BİZ BİLİRİZ, SİZ DİNLEYİN…

Alı Rıza Avcan

Zirve sözcüğü… Türkçe sözlüklere göre bir şeyin benzerlerine göre “en üstte“, “en tepede” bulunma halini ifade ediyor… Bu anlamda, benzerlerinden farklı olarak en üstteki uç noktayı anlatıyor…

Geçen hafta iki gün süreyle katıldığım UCLG 4. Kültür Zirvesi de işte bu anlamda, dünyada yapılan kültürle ilgili diğer toplantıların üstünde; yani, onlardan daha önemli, daha büyük ve kapsayıcı olduğunu iddiasında. Çünkü, kesin bir sayı ve liste vermeseler de dünyadaki 240.000 civarındaki kent ve yerel yönetimin dünya çapındaki çatı örgütü olduğu iddiasındaki UCLG; yani Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Örgütü, hem dünya çapında örgütlenmenin boyutu, hem de 2004 yılındaki kuruluşunu izleyen dönemde en fazla sayıda kent ve yerel yönetimin kendisine üye olması nedeniyle, kendi yaptığı toplantıları önemseyip bu toplantıların benzerlerinin üstünde, zirvesinde olduğunu söylüyor.

Zirve olmayan zirve…

Oysa 9-11 Eylül 2021 tarihlerinde gidip izlediğim UCLG İzmir Kültür Zirvesi‘nde böyle büyük, önemli ve zirvede olma gibi bir durumun söz konusu olmadığını, yapılan toplantının ele alınan konular, bizzat gelip katılan konuşmacı, izleyici sayısı ve teknik aksaklıklarla dolu organizasyonun kalitesi açısından pek de zirvede olmadığını gördük. Konuşmacı ve izleyici sayısı açısından az katılımlı bulduğumuz, katılımcı noksanlığının belediye çalışanları ve ihaleyle iş verilen firma personeli ile tamamlanmaya çalışılan bu toplantıda, Covit 19 Pandemisinin dünya çapında oluşturduğu olumsuz koşulların etkili olduğunu bilmemize karşın; 240.000 civarında üyesi olduğu söylenen ve Birleşmiş Milletler, UNDP, UNESCO ve ICOMOS gibi uluslararası kuruluşların partneri durumundaki böylesi büyük bir örgüte yaraşan ve bu niteliğiyle zirvede yer alan bir toplantıyla karşılaşmadık.

Amaç, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini ayakta tutabilmek…

Düzenlenen zirvenin ele aldığı konu, adından da belli olacağı gibi kültürdü. Özellikle de kültürün, (UN) Birleşmiş Milletler‘in küresel kalkınma ağı oluşturmak amacıyla kurduğu Uluslararası Kalkınma Programı (UNDP) eliyle dünya çapındaki yoksulluğu ortadan kaldırmak, gezegeni korumak ve tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak amacıyla 2016 yılında duyurduğu 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi’yle ilişkisini kurup, ‘sürdürülebilir kalkınmanın temel bir boyutu olarak‘ bu hedeflerin etkinliğini arttırmak amacıyla konuşmalar yapılıp örnekler verildi.

Aşağıda tek tek saydığımız 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi‘nin, 2030 yılına kadar UNDP‘nin politika ve finansmanına rehberlik edeceği söyleniyor:

‘Yoksulluğa son’, ‘Açlığa son’, ‘Sağlıklı ve kaliteli yaşam’, ‘Nitelikli eğitim’, ‘Toplumsal cinsiyet eşitliği’, ‘Temiz su ve sanitasyon’, ‘Erişilebilir ve temiz enerji’, ‘İnsana yakışır iş ve ekonomik büyüme’, ‘Sanayi, yenilikçilik ve altyapı’, ‘Eşitsizliklerin azaltılması’, ‘Sürdürülebilir şehirler ve topluluklar’, ‘Sorumlu üretim ve tüketim’, ‘İklim eylemi’, ‘Sudaki yaşam’, ‘Karasal yaşam’, ‘Barış, adalet ve güçlü kurumlar’, ‘Amaçlar için ortaklıklar’ şeklinde formüle edilen bu 17 hedefin, kullandığı yaklaşım, yöntem ve dil ile neoliberal küreselleşme söyleminin henüz çökmediği 2016 yılında kapitalizmin neoliberal anlayışı ve diliyle geliştirildiği ortadadır.

Ama bütün bu hedeflerin dünyadaki tüm ülke ve kentler için her zaman geçerli olmadığı, UNDP tarafından hazırlanan bu şablonun dünyanın her ülke ya da kentinde geçerli olmadığı bilinmekte. Örneğin, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2020-2024 dönemini kapsayan Stratejik Planı‘nın hazırlık aşamasında bu şablonu esas alan danışmanların, UNDP‘nin Afrika‘daki bazı ülkeler için önerip Türkiye ve İzmir için geçerli olmayan “Açlığa son” hedefinin plana konulması girişimine nasıl karşı çıkıp itiraz ettiğimi ve sonuçta bu hedefin stratejik planda yer almadığını o dönemde yazdığım yazılardan hatırlayacaksınız. 2016 yılından bu yana değişen dünya koşulları içinde küreselleşme iddiasının iflas edip dağılması, ortaya çıkan yeni sorunlar ve dünya halklarının yeni talep ve karşı çıkışları uluslararası sermayenin çıkarlarını korumak amacıyla geliştirilen bu hedeflerin uygulamasını zorlaştırmış, 2030 yılını hedefleyen bu şablonun geçerliğini ortadan kaldırmıştır.

İşte bu nedenle, UNDP‘nin işbirliği yaptığı UCLG, uzun bir süredir sahip olduğu gücü kullanarak tüm dünya ülkelerine, özellikle de az gelişmiş ülkelere önerilen Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri‘nin yaygınlaşıp kabul görmesi için kültürü kavramsal ölçekte ele alıp destek vermeye çalışmakta, bu şablonun uygulamasını kültür eliyle mümkün kılmaya çalışmaktadır. Bunu yapmanın en iyi ve bilinir yöntemi ise, UCLG‘ye üye olan kent ve yerel yönetimlerde bu hedeflere uygun görülen başarılı uygulamaların, diğer kent ve yerel yönetimlere örnek gösterilmesidir. Böylelikle bu 17 hedefin geçerlik ve uygulanabilirliği, örnek gösterilen bu başarılı örnekler üzerinden kanıtlanmaya, diğer kentleri ve yerel yöneticileri bu şekilde ikna edilmeye çalışılmaktadır. Aynen bisiklet kullanımıyla bisikletli yaşam tarzının, bisikletin yaygın bir şekilde kullanıldığı Hollanda kentleri üzerinden örnek gösterilmesi suretiyle bisikletle ilgili her türlü teknoloji, finansman ve malzemenin bizim gibi ülkelere ihraç edilip kazanç kapısı yapılmasında olduğu gibi…

Zirve, katılımcıyı dikkate almayan antidemokratik bir süreçte gerçekleşmiştir: dinle ve onayla

Evet, 9-11 Eylül 2021 tarihleri arasında bu kentte, bu kentin geleceğini değiştireceği iddia edilen uluslararası bir toplantı yapıldı… Bizim, her gün değişen zirve programı üzerinde yaptığımız incelemeye göre bu zirvede toplam 135 kişi konuşacaktı. Ama bu konuşmacılardan bir kısmı zirveye katılmadığı için konuşmadı, çok fazla sayıdaki konuşmacı odasından çıkıp İzmir‘e gelmeyi göze alamadığı için online katılımı tercih etti, bizzat gelip konuşanlar ise kendilerini izleyenlerin sorular sorarak katılmasının mümkün olmadığı bu toplantıda söyleyeceklerini söyleyip ayrıldılar. O nedenle bize sadece onların söylediklerini dinlemenin düştüğü bu organizasyonun tartışmaya izin vermeyen yapısıyla antidemokratik bir iktidar alanı yarattığını söyleyebilirim: İşine geliyorsa gel, dinle ve git…

Aslında bu tür uluslararası toplantıların, önceden hazırlanmış belirli konuşma ve metinlerin dinleyici ve medya eliyle dünya kamuoyuna sunulmasından başka bir görevinin olmadığını düşünüyorum. Bu zirve sayesinde akademisyenlerle uzman ve teknokratların yerel ya da merkezi yönetimi elinde tutan iktidar sahipleriyle birlikte hazırladıkları hazır reçete niteliğindeki raporların okunup konuşulması şeklinde gerçekleşen ve böylelikle küresel düzeyde uzlaşmanın sağlandığı algısının yaratıldığı bu tür uluslararası toplantıların aslında küresel güçlerin işini kolaylaştıran platformlar olduğu bir kez daha ortaya çıktı. UCLG tarafından dördüncü kez yapılan İzmir Kültür Zirvesi de, UCLG‘nin daha önce hazırlayıp duyurduğu 2018 tarihli “Kültür ve Barış Deklarasyonu“, 2019 tarihli “Kültürün Geleceği Manifestosu” ve 2020 tarihli “Roma Şartı” gibi, UNDP‘nin 2016 tarihli Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini destekleyen bir yapıya sahipti.

UCLG içindeki gruplaşmalar zirveye nasıl yansıdı?

Bu zirve sırasında, bütün oturumlara katılıp tüm konuşmacıları izlemeye çalışırken fark ettiğimiz ve giderek araştırıp öğrenmeye çalıştığımız diğer bir konu ise UCLG içindeki örgütsel iklimle ilgiliydi. Bu çerçevede, UCLG adı verilen bu uluslararası kuruluşun kendi içindeki iktidar ve rekabet alanları ve Türkiye‘nin bu iklim içindeki yeri neydi? gibi sorular sorarak cevaplarını bulmaya çalıştık.

Evet, UCLG büyük ölçüde Latin kökenli İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz ve Güney Amerika ülkelerinin egemenliği altındaydı. Örgütün merkezi bile İspanya‘nın Barcelona kentindeydi. İzmir‘de yapılan zirvenin oturumları arasındaki molalarda bile Türk sanatçıların icra ettiği Flamenko danslarını seyretmemiz de işin cabasıydı…

Ancak, 2013-2017 döneminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş‘ın UCLG genel başkanı olması ile başlayan süreçte, Türkiye‘nin UCLG içinde; özellikle de İsrail’deki kentlerin ve yerel yönetimlerin üye olmadığı Doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgesi olarak tanımlanan UCLG-MEWA içinde etkin olmasını sağlamış gözüküyordu. UCLG-MEWA‘nın yıllık faaliyet raporları ise Türkiye’nin ve AKP‘li belediye başkanlarının bu durumdan memnun olduğunu kanıtlıyordu. AKP‘nin Türkiye‘nin Avrupa yerine içinde Arap ülkelerinin çoğunlukta olduğu bir bölgede yer almasından rahatsız olmadığı; aksine bu bölgedeki Arap ülkeleriyle ortak bir anlayış ve dil geliştirdiği görülüyordu. Örneğin Türk ve Arap belediye başkanları konuşmalarında “cinsiyetler arası eşitsizlik” derken, diğer ülke temsilcilerinin UNDP‘nin 17 hedefinden biri olan “Toplumsal cinsiyet eşitsizliği” kavramını kullanması bu farklılığı net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Bu durum en iyi şekilde İzmir Büyükşehir Başkanı Tunç Soyer‘in adeta gösteriye dönüşen üç dilli açılış konuşması ile başlayan açılış oturumunda konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, UCLG Eş Başkanı Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay ve UNDP Türkiye Büyükelçisi Louisa Vinton‘un dile getirdiği yerele, ulusala ve uluslararasına bakışla ilgili yaklaşımla beden ve söylem dilinde ortaya çıktı.

Kültürsüz bir gelişme mümkün müdür?

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in zirve açılış konuşması ile zirve sonunda “Kültür İnsanlığın Geleceğini Kuruyor” başlığıyla açıklanan ortak metinde savaşın, kaosun, karmaşanın kültürü olmadığı, kültür eksikliğinin olması durumunda ilerlemenin olmayacağı ve böylelikle sanatın bilimden, bilimin siyasetten ve siyasetin de gerçek hayattan ayrılacağı, daha kötüsü kültürsüz bir ilerlemenin bencil ve ataerkil aklı güçlendirip yücelteceği iddia edilip parlak ve güzel sözlerle soyut kültür övgülerinin yapıldığını görüyoruz. Konuşma ve bildiri metninde yer alan bu ifadelerle dünyada bir kültürsüzlük halinin olabileceği ima edilerek o durumda ilerleme olsa bile bunun kötü bir şey olduğu anlatılmaya çalışıldı.

Şimdi gerçekten düşünmek gerekir; bir toplumun kültürsüz olması mümkün müdür?

Bu tez, kendilerini uygarlığın merkezi olarak ilan edip dünyadaki birçok ülkeyi her anlamda sömürüp bugün bunu çok farklı boyutlarda sürdüren Batı’nın, Avrupa‘nın tezi değil midir? Bu tavır, kültürsüz ilan ettikleri toplumlara kendi kültürlerini götürüp kabul ettirme derdindeki Batı’nın geleneksel tavrı değil midir? Hele ki bugün İtalya, İspanya ve Fransa üzerinden bir sektör olarak ihraç ettikleri kültürel hegemonyayı düşündüğümüzde…

Oysa birlikte yaşayan her insan grubunun bir araya gelişinden kaynaklanan kültür, bir arada olma halinin kendiliğinden ortaya çıkardığı değerlerin bir türevidir. Çünkü kültürün kaynağı insanın kendisidir. Bu anlamda, insanın ve beraberliğinin olduğu her yer ve zamanda kültür vardır, gelişir ve o beraberliği daha da güçlendirir. Kültür yoktur, kültürsüzlük hali vardır ya da kültürsüzlük halinde ortaya çıkan toplumsal ilerleme kötüdür, sakattır demek de aslında insanların ve toplumların kültürle kurdukları diyalektik birliği bilmemek anlamına gelir. Aksi takdirde o ünlü Alman ya da Fransız veya İspanyol kültürlerinin ataerkil ve bencil bir güçle defalarca dünyayı nasıl kana buladığını izah etmek güç olur… Hele ki Hitler, Franco, Salazar ve Mussolini faşizmi koşullarında Guernica‘da, Katalonya‘da, Auschwitz-Birkenau‘da, Srebrenitsa‘da ve Cezayir‘de ortaya çıkan barbarlık örneklerinde olduğu gibi…

“İzmir dünyanın her köşesinde çoğaltılabilecek bir örnektir”… Gerçekten mi?

UCLG İzmir Kültür Zirvesi sonrasında, zirve öncesinde düzenlendiği anlaşılan “Kültür İnsanlığın Geleceğini Kuruyor” başlıklı bir bildiri yayınlandı. Bu bildiride kültürün, UNDP tarafından 2016 yılında formüle edilen Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri açısından ne derece önemli olduğu anlatılıp; bu hedeflere ulaşmada ne derece etkili olduğu belirtildikten sonra, “İzmir, dünyanın her köşesinde çoğaltılabilecek bir örnektir” cümlesi ile sonuçlanıyor.

Şimdi durup düşünmek gerekir; İzmir, gerçekten dünyanın her köşesinde çoğaltılabilecek bir örnek midir? Bu yargıya kim, nasıl varmıştır?

Evet, İzmir tarihin ilk çağlarından beri uygarlığın merkezidir ve tarihi, toplumsal, kültürel ve doğal değerleri ile zaten iyi bir örnektir. Ancak bu kentteki mevcut yerel hizmetler itibariyle, -ne yazık ki- iyi bir örnek değildir. Bunu en iyi şekilde İzmir‘de yaşayan ya da çalışan insanlar yakından bilmekte ve daha iyi bir kamu hizmeti talep etmektedir.

Bu anlamda, İzmirlinin bu tür övgülere karnı toktur ve aldanmaz. Çünkü yaşadığı kentin ne durumda olduğunu, hangi sorunları yaşadığını birebir bilmektedir. Ayrıca ancak dünyada İzmir’den daha kötü durumda olan kentler ve insan yerleşimleri için örnek olabileceğini bilir… Örneğin UCLG-MEWA bölgesindeki çoğu Arap ya da Afgan kentleri gibi…

Zirve kaç paraya mal oldu?

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, özellikle de şirketlerinin hesapları şeffaf olmadığı için, UCLG İzmir Kültür Zirvesi için belediye bütçesinden, şirketlerden ya da başka kaynaklardan kaç para harcandığını bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey ise, Folkart denilen yandaş şirketin bu etkinliğin sponsoru olduğu… Aynen 90. İzmir Enternasyonal Fuarı‘nda olduğu gibi…

Ama yine de ulaşabildiğim kaynakları kullanarak İnternete düşmüş harcama bilgilerini derlemeye çalıştım.

Bu çalışma sonucunda İnternete düşmüş 13 ayrı ihaleden 7’sinin sözleşme bedellerinin belli olduğunu, İZFAŞ ya da İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan bazı harcamaların ise belli olmadığını, yapılan ihale duyurularına göre yapılan harcamanın toplam olarak 1.687.850.-TL. düzeyinde gerçekleştiğini gördüm. Tabii ki bu listeye girmeyip ilk aklıma gelen zirve programı baskısı, gala yemeği, sanatçı ücretleri, iletişim, kırtasiye ve elektrik masrafları, afiş ve billboard masrafları, yapılan haberlerin bir ilan olduğunu söyleyen Hürriyet gibi gazetelerle Haber Türk gibi televizyonlara ödenen paraların ne kadar olduğunu, ne yazık ki bilmiyoruz.

Bütün bu tespit ve analizler sonucunda yapacağımız tek değerlendirme;

9-11 Eylül 2021 tarihleri arasında, dördüncü kez yapılan UCLG İzmir Kültür Zirvesi, ne kadar büyük bir kuruluş tarafından organize edilmiş, ne kadar fazla konuşmacı ve katılımcıya yer vermiş ve ne kadar önemli konular ele alınmış olsa da; temsil ettikleri kentlerde ve yerel yönetimlerde yaşayan ya da çalışan insanların, halkların görüş, düşünce, öneri, eleştiri ve taleplerini dikkate almadan yapılan, ‘katılımcı‘ adı verilen izleyiciye söz hakkı verilmeyen anti demokratik bir toplantı olmuştur. Bu nedenle de demokrasi, kültür ve daha birçok güzel bir şey için yapılabilir, uzun erimli ve olumlu bir etkisi olmayacaktır. Bu zirvenin bizde bıraktığı tek izlenim şu olmuştur:

Biz düşündük, uygun görüp yazdık, itirazsız dinleyin ve koşulsuz kabul edin!

UCLG İZMİR Kültür zirvesi bağlamında kültür emperyalizmi…

Ali Rıza Avcan

Kültür emperyalizmi, kapitalizmin emperyalizm aşamasında Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri gibi eskinin sömürgeci devletlerinin, kendilerine ait uluslararası tekellerle birlikte kendi ideoloji ve değerlerini başka ülkelerin halkları üzerinde etkin ve egemen kılmak için yaptıkları çalışmaların bütünüdür. Batı kültürü ve yaşam tarzı olarak bilinen bu ideoloji ve değerlerin, egemenlikleri altındaki tüm ülkelerde kültürel bir hegemonya olarak yaygın ve etkin hale gelip kabul görmesi, onların bu ülkelerdeki sömürü düzenini hem meşru kılar, hem de kolaylaştırıp ‘sürdürülebilir‘ kılar.

Kapitalizm bu hegemonyayı eskiden silahlı kuvvetleri, kendi ülkesinin kurum ve kuruluşları eliyle yapardı. Şimdilerde ise, bu eski yöntem ve araçlar, yerine ve zamanına göre halen kullanılıyor olsa da, ülkelerin üye olması yoluyla mutabakat üreten uluslararası kuruluşlar bunu daha kolay bir şekilde yapmaktadır. Birleşmiş Milletler, UNESCO, UNDP, Dünya Bankası, IMF, ILO, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Merkez Bankası gibi ülkelerin üye olarak söz ve karar sahibi olmak için mücadele ettikleri uluslararası kuruluşlar, emperyalist ülkelerin ellerindeki kültürel hegemonya, güçlü finans kaynakları, ileri teknoloji ve fiziki zor gibi imkanları kullanarak öne çıkıp belirleyici oldukları ve bu suretle Batı kültürünün yayılıp güçlenmesinde işe yarayan örgütlere dönüşmüştür.

240.000’e yakın kent ve yerel yönetimin üye olduğu söylenen UCLG kısa adıyla tanıdığımız Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler örgütü de bu misyonu başarıyla yerine getiren kuruluşlardan biridir. Yönetiminde zaman zaman gelişmekte olan ya da gelişmemiş ülkelerin temsilcileri yer alsa da, kumanda odasındaki direksiyonun genellikle ve ağırlıklı olarak İspanya, Fransa ve İtalya gibi Güney Avrupa ülkelerinde olduğu, Batı dışındaki diğer ülkelerden gelebilecek itiraz ve dirençlerin oluşturulan yedi ayrı bölge örgütü içinde çözümlendiği, bu durum nedeniyle adeta Avrupa Birliği‘nin Güney Avrupa, Akdeniz ve özellikle Güney Amerika‘ya yönelik politika, strateji ve projelerini izleyip şekillendiren büyük ve güçlü uluslararası bir kuruluştur. UCLG‘nin 5 Mayıs 2004 tarihinde Paris‘te kurulup merkez ofisi olarak İspanya‘nın Barselona kentini seçmiş olması bile bu iddianın en iyi kanıtıdır.

Nitekim Türkiye başka birçok uluslararası kuruluşta Avrupa ülkesi sayılırken, UCLG‘de Doğu Akdeniz ülkesi sayılarak Filistin, Suudi Arabistan, Afganistan ve İran gibi Ortadoğu ülkelerinin üye olduğu UCLG-MEWA bölgesine dahil edilerek Avrupa‘da olmanın avantajını kullanmaması, belki de Doğu Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerine örnek ya da lider olması istenmiş olabilir. UCLG-MEWA merkez ofisinin İstanbul‘da olması da bu iddianın önemli bir kanıtıdır.

Bu bağlamda UCLG, kurulduğu 2004 yılından bu yana Batı‘nın, özellikle de Avrupa Birliği ülkelerinin ortak kültürünü değişik biçimler altında tüm dünya kentleriyle yerleşimlerinde egemen kılmaya çalışıyor. Özellikle de yönetiminde etkin olan İspanyol, Fransız ve İtalyanlarla birlikte Latin kültürünün egemen olduğu ve dünya çapındaki toplumsal hareketlerin merkezi konumundaki Güney Amerika ülkelerinde…

İşte bu çaba çerçevesinde, 2020 yılında Roma Belediyesi ile UCLG Kültür Komitesi‘nin bir araya gelerek, Covid 19 salgınının kısıtlı koşullarında geliştirdiği 2020 Roma Şartı metni, 8 kişilik komitenin hazırladığı taslağın 44 uzman ile yapılan görüşmeler çerçevesinde Mexico City, Buenos Aires, Lizbon, Barselona ve İzmir gibi 23 şehrin, UCLG‘nin partneri durumundaki UNESCO ile 12 sivil kurumun onayı alınarak hazırlanmıştır. Tabii ki onayını aldıkları kentlerin halklarına ve onların temsilcilerinden oluşan meclislerine sormak, onların görüşünü almak hiç kimsenin aklına gelmemiş, böylelikle hazırlanan metnin toplumsal kabulü ve bilinirliği sağlanmamıştır. Aynen İzmir‘in, daha önce duyurulan CittaSlow ilkelerine aykırı bir şekilde Metropol Cittaslow olarak ilan edilmesinde olduğu gibi…

Anlayacağınız, çoğunluğunu İtalyan, İspanyol ve Fransız kurum ve uzmanlarının hazırladığı 2020 Roma Şartı, tepeden inme bir şekilde önümüze konulmuş durumdadır…. Hem de, amiyane deyimle, “yerseniz” değil, “yemek zorundasınız” diyerek…

2020 Roma Şartı, kültürü değerlerin bir ifadesi, paylaştığımız farklılıkları nasıl ele alıp öğrendiğimiz ortak, yenilenebilir bir kaynak olarak tanımlıyor. Bizlerin bu farklılıkları tanımamızı ve onlarla yakından ilgilenmemizi öneriyor. Bu bağlamda kucaklayıcı, demokratik ve sürdürülebilir bir şehrin bu süreci kolaylaştırıp güçlendirdiğini söylüyor. Kültürel demokrasi doğrultusunda gayret gösteren bir şehrin, şehirde yaşayan ya da çalışanların kültürel kökenlerini keşfetmesini, kültürel ifade yolları yaratmasını, kültürlerin ve yaratıcılığın paylaşılmasını, şehrin kültürel kaynakları ile mekanlarının keyfinin çıkarılmasını ve son olarak şehrin ortak kültürel kaynaklarının korunmasını desteklemek suretiyle görevini en iyi şekilde yapabileceğini ifade ediyor. Bir “şart” olarak dile getirilen bu koşulları da en iyi şekilde aşağıdaki döngü içinde görebiliyoruz(*)

Yedi sayfadan oluşan metni okuduğumuzda yazılanların kültürel haklar konusunda yeni ve farklı bir şey getirmediğini, bu konularla ilgilenenlerin her zaman ifade ettikleri hususları tekrarlandığını görüyoruz. Ama bir yandan da kültürel haklar konusunda yayınlanan her bildiri, her karar ya da eylemin bu alanı kendine ait olan gören güçlere, ellerindeki iktidarı tazeleme fırsatı verdiğini de biliyor ve bu çabayı, Covid 19 salgınının hepimizi bunalttığı günlerde, bir grup insanın yazıp çizdiği şeylerin toplumsallaşmasını sağlayacak müzakere (sorma, görüş alma ve tartışma) boyutlarını göz ardı ederek gerçekleştirilen bir girişim olarak niteliyoruz.

2020 Roma Şartı, “Kültürel Haklar ve Topluluklar” başlığı altında Zirve’nin ikinci günü (10 Eylül 2021) 15.30-17.00 saatleri arasında Roma Belediyesi Diplomatik Danışmanı Luca Trifone‘nin oturum başkanlığında Barselona Kent Konseyi Kültürden Sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Jordi Marti, Meksiko Kenti Kültürden Sorumlu Meclis Üyesi Vannesa Bohorquez, Malmö Belediyesi Kültür Kurulu Başkanı Frida Trollmyr ve Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Asu Aksoy tarafından ele alınıp değerlendirilecek. Oturumun açılış konuşmaları ise Birleşmiş Milletler Kültürel Haklar Özel Raportörü Karima Bennoune ve Roma Şartı Öncüsü Luca Bergamo tarafından yapılacak.

(*) Görseldeki ve Türkçe metin içindeki yazım ve çeviri hataları, 2020 Roma Şartı metnini Türkçe’ye çeviren İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir Akdeniz Akademisi’ne aittir.

Her derde deva bir kültür zirvesi…

Ali Rıza Avcan

Bugün, yakın bir arkadaşım önümüzdeki Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri İzmir’de yapılacak UCLG İzmir Kültür Zirvesi’nin tanıtımı amacıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından cadde ve sokaklardaki billboardlara yapıştırılan “Tarımın Geleceği İzmir’de” afişinin fotoğrafını gönderdi.

Tasarımında, her zaman gördüğümüzün aksine, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer yerine bir çiftçiye yer verilen bu afişi görünce ister istemez uluslararası düzeyde kültürle ilgili kavramların tartışılacağı bir zirve organizasyonunun nasıl olur da tarımın geleceği ile ilişkilendirilebileceğini şaşkınla düşünüp durdum. Hem de Folkart gibi uzunca bir süredir bu kente musallat olmuş yandaş bir inşaat şirketinin ana sponsorluğunda yapılan bir zirvenin…

Evet, uzun boylu düşündüğümüzde kültürün ve kültürle ilgili kavramların, olsa olsa ikinci ya da üçüncü dereceden tarımla ilgilendirilebileceğini, tarımın da kendi içinde geleneksel bir kültüre sahip olduğunu bilmekle birlikte; Türkiye ve İzmir boyutunda tarımın ve tarımla ilgili kırsal kültürün çöktüğü bir ortamda, özellikle de kırsal kültürle ilgili konu ve kavramların ele alınmayacağı uluslararası bir zirvede tarımın geleceğinin nasıl belirleneceğini merak edip durdum…

İşte bütün bu nedenlerle, 9-11 Eylül 2021 tarihleri arasında İzmir‘de yapılacak UCLG Kültür Zirvesi ile bu zirveyi düzenleyen UCLG hakkında aşağıdaki açıklamaları yapmanın yararlı olacağını düşündüm.

UCLG; yani Türkçe’siyle Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Örgütü dünyadaki tüm kentlerin ve o kentleri yöneten yerel yönetimlerin üye olduğu uluslararası bir kuruluş. Kesin bir sayı verilmese de 240.000’in üstünde yerel yönetimin bu örgüte üye olduğu söyleniyor.

UCLG, 5 Mayıs 2004 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen bir törenle, o tarihe kadar yerel yönetimler alanında faaliyet gösteren üç ayrı uluslararası kuruluşun birleşmesiyle kurulmuş:

1) Merkezi Hollanda’da olan Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği (IULA, International Union of Local Authorities),

2) Merkezi Fransa’da bulunan Birleşmiş Kent Örgütleri (UTO, United Towns Federation) ve

3) Dünyadaki büyükşehir belediyelerinin üye olduğu Metropolis örgütü.

Bu üç kuruluştan Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği (IULA)’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu Bölge Teşkilatı olan IULA-EMME’yi ve bu örgütün o tarihlerdeki yöneticisi Sadun Emrealp’i, biz İzmirliler 2006 yılı öncesinde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı‘nın (UNDP) liderliğinde İçişleri Bakanlığı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte oluşturdukları ortaklık çerçevesinde başarılı çalışmalar yapan İzmir Yerel Gündem’21 nedeniyle tanırız. Ayrıca 2000 yılında proje koordinatörlüğünü yaptığım İzmir 1. Sivil Toplum Kuruluşları Fuarı ile İzmirli büyük bilim insanı Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray‘a adadığımız Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu‘nu İzmir Büyükşehir Belediyesi Yerel Gündem’21 ve İZFAŞ A.Ş. olarak IULA-EMME ile birlikte yaptığımızı hatırlatmak isterim.

UCLG kendi içinde 7 ayrı alt bölgeye ayrılmakta; ayrıca büyükşehir belediyelerinin üye olduğu Metropolis adında özel bir bölümü bulunmakta. Bu yedi bölge şu şekilde sıralayabiliriz:

1. UCLG-Afrika, Afrika ülkelerini,

2. UCLG-ASPAC, Asya-Pasifik ülkelerini,

3. CEMR, Avrupa ülkelerini,

4. UCLG-EuroAsia, Avrasya,

5. UCLG-MEWA, Ortadoğu ve Batı Asya ülkelerini,

6. UCLG-FLACMA, Güney Amerika ülkelerini,

7. UCLG-North America, Kuzey Amerika ülkelerini kapsar.

Türkiye, sanıldığının aksine Avrupa ülkeleri kapsayan CEMR bölgesinde değil, Ortadoğu ve Batı Asya ülkelerini kapsayan UCLG-MEWA bölgesinde diğer 15 ülke (Filistin, Suriye, İran, Irak, Suriye, Katar, Ürdün, Lübnan, Bahreyn, Kuveyt, Umman, Suudi Arabistan, Yemen, Birleşik Arap Emirlikleri, Afganistan) ile bir aradadır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Kadir Topbaş, 2013 ve 2015 yıllarında iki kez UCLG Genel Başkanı olarak seçilip görev yapmış, kural olarak üçüncü bir kez seçilmesi mümkün olmadığı için yeniden aday olamamıştır.

Ayrıca Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski başkanı BDP‘li Gülten Kışanak da, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile birlikte 2015-2016 döneminde UCLG-MEWA‘nın eş başkanlığını yapmıştır.

UCLG’nin bugünkü başkanı ise Fas’ın El Hoceima Belediye Başkanı Mohamed Boudra, eş başkanı ise Konya Büyükşehir Belediyesi‘nin AKP’li Başkanı Uğur İbrahim Altay’dır.

Türkiye’nin üyesi olduğu UCLG-MEWA bölgesinin yürütme kurulunda Türkiye, Filistin, Lübnan, Ürdün, Afganistan ve İran’dan 32 üye bulunmakta, 11 kişilik yönetim kurulu ise Filistin Yerel Yönetimler Birliği başkanı Musa Hadid, Bani Naim Belediye Başkanı Ali Manasrah (Filistin), Nili Belediye Başkanı Zahra Amhadi (Afganistan), Chark Zahle Belediyeler Birliği Başkanı Rafic Deb

ess (Lübnan), Tahran Belediye Başkanı Piruz Hanachi (İran), Asira Al Shamaliya Belediye Başkanı (Filistin) ile Türkiye’den Balıkesir Büyükşehir Belediyesi‘nin AKP’li Başkanı Yücel Yılmaz, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin CHP’li Başkanı M. Tunç Soyer, Mersin Büyükşehir Belediyesi‘nin CHP’li Başkanı Vahap Seçer, Sancaktepe Belediyesi‘nin AKP’li Başkanı Şeyma Döğücü, Türkiye Belediyeler Birliği ile Gaziantep Büyükşehir Belediyesi‘nin AKP’li başkanı Fatma Şahin’den oluşmaktadır.

Merkezi İstanbul’da bulunan UCLG-MEWA’nın Genel Sekreteri Mehmet Duman, Genel Koordinatörü ise Salim Korkmaz’dır.

Her yıl dünyanın değişik kentlerinde toplantılar yapan ya da diğer uluslararası kuruluşlara destek veren UCLG, 2015 yılından bu yana kültür zirveleri düzenlemektedir. Bu bağlamda ilk kültür zirvesi 18-20 Mart 2015 tarihlerinde “Kültür ve Sürdürülebilir Kentler” temasıyla İspanya’nın Bilbao kentinde, ikincisi 10-13 Mayıs 2017 tarihlerinde “Açık Kayıt” temasıyla Güney Kore’nin Jeju kentinde, üçüncüsü 3-5 Nisan 2019 tarihlerinde “Sürdürülebilir Kalkınmada Kültürün Rolüne İlişkin Eylemlere Öncülük Eden Şehirler” temasıyla Arjantin’in Buenos Aires kentinde düzenlenmiş ve her bir toplantıya 500 kişinin katılması hedeflenmiş. Yine aynı şekilde 500 katılımcının hedeflendiği ve temasıyla organize edilen dördüncü kültür zirvesi “Kültür: Geleceğimizi Kurarken” temasıyla bu kez de 9-11 Eylül 2021 tarihleri arasında İzmir’de yapılacak.

İzmir Kültür Zirvesi adı verilen ve üç günlük sürede 1 açılış, 1 kapanış, 4 genel ve 18 paralel oturumda gerçekleştirilecek uluslararası toplantıya, her geçen gün güncellenen program taslağın en son haline göre UCLG ve bileşenleri hariç 93 ulusal ve uluslararası kuruluştan 38’i Türk olmak üzere 138 kişi katılıp oturum başkanı, açılış konuşmacısı ya da konuşmacı olarak görev alacak.

Zirve’ye katılacağı duyurulan kentlerden biri, “Katılımcı Bütçe” uygulaması ile dünya çapında ünlenen Brezilya’nın Porto Alegre kenti olduğu için bu kent ile İzmir arasında bir ilişki ve iletişimin kurulması, halkın belediye yönetimine gerçek ve aktif katılımını talep eden bizler açısından önemli olacak.

Kent Stratejileri Merkezi’nin bir ekip olarak izleyeceği Zirve’ye Türkiye’den katılanların 9’u belediye başkanı, 6’sı odak oturum konuşmacısı, 5’i akademisyen, 5’i, belediye çalışanı, 2’si UCLG-MEWA görevlisi, 2’si özel şirket yetkilisi, 2’si uluslararası kuruluş temsilcisi, 1’i vali, 1’i bakanlık temsilcisi, 1’i İZKA görevlisi, 1’i şehir plancısı ve 1’i de sanatçı olup aralarında ulusal ya da uluslararası boyutta kültürle ilgilenip bu alanda uzmanlığı bulunan üç kişi (Doç. Dr. Serhan Ada, Prof. Dr. Asu Aksoy ve Prof. Dr. Şebnem Yücel) bulunuyor. Bunların da kültür ve kavramları üzerine düşünüp dünya çapında eserler veren ve bu nedenle “kültür insanı” olarak tanıdığımız Cengiz Bektaş, Bozkurt Güvenç, Enis Batur gibi isimlerle kıyaslanması dahi mümkün olmaz.   

Bu anlamda söz konusu Zirve‘nin iki önemli toplantısında, diğer konuşmacılardan farklı olarak iki ayrı konuşma yapacak olan Serhan Ada ile çalıştığı Bilgi Üniversitesi‘nden arkadaşı Asu Aksoy‘un, Aziz Kocaoğlu‘nun İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu 2009 yılında İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı İlhan Tekeli tarafından Havagazı Kültür Merkezi‘nde yapılan o ünlü ve vukuatlı Kültür Çalıştayı’nda da hem düzenleyici hem de konuşmacı olarak yer aldıklarını anımsamakta yarar var diye düşünüyorum.

Henüz kesinleşmemiş zirve programına göre 24 oturumda kavramsal boyutta kültürün kültürel miras, sürdürülebilir kalkınma, yaratıcı ekonomi, Covid 19, iklim krizi, kent diplomasisi, toplumsal cinsiyet eşitliği, sürdürülebilir turizm, Kültür2030, 2020 Roma Şartı, kentsel planlama ve tasarım, sakin şehir ve metropol ile ilişkileri üzerine konuşmalar yapılacak. Bu çerçevede çok fazla sayıdaki konuşmacı nedeniyle konuşulan konuların gerek katılımcılar gerekse izleyiciler düzleminde tartışılması gündeme gelmeyecek.

Programdaki konu ve konuşmacılara bakıldığında zirvede özel olarak ülkemizin ya da İzmir’in ele alınmayacağı, zirvenin o nedenle sadece İzmir’in geleceğini değil, kültür boyutunda dünyadaki kentlerin ve diğer yerleşimlerin geleceğini belirleme gibi bir hedefe sahip olduğu anlaşılıyor.

Ama İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer, bu zirvenin tanıtımı amacıyla para vererek ya da vermeyerek yaptığı tüm tanıtımlarda, konuşmalarda ve sokaklardaki billboardlara astırdığı afişlerde sürekli olarak bu zirvenin İzmir’le ilgili olduğu gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Oysa zirve programı ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde de görüleceği gibi, Zirve’nin İzmir’le doğrudan bir ilgisi gözükmüyor. Sadece UCLG adı verilen bu büyük uluslararası kuruluş, dünyanın değişik kentlerinde yaptığı kültür zirvelerinden dördüncüsü bu kez İzmir’de yapıyor. Daha önce İspanya’nın Bilbao, Güney Kore’nin Jeju ve Arjantin’in Buenos Aires kentlerinde yapılan kültür zirveleri, zirve sonrasında yayınlanan raporların da gösterdiği gibi özel o kentlerle ilgili olmadığı gibi, bu kez yapılacak zirve de İzmir’in geleceğini gideceği ile filan uğraşmayacak, odağında sadece İzmir olmayacak…

Çünkü İzmir gibi uygarlığın merkezi olan kadim bir kentin geleceğini, Dünya’nın dört bir yanından gelen yabancılara katılan bir avuç belediye başkanı, akademisyen ve belediye görevlisinin belirlemesi ya da belirlemeye kalkması 9 Eylül‘le simgelenen bağımsızlık ve özgürlük idealine aykırıdır.

O nedenle, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin ev sahipliğinde düzenlenen bu uluslararası zirvede, ‘sürdürülebilir kalkınma‘, ‘sürdürülebilir turizm‘ ve ‘yönetişim‘ gibi neoliberal kavramlar boyutunda Dünya Bankası, Fransız Kalkınma Ajansı, Fransa Dışişleri Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gibi kapitalizmin uluslararası kuruluşlarıyla partner olarak işbirliği yapan ve yönetiminde yer alan Fransız, İspanyol ve İtalyanlarla birlikte Avrupa Birliği‘nin politikaları savunan UCLG‘nin İzmir‘e önericeği her şeyin, kültürel emperyalizmin yeni bir boyutu olduğu bilinmeli ve İzmir, 9 Eylül ruhuyla kendi geleceğini kendisi belirlemelidir.