Oruç Aruoba’dan….
Yol, kendine bir yer bulamamış
kişinin özlemidir.
Kendi yerini yerleşiklikte
bulamayan kişi,
onu yolculukta arar.
Nasıl, bir yer, bir yolun başı ya da sonu;
bir yolda, bir yerden önceki ya da sonraki
bir durumsa – kişinin durumu da
hep, öyle, ya da, böyledir…
Yerini yitiren kişi,
yola çıkmak zorundadır.
Yola çıkan kişi, yeni bir yer arıyordur
-ama yola hep bir (eski) yerden
çıkıldığını da unutmaz: her varılan yerin de
(yeniden) bir yola çıkış yeri olabileceğini…
Yabancılığını kalıcı kılmak isteyen kişinin,
yerleşikliğinden rahatsız olması gerekir;
ve tersi: yerleşikliğinden rahatsızlık duyan
kişinin, kalıcı bir yabancılık bulması…
Yerleşiklik, herbir yandan bağlandığımız,
hepsi de gergin zincirlerin verdiği bir
dinginliktir ancak – yani, bir sıkı
kölelik…
Ama “mutlak kölelik” dışında, her kölelik,
köleye devinimde bulunduğu izlenimini verecek
kadar gevşek tutar onun zincirlerini
– gerginlik, zincirden zincir olarak
uzaklaşma çabasıyla belirir;
böylece de kişi, çok devingen olduğu
sürekli etkinlikte bulunduğunu sandığı
bir edilgenlik, bir sürüklenme içinde
yuvarlanıp – gitmez…
Yerleşiklikten rahatsız olan kişinin
gezginlikte aradığı, aslında,
yerleşebileceği bir yerdir: Düzenini
bozarak gezginliğe çıkan kişi, kendi
düzeninin peşine düşmüştür.
Gezginlikte de, öte yandan, hiçbir bağlantı
taşımaksızın, salt gezmek için gezmek haline
gelebilir rajhatlıkla, kolayca
– bu kez de tam bir boşluk…
Zincirlerin – gergin ya da gevşek –
tam yokluğu da,
boşluğa köle olmaktır.
Köleliğe tek çare, herhalde,
zincirlerini koparmak ve zincirsiz kalmak
değil,
kendi zincirlerini kendisi yapmış,
kendisi kendi ayaklarına takmış, bağlamış
olmaktır – özgürlük de budur… (Hani,
“kendi kendisinin efendisi olmak”tan
söz edilir ya…)
Teşekkürler, kurdukları veya içine sürüklendikleri düzenlerin onları nasıl köleleştirdiğini bilenler için…
BeğenLiked by 1 kişi