Bu bir ihbar yazısıdır….

Ali Rıza Avcan

Evet, bu bir ihbar yazısıdır.

Hem de 2024 yılının ilk gününde içim sızlayarak yazdığım bir ihbar yazısı, bir feryat, bir isyan yazısıdır…

Ama alışıldığı üzere cumhuriyet savcılarına, CİMER‘e, HİM‘e ya da kendilerine devlet diyen kamu otoritelerine değil; tarihi ve kültürel değerlerin korunup sahiplenilmesine önem veren kamuoyuna, insanlığa ve 30 Mart 2024 tarihli yerel seçimlerde oy kullanacak seçmenlere, özellikle de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Konak Belediye Başkanlığı için oy kullanacak seçmenlere yönelik bir ihbar yazısıdır.

Büyük Kardıçalı Han

1928 yılında yapılan ve Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi‘nin tüm özelliklerini yansıtan İzmir‘in ilk, ülkemizin ikinci betonarme karkas yapısıdır. Birincisi ise İstanbul‘da 1923’de inşa edilmiş olan İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü binasıdır.

Büyük Kardıçalı Han

İzmir‘i, İzmir yapan, İzmir‘in mimari kimliğini belirleyen, her daim gözümüzün önündeki en önemli tarihi yapılardan biridir. Hemen önünde Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin temel öğelerini öne çıkaran Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi‘nin önemli temsilcisi Mimar Kemalettin Bey‘in heykeli bulunmaktadır.

Bina, batıda 2. Kordon olarak bildiğimiz Cumhuriyet Bulvarı, kuzeyde Mimar Kemalettin Caddesi, doğuda ise Şehit Fethi Bey Caddesi ile çevrelenen ve tapunun Konak ilçesi, Akdeniz mahallesi 77 pafta, 951 ada, 2 parselindeki 1.718 metrekarelik bir arsa üzerinde bulunmaktadır. 2024 yılı itibariyle 96 yaşına giren bu muhteşem bina, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü‘nün Parsel Sorgulama Uygulaması verilerine göre 119, İzmir Büyükşehir Belediyesi Üç Boyutlu Kent Rehberi verilerine göre kat mülkiyetinin geçerli olduğu 132 bağımsız bölümden oluşmaktadır.

Büyük Kardiçalı Han Kuzey cephe kesiti.
Büyük Kardiçalı Han planı.

1. derece kültürel varlık olarak koruma altına alınan yapı, tescil fişindeki bilgilere göre zemin + iki katlı, iç avlusu olan bir yapıdır. Şehit Fethi Bey Caddesi‘nden 15, 17 (han girişi) ve 19, Mimar Kemalettin Caddesi‘nden 16-A, 16, 14, 10, 8, 6 ve 4, Cumhuriyet Bulvarı‘ndan 56, 54 (han girişi), 52, 50, 48 ve 48/A kapı numaralarını almıştır.

1927-1928 yıllarında yapılan yapının sahibi, Yunanistan‘ın Batı Teselya bölgesindeki Kardiçe (Καρδίτσα Karditsa) kentinden önce Manisa, Akhisar‘a, daha sonra İzmir‘e gelip yerleşen tütün tüccarı Kardıçalı İbrahim Bey (1880-1958)’dir. Hakkındaki bazı iddialar, İbrahim Kardıçalı‘nın Sabetay Sevi‘yi Mesih olarak tanıyıp din değiştirenlerin Karakaş kolu ile ilişkili olduğu ile ilgilidir. Tütün ticaretiyle kısa zamanda zenginleşen Kardıçalı İbrahim Bey‘in bu binayı, abartılı bir söylemle demiri Almanya‘dan, çimentoyu Romanya‘dan, keresteyi de İtalya‘dan getirmek suretiyle apartman olarak yaptırdığı söylenmekle birlikte Cumhuriyet‘in ilk yıllarında demir, çimento ve kereste gibi inşaat malzemelerini üretemeyen bir ülke ve kentte, bu malzemelerin ülke dışından getirilmesi kadar normal bir şey olmayacağı da dikkate alınmalıdır.

Bu muhteşem yapıyı yapan mimarın ismi, çoğu araştırma, makale ve doktora tezinde herhangi bir kaynak gösterilmeksizin Mehmet Fesci olarak gösterilirken, İzmir Kent Ansiklopedisi‘nin mimarlıkla ilgili 2. cildindeki “Özel Yönetim ve İş Merkezi Yapıları Mimarisi” başlıklı bölümünü kaleme alan Doç. Dr. İnci Uzun ise ortalama bir yol izleyerek ve yine hiçbir kaynak göstermeden yapının o dönemde yapılan İzmir Ticaret Odası (1927) ve “Elhamra İdaresinde Milli Kütüphane Sineması” inşaatlarında birlikte çalışan mühendisler Fesçizade İbrahim Galip (İbrahim Galip Fesçi) ile Mehmet Galip (Galip Sinap) tarafından inşa edilmiş olabileceğini ifade etmektedir. (1) 2005 tarihli İzmir Mimarlık Rehberi‘ni hazırlayan Deniz Güner yapının mimarının Mehmet Fesçi olduğunu söylerken, Şeref Etker Büyük Kardiçalı Han‘a ait betonarme projesinin, Paris‘teki École Nationale des Ponts et Chaussées (Ulusal Köprüler ve Yollar Okulu)’den mezun olduktan sonra 1919-1922 yılları arasında Mühendis Mekteb-i Alîsi ile Sanayi-i Nefise Mektebi‘nde betonarme muallimliği yapan Muallim Mühendis Mehmet Galip Bey (Sinap) (1888-1962)’e ait olduğunu söylemektedir. (2, 3) Diğer yandan da Büyük Kardiçalı Hanı‘nın kuzey-batı köşesindeki kubbe rüzgarlığında bulunan çini kitabede ise “1927, İbrahim Mustafa” ismi bulunmaktadır.

Kardıçalı İbrahim, Tütün Tüccarı ilanı, Ticari ve İktisadi İzmir Rehberi 1926 – s.53.
Kardıçalı İbrahim Bey’in, 1936 Eylül ayından sonra Kültür Koleji olarak kullanılan Kemeraltı, Numanzade (847) Sokak’taki konağı.
Kardıçalı İbrahim Bey (1880-1958).

Büyük Kardiçalı Han‘ın en büyük paya sahip mülk sahiplerinin ise, Yeni Asır gazetesinin 22 Aralık 2023 tarihli nüshasında yayınlanan “Büyük Kardiçalı Hanı’nda büyük talan” başlıklı haberle, ülkemizin ve kentimizin tanınmış sermayedarlarından ve Migros‘un sahibi Tuncay Özilhan‘ın eşi ve İbrahim Kardıçalı‘nın torunu olan Emine Özilhan ile Macit Erzel ve Cemal Çiftçiler olduğunu öğreniyoruz.

Bina ile ilgili ilginç bir bilgi, “Taçsız Kral” adıyla ünlenen futbolcu Metin Oktay‘ın, 12 Mayıs 1965 tarihinde hanın sahibi İbrahim Kardıçalı‘nın kızı Servet Kardıçalı ile aileye haber vermeden ikinci evliliğini yapması nedeniyle, benim de bir kez gittiğim bu hanın altındaki “Gol Pub” isimli birahaneyi işletmesidir.

Büyük Kardıçalı Han‘la ilgili diğer ilginç bir tesadüf de, “Büyük Kardiçalı Han Pasajı” isminin geçtiği bir tabelaya ünlü Fransız çizgi roman yazarı Pierre Christin‘in yarattığı ve ünlü Fransız illüstratörü Andre Juillard‘ın çizdiği 2020 tarihli Lena’s Odyssey isimli çizgi roman albümünde karşılaşmamız oldu…

Binasının üzerindeki bakır tabelaya göre Adnan Beyamoğlu ithalatçı-ihracatçıydı. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu; ama, önemli değildi.

Asansörü olmakla birlikte uzun yıllardır kullanılmayan bu binanın sahibi olarak, şu an itibariyle 20 hissedarı bulunmaktadır. Bina 2019 yılında geçirdiği yangından sonra 2003 yılında ciddi bir tadilat geçirmiş; ancak, 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi sonucunda ağır bir hasar almıştır. Nitekim bu durum, Prof. Dr. Eti Akyüz Levi ile Dr. Umut Devrim Tunca‘nın birlikte kaleme aldıkları 2023 tarihli “Afetlerin Tarihi Kentlere Etkisinin Koruma Bağlamında Değerlendirilmesi: İzmir Örneği” başlıklı makalede “Kardiçalı Han’da düşey taşıyıcılarda ciddi kesme hasarları saptanmıştır” şeklinde ifade edilmektedir. (4)

İmar sahasında Banka Osmani. Kardıçalı İbrahim Bey inşaatı“.
Büyük Kardıçalı Han inşaatı devam ediyor…
Faytonların gezindiği bir İzmir coğrafyasında inşaatı bitmiş Büyük Kardıçalı Han…
Faytonların at arabalarıyla birlikte 2. Kordon’a çıkabildiği zamanların Büyük Kardıçalı Han’ı…

Bunun üzerine hanın mülk sahipleri özel bir firmaya deprem performans analiz raporu düzenletirler ve bu raporu Konak Belediyesi‘ne sunarlar. Konak Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) ise bu raporu, taşınmazın tescilli olması nedeniyle görüşünü almak üzere İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü‘ne iletir. Hazırlanan raporda çatı alın duvarında öteleme olması ve her an kendiliğinden yıkılabileceğinden hanın ışıklandırmasının bulunduğu koridorun kapatılarak kullanılmaması gerektiği belirtilir.

Yakın zamanların Büyük Kardıçalı Han’ı…
Büyük Kardıçalı Han.
Büyük Kardıçalı Han merdivenleri.
Büyük Kardıçalı Han koridorları ve muhteşem döşeme karoları…
Büyük Kardıçalı Han koridorları ve muhteşem döşeme karoları…

Koruma Kurulu ise ivedi olarak yapısal güçlendirme yöntemlerini önerecek bir statik raporla birlikte taşıyıcı sistem sorunlarının giderilmesiyle ilgili bir sanat tarihi raporunun; ayrıca, yapı rölöve ve restitüsyon etüdüyle restorasyon projesinin hazırlanması gerektiği şeklinde bir karar alarak, bu süreçte can ve mal güvenliğini sağlamaya yönelik gerekli önlemlerin ilgili kurumlarca alınması gerektiğini belirterek yapının mühürlenerek kullanımına kapatılmasının yasa kapsamında sakıncalı olmadığını belirtir. Kararda, konunun imar mevzuatı açısından Konak Belediyesi tarafından değerlendirilmesi gerektiğinin de altı çizilir.

Konak Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü‘nün 4 Mayıs 2023 tarihinde gönderdiği yazıda, tüm mülkiyet sahipleriyle kiracıların bilgilendirilerek, 3194 sayılı İmar Kanunu‘nun 39. maddesi gereği, handaki eşya ve insanların 30 gün içerisinde tahliye edilmesi istenip; tescilli taşınmaza inşaat anlamında müdahalede bulunulmadan taşınmaz ve çevresinde can ve mal güvenliğini sağlayacak emniyet tedbirlerinin mülkiyet sahipleri tarafından alınmasının talep edilmesi üzerine handaki kiracılar, bu kararın yasal olmadığını savunup, İzmir İdare Mahkemesi‘nde ‘yürütmeyi durdurma‘ talebiyle dava açarlar.

Böylelikle bu tarihi tescilli binayı yıkmaktan çok onu restore ederek kurtarmakla görevli olan belediye yöneticilerine de, -her zaman yaptıkları gibi- “biz mevzuatın bizden istediğini yerine getirerek görevimizi yaptık. Şimdi mahkemeden karar alınmasını bekliyoruz” diyerek hem işi yokuşa sürmenin, hem de yağmacılara yol açmanın bahanesi de çıkmış oldu…

Bina cephesindeki tehlikeli radyal çatlaklar…
Bina cephesindeki tehlikeli düşey çatlaklar…
Bina cephesindeki tehlikeli düşey çatlaklar…
Bina cephesindeki tehlikeli düşey çatlaklar…
Bina cephesindeki düşey çatlaklar…
Binanın Cumhuriyet Bulvarı (2. Kordon) cephesindeki balkon konsollarının ve zeminlerinin yıpranmış içler acısı hali…

Bu gelişmeler İzmir‘deki yerel gazeteler ve ajanslar tarafından gündeme taşınmakla birlikte (5) tahliye edilen yapı içinde ve çevresinde gerekli önlemler alınmadığı için bir süre sonra yapının yağmalanmaya başladığı ile ilgili haberleri okumaya başladık. Önce 24 Ekim ve 1 Kasım 2023 tarihlerinde Egepostası gazetesi, “Hırsızlar Asırlık hanı mesken tuttu: Göz göre göre yağmalanıyor!” ve “Egepostası Asırlık Han’ın yağmalanmasını gündeme getirmişti: Yetkililer önlem aldı“, ardından 21 Kasım 2023 tarihinde İlkses gazetesi “Kardiçalı Han ‘tehlike’ saçıyor: Yeterli önlem yok!“, en sonunda da 22 Aralık 2023 tarihinde Yeni Asır gazetesi “Büyük Kardiçalı Hanı’nda büyük talan” başlıklı haberleri gündeme getirerek bu değerli yapıdaki hırsızlık, soygun ve talanı fotoğraflayıp bu konuda görevli, sorumlu ve yetkili olan kamu görevlilerinin dikkatini çekmeye çalışırlar. (6, 7, 8,9)

Yaklaşmak can ve mal güvenliği açısından tehlikeli ama binanın yanından geçmek ne ölçüde tehlikeli?
Bine girişlerini saç tabakalarla örtüp gitmek ne ölçüde etkili?
Yağmacılar, yerleştirilen saç tabakaları kesip binaya girerlerse, ne olur?

Bu resmi yazışma ve gazete haberlerinden anlaşıldığı kadarıyla, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu bu değerli yapının restorasyonu için gerekli olan raporların hazırlanmasını ve bu raporların hazırlandığı süreçte binada herhangi bir inşaat faaliyetinin yapılmaması koşuluyla binanın içinde ve çevresinde can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla -“ilgili kurumlarca” ifadesiyle Konak Belediyesi‘ni işaret ederek- önlem alınmasını istediği halde Konak Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü‘nün binayı İmar Kanunu‘nun 39. maddesinde tanımı yapılan “yıkılacak derecede tehlikeli yapılar” sınıfına sokarak binayı tahliye ettirdikten sonra bina girişlerini saç levhalarla kapatarak; ama bina çevresinde alınması gereken can ve mal güvenliği ile ilgili önlemleri mal sahiplerine bırakarak görevini yapmadığı ya da savsakladığı görülmektedir. Zira bina sahiplerinin bina çevresi olarak tanımlanan; ancak, Konak Belediyesi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait olan bu bulvar, cadde, kaldırım ve yaya alanlarında mal ve can güvenliğini, bu iki belediyeye rağmen nasıl sağlayacağı konusunun anlamsızlığı bir yanda dururken, bina girişlerini saç levhalarla kapatıp gittikten sonra o saç levhaların eğrilip bükülerek, kesilerek ya da yok edilerek başlatılan yağma süreçlerinde bu yöntemin can ve mal güvenliğini sağlama açısından yeterli bir önlem olmadığı ne yazık ki anlaşılmamış ya da anlaşılmakla birlikte bu konularda görevli, yetkili ve sorumlu olan hiçbir belediye yetkilisinin kılı bile kıpırdamamıştır.

Kısacası, başta Konak Belediye Başkanı Abdül Batur olmak üzere hiçbir belediye yetkilisi görevini yapmamış, o binanın önünden gelip geçen başta İzmir Valisi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere İzmir İl Emniyet Müdürü, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü ve UNESCO İzmir Tarihli Liman Kenti Alan Başkanı, bizim sade bir yurttaş olarak sorduğumuz “burada ne oluyor?” sorusunu sormamış, sahip oldukları yetkileri kullanarak bu soygun ve yağmaya müdahale etmemiştir.

Oysa Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘nun Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları başlıklı 5 Kasım 1999 tarih, 660 nolu ilke kararının “Esaslı Onarım İlkeleri” başlıklı kısmının (b) maddesinde, korunması gereken taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen yapıların yıkılmadan korunmalarının esas olduğu, yıkılacak şekilde tehlike yaratan (mail-i inhidam) korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının yıkılması ilgili kararların ancak koruma kurullarınca alınacağı, anılan taşınmaz kültür varlıklarının belediyeler veya valiliklerce boşaltılacağı, gerekli fiziki ve güvenlik önlemlerinin ilgili valilik ve belediyesince alındıktan sonra konunun koruma kuruluna iletilerek alınacak karara göre işlem yapılacağı hüküm altına alınması gerektiği hüküm altına alındığı; ayrıca, Danıştay 6. Dairesi‘nin 22.12.2006 tarih, E.2004/8089, K. 2006/6505 sayılı emsal kararında gerekli fiziki ve güvenlik önlemlerin belediye ya da valilikçe alınması gerektiği kesin bir şekilde belirtildiği halde; Büyük Kardıçalı Hanı‘nın çevresindeki fiziki ve güvenlik önlemlerinin Konak Belediyesi‘nce yerinde getirilmeyerek bunun mal sahiplerinden istendiği, sonuç olarak Konak Belediyesi‘nin binanın dış yüzeyine astığı tabelalarda her an yıkılabileceği belirtilen binanın çevresinden geçenler tesadüflerin insafına bırakılmış, kamu görevlisi yapması gereken kamu görevini yerine getirmemiştir.

Üstüne üstlük 24 Temmuz 2007 tarihinde çekilerek Vikipedi‘nin “Kardiçali Han” maddesine eklenen fotoğrafta gördüğümüz yapının kuzeybatı köşesindeki kubbenin üstündeki 1927 tarihli tarihi kitabe ya rüzgarda düşerek ya da çalınarak kaybolmuş ve kimseler bunun farkına varmamıştır.

Yapının zemin katında rahatlıkla ulaşabildiğimiz işyerlerinin son durumu.
Yapının çalınan yağmur suyu oluklarının son durumu.
Yapının çatısındaki son manzara, Fotoğraf: Yeni Asır Gazetesi, 23.12.2023.
   Uzun bir süredir mevcut olmayan 1927 tarihli kitabe, Kaynak: Vikipedi, “Kardiçalı Han”, https://tr.wikipedia.org/wiki/Kardi%C3%A7al%C4%B1_Han#/media/Dosya:Kardi%C3%A7al%C4%B1_Han_20070724.jpg
Kaynak: Orhan Beşikçi, 30.12.2023.

Oysa İmar Kanunu‘nun 39. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre yapı sahibinin tahliye tebligatını izleyen 30 gün içinde yapıdaki tehlikeyi ortadan kaldırmaması halinde, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu aldığı kararda yıkımdan değil, restorasyondan söz ettiği için binadaki tehlikenin bizatihi Konak Belediyesi tarafından giderilmesi; yani restorasyonun Konak Belediyesi tarafından yapılarak, yine aynı fıkra hükmüne göre masrafının % 20 fazlası ile yapı sahiplerinden tahsil edilmesi gerekiyor.

Şimdi ise yapı sahiplerinin, alınan tahliye kararının yürütmesinin durdurulması talebiyle idare mahkemesine gitmesine neden olunarak sorunun çözümlenmek yerine dondurulması; böylelikle hem binanın girişlere yerleştirilen saç levhaların eğrilip bükülmesi suretiyle yağma edilmesinin yolu açılmış, hem de binanın çevresinden gelip geçen insanların mal ve can güvenliği göz ardı edilmiştir.

Oysa başında mimar bir belediye başkanının bulunduğu ve o mimar belediye başkanının İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğu bir süreçte belediye mülk sahipleri ile oturup onlara durumu anlatıp onların restorasyonla ilgili raporları hazırlayamadığı ve restorasyon masraflarını karşılayamadığı bir koşullarda, işin içine İzmir Valiliği Yatırımları İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı (YİKOB) emrindeki emlak vergisi fonunu, (İZKA) İzmir Kalkınma Ajansı‘nın yaptığı yardımları ya da olası sponsor katkılarını da dahil ederek bu sorunu çözmesi, böylelikle hem binanın yağmasını engellemesi hem de bina çevresindeki mal ve can güvenliğini sağlaması beklenirdi. Unutmayalım ki, Konak Belediyesi geçmişte kendisine ait olmayan birçok yeri, örneğin Basmane Çukuru yakınındaki Maliye Hazinesi‘ne ait TEKEL binasını restore ederek İzmir İl Emniyet Müdürlüğü‘ne teslim etmişti. O nedenle, buna benzer bir yöntem niye Büyük Kardiçalı Han için tercih edilmemiş ve mülk sahiplerinin mahkemeye gitmesi sağlanmıştır, işte bunu anlamak gerçekten mümkün değildir…

Hele ki bu binayı yıllarca kullanan, bu binanın iç mekanlarında sergiler, festivaller, toplantılar düzenleyip bu işin rantını yiyen sanat merkezi sahiplerinin ve sanatçılarının herkesi gözü önünde sergilenen bu yağma, talan ve hırsızlık sürecine tepkisiz kalmalarını, tek bir ses çıkarmamalarına da şaşırmamamız gerekiyor… Belli olmaz, belki bir gün bu çirkinliği bile sanatsal bir etkinlik, örneğin bir enstalasyon olarak bizlere sunmaya kalkabilirler…

Ama tabii ki, 30 Ekim 2020 Sisam Depremi sonrasında kullanılamaz hale gelmiş olan kendi binasını bile bugüne kadar yapamayan bir belediyenin ve o belediyenin başkanı olan bir mimarın şimdi çıkıp bu binayı sahiplenmesini, bırakın onu bir aday adayı olarak seçildiğinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla İzmir‘e sahip çıkmasını beklemenin bir hayal olduğunu biliyor ve başta Konak Belediye Başkanı Abdül Batur olmak üzere bu sürecin seyirciliğini yapan İzmir Valisi Dr. Süleyman Elban‘ı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘i, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü‘nü, İzmir İl Emniyet Müdürü Celal Sel‘i, UNESCO İzmir Tarihi Liman Kenti Alan Başkanı Abdülaziz Ediz‘i ve geçmişimize sahip çıkmayan tüm görevli, yetkili ve sorumlu zevatı kamuoyuna, halka; daha doğrusu 30 Mart 2024 seçimlerinde oy kullanacak İzmirli seçmenlere ihbar ediyorum… Çünkü onların, o tarihi değeri yağmalayanlardan daha çok suçlu olduklarına, bu yağmayı izleyerek görevlerini kötüye kullandıklarına inanıyorum…

Büyük Kardıçalı Hanı‘nın bu derece ihmal edilip yağmacıların insafına terk edilmesi ile ilgili akla gelen diğer bir kötü ihtimal de, mülk sahiplerinin bu soygun, hırsızlık ya da yağma neticesinde binanın yok olup çökeceği bir süreçte burayı kurtarmak bahanesiyle bu hanı yıldızlı bir otel yapma ihtimalidir ki, Özilhanlar olarak adlandırılan bu sermaye grubunun Ankara‘daki ve Çeşme‘deki otellerini dikkate aldığımızda bu şüphenin pek de yabana atılmayacak bir ihtimal olması kuvvetle muhtemeldir…

…………………………………………………………………………………………………………….

(1) Uzun, İ., “Özel Yönetim ve İş Merkezi Yapıları Mimarisi“, İzmir Kent Ansiklopedisi, Mimarlık, Cilt 2, İzmir Büyükşehir Belediyesi yayını, 2013, İzmir, sh. 31-32.

(2) Güner, D. İzmir Mimarlık Rehberi, TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yayını, 2005, sh. 120.

(3) Etker, Ş., “Türk Mühendis ve Mimar Birliği Nizamname-i Esasisi (İzmir, 1924), Osmanlı Bilim Araştırmaları Dergisi, Cilt XIII, Sayı I, 2011, s. 109-116.

(4) Akyüz Levi, E., Tunca, U. D., “Afetlerin Tarihi Kentlere Etkisinin Koruma Bağlamında Değerlendirilmesi: İzmir Örneği, IV. Kentsel Morfoloji Sempozyumu, Konya, 2023, sh. 268-281.

(5) “İzmir’deki tarihi Büyük Kardiçalı Han’da tahliye kararına karşı yürütmeyi durdurma davası, DHA – Demirören Haber Ajansı, 23 Mayıs, 2023, https://www.dha.com.tr/foto-galeri/izmirdeki-tarihi-buyuk-kardicali-handa-tahliye-kararina-karsi-yurutmeyi-durdurma-davasi-2255046, Erişim Tarihi: 29.12.2023.

(6) “Hırsızlar Asırlık Han’ı mesken tuttu: Göz göre göre yağmalanıyor!, Egepostası gazetesi, 24.10.2023, https://www.egepostasi.com/haber/Hirsizlar-Asirlik-Han-i-mesken-tuttu-Goz-gore-gore-yagmalaniyor/317474

(7) “Egepostası Asırlık Han’ın yağmalanmasını gündeme getirmişti: Yetkililer önlem aldı!, Ege Postası, 01.11.2023, https://www.egepostasi.com/haber/Egepostasi-Asirlik-Hanin-yagmalanmasini-gundeme-getirmisti-Yetkililer-onlem-aldi/318127, Erişim Tarihi: 29.12.2023.

(8) “Kardiçalı Han ‘tehlike’ saçıyor: Yeterli önlem yok!, İlkses gazetesi, 21.11.2023, Erişim Tarihi: 29.12.2023, https://www.ilksesgazetesi.com/guncel/kardicali-hani-tehlike-saciyor-yeterli-onlem-yok-200625.

(9) “Büyük Kardiçalı Hanı’nda büyük talan, Yeni Asır gazetesi, 22.12.2023, Erişim Tarihi: 29.12.2023, https://www.yeniasir.com.tr/izmir/2023/12/22/buyuk-kardicali-haninda-buyuk-talan

UNESCO, haydi göreve!

Ali Rıza Avcan

1913-1996 yılları arasında yaşayan rahmetli babamın ve ailesinin memleketi, Çerkezlerin Rusya‘nın Soçi kenti yakınlarındaki topraklarını terk edip Anadolu‘ya göç ettikleri 93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, o zamanlar İzmit Sancağı‘na bağlı Şile (Alacalı) kazasında geniş ve yoğun meşe ormanlarıyla kaplı vadideki Yeşilvadi (Saffetiye, Heciz), Avcıkoru (Hamidiye), Kaşbaşı ve Darlık köyleridir. O nedenle, memleketimi soran herkese ilk yıllarda “Şileliyim” d,yr crvap verirken, Cenevizlilerin yaptığı tarihi Şile Kalesi‘nin kötü bir restorasyonla, Nickelodeon kanalı için Stephen Hillenburg tarafından bir animasyon karakteri olarak yaratılan Sünger Bob‘a benzetilmesi nedeniyle, artık “benim memleketim, Sünger Bob’un memleketidir” demeye başladım ve bundan böyle bu kötü restorasyon örneğinden haberdar olanlar benim Şileli olduğumu anlamaya başladılar.

Eski ve yeni haliyle Şile Kalesi…

Bu kötü örnekten hareketle, hemen herkes tarihi bir yer restore edilmeye başlandığında o işin sonunda karşısına kötü bir şeyin çıkacağını düşünüp kaygılarını ifade ediyor. Bu anlamda, tüm ülkeye yayılan zengin kültürel ve doğal değerleri, -ne yazık ki- koruyamadığımızı, onlara sahip çıkamadığımızı herkes biliyor ve kabul ediyor. Leonard Cohen‘in “Everbody Know” şarkısında söylediği gibi, her şeyi bilmekle birlikte bu konuda sonuç alıcı bir şeyler yapmıyor, yapamıyoruz ve çoğu kez başarılı olamıyoruz.. İşte o nedenle, İzmir Büyükşehir ve Konak Belediyesi gibi kültürel değerleri korumakla görevli kurumlara ucuz koruma projeleri hazırlayan ünlü mimarın bile, şu sıralar Kemeraltı‘nın tam ortasına tarihi dokuyla örtüşmeyen betonarme bir bina yaptığını gördüğümüzde, bu suçun belediyeler, belediyelere bağlı KUDEP birimleri, koruma kurulları, iş bilir tacir şehir plancılarıyla mimarlar, danışmanlık yapan akademisyenler, kent simsarlığı yapan rant peşindeki sermaye çevreleri tarafından işlenen çok ortaklı bir suç olduğunu görüyor ve kime güveneceğimizi bilemiyoruz.

Çünkü kendi şahsi kasamızda sakladığımız para, takı ya da mücevherlerin değerinde; hatta onlardan daha kıymetli olan bu zenginlikleri para, mevki ya da rant uğruna yok edenler olduğu gibi korur gibi yapıp korumayanlar da aramızda yaşıyor.

Örneğin, Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın bizatihi kendisi, bu bakanlığa bağlı koruma kurulları, ulusal ya da uluslararası koruma kuruluşlarının Türkiye ofisleri, üniversitelerdeki akademisyenler bu değerlerden bol bol söz edip sayfalar dolusu kitap, tez, makale ve rapor yazıp kongre, seminer, sempozyum gibi toplantılarda konuşurken bu değerlerin yok edilip kaybolmasına seyirci kalmayı tercih ediyorlar.

Gür Yapı tarafından gerçekleştirilen restorasyon sırasında akustiği bozulan Süleymaniye Camii…

Yakın zamanda dile getirmeye çalıştığım Edirne‘deki Mimar Sinan eseri Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyonunda ya da 2012 yılında yapılan restorasyon sonucu o muhteşem akustiğini kaybeden Mimar Sinan‘ın diğer bir eseri Süleymaniye Camii örneğinde gördüğümüz gibi, bu eserlerin eşsiz özelliklerini bozan ya da yok eden barbarlık karşısında üniversiteler, meslek odaları ve medya dahil hiç kimse sesini çıkarmıyor, çıkarsa bile çıkan o cılız ses çoğalıp yayılmıyor ve bir noktada kaybolup gidiyor.

Aynen 4,5 yıl süren zorlu bir çalışma sonucunda Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyon projesini hazırlayan yüksek mimar Acar Avunduk‘un feryadına kimsenin katılıp destek vermemesinde, Danıştay‘da açtığı ve halen devam eden davanın şahsi bir dava olarak algılanmasında olduğu gibi…

Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyonu tüm uzman firmaların katılabileceği bir ihale yapılmak yerine ihalesiz bir şekilde doğrudan Gür İnşaat‘a; hem de Süleymaniye Camii akustiğini bozan firmaya Kamu İhale Kanunu‘nun 21. maddesinin (b) fıkrasına göre pazarlıkla ve adrese teslim şekilde verildiği halde yapılan tüm basın açıklamalarında ve gazete haberlerinde söz konusu restorasyonun Sultanahmet Camii restorasyonunu yapan firma; yani Taş Yapı olduğu, firmanın adı titizlikle saklanarak söylenmekte; böylelikle daha önce kusurlu bir restorasyon yapıp Süleymaniye Camii‘nin akustiğini bozduğu bilinen yandaş bir şirket kayırılıp kollanmaktadır (1) (2), (3), (4).

Ayrıca caminin devam etmekte olan restorasyonu sırasında hem Trakya Üniversitesi akademisyenlerinin hem de Selimiye Camii ve Külliyesi Alan Başkanlığı‘nda görevli yetkililerle kurul üyelerinin restorasyon alanına sokulmadığı için yapılan işi izleyip denetleyemediği bir süreçte, restorasyonu üstlenen yandaş şirket Gür Yapı yetkisi yerine Vakıflar Bölge Müdürü Ahmet Saraç‘ın yanında siyasi bir kişilik olarak yer alan TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu Başkanı AKP Edirne Milletvekili Fatma Aksal‘ın basına demeç verdiklerine tanık oluyor ve bu etrafı yüksek panellerle çevrelenip kamuoyu denetiminden kaçırılan restorasyonun aslında yandaş şirket, yandaş bürokrat ve iktidar partisi milletvekili üçgeninde Saray‘ın emirleri doğrultusunda devam ettirildiğini, yapılacak yanlışlık ve eksikliklerinin görülmeyip, Süleymaniye Camii örneğinde olduğu gibi, örtbas edileceğini ve eserin temel özelliğini bozan yandaş şirkete bir öncesinde olduğu gibi ceza verilmeyeceğini anlıyoruz.

İşte bütün bu yaşadığımız olaylar ve sorunlar nedeniyle, sahip olduğumuz zengin kültürel değerleri korumada son bir çare olarak UNESCO‘ya başvuruyor, o eserlerin korunması için UNESCO‘nun Dünya Mirası Geçici ve Daimi Listesine girmesini önemsiyoruz. Çalakalem hazırlanan dosyalarla UNESCO‘nun kapısını çalıp “bunu da, şunu da listeye alın” diyerek adeta yalvarıyoruz. Bunun doğal bir sonucu olarak da başvuru sayısı itibariyle, UNESCO‘ya başvurup Dünya Mirası Geçici Listesi‘ne giren ülkeler arasında ön sıralardayız. Bunun doğal bir sonucu olarak, UNESCO‘nun Dünya Mirası Daimi Listesi‘nde 21 adet kültürel ve doğal değerimiz olmasına karşın, Dünya Mirası Geçici Listesi‘nde yer alıp daimi listeye alınmayı büyük bir heves ve heyecanla bekleyen 79 adet kültürel ve doğal değer bulunmaktadır. Adeta, Anadolu‘daki her il ve ilçenin ısrarlı bir şekilde kendi şehrinde üniversite açılmasını talep ettiği bir durumla karşı karşıyayız. Hatta bu uğurda her yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne yapılan teklifler konusunda ilginç bir çekişmeyi izliyor, bu teklife konu olmayanların bunun politik bir tavır olduğu ile ilgili iddialarına tanık oluyoruz.

Üstüne üstlük Antalya Karain Mağarası gibi 1994’den bu yana; yani 29 yıldır ya da İshakpaşa Sarayı, Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri, St. Nicholas Kilisesi, Sümela Manastırı, Termessos Milli Parkı ve Kekova gibi 13 adet kültürel ve doğal değerin 2000’den bu yana; yani, 23 yıldır UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne girmesini içeri girmek istediğimiz kapının ardında beklediğimiz bir süreçte…

Aslında böyle yapmakla, UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne girmeyi bekleyen 79 kültürel ve doğal değer sırasını beklerken ortaya çıkacak her yeni müracaatın, sırada bekleyenlerin şansını azalttığını fark etmeden ya da düşünmeden…

Çünkü biz koruyamıyoruz ve son bir çare olarak bizim yapamadığımızı UNESCO‘nun yapmasını istiyoruz…

2021-2025 döneminde restore edilecek olan ve içeriye restorasyon projesini hazırlayan yüksek mimar Acar Avunduk’un alınmadığı Selimiye Camii….

UNESCO ise, yakın zamana kadar Amerika Birleşik Devletleri‘nin yıllık aidatlarını durdurması nedeniyle küçülen bütçesini telafi etmek amacıyla küçük ülkelerin ödedikleri küçük aidatları önemsemesi nedeniyle, eski titizlik ve takipçiliğini neredeyse bırakmış durumdaydı. Neyse ki, Amerika Birleşik Devletleri yakın zamanda birikmiş yıllık aidatlarını ödemeye başladı. Böylelikle UNESCO‘nun o eski dönemlerinde olduğu gibi nitelikli uzmanlarla birlikte titiz incelemeler yapıp doğru kararlar alarak o eski yaptırım gücüne ulaşacağını umuyor ve böylesi hamleler yapmasını bekliyoruz.

Çünkü UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘nde yer alan İstanbul Tarihi Yarımada‘daki çarpık yapılaşmalar nedeniyle UNESCO‘nun 2010 yılında, daimi listeden çıkarma tehdidi ile birlikte yaptığı uyarı üzerine, bu uyarının nasıl ciddiye alınıp neler yapıldığını gayet iyi anımsıyor ve aynı tür uyarıların bugünkü koşullarda UNESCO kriterlerine rağmen korunmayan kültürel değerler için de yapılmasını arzuluyoruz.

Ancak diğer yandan da UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne giren ya da girmek için sıra bekleyen bu kültürel ve doğal değerlerin nasıl korunup yönetileceğini gösteren alan yönetim planlarını hazırlanmıyor ya da süresi geçmiş alan yönetim planlarını güncellemiyoruz. İşte o nedenle, Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın ulusal yönetim planlarını gösteren İnternet sayfasına baktığımızda, daimi ve geçici listede bulunan toplam 100 adet kültürel değerden sadece 28’inin planının bulunduğunu ve bunlardan 12’sine ait planların güncellenmesi gerektiğini görüyoruz. Örneğin İstanbul Tarihi Yarımada‘ya ait en son planın 2018-2022, Ani Kültürel Peyzaj Yönetim Planı‘nın 2015, Aphrodisias Antik Kenti Alan Yönetim Planı‘nın 2014-2018, Edirne Selimiye Camii Külliyesi Yönetim Planı‘nın da 2011-2015 döneminden sonra yenilenmediğine tanık oluyoruz.

Oysa ülkelerin kültürel değerlerinin yönetimi ile görevli otoritelerin, o eserin bulunduğu yerdeki belediyelerle alan yönetimlerinin o eserin yönetilip korunması ile ilgili planları devamlı güncelleyerek bu konuda ne ölçüde ciddi olduklarını göstermesi gerekiyor. Tabii ki de, bunu izleyip denetleyecek olan UNESCO‘nun da…

Ama ne yazık ki, UNESCO Türkiye Ofisi yetkilileriyle merkezi Paris‘te bulunan UNESCO‘nun, bizim gösterdiğimiz bu ciddiyet ve titizliği göstermediklerini, süresi dolmuş planların güncellenmesi konusunda çaba harcamadıklarını, en azından bu konuda bir şeyler yapmış olsalar bile koruma konusunu açısından önemli bir konu olan “toplumsallaşma” boyutunda kamuoyunu bilgilendirmediklerini görüyoruz. Aynen Mimar Sinan‘ın kalfalık eserim dediği ve muhteşem akustiği ile bildiğimiz Süleymaniye Camii restorasyonu sonrasında o eşsiz akustiğin bozulması, Ayasofya Müzesi‘nin camiye dönüştürülmesi ya da bugün çevresi yüksek panellerle kapatılıp hem yasal, hem de kamuoyu denetimine kapatılan gizli saklı restorasyon sonucunda kötü sürprizlerle karşı karşıya kalabileceğimiz Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyonunda yaşayıp gördüğümüz gibi…

İşte o nedenle ülkemizde, yaşadığımız kent ve kasabalarda yan yana, iç içe yaşadığımız bu kültürel ve doğal değerlerin korunması konusunda “son çare” olarak gördüğümüz UNESCO‘nun da, UNESCO Türkiye Ofisi‘nin de uyarılması konusunda bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorum.

2021 yılında başlayıp 2025 yılında bitecek olan Selimiye Camii ve Külliyesi ve diğer kültürel değerlerin restorasyonları sonucunda, Süleymaniye Camii restorasyonunu yapan Gür İnşaat isimli aynı firmanın bize yeni bir kötü sürpriz yaşatmaması, bunu sağlamak amacıyla yasal yetkiye sahip olan proje müellifinin ve alan yönetimi üyelerinin restorasyon alanına girip yapması gereken denetimi gerçekleştirmesi; ayrıca, bu tür kültürel ve doğal değerlerin halk tarafından korunup sahiplenilmesi amacıyla kamuoyu denetimine açılması dileğiyle…

(1) https://ankahaber.net/haber/detay/selimiye_camiide_40_ay_surecek_restorasyon_calismasi_basladi_63964

(2)https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bircok-restorasyon-konusuldu-ama-sultanahmet-camiindeki-skandal-cok-buyuk-425967h.htm

(3) https://www.cnnturk.com/guncel/suleymaniyenin-akustigini-restorasyonlar-bozdu

(4) https://guryapi.com/project/edirne-selimiye-camii/

Metrûk…

Ali Rıza Avcan

Metrûk” sıfatının Türkçe’deki karşılığı, “terk edilmiş“, “bırakılmış“, “artık kullanılmayan” anlamına geliyor… Bu sıfat genellikle “metrûk bina” tamlaması şeklinde karşımıza çıktığı için günlük konuşma dilindeki anlamı da, “terk edilmiş, bırakılmış, artık kullanılmayan bina” oluyor…

Günlük yaşamda ise bu özellikleri taşıyan metrûk bir bina, iki şekilde karşımıza çıkıyor; terk edilmiş, bırakılmış, artık kullanılmayan eski, tarihi, tescilli binalar ya da yapımı aşamasında herhangi bir sorunu olduğu için yapımına ya da iskanına belediyelerce izin verilmeyen binalar, daha doğrusu inşaatlar…

Terk edildikten sonra boş bırakılan bu tür metrûk binalar, son yıllarda kentlerdeki güvenlik zaafiyeti nedeniyle içine kimin girip çıktığı belli olmayan, içlerinde geçici ya da sürekli olarak suçluların yaşayıp barınabileceği binalar olarak algılanmaya başladı.

Çünkü bu tür tarihi, eski, tescilli binaların ya da yarım kalmış inşaatların mal sahipleri ya da devletin kolluk güçleri tarafından korunup kollanması, özellikle de mal sahiplerine böyle bir yükümlülük getirilmesi söz konusu bile değil. O nedenle de, çoğu eski, tarihi ve tescilli bina yıkım, inşaat, eski eşya satış ve katı atık sektörünün mahallelerdeki kılcal damarları olarak görev yapan hırsızlar ve mafya ekipleri tarafından önce binanın kapı ve çerçevelerinin sökülmesi, ardından binanın iç bölümlerinin; özellikle de tavan kaplamalarıyla şöminelerin, mermer kurnalarla havuzların ve diğer aksamının çalınması suretiyle soyuluyor ve sonrasında çoğu kez zengin kesimlerin konutlarında kullanılmak üzere satılıyor… Ardından da kapısı, çerçevesi kalmadığı için içine herkesin girebildiği bu yapıları korumak gerçekten de zorlaşıyor…

Diğer yandan bu tür tarihi, eski, tescilli yapıların yavaş yavaş soyulup yıkılmasından sonra bulunduğu parselin kaçak otopark yapılması da kentteki otopark mafyasının başlıca faaliyetlerinden biri olarak ortaya çıkıyor…

Konak, Yeşiltepe Mahallesi, Mithatpaşa Caddesi No.134 ve 134/A adresinde son derece güzel Körfez manzarasına sahip boş ve metruk bina…
Mavişehir’e komşu alanda ve Gediz Deltası arazisinde yapılıp yıllardır metruk bir şekilde bekleyen iki büyük yapı da suç mahalli ihtimalinin yüksek olması nedeniyle yıkılmayı bekliyor; ama, kimse onları yıkmaya cesaret edemiyor…

Bu arada, müteahhitlere ya da daha zengin kesimlere ait inşaat halindeki binalara ise kimse dokunmuyor, daha doğrusu dokunmaya cesaret edemiyor. O inşaatlar ya da binalar, olası bir imar affında değerlendirilmek üzere yıkılmayıp özenle bir köşede saklanıyorlar… Aynen İzmir’de Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’ndaki Polis Moral Eğitim Evi ile Orduevi’nin yakınındaki körfeze bakan bina inşaatı ya da Mavişehir’de, Gediz Nehri Deltası’nda yapılıp yıllardır bitirilemeyen iki ayrı gökdelen inşaatı gibi…

Kentte güvenliği sağlamaktan çok olup biteni seyredip karışmamayı tercih eden emniyet ve zabıta güçleri ise bu şekilde terk edildiği için soyulan ve soyuldukça ayakta durmakta zorlanan bu tarihi, eski ve tescilli yapılar için yakın zamanda harika bir çözüm buldu: 2021 tarihli bakanlık genelgesi ile genel bir yıkım emri vererek suç mahalli olarak kabul edilen eski, tarihi ve tescilli binaları yok etmek….

İçişleri Bakanlığı’nın “Metrûk Binalar” konulu 11 Ekim 2021 tarih, 16420 sayılı genelgesi ile tüm valilik ve belediyelerden, insanların can ve mal güvenliğini tehdit eden, çevre kirliliğine yol açan ve kent estetiğine uygun olmayan metruk binaların ve enkazların uyuşturucu kaçakçılığı ile kullanımına, sigara kaçakçılığına, bu maddelerin saklanması ve gizlenmesi gibi amaçlara hizmet etmesi nedeniyle uyuşturucu ile mücadele etmek, kamu düzeni ve güvenliğini korumak, mal ve can güvenliğini sağlamak gibi gerekçelerle ülke genelindeki metruk binaların tespit edilmesi, bunların iyileştirilmesi/rehabilite edilmesi, yıkılması ve/veya kullanımını engelleyecek fiziki tedbirlerin alınması ve güvenlik önlemlerinin artırılması isteniyor.

Söz konusu genelgenin 5. maddesinde tarihi değeri bulunan veya sit alanı içerisinde yer alan bina ve yapıların restorasyon ve çevreye kazandırma işlemlerinin usul, esas, esas ve imkanlar çerçevesinde ivedilikle yerine getirilmesi istenmekle birlikte, İçişleri Bakanlığı’nın yıkımı özendiren bu genelgesi sonrasında İzmir’in özellikle Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale bölgelerinde tescilli ya da tescilsiz birçok tarihi bina, bu genelgenin verdiği ilhamla yıkıldı ya da yıkım için sırasını beklemekte… Gün geçmiyor ki, Konak Belediyesi’ne ait iş makinalarının, özellikle de kepçelerin yıktığı tarihi ev kalıntıları ile karşılaşmamız, geçmişin büyük bir hoyratlıkla yok edildiğine tanık olmamız mümkün olmasın…

Basmane, Akıncı Mahallesi, 1298 Sokak’taki belediye binalarının hemen yanında, önce yanıp daha sonra “koruma” altına alınan, muhtemelen yıkıma uğrayacak tarihi yapı….

Çünkü özel mülk olan eski, tarihi ve tescilli binalara müdahale edip restore edilmesi konusunda ellerinde herhangi bir yetki yok. Sadece, binadaki ufak bir sıvanın, taşın, kiremitin düşmesi ile yaralanmalı ya da ölümlü sonuçlar olabilir kaygısıyla mülk sahiplerini uyarabiliyorlar. Konuyu sadece koruma kurullarına iletebiliyorlar ve bu durumda da koruma kurulları bu bakım, onarım ya da restorasyonu yapının sahibine yaptırın diyebiliyor. Sahibi yapmayınca da belediye tekrar uyarıyor ve bu böyle devam ediyor. Sonunda ise yapı daha fazla yıpranıp yıkılacak raddeye geldiğinde ise belediye bu genelgeye göre tehlikeli yapı işlemi yapıp durumu kurullara iletiyor. Kurullar da riske girmek istemediği için tehlikeli bölümlerin alınması doğrultusunda karar alıyor. Bunu fırsat bilen yapı sahibi ise yapının tümü tehlike altındaymış gibi yapıyı yıkıp otoparka dönüştürüyor ya da yeni bir inşaata hazır hale getiriyor.

Basmane, Yenigün Mahallesi 1309 Sokak’taki 3 ve 3/A nolu tarihi binadan arta kalanlar…

Belediyelerin bir hizmet birimi olarak kurulan koruma, uygulama ve denetim büroları (KUDEB) ile ilgili mevzuatta mali gücü yetersiz olanlara işgücü, teknik yardım veya malzeme yardımı yapılması öngörülmüş olmakla birlikte; kanun, bu bakım, onarım ya da restorasyonu yapamayacak olanları “acz içinde olanlar” olarak tanımladığı için, kaymakamlıklar çoğu kez bu mülk sahipleri için “aczi vardır” yazısı vermemekte ve böylelikle tarihi, eski, tescilli yapıların yıkılması kolaylaştırmaktadır.

Böylelikle sonuçta, herkesin gözü önünde ve hiç kimsenin bu olaya ortak olup risk almak istemediği bir ortamda bunlar gerçekleşmekte ve tarihi, eski, tescilli yapılar tek tek yok olmaktadır.

Bu manzara benim İzmir özelinde görüp tanık olduğum, sorup öğrendiğim manzara… Kentteki güvenlik açığının sorumlusu olan polis ve zabıta teşkilatı, mülk sahibinin sorumsuz tutumu, tarihi, tescilli binayı soyup soğana çeviren; hatta yanıp yıkımına neden olan yangına neden olan, yıkım kolaylaşsın diye çatı açan hırsızlar, yıkılan binanın yerinde kaçak otopark yapan mafya çeteleri ya da orada yeni bir bina yapmak isteyen inşaat sektörünün baronları, bütün bu olayları hızlandırıp kolaylaştıran, “vali konağı” adıyla ünlenen tarihi konağı bile koruyamayan vali, valilik ve üniversite görevlileri, koruma kurullarıyla belediyelerdeki liyakatsiz, kamu yararı düşüncesinden uzak rant peşindeki akademi kökenli koruma kurul üyeleri, belediye başkanları, meclis üyeleri ve belediye yöneticilerinin el ve işbirliği ile ortaklaşa yok edilen bizlere ait tarihi, kültürel değerler, bizlerin ortak mirası…

PEKİ O HALDE, NE YAPILMASI GEREKİYOR?

O halde bu konuda, özellikle de söz konusu İçişleri Bakanlığı genelgesine dayanılarak mülk sahibiyle ve devletin ilgisizliği nedeniyle yıkılıp yok edilmesi suretiyle gözden çıkarılan eski, tarihi ve tescilli binaları yıkılmaktan kurtarmak için ne yapmalıyız?

Öncelikle eski, tarihi ve tescilli binaların talan edilip yok edilmesi sürecini izleyip denetleyecek emniyet ve zabıta güçlerinin olayları izlemekten vazgeçip yetkilerini kullanması suretiyle bu sürece doğrudan doğruya müdahale etmeleri gerekiyor…

İkincisi yasalarda yeni düzenlemeler yapılarak mali imkanı bulunan eski, tarihi, tescilli binaların sahipleri tarafından restore edilerek kullanmaya zorlanması, bunu yapmadıkları takdirde o binanın devletin belirlediği bedel üzerinden kamulaştırılması ya da bina sahipleriyle ortaklıklar kurmak suretiyle birlikte restore edilip kullanılması, sahip olduğu eski, tarihi ve tescilli binayı restore etme imkanı bulamayanların ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ile belediyelerin oluşturacağı kredi, fon ve teşviklerle desteklenmesi gerekiyor.

Kısacası, devletin; yani merkezi ve yerel yönetimlerin uygulayacakları etkili, sonuç alıcı ve hukuksal anlamda geçerli yöntemlerle eski, tarihi ve tescilli binaların yıkımını değil, restore edilerek korunup kullanılmasını sağlaması gerekmektedir.

İzmir Saat Kulesi

Ali Rıza Avcan

Bugün size İzmir deyince ilk akla gelen, Konak Meydanı’na gittiğimizde uzaktan ya da yakından seyredip çoğu kez yanından, yakınından geçtiğimiz tarihi bir yapıdan, bir İzmir sembolünden,  İzmir Saat Kulesi’nden söz edeceğim.

Ama ne zaman, hangi amaçla kimin tarafından ne şekilde yapıldığından, geçirdiği değişimlerden ya da yapısal özelliklerinden değil; bugünkü halini koruması için yapmaya çalıştıklarımdan ve bu çerçevede başıma gelenlerden söz etmek istiyorum.

Beni yakından tanıyanların ve 2015 yılından bu yana sosyal medya hesaplarımdan izleyenlerin bildiği gibi, 05 Mart 2015 tarihinde İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurarak;

  • İzmir İli, Konak İlçesi Konak Meydanı’nda bulunan,
  • İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 20.01.1994 tarih ve 4841 sayılı kararıyla belirlenen Tarihi Sit Alanı içerisinde kalan,
  • Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 17.01.1975 tarih, 152 sayılı genelgesi ile korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenen,
  • İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 08.04.1993 tarih ve 4370 sayılı kararı ile koruma grubu 1. grup olarak belirlenen,
  • Tapunun 282 ada, 1 parsel numarasında kayıtlı olup mülkiyeti Hazine’ye ait olan ve
  • İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilen

İzmir Saat Kulesi saçaklarına monte edilen çok fazla sayıdaki aydınlatma armatürünün oluşturduğu yüksek ısı ve karbon kirlenmesinin tarihi yapıya izin verdiği düşüncesiyle, bu armatürlerin İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun  hangi kararına göre yerleştirildiğini sorarak hiçbir bilimsel araştırma ya da analize göre yapılmadığı anlaşılan bu aydınlatma sisteminin kaldırılmasını talep ettim.

İzmir Saat Kulesi 001
İzmir Saat Kulesi görünümünü bozan ve yapıya zarar veren aydınlatma armatürleri

İzmir Saat Kulesi 002
İzmir Saat Kulesi görünümünü bozan ve yapıya zarar veren aydınlatma armatürleri

İzmir Saat Kulesi 003
İzmir Saat Kulesi görünümünü bozan ve yapıya zarar veren aydınlatma armatürleri

İzmir Saat Kulesi 004
İzmir Saat Kulesi görünümünü bozan ve yapıya zarar veren aydınlatma armatürleri

Çünkü bu talep öncesinde konu ile ilgili akademisyenlerle yaptığım görüşmelerden ve okuduğum yayınlardan bu tür tarihi yapıların aydınlatılması konusunda uygulanan aydınlatma sisteminin yapıda oluşturacağı etkilerin ne olacağı konusunda bir ön araştırma ve analizin yapılması gerektiğini ve bu araştırma/ analiz sonrasında Kurul’dan izin alınması gerektiğini öğrenmiştim.

Ayrıca hem Konak Meydanı’nın hem İzmir Saat Kulesi’nin aydınlatılması konusunda estetik kaygılarla hareket edilmediğini, yapılan aydınlatmanın tarihi yapının kimliğine zarar verdiğini, aydınlatmada renk uyumunun dikkate alınmaması nedeniyle saat kulesinin adeta kitsch bir nesneye dönüştürüldüğünü düşünüyor, Belçika’nın Gent, Fransa’nın Lyon kentlerinde yapılan ışıklandırmaların ve festivallerin örnek alınmadığını görüyordum.

Nitekim daha sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi Plan ve Proje Dairesi Başkanı Hülya Arkon‘la yaptığım özel bir görüşmede kule aydınlatmasının belediyenin işlerini yapan büyük bir firmanın sponsor katkısı olarak plansız programsız yapıldığını öğrenmiştim.

Yaptığım başvuru üzerine İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, Konak ve İzmir Büyükşehir belediyeleri ile yazışmalar yaparak konuyu araştırmış ve bu araştırma sonucunda bana gönderdiği 14 Ekim 2015 tarihli yazıda, yapıdaki aydınlatma uygulamasının Konak Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) tarafından verilen onarım ön izin belgesi ve onarım uygunluk belgesine göre yapıldığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce yapılan onarım sırasında herhangi bir delgi veya tarihi yapının dokusuna zarar verecek inşai/fiziki bir uygulama yapılmadığıu, kullanılan LED aydınlatma ürünlerinin UV ışını yaymadığı, enkandesan lambalara oranla % 80 oranında daha az enerji tükettiği ve asgari seviyede karbondioksit salınımı sağladığı için tarihi doku üzerinde herhangi bir olumsuz etki yaratmadığı belirtilerek tarihi saat kulesine zarar veren bir uygulamanın olmadığı tarafıma bildirilmiştir.

Bu karara gerçekleri yansıtmadığı gerekçesiyle yaptığım itirazlar üzerine aynı İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 04 Kasım 2015 tarihli kararı ile “… mevcut aydınlatma sistemi ile ilgili yapıya zarar veren inşai bir uygulama yapılmadığı anlaşılmakla birlikte, mevcut aydınlatma sisteminin uzun dönemde yapıda yaratması muhtemel olumsuz etkilerin engellenebilmesi için, yapının dışında konumlandırılacak şekilde ve Konak Meydanı’nın kamusal, Saat Kulesi’nin anıtsal nitelikleri ile uyumlu yeni bir aydınlatma projesinin ilgili Belediyesi’nce hazırlanarak Kurulumuza iletilmesine…” şeklinde yeni ve olumlu bir kararın alındığı görülmüştür.

Bu kararın bana teslim edilmesi sonrasında 03 Mart 2016 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yazdığım başka bir dilekçe ile İzmir Saat Kulesi’nin aydınlatılması konusunda neler yapıldığını sordum.

İzmir Saat Kulesi - Bogomil Petrov
Bir “kitch” nesnesi olarak İzmir Saat Kulesi – Fotoğraf: Petrov Bogomil

İzmir Saat Kulesi - Efkan Sinan
Meydan ve İzmir Saat Kulesi aydınlatmasındaki karmaşa – Fotoğraf: Efkan Sinan

İzmir Saat Kulesi - Çağlar Tükel
Uyum ve estetikten yoksun bir aydınlatma – Fotoğraf: Çağlar Tükel

İzmir Saat Kulesi - Flickr Dimmy
Bu kez başka renkler nöbette – Fotoğraf: Dimmy (Flickr)

İzmir Saat Kulesi - John Kİmbley
Valilik binası renklerinin katılımı ile oluşan başka bir karmaşa – Fotoğraf: John Kimbley

21 Mart 2016 tarihinde aldığım Başkan adına Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökçe imzasıyla aldığı yazıda İzmir Saat Kulesi’nin İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 04.11.2015 tarih, 3741 sayılı kararı uyarında anıtsal nitelikleri ile uyumlu yeni bir aydınlatma projesinin hazırlanmasına yönelik çalışmaların başlatıldığı belirtilerek “kentimizin tarihi ve kültürel mirasına göstermiş olduğunuz duyarlılığınıza teşekkür eder, İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak kentimizin değerlerine hassasiyetle sahip çıkmaya devam edeceğimiz hususunda bilgilerinizi rica ederim” denilmiştir.

Aradan 9 ay geçtikten sonra bu çalışmaların akıbetini öğrenmek için İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne verdiğim 3 Ocak 2017 tarihli dilekçeyle ilgili olarak söz konusu müdürlüğün aradan 2,5 ay geçtikten sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilen 21 Mart 2017 tarihli yazı ile çalışmaların akıbeti sorulmuş ve bu sorunun cevabı bana gönderilmediği için belediyenin bu yazıya cevap verip vermediği belli olmamıştır.

Ancak …. tarihinde BİMER aracılığıyla yaptığım şikayet sonucunda İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun bu konu ile ilgili 14 Eylül 2017 tarih, 6511 sayılı kararı tarafıma gönderilmiştir.

Bu belgenin incelenmesinden anlaşılacağı üzere, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan rölöve, restorasyon, güçlendirme, aydınlatma ve paratoner projelerinin uygun bulunmadığına, yapıdaki tüm bozulmaların rölöveye işlenerek bu doğrultuda bozulma analizinin revize edilmesine, restitüsyon projesinde tavan planlarına yer verilmesine, restorasyon projesinde bozulmalara ve güçlendirme önerilerine yönelik önerilerin müdahale biçimlerine, tekniğine ve bu müdahalelerde kullanılacak malzemelere ilişkin 13.12.2007 tarih ve 2818 sayılı karar ile de iletilmesi istenen konservasyon laboratuvarı incelemesinin yapılarak hazırlanacak raporun ve 04.11.1999 tarih ve 660 sayılı ilke kararı doğrultusunda tekniğine uygun olarak hazırlanacak restorasyon projesinin iletilmesine ve nihai kararın bu eksikliklerin giderilmesi sonrasında alınacağına karar verilmiştir.

Evet, ayrıntılı bir şekilde anlattığım bütün bu sürecin başlangıcından bu yana tamı tamamına 2 yıl 8 ay 19 gün geçti ve İzmir Saat Kulesi, ilk dilekçeyi verdiğim 5 Mart 2015 tarihindeki İzmir Saat Kulesi gibi bakıma ihtiyaç duyuyor….

Üstüne üstlük 15 Temmuz Darbe Girişim sonrasında Konak Meydanı’nda yapılan gösteriler sonucunda daha da hırpalanmış bir vaziyette…

O ihmal edilen bakımsız haline karşın her gece ya da önemli günlerin gecesinde farklı renkteki yoğun ışıklarla daha bir yıpranıyor, daha bir kimliğini yitiriyor…

Bugün artık tarihi bir saat kulesi değil; adeta Konak Meydanı’nı aydınlatan bir gece lambası gibi tarihsel kimliğine aykırı bir role soyunmuş durumda…

İzmir Saat Kulesi - Emre Hanoğlu
Fotoğraf: Emre Hanoğlu

Kentin merkezinde olmasına karşın çoğu kurum ya da kişinin onu fark edememesi, sahip çıkamaması, uzmanlık bilgi, birikim, deneyim ve liyakatine sahip olmayan belediye görevlilerinin zamanında, doğru ve eksiksiz bir şekilde proje hazırlayamaması nedeniyle o herkesin bilip tanıdığı İzmir Saat Kulesi bugün her zamankinden daha fazla bakıma, korumaya ve sahiplenmeye ihtiyaç duyuyor…

Tabii ki gören gözlere, duyan kulaklara, seven yüreklere, bilinçli ve vizyon sahibi yöneticilere… 

 

 

 

Satın aldık ama sonrası…

Bugün, Konak Belediyesi tarafından eski belediye başkanı Hakan Tartan’ın döneminde 5 Milyon liraya satın alınan; ancak o tarihten bu yana dokunulmadığı için her an yıkıma uğrayabilecek tarihi, kültürel bir değerden söz edip bu konuda görevli olanlara küçük bir hatırlatma yapmak istiyoruz.

Sözünü ettiğimiz tarihi, kültürel değer Kemeraltı Kestelli Caddesi yakınındaki, tapunun 119 Ada, 4 Parselinde bulunan tarihi konak. Bir dönem Alanyalı ailesine ait olduğu için ‘Alanyalı Konağı’ olarak tanınan; ancak daha eski kayıtlara göre Yemişçizade ailesi tarafından yaptırıldığı için ‘Yemişçizade Konağı’ olarak adlandırılması gereken tarihi bir konak.

01
Yemişçizade Konağı Ön Cephe

02
Yemişçizade Konağı Ön Cephe

03
Yemişçizade Konağı Ön Cephe

04

Konak Belediyesi’ne ait web sayfasının ‘Kentsel Projeler’ bölümü bilgilerine göre sözkonusu konak, “Neoklasik üsluptaki cephe düzeni ve zengin süslemeli tavanları ile özgünlüğünü korumuş, nitelikli bir yapı. Bodrum kat ile birlikte toplam 3 kattan oluşan yapının ön cephesi orta aksında bulunan çatı üçgen alınlığı ve ahşap bir cumba ve giriş ile vurgulanmıştır. Geniş bir sofa ve iki yanda sıralanmış odalardan oluşan iç mekan alçı tavan göbekleri ve yer yer altın yaldızla boyanmış süslemelerle zenginleştirilmiştir.

Mülkiyeti Konak Belediyesi’ne ait olan tescilli yapının restorasyon projeleri hazırlatıldıktan sonra gezi evi, butik otel, belediye konuk evi vb. sosyo-kültürel bir işlevle kullanılması planlanmaktadır.

Bildiğimiz kadarıyla 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başında yapıldığı bilinen tarihi konak, 3 katta toplam 1.838 metrekarelik bir alana sahip. Tavanları ve duvarları çok güzel el işlemesi resim, desen ve alçı süslemelerle kaplı.

06

07

08

09

10

Yaptığımız araştırmalarda bir dönem tapu kadastro müdürlüğü, askerlik dairesi, Kestelli Kız Ortaokulu ve öğrenci yurdu olarak kullanıldığı anlaşılan bu tarihi yapının çatısı, hatırladığımız kadarıyla geçtiğimiz yıllarda Fransız çatı restoratörleri tarafından incelenmiş ve yapının zarar görmemesi için çatının bir an önce onarılması gerektiği belirtilmişti.

Ancak binanın alışından bu yana 4, Fransız restoratörlerin yaptığı incelemenin üzerinden 2 yıl geçmiş olmasına karşın binanın bir türlü restore edilmediği, hangi amaçla ne şekilde kullanılacağına karar verilmediği biliniyor.

11

12

13

14Konak Belediyesi’ne ait Ocak 2017 tarihli Konak Gazetesi’nin son sayısında “Konak’ta Dev Kamulaştırma” başlığı altında manşetten verilen haberde Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş’ın “göreve geldiğimizde belediyeye ait bir mendil büyüklüğünde boş yerimiz dahi yoktu. İki yıllık süreçte hem yeni yatırımlar yaptık hem de yeni mülkler satın aldık” dediğini görünce, ister istemez her kuvvetli yağış olduğunda “acaba kiremitler kırıldı mı, yağan yağmur içeriye aktı mı” diye düşünüp endişelendiğimiz ‘Yemişçizade Konağı’nın bu tehlikelerden kurtarılması için ve yapılan 5 Milyon liralık satın alma işlemine anlam kazandırmak amacıyla bu tarihi yapı ile ilgili restorasyonun bir an önce başlatılmasını bekliyor, unutulmuş bu yapı ile ilgili yapılması gerekenleri hatırlatmanın bir kentli olarak görevimiz olduğunu düşünüyoruz.

05