin öznesi olan İZBETON şirketinin sermayesini arttırmak amacıyla sadece 2019-2025 döneminde 19.4.2019 tarih, 313 sayılı, 16.4.2021 tarih, 445 ve 457 sayılı, 12.1.2022 tarih, 78 sayılı, 16.6.2022 tarih, 691 sayılı, 14.4.2023 tarih, 430 sayılı, 13.10.2023 tarih, 1081 sayılı, 14.2.2024 tarih, 152 sayılı, 14.6.2024 tarih, 586 sayılı ve 13.6.2025 tarih, 608 sayılı belediye meclisi kararı ile belediye bütçesinden şirket sermayesine “rüçhan hakkı” adı altında toplam 2.037.698.500.- TL kamu kaynağı şirkete aktarılmış, şirketi kurtarmak bahanesiyle belediyenin çok değerli gayrimenkulleri sermaye olarak söz konusu şirkete verilmiş, yönetim kuruluna şirketin amaç ve faaliyet alanı ile ilgisi olmayan zevat doldurulmuş, yönetim kuruluna ait görev, yetki ve sorumluluklar tek bir genel müdüre devredilmiş; böylelikle, ilginç bir soygun düzeninin tezgahı hazırlanmıştır.

Ve sonuç olarak İZBETON kendisine aktarılan tüm kamu kaynaklarına rağmen kötü niyetli yönetim yapısı, onun art niyetli karar ve uygulamaları nedeniyle bugün itibariyle fiilen iflas etmiş, çalışamaz hale gelmiştir…

CHP İşte bu nedenle, kendi belediyeleri tarafından bol miktarda şirket kurulması, yetmedi bu şirketlerin yeni hibrit şirketler kurup adeta bir holding yapısına ulaşılması, belediye hizmetleriyle belediye hizmetleriyle hiçbir ilgisi olmayan işlerin bu şirketler eliyle yürütülmesi, önemli ve büyük işlerin belediyeler yerine şirketler eliyle yapılması gibi uygulamalardan vazgeçerek belediyelerdeki özelleştirme uygulamalarını gözden geçirerek, hem AKP iktidarının eline koz vermemek hem de sosyal demokrat politikalara dönüp ve “yeniden belediyecilik” sloganını hatırlayarak, “kamu yararı” ilkesini önceleyen bir anlayışla kendini yeniden şekillendirmeli, bu çürümüşlükle malul ve sonuç olarak kendine zarar veren yapıya son vermeli, kendine çeki düzen vermelidir.

Bugün CHP’nin “gölge içişleri bakanı” olarak bilinen İzmir milletvekili Murat Bakan, 2017 yılında belediye şirketlerinin Devlet İhale Kanunu’na bağlı olmadan iş yapması, böylelikle işin iyice raydan çıkması için kanun teklifi veren; yani, kamu kaynaklarıyla kurulan şirketlerinin kamu denetimine takılmaksızın iş yapmasını arzulayan bir parlamenterdir…

Söz konusu parlamenter, belediyelere ait kamu kaynaklarının özelleştirilmesi konusunda “kraldan çok kralcı” bir tutum içinde olduğuna göre belediyelerle ilgili “gölge içişleri bakanı” ya da belediyelerle ilgili genel başkan yardımcısı gibi isimlerin; ayrıca tüm parti örgütlerinin kamu yararını önceleyen ve bu uğurda mücadele edecek isimlerle değiştirilmesi, CHP’nin kadim kamucu politikalarının hatırlanması yerinde olacaktır.

Tunç Soyer’in savcılığa verdiği ifade tutanağından da görüleceği gibi, daha önce İçişleri Bakanlığı’nın kendisi ve İZBETON yöneticileri hakkında verdiği 29.07 2024 tarih, Mül. Tef. Kur. Bşk. 2024/158 sayılı soruşturma izni, Danıştay 1. Dairesi’nin 30.01.2025 tarih, E.2025/3, K.2025/59 sayılı kararı ile iptal edilip söz konusu Danıştay dairesi,

bu bağlamda, 1/a, 1/b ve 1/c maddelerinden ilgililere isnat edilen eylemlerin, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olarak faaliyet gösteren İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait İZBETON A.Ş.’nin faaliyetleri kapsamında kaldığı, belediye şirketi olmakla birlikte Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulan ve yönetilen bu şirketin ticaret şirketi statüsünde olduğu, adı geçenin özel hukuk hükümlerine tabi bu şirketteki faaliyetlerinin kamu görevi olmadığı, 4483 sayılı Kanun kapsamında kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevin ifasından kaynaklanmayan ilgililere isnat edilen eylemler nedeniyle ilgililer hakkında inceleme yapılamayacağı ve yetkili merci kararı alınamayacağı

Gerekçesiyle verdiği kararda, kamu kaynaklarıyla kurulan İZBETON’un yaptığı iş kamu hizmeti olarak görülmeyip şirketi yönetenlerin kamu hukukuna göre değil, özel hukuka göre yargılanması gerektiği, o nedenle ortaya çıkan zararın “kamu zararı” olarak kabul edilemeyeceği belirtildiği için; bugün yargılanan isimler kamu hukuku hükümlerine göre değil, şirketlere ve şirket yöneticilerine büyük kolaylıklar sunan özel hukuk hükümlerine göre yargılanmaya başlamıştır.

İşte o nedenle, Tunç Soyerortada somut, net, belli bir kamu zararı yok” diyerek, bu zarardan sorumlu olmayacağını bilerek kendini savunmakta, şirketle ve kooperatiflerle ilgili işlemlerde kendini sorumlu görmemektedir… Çünkü o davanın sonucundan da anlaşılacağı üzere, kamu kaynaklarından alınıp kamu kurumu olmayan ticari bir şirkete transfer edilen paralar suç niteliğindeki yöntemlerle çarçur edildiğinde, mevcut hukuk düzenimiz onu kamu hukuku itibariyle yargılayamıyor ve ortaya çıkan zararı da kamu zararı olarak kabul etmiyor…

Anlayacağımız, içinde bulunduğumuz kapitalist sistem ve onun şirketleri koruyup kollayan hukuk düzeni, kamu kaynaklarıyla kurulup devamlı olarak kamu tarafından beslenen şirketlerdeki zarar ziyanı “kamu zararı” olarak kabul etmiyor ve o nedenle de kamuya; yani topluma ait olan o paralar, o suçu işleyenlerden tahsil edilemiyor… Böylelikle belediyeler ve onun sahip olduğu kamu kaynakları için değil; ama, korunup kollanan şirketleri için ayrı bir “kıyak” yapılmış oluyor…

Kısacası her türlü yolsuzluk, yağma ve hırsızlık belediye yerine onun şirketinde yapıldığında her şey mübah, her şey yasal kabul ediliyor… Tabii ki gerçekleştirilen özelleştirmeler, belediye hizmetlerinin kurulan şirketlere aktarılması sayesinde…

İşte tam da bu nedenle CHP, kamu kaynaklarıyla kurulan tüm şirketlerde yapılan usulsüz harcamaların “kamu zararı” olarak kabulünü sağlayacak şekilde bir kanun teklifi vererek -teklifi her ne kadar burjuva hukuk sistemini savunan diğer siyasi partiler sayesinde kabul edilmeyecek olsa da- hem kendisi hem de iktidar belediyelerindeki bu tür yolsuzlukların önüne geçme niyetinde olduğunu göstermeli ve bu niyet çerçevesinde belediyelerini yönetme becerisini göstermelidir.

CHP, kendi İnternet sayfasında “Güçler Ayrılığı İlkesi“ni gayet iyi tanımlıyor; ama…

CHP Genel Merkezi geçtiğimiz günlerde yayınladığı 11 Temmuz 2025 tarihli genelgede belediye şirketlerinin yönetim kurullarında görev alan belediye meclisi üyelerinin “hukuki süreçlerle karşı karşıya kalmış, bazıları ise tutuklanmış” olmaları gerekçesiyle belediye şirketlerinde görevli bulunan belediye meclis üyelerinin (Yönetim Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu Üyesi, Genel Müdür vb.) bu görevlerinden “ivedilikle ayrılmalarının sağlanması” konusunun büyük önem arz ettiğini belirtmiştir.

Oysa CHP, hem programı hem de söylemi itibariyle yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden ayrılığını; yani “Güçler Ayrılığı İlkesi”ni hararetle savunan, bunun için mücadele eden, oluşturulan başkanlık sisteminin bu ilkeyi yok ettiğini iddia eden siyasi bir partidir. Aynı ilke belediyelerde yasama/karar ve yargı/denetleme organı olan belediye meclisi üyeleri ile yürütme organını oluşturan belediye ve şirketi yönetici ve çalışanlarını kapsadığı için belediye meclisi üyesi olarak karar ve denetleme gücünü elinde bulunduran CHP’li meclis üyelerinin, kendi şahsi ve siyasi güvenlikleri için değil, savundukları ve hayata geçmesi için mücadele ettikleri  “Güçler Ayrılığı İlkesi”ne aykırı olduğu için görevlerinden ayrılmalarını talep etmesi gerekirdi.

Hele ki son günlerde kulağımıza gelen bilgilere göre, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisindeki “vazgeçilemez” 7 meclis üyesinin (Saadet Çağlın, Nilüfer Bakoğlu Aşık, Mustafa Özuslu, Zafer Levent Yıldır, Candaş Yeter, Kazım Umdular ve Elvin Sönmez Güler) şirketlerde görev yapması konusunda genel başkan Özgür Özel‘in karar vereceği haberinin, CHP içinde daha önce kabul edilip savunulan program metinleriyle ilkelere rağmen genel başkanın karar verecek olması, CHP‘nin bu konuda her şeye rağmen tek bir ders çıkarmadığını ve kendisinin her an kıyasıya eleştirdiği tek adam yönetimine benzer şekilde, CHP içinde de her şeye karar veren bir tek adam yönetiminin oluştuğunun somut bir kanıtı olarak kabul edilemez mi? Ne dersiniz?

Bu durum CHP’nin halen programında ve diğer temel belgelerinde yazılı olan ilkelerle değil, günlük ihtiyaç ve sorunlara göre karar aldığının en önemli kanıtlarından biridir.

CHP’nin, 1990’lı yıllarda yaşadığı “İSKİ Skandalı”nı yakından izleyip tanık olmuş biri olarak; İZBETON davası öncesinde ve sonrasında dile getirmeye çalıştığım öneri ve tavsiyelerin bir an önce yerine getirmesi suretiyle sadece kurucunun adını anarak değil, o kurucunun oluşturduğu ilkelere geri dönüp sahip çıkarak, işçilere, emekçilere, yoksullara, dar gelirlilere, emeklilere; kısacası tüm topluma ait olan kamu kaynaklarını kamu yararını dikkate alarak korumak için makam, mevki, koltuk, huzur hakkı, murahhas aza ücreti, rant, para gibi çıkar peşinde koşan üyelerini denetleyip cezalandırarak rayına oturtması dileğiyle…

Tabii ki, bataklıkta üreyen sinekleri öldürmek yerine sorunun asıl kaynağı olan şirketler bataklığını kurutmak istiyorsa…