İzmir’in unutulan sanatçıları 5 – İzak Algazi

Ali Rıza Avcan

Yazı dizimizin bugünkü bölümünde klasik Türk ve Yahudi müziğinin büyük bir yorumcusunu, İzak Algazi‘yi konuk ediyoruz sayfamıza…

Türkiye Yahudilerinin ve Sefarad Dünyası‘nın hazzanlarından haham İzak Algazi, 24 Nisan 1889 tarihinde İzmirli köklü bir ailenin oğlu olarak İzmir‘de doğdu ve İmparatorluğun çöküş sürecinde bağnaz dini değerlerle özgür düşüncenin çatıştığı bir ortamda yetişti. Bir yandan, Alliance Israélite okullarının yaydığı Fransız kültürünün etkisi altında yeni bir anlayışla yetişiyor, bir yandan da “Talmud Torah” adı verilen geleneksel dinî eğitim kurumlarında ortodoks bir öğrenim görüyordu.

İlk eğitimini bir Türk okulunda bitirdi. Daha sonra İzmir hahambaşısının müdürü olduğu “Hillel Yeshiva“ya devam etti. On dokuz yaşında iken, 1907’de İzmir‘in Karataş semtinde ibadete açılan Beth-İsrael Sinagogu‘na hazzan olarak atandı. 1914’te İzmir‘deki Musevi okullarında öğretmenliğe başladı. Çok genç yaşta Musevi cemaati içinde ve dışında çeşitli toplumsal etkinliklere katılarak cemaate bağlı kuruluşlarda görevler üstlendi ve cemaatin çocuklarıyla özel gruplara müzik dersleri verdi. 1908-1911 yılları arasında İzmir belediye meclisi üyesi olup 1918’de evlendi ve bir yıl sonra da büyük oğlu Salamon doğdu.

20. yüzyılın başında Musevi tören müziği yanında, klasik Türk müziği öğrenmeye başladı. Müzik alanındaki ilk hocaları “Bülbülî Salamon” lakabı ile tanınan babası Salamon Algazi ile Musevi besteciler Şem Tov Şikâr (1840-1920) ve Hayyim Alazraki (?-1913)’dir.

İzmir‘in, ardından Ön Asya‘nın Yunan ordusunca işgali ve sonrasında maddi sıkıntılar çeken İzak Algazi, 1923 yılında İstanbul‘a gider. Şişhane‘deki Neva Şalom Sinagogu‘nun maftirimine (korosuna) girer. Bir süre sonra, müzik faaliyetleriyle tanınan Galata‘daki İtalyan Sinagogu‘na hazzan olarak atanır ve müzikle ilgili işlerinin yönetimi ona verilir.

Algazi İstanbul’da geçirdiği on yıl içinde Musevi eğitim-öğretim kurumlarında faal görevler yaparak cemaatin ileri gelen kişilerinden biri olur ve cemaatle cumhuriyet yönetiminin ileri gelenleri arasındaki ilişkileri geliştirmeye çalışır. Musevi cemaatinin genç cumhuriyetin ülküleriyle bütünleşmesini ve cumhuriyet kadrolarının savunduğu modernleşme/batılılaşma idealini savunup bu görüşünü kendine ait haftalık La Voz Orientale gazetesinde dile getirir. Bu arada Türk sanat müziğinin birçok sanatçısı ile tanışıp dostluklar kurar. Müzik, edebiyat, tarih ve felsefe bilgisiyle cumhuriyet aydınları arasında kendisine bir yer edinmeyi başarır.

Algazi o sıralarda, Türk sanat müziğini seven Atatürk‘ün huzurunda, Dolmabahçe Sarayı‘nda Türk sanat müziği eserleri okur; Türk sanat müziği tarihi hakkında, örnekler sunarak Atatürk‘e bilgi verir.

Yeni düzenle ilgili bütün iyimser beklentilerine rağmen, 1930’lar Algazi‘nin huzursuz olduğu yıllardır. Bunun ilk belirtisi, iş bulma olanaklarının azalması, ikincisi de, devlet memuriyetinde Türkleri gayrimüslim cemaatlere tercih eden siyasetin uygulamaya konulmasıdır. Bu yeni uygulamanın bir örneği, bizzat Algazi‘nin başına gelmiş ve radyo yönetim kurulu üyeliği önerisi kabul edilmemiştir. Ancak bu konuda, Algazi‘nin, Fransız ve Türk milliyetçiliğinin etkisiyle, Yahudilerin de bir yurda sahip olmasını hedefleyen Siyonizm taraftarlığı da etkili olmuştur.

İzak Algazi, 1933 yılında Paris‘teki Yahudi cemaatinin daveti üzerine Paris‘e gitti. Oradaki cemaatin yardımlarıyla 2 yıl süreyle Victoire mahallesindeki Grande Synagogue de Paris (Büyük Paris Sinagogu)’nda hahamlık yaptı. Bir yandan da Türkiye‘de başlattığı eğitsel ve toplumsal çalışmalarını sürdürdü. Aydınlarla, yüksek düzeydeki devlet görevlileriyle, bu arada Fransa başbakanı Eduard Herriot ile ilişki kurdu. Ama bütün çabalarına rağmen, hazzanlık dışında, yeteneklerini gösterebileceği bir yer edinemedi. O yıllarda Paris‘teki cemaatin önderleri arasında birçok parlak aydın ve zengin işadamı vardı. Bu cemaattin müzik alanındaki liderliğini ise, kendisiyle hiçbir akrabalık ilişkisi olmayan Romanya doğumlu besteci ve orkestra şefi Léon Algazi yönlendiriyordu. İzak Algazi çok sayıda yetenekli, sivrilmiş kişi ile dolu bu çevrede istediği ölçüde ilgi çekemedi. Cemaat gazetesinde bile adı pek az geçiyordu. Böyle bir ortamda umduğunu bulamaması onu uzak bir ülkeye çekecekti.

Fotoğraf: Edwin Seroussi Koleksiyonu.

Algazi 1935 Eylül’ünde Uruguay‘ın başşehri Montevideo‘da özel dinî günlerde hazzanlığa başladı. Uruguay‘daki cemaatin büyük çoğunluğunu İzmir‘den göç etmiş Sefarad Yahudileri oluşturuyordu. Bu bakımdan cemaatle yakınlık kurması zor olmadı. Ziyaret ve zemin yoklaması için gittiği Uruguay‘da ülkeye yerleşme ve cemaat önderliğini üstlenme teklifi aldı. Aradığını bu ülkede bulacağını umarak teklifi kabul etti. Anayurdunun ve Avrupa‘nın önemli Sefarad merkezlerinin çok uzağında kalacak olsa bile, kendi önderliğini benimseyen, kişilik arayışı içindeki genç bir cemaat bulmuştu orada. Nitekim Montevideo‘da kısa sürede önemli bir kişi oldu. Hayatının bu döneminde hem toplumsal kişiliğiyle, hem de hazzanlığıyla sivrildi. Brezilya, Şili ve Arjantin‘de de hazzan ve hatip olarak göründü.

Müzikle ve şiirle ilgili çalışmalarına son verdiği bu dönemde, Uruguay‘daki Siyonist hareketin Latin Amerika kolunun gelişmesine, Yahudi katliamından kurtulan mültecilerin iskân edilmesine, Yahudi Ulusal Fonu‘nun oluşmasına, Dünya Sefarad Federasyonu‘nun kurulmasına yardımcı olup, Filistin Destekleme Komitesi‘ni kurdu. Bu komite Uruguay‘ın Filistin‘deki Arap topraklarında bir Yahudi devleti kurulması çalışmalarına destek vermesinde etkili oldu.

İzak Algazi 3 Mart 1950’de Uruguay‘ın başkenti Montevideo‘da vefat etti.

Yaşamı İzmir‘de başlayan sanatçının ömrü Türkiye‘deki müzik çalışmalarıyla, müziği bıraktığı Paris ve Montevideo günlerinde de Siyonizm savunuculuğu yaptığı siyaset çalışmalarıyla geçmiştir.

Algazi‘nin edebi eserleri, dini şiirleri, gazete makaleleri ve Yahudi sorunları üstüne eğitici amaçlarla hayatının son yıllarında yazılmış iki kitaptan oluşmaktadır. Yazdığı şiirler Osmanlı-Yahudi şiir geleneğine uygun bir yapı içinde bestelenmek amacıyla yazılan güftelerdir.

İzak Algazi‘nin okuduğu şarkıları ise, ağızdan ağıza aktarılıp bugüne gelen ya da kendisine mal edilen parçalarla notaya alınmış eserlerden ve 78 devirli plaklardan tanıyoruz.

İsrail’deki Yahudi Müzik Enstitüsü (Israel Music Institute) 1989 yılında Algazi‘nin taş plaklarından 32’sinin temiz kopyalarını çıkarıp iki kaset halinde yayınlamıştır. Bu kasetlerde makam temeline dayalı İbranice güfteli Musevi dini tören musikisi, Yahudi İspanyolcası güfteli dini ezgiler, Yahudi İspanyolcası ile halk şarkıları ve Siyon şarkısı (şimdiki İsrail ulusal marşı) bulunmaktadır. Ancak hem bu iki kasette hem de Alman Wengo firmasının 2002 yılında yayınladığı CD’de, Türk sanat müziği formunda yorumladığı eserler bulunmamaktadır.

Algazi‘nin Türk sanat müziği plaklarının gerçek sayısı ve içeriği ise kesin olarak bilinmemektedir. Cemal Ünlü ve Bülent Aksoy‘un yaptığı araştırmalar sonucunda bu sayının 27’ye ulaştığı bilinmektedir.

İzak Algazi‘nin müzikle uğraştığı yıllarda yorumladığı Türk sanat müziği, İbranice güfteli dini icralar ve Ladino şarkılarla Yahudi İspanyolcası ile yorumladığı dindışı şarkıların sayısı, Sephardic Music isimli İnternet sayfası kayıtlarıyla Kalan Müzik tarafından 2004 yılında derlenen albümdeki bilgilere göre 73’ü bulmaktadır.

Sanatçının müzikle uğraştığı verimli yıllarında kayda giren yorumlarından bazılarını ise şu şekilde paylaşabilirim:

Bak Ne Hale Koydu Bu Baht-ı Siyah“, Beste: Hacı Arif Bey, Yorumlayan: İzak Algazi, Türk Sanat Müziği Şarkıları.

Ay Mancebo, Ay Mancebo“, Yorumlayan: İzak Algazi, Yahudi İspanyolcası İle Dindışı Şarkılar, Kalan Müzik.

Adonay Sham’ati Shim’akha Yareti” (Ey Tanrım, Söylediklerini Duydum, Korktum), Yorumlayan: İzak Algazi, İbranice Güfteli Dini İcralar, Kalan Müzik.

Bu arada, İzak Algazi adına İzmir Saferad Kültür Festivali kapsamında 8 Aralık 2018 tarihinde İzak Algazi Sinagogu‘nda tanbur sanatçısı Kağan Ulaş, klasik kemençe sanatçısı Mehmet Yalgın, Kanun sanatçısı Çağlar Fidan ve solist Burcu Göktürk‘ün katılımıyla, “İzmir’in Sesi İzak Algazi” adıyla bir anma konseri düzenlendiğini hatırlayarak bu konserin bir bölümünü kayda alan Mustafa Yenihayat‘a teşekkürlerimizi sunuyoruz.

İzmir’in Sesi, İzak Algazi Anma Konseri

Bu konuda ifade edip iletmek istediğim bir değerlendirme ve öneri ise, İzmir Musevi Cemaati‘nin kendi dini ve din dışı kültürünü araştırma, tanıtma ve geliştirme konusundaki yetersizliği ile ilgilidir. İzmir‘e ilk geldiğim yıllarda o zamanki cemaat başkanı ile tanıştığımda, kendisine İzmir Musevi Cemaati‘nin kültürü konusunda, İstanbul‘daki çalışmalara benzer şekilde neler yapıldığını sorarak bu etkinlikleri izleyip bilgi edinmek istediğimi dile getirmiş, karşılığında aldığım cevaptan ise İzmir‘de bu konularda pek bir şey yapılmadığını anlamıştım. Oysa, şehrin -daha sonra tanıştığım, zaman zaman da birlikte çalıştığım- zengin ihracatçıları, fabrika sahibi sanayicileri ve mülk sahibi zenginleri arasında adı sanı öne çıkmış ve geleneklerine sahip çıkan Musevileri vardı; ama onlar Levanten Arkas ailesinin yaptığının aksine, İzmir Musevi/Yahudi kültürünün araştırılıp tanıtılması ve geliştirilmesi için pek bir şey yapmıyorlardı. Bu durum son yıllarda, AB fonlarıyla ya da belediye kaynaklarıyla finanse edilen festivaller dışında halen devam etmekte, İspanya‘dan gelip Fransız kültürü ile dönüşen kültürü ve özellikle de bu kültür üzerindeki İzmir etkilerini araştırıp desteklemek ve tanıtmak yerine, İstanbul kaynaklı mevcut kültürün sunulup sergilenmesinden ibaret kalmaktadır. İşte o nedenle, son bir söz olarak kentin önde gelen Musevi ihracatçı, sanayici, tüccar, tacir ve mülk sahibi zenginlerinin İzmir Musevi kültürünün araştırılıp tanıtılması ve geliştirilmesi; ayrıca, arşiv ya da müzesinin oluşturulması için; örneğin, daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, Çankaya semtindeki eski Alliance Israélite okulunun bu alanda araştırmalar yapacak bir kültür sanat merkezine dönüştürülmesi için çaba göstermeye davet etmek istiyorum.

Özel Teşekkür

Kalan Müzik‘in 2004 yılında hazırlayıp şimdilerde sahaflarda yüksek bedellerle satılan “Osmanlı – Türk ve Osmanlı – Yahudi Musikisinin Büyük Sesi İzak Algazi Efendi” albümünü vererek kopyalamamı sağlayan fotoğraf sanatçısı arkadaşım sevgili Birol Üzmez‘e binlerce kez teşekkür etmek isterim.

Yararlanılan Kaynaklar

1. Aksoy, Bülent (2004) “Osmanlı-Türk ve Osmanlı-Yahudi Musikisinde Bir Büyük Ses: Haham İzak Algazi Efendi“, Kalan Müzik tarafından hazırlanan albümün ekindeki kitapçıkta yer alan bu makaleyi okumak için:

2. Arslan, Hammet (2014) – “Tarihsel Süreçte İzmir Yahudi Cemaatinin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Durumu“, Milel ve Nihal 121.

3. Dağ, Muhammed (2021) “Bütünsel Bir Tarih Araştırması – Yirminci Yüzyılın İlk Çeyreğinde İzmir Yahudi Cemaati“, Tarih OKulu Dergisi, Nisan 2021, Yıl 14, Sayı L1, ss.875-909.

4. Demir, Mehtap (2011) Kültürel Etkileşim ve Göç Bağlamında İsrail’de Türk Musikisi İcraları, Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2011.

5. Şaul, Linet (2012) Sefarad Şarkılarını Evrensel Formlara Dönüştürme Çalışmaları ve Lied Formu Üzerine Özgün Yorumlar, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Opera Ana Sanat Dalı Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Tezi, İzmir-2012.

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü

Derleyenler: Raşel Meseri – Aylin Kuryel

İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017, İsyanbul

Fiyatı: 24 Lira

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü Türkiye’de Yahudi olmanın yerleşik ve egemen anlamlarını sorgularken bir yandan da kelimeler, kavramlar, anlar, anılar ve anekdotlarla bu hali anlamlandırmayı amaçlıyor.


Raşel Meseri

İzmir’de doğdu. E.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’nü bitirdi, çeşitli belgeseller ve kısa filmler yaptı. Tiyatro oyunları, öykü ve çocuk kitapları yazmaktadır. Can’lı ve Işıltı’lı Maceralar çocuk kitapları serisinin şimdiye kadar altı kitabı yayımlandı (Enerji İmparatorluğu, Yumurtanın Sırrı, Dikkat Hayalleriniz Çalınabilir, Kâğıtların Çığlığı, Kayıp Kukla, Yeryüzü Okulu). Ayrıca Türkiye’de üç, Hollanda’da iki dilli basılan Pen Parkta isimli bir “direniş masalı” bulunmaktadır.

Aylin Kuryel

Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisansını tamamladı. Yüksek lisans ve doktorasını Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz (ASCA) programında, milliyetçilik(ler) ve imaj politikaları üzerine yaptı. Cultural Activism: Practices, Dilemmas and Possibilities (Rodopi Press, 2011) ve Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik (İletişim Yayınları, 2015) kitaplarının derleyenlerindendir. Amsterdam Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışıyor. Aynı zamanda belgesel ve kısa filmler yapıyor.


“…farklı kombinasyonlarla bir araya geldiklerinde kaleydoskop gibi şekil değiştiren, böylelikle Türkiye’de Yahudi olmak konusunda düşünmek için farklı zeminler sunan kısa metinler.”

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü Türkiye’de Yahudi olmanın yerleşik ve egemen anlamlarını sorgularken bir yandan da kelimeler, kavramlar, anlar, anılar ve anekdotlarla bu hali anlamlandırmayı amaçlıyor. Fakat asla resmî bir sözlük veya ansiklopedi gibi değil: Genç bir Yahudi kadının Türkçesindeki Yahudi aksanından kurtulma gayretlerinden azınlık kimliğini görünmez kılma girişimlerine, ilk kez bir Yahudi ile tanışan insanların ilk izlenimlerinin yarattığı etkiden Yahudi mahallelerinin renkli dünyasına, bir süre İstanbul’da sürgün olan Rus Yahudisi Troçki’den Yahudi karikatürlerinin prototipi haline gelen Salamon karakterine, çok çeşitli öznellikleri ve tarihsel vakayı, bilgiyi kayıt altına alıyor bu sözlük.

Yemekleriyle, âdetleriyle, deyimleriyle, dilleriyle Türkiye’deki Yahudilerin gündelik hayatlarına da ışık tutan Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü kayıt tutan, hafıza tazeleyen bir kolaj…


Kitaptan Bir Bölüm

“Yahudi olmak”, sınırları kolayca çizilemeyen, çerçevesi ve içeriği sabit olmayan, tarihsel, coğrafi ve kişisel olarak çok çeşitli anlamlar kazanabilen bir tanım. Bu iki kelime bir araya geldiğinde, sabit bir kimlik göstereni olmaktan ziyade belli hafıza biçimlerine, kültürel kodlara, ilişkilenme veya kopuş hallerine işaret ediyor. Anlamı, ulus-devlet içinde azınlık olma, azınlığın kendi içinde azınlık olma, topluluğun içinde ve dışında benimsenen veya dayatılan kodlara dair alınan pozisyonlara göre değişen, bulanan, yeniden kurulan bir tanım. Kimisi için nüfus cüzdanının üzerindeki birkaç harften ibaretken, bir başkası için sonsuz bir sürgün anlamına gelebiliyor bu yüzden. Türkiye’de Yahudi olma deneyimi de, bulunduğu coğrafyadaki din ve dillerle olan ilişkisi, algılama ve algılanma biçimleri, gitme-kalma ve aidiyet sorularıyla hemhal, yerel ve yerel ötesi dinamiklerle bağlantılı. Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü işte bu tanımın yerleşik ve egemen anlamlarını deşip sorgularken, bir yandan da onu anlar, anılar ve anekdotlarla yeniden doldurmayı amaçlıyor. Resmî bir sözlük veya ansiklopedinin yapmaktan itinayla kaçınacağı bir şekilde gerçekçilik, bütünsellik ve kapsayıcılık iddiası olmadan.

Kaydı tutulamayan onca hikâyenin yok olmasından duyulan kişisel endişeyle bu hikâyelerin işaret ettiği ve yeterince deşilmemiş olan toplumsallığın ilişkisine biraz daha yakından bakma isteği bu çalışmanın başlangıç noktası oldu. Bu nedenle, deneyimleri toplama fikrinin tetikleyicisinin, bu kitabı derleyenler olarak birimizin annesi, birimizinse anneannesi olan kişinin, ölümüne yakınken, sanki gitmeden önce geride olabildiğince çok hikâye bırakmaya çalışırcasına anlatmaya giriştiği ve bizim de aceleyle kaydettiğimiz göç anıları olması tesadüf olmasa gerek. Deneyim, hem bilgiye ulaşmanın hem de onu aktarmanın bir biçimi olarak, daha büyük izlekleri takip eden tarih yazımına dahil olmayan öğeleri, gündelik hayat içinden damıtma potansiyeline sahip. Buna hafızanın çarpıtmaları ve deneyimleri bugüne taşırken oynadığı oyunlar da dahil. Bu yüzden, “deneyim sözlüğü” ifadesi, deneyimlerin, sözlük maddelerinin aksine sabit olmamalarına yaptığı ironik referansla sınırlı değil; arşivlenen deneyimlerin tarihsel bilgi birikimi yaratma gücüne de işaret ediyor.

İzmirli genç bir Yahudi kadının 70’li yıllarda düzenli olarak aynanın karşısına geçip Türkçesindeki Yahudi aksanından kurtulma çabalarından, azınlık kimliğini görünmez kılmak için Yahudi ismini geride bırakıp yeni bir isim kuşanan veya iki dil arasında sıkışıp kalanların kendilerini içinde bulduğu durumlara; fabrikada çalışmaya başladığı zaman patronu veya üniversiteye girdiği zaman sınıf arkadaşı olarak hayatta ilk kez bir Yahudi ile tanışan insanların ilk izlenimlerinden, Yahudi arkadaşlarının gittiği yerlere gidemediği için içerleyen genç kıza çok çeşitli öznellik hallerini kayıt altına alıyor bu sözlük. Bu esnada, hatırlayan kişinin, belleğinde kalan bazı noktaları birleştirerek yeniden kurduğu birçok farklı portre de beliriyor, bazıları bilinen figürler, bazıları ise komşular, unutulmayan eski arkadaşlar veya unutulmak istenen öğretmenler… Renkli bir mahalle hayatının parçası olan ve genç yaşta ölen Ceki; en büyük hayranları İzmir Yahudileri olan, danslı çay partilerinin unutulmaz sesi Celal İnce; bir süre İstanbul’da sürgün olan Rus Yahudisi Leon Troçki; kendisi gibi nicelerini anımsatan tarih hocası Fikret Hanım; siyah taftadan tören elbisesi ve kirli tırnaklarıyla Madam Gravyer; Yahudi karikatürlerinin unutulmaz karakteri Salamon; salatalık satan yoksul Yahudi Yako…

Azınlık olma durumunun getirdiği kimlik, isim, dil ve vatana dair sorgulamalar, azınlığa mensup olan kişinin çevresi tarafından görünür kılınma biçimleri ve kendi görünürlüğüyle kurduğu ilişki, sözlükte sıklıkla tekrarlanan temalar. Devlet politikaları, savaş, yeni bir ülkenin kurulması gibi tarihsel travmalar ve dönemeçler çerçevesinde yaşanan göç ve gel-gitler şekillendiriyor bu temaları. Yine sıklıkla tekrarlanan ayrımcılık hikâyeleri, bu durumlara muazzam bir süreklilik içerisinde zemin hazırlayan iktidar politikalarının gündelik olana nasıl sinsice sızdığını gösteriyor. Öte yandan gündelik hayatın kodları ve dönüşümüne dair ayrıntılar da çıkıyor ortaya: Aile dinamikleri, alışkanlıklar, karşılaşmalar, yemekler, deyimler, nostaljik öğeler, bir dilin peşinden koşarken başka bir dilin ayağa takılması, gündelik ilişkilerin egemen algıları barındırma ve dönüştürme şekilleri.

Bu sözlüğü var eden elbette ona madde yazarak katkıda bulunan yetmiş bir kişi ve onlara teşekkürümüz sonsuz. Bu yüzden üsluplar da çok çeşitli. Açık çağrıyla ve kendi kısıtlı çevremiz üzerinden ulaştığımız değerli katılımcılar hangi konuda yazacaklarını kendileri seçti. Yazarların isimlerinin yazdıkları maddelerin altında yer almaması ve maddelerin anonim kalması tercihinin sebebi, yazanın kişisel deneyiminden ziyade, tüm deneyimlerin bir araya gelerek ortaya çıkardıkları harita ve örüntülere vurgu yapma isteğimiz. Bu tercihin bir başka sebebiyse bazı deneyimlerin anonim olarak daha rahat aktarılabileceği düşüncesi. Birçok maddenin altına başka maddelere gönderme yapan referanslar ekleyerek, ilgi duyulan herhangi bir konunun kolaylıkla izinin sürülebilmesini de hedefledik.

Bazen, bir sözlükte bir kelimenin anlamına baktığımızda o kelimenin günlük hayatta bulduğu karşılıklar ve deneyimlere sirayet etme şekilleri aklımıza gelir ve bunlar sözlükte sabitlenmiş olan anlamın üzerine oynaşan gölgeler düşürür sanki. Bu anlamda, buradaki madde başlıklarının altında yer alan Türk Dil Kurumu (TDK) tanımları da, dikkatini o yöne çevirmek isteyen okuyucu için, bir kelimenin sözlük tanımıyla deneyimlenme biçimleri arasındaki örtüşme ve makaslara kısa bir bakış atmaya yarayabilir. Madde isminin TDK Sözlüğü’nde yer almadığı durumlardaysa yalnızca Türkçe olmayan kelimelere kendimiz kısa, açıklayıcı tanımlar ekledik.

Madde başlıklarında, önemli tarihsel dönemeç ve olayların isimlerinin genelde bire bir yer almaması, Türkiye’de Yahudi olma konusuna eğilen bir sözlük için en başta şaşırtıcı görünebilir. Fakat bu kitabın amacı, doğrudan bilgi vermektense, birbirleriyle konuşan deneyimleri bir araya getirerek bu olaylara dair kısmi ama anlamlı bir algı ortaya çıkarabilmek. Yapılan birçok başka kapsamlı ve esin verici çalışmayı kaynak göstermektense, tarihsel kesitlerin çoğunlukla anı formunda yer alması bu yüzden. Öte yandan, tarihsel olayların bazılarını kendi deneyimleri üzerinden bugün anlatacak kimse kalmadığı için bunlara kısa ve bilgi verici maddeler olarak yer açtık. Bazılarıysa hiç yer almadı. Tüm bunlar göz önüne alındığında buna yeni deneyimler ya da ansızın üşüşen hatıralarla zihinde çeşitlendirilebilecek ve tamamlanmamış bir sözlük olarak bakmak doğru olacaktır. Bu anlamda Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü kayıt tutan, hafıza tazeleyen, kesip biçilebilecek, girip çıkılabilecek bir kolaj olarak düşünülebilir.

turkiyede-yahudi-olmak Nihayetinde, sözlükteki maddeler, tarihin tam şu döneminde icra edilmiş birer hatırlama/yeniden kurma eylemi olarak görülebilir. Birbirleriyle bazen uyumlu, bazen çelişen, farklı kombinasyonlarla bir araya geldiklerinde kaleydoskop gibi şekil değiştiren, böylelikle Türkiye’de Yahudi olmak konusunda düşünmek için farklı zeminler sunan kısa metinler. Yahudi olan ve olmayan, konunun farklı noktalarında duran, çeşitli deneyim ve fikirlere sahip kişiler tarafından yazılmış bu metinlerin, hem oyuncul bir okuma deneyimine, hem de bellek, kimlik ve gündelik hayat üzerine araştırma zemini olmaya açık olduğunu umuyoruz.