Ali Rıza Avcan
Geçtiğimiz Cumartesi günü; yani, 12 Şubat 2022 tarihinde yapılan İzmir Kent Konseyi 17. Olağan (Seçimli) Genel Kurulu ile ilgili izlenimlerimi, kent konseyleri ile ilgili tarihle İzmir kent tarihine not düşmek amacıyla sizlerle paylaşmak isterim.
Söz konusu genel kurulu, açılış konuşmalarının yapıldığı andan kent konseyi başkanlık seçimi sonuçlarının açıklandığı ana kadar izleyip daha sonrasında genel kurul salonundan ayrıldım. O nedenle yazıp ifade etmeye çalışacağım izlenimler, sabah saat 11.00 ile akşam üstü saat 17.40’a kadar geçen 6,5-7 saatlik süre içinde salon, fuaye ve binanın ön kapısı önündeki gelişmelerle ilgili olacak.
Bu değerlendirme öncesinde şunu söylemeliyim ki; ilk kez 1996 yılında İstanbul’da yapılan Habitat II Zirvesi‘ne katılımımdan bu yana İstanbul Bahçelievler Belediyesi Semt Danışma Merkezleri (SEDAM) Projesi kapsamında yapılan toplantılar (1994-1998), İzmir Yerel Gündem 21 (1999-2001), Alsancak Sivil Katılım Platformu (1998-2000), Alsancak Bölge Kurulu (2000-2001), Karşıyaka Kent Meclisi (1999-2000), İzmir, Konak ve Karabağlar kent konseyleri düzleminde (2015-2022) birçok toplantıya, genel kurula katılarak hem bu toplantılarının biçimi hem de olması gerektiği haliyle kapsamı konusunda oldukça fazla bilgi, birikim ve tecrübe sahibi olduğumu düşünüyorum. O nedenle, yapacağım tespit ve değerlendirmelerin, edindiğim bilgi, birikim ve tecrübeler ışığında ortaya koymaya çalışacağım.

Kent konseyi genel kurulu değil de sanki siyasi parti kongresi…
İzmir Kent Konseyi‘nin, daha önce tercih edilen mütevazi toplantı salonları yerine kentin en büyük salonu olan Ahmed Adnan Saygun Kültür Merkezi Büyük Salonu‘nda yapılan 17. Olağan (Seçimli) Genel Kurulu, bir sivil oluşumdan çok siyasi partilerin; özellikle de CHP’nin kongrelerini anımsatır bir havada yapıldığını söyleyebilirim. Bunun en iyi örnekleri ise sivil yaşamdan gelen birinin değil de, CHP’nin İzmir İl Disiplin Kurulu’nun başkanlığını yapan bir siyasetçinin divan başkanı olarak seçilmesiydi. Şahsen tanımadığım için kim olduğunu sevgili Uğur Yelekli‘ye sorarak öğrendiğim Mehmet Sever, aklıma ister istemez sevgili arkadaşımız Ziraat Mühendisi Hatice Zeybek Uslu‘nun geçirdiği hukuksuz disiplin süreci sonucunda haksız yere CHP’den atılmasını getirdi. Ardından da yaptığı vahim yanlışlıklar ve yer yer “bana öyle söylediler o nedenle öyle yaptım” demesi ile bu konuda bir bilgi ve deneyime sahip olmadığını, divan başkanlığına gelmeden önce oturup İzmir Kent Konseyi Usul ve Esasları Uygulama Yönergesi‘ni bile okumadığını anlamam pek de uzun zaman almadı.
Genel Kurul’un siyasi parti kongresine benzemesinin diğer bir örneği de, çoğu adayın daha önce belediye meclisi, belediye başkanlığı ya da milletvekilliği konusunda CHP adayı olduğunu gösteren özgeçmişler ve seçilmek için aday olanları destekleyen yeni ya da da eski siyasilerin salondaki varlığı idi. Örneğin hepimiz, CHP İzmir eski milletvekili Zeynep Altıok’un, diğer hiçbir eski ya da yeni İzmir milletvekili genel kurula katılmadığı halde, milletvekili olduğu dönemde danışmanı olarak çalışan Taylan Özgür Üstün‘ü desteklemek için oraya geldiğini hepimiz biliyorduk…
İzmir Kent Konseyi dışında her şeyin konuşulduğu bir genel kurul…
İzmir Kent Konseyi‘nin 17. Genel Kurulu, 16. Genel Kurul’da seçilen başkan ve yürütme kurulu üyeleri 2020-2022 döneminde sanki hiç çalışmamışlar, oraya sadece yeniden seçilmek için gelmişler gibi yapıldı. O nedenle, hem kent konseyi başkanıyla yürütme kurulunun hem de meclis ve çalışma gruplarının 2020-2022 döneminde ne yapıp ne eyledikleri konusunda hiçbir bilgi verilmedi, seçilirken aldıkları oyları vaat edip yaptıkları çalışmalarla hak edip etmediklerini ortaya koyan faaliyet raporları yayınlanmadı, en ufacık bir apartman kat malikleri kurulunda bile gündeme gelen yöneticilerin hesap verip aklanması gibi bir işlemin yapılması hiç kimsenin aklına gelmedi. İzmir Kent Konseyi Başkanlığı‘ndan yeni istifa etmiş olan Seniye Nazik Işık ya da genel kurulu başkan vekili sıfatıyla açan yürütme kurulu üyesi Mahmut Açıkkar bu konularda hem katılımcıları hem de İzmir halkını bilgilendirme zahmetine bile girmediler. Hem eski yöneticiler, hem de diğer katılımcılar, adeta “oy versek de gitsek” havasındaydılar. Kısacası İzmir Kent Konseyi‘nin bu genel kurulunda da konseyin sorunları, ihtiyaçları ve geleceği hiç konuşulmadı, bu konuda bilgi verilmedi ve konseyin gelecekteki başarısını belirleyecek olan büyük bir fırsat bu şekilde heba edilmiş oldu.

Genel kurul açılış konuşması her açıdan sorunluydu….
İzmir Kent Konseyi 17. Olağan (Seçimli) Genel Kurulu’nu, başkan vekili sıfatıyla açan yürütme kurulu üyesi Mahmut Açıkkar‘ın konuşması hem hukuki açıdan hem de gereksiz bilgilerle kişiselleştirilmiş uzunluğu nedeniyle sorunlu; hatta ve hatta, böylesi bir genel kurula yakışmayacak düzeydeydi. Konuşmanın bu kadar sorunlu olması nedeniyle kendisi katılımcıların ısrarlı alkışlarıyla adeta kürsüden zorla indirilmiş gibi oldu.
Mahmut Açıkkar‘ın konuşmasında “naylon dernek” olarak nitelediği kent konseyinin bazı kurumsal katılımcıları hakkında söyledikleri ve hiç yetkisi olmadığı halde bu derneklerle şahsi olarak ilgilenip onların genel kurula katılımını engellediğini belirtmesi, eminim yarın öbür gün genel kurula kabul edilmeyen derneklerin genel kurulun iptali için idare mahkemelerinde açılacak davalarda kullanılacak kuvvetli bir delil; hatta bir itirafname olarak değerlendirilecektir.
Divan başkanın yanlışlık ve gafları…
Evet, yukarıda da belirttiğim gibi divan başkanı olan kişinin, bir gün bile olsa kent konseyinin kapısından girmemiş bilgisizliği divanın uygulamalarına yansıdı. Örneğin, seçim divanının kurulması ile birlikte üyelikleri düşen yürütme kurulu önergelerini oylamaya sunması ve bunu yaparken de leyhte ve aleyhte konuşmak isteyenleri düşünmeden doğrudan oylama yapması kendisinin bu konuda pek de bilgili, deneyimli olmadığını gösterdi. Oysa yürütme kurulu önergelerinin işleme konulabilmesi için
İzmirliler ya da İzmir halkı diyememek…
Genel kurulda dikkatimi çeken diğer bir husus da, hiçbir konuşmacının konuşmasının başında ya da sonunda belediye başkanına, salonda bulunanlara hitap ederken buna İzmirliler’i ya da İzmir halkını dahil etmeyişi idi. Çünkü vizyonlarında İzmirliler’i ya da İzmir halkının tümünü kucaklamak diye bir amaç ya da hedef yoktu. Onlar için oy ya da destek alacakları kendi taraftarları, belediye başkanları daha önemliydi.
Hamaset ve ayrımcılık kokan konuşmalar…
Bence İzmir Kent Konseyi 17. Olağan (Seçimli) Genel Kurulu’nun zirve noktası, Senihe Nazik Işık‘ın ayna karşısında çalışıldığı belli olan ve “ben Zübeyde Ana’nın kızıyım“, “Babasız büyüyüp okumuş çağdaş bir İzmirliyim” gibi hamaset yüklü tiratların atıldığı, bu uğurda engelli kardeşini bile kullandığı, adeta “kız kardeşlerim sizlerin oylarını istiyorum” diyen kent konseylerinin amaç, hedef ve ruhuna uygun olmayan siyasi konuşmasıydı. Nitekim çok bilinçlice hazırlanan bu konuşma metni, kuvvetle muhtemel ki salonda taraftarı olmayan birçok kadını ürkütmesi nedeniyle sonuçta seçimin kaybedeni Seniye Nazik Işık oldu.
Bence gerçek bir kadın hakları mücadelesinden çok, hem icraat hem seçim döneminde diğer toplum kesimlerinden çok kadın hakları mücadelesine ağırlık veren abartılı bir “kadıncılık” oyununun oynanması ile ortaya konulan stratejik hatanın, seçim sonrasında Seniye Nazik Işık ve taraftarlarınca üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir konu olmalıdır.

Bir saat yanlış da olsa günde iki kez doğruyu gösterir…
2020-2022 döneminde yürütme kurulu üyesi olan ve geçen seçimde olduğu gibi bu seçimde de taraflardan birine destek verip belediye başkanı ile iyi ilişkilerini sürdürmek isteyen Yalçın Kocabıyık‘ın konuşması ise, 2020-2022 dönemi icraatı ile ilgili oldukça ilginç, doğru ve yerinde tespitleri içeriyordu. Gündeme getirdiği Senihe Nazik Işık‘ın seçkinci tavrı, Yürütme Kurulu ile arasındaki otoriter hiyerarşik ilişki aslında kent konseylerinde olmaması gereken yönetim hatalarıydı. Ama kendisi ve taraftarları geçen seçimde olduğu gibi bu seçimde de taraftarlardan birini destekleyeceği için ve böylelikle mevcut yönetimlerin hata ve sevaplarına ortak olmayı kabullendikleri için söylediklerinin salondaki katılımcılar üzerinde pek etkili olduğunu düşünmüyorum.
Temsil yetkisi zayıf yürütme kurulu…
İzmir Kent Konseyi Yürütme Kurulu’nda görev almak için aday olanların aldıkları oyların miktarına baktığımızda, bu sayıların hem hazirunda yazılı toplam katılımcı sayısı, hem de kent konseyi başkanlığı seçimlerinde kullanılan 319 adet oy itibariyle çok az olduğu görülecektir. 309 adet sivil toplum kuruluşunun bulunduğu kategoride oy alan asil üyelerin 58 ile 48 arasında oy almış olması, onları hem 177 oy almış olan kent konseyi başkanı karşısında hem de toplum karşısında güç duruma düşürecek, bu durum bir temsil yetersizliği olarak algılanacaktır.
Genel kurulun anti demokratik yanlarının dikkate alınmayışı…
İzlediğim genel kurul boyunca hiçbir aday ya da konuşmacı, genel kurul öncesinde hukuksuz bir şekilde elenip ayıklanan 78 derneğin niye bu genel kurula katılamadığını sormadı; bırakın sormayı, bu dernekleri hatırlamak dahi istemedi. Onlar için İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’i övmek daha önemliydi. Üstüne üstlük başkan vekili olarak çıkıp konuşan yürütme kurulu üyesi Mahmut Akkar, görev yaptığı süre içinde “naylon” olarak tanımladığı bazı derneklerin yarış dışında kalması için uğraştığını ve sonuç olarak 80-90 adet derneği kent konseyi dışına attığını övünerek itiraf etti. Tabii ki kendini demokrasinin merkezi ilan eden bir kentte, özellikle de protokole tahsis edilen ön sırada oturan “pek bir demokrat” zevattan da hiç kimse itiraz etmedi bu suç ilanına…
Ayrıca, İçişleri Bakanlığı’nca kabul edilen Kent Konseyi Yönetmeliği‘ne göre belediye temsilcisi adıyla bir kişinin yürütme kuruluna alınması ya da seçilmesi mümkün olmadığı halde İzmir Büyükşehir Belediyesi Sosyal Projeler Dairesi Başkanı Mehmet Anıl Kaçar‘ın yürütme kurulu üyesi ilan edilmesi de ayrı bir hukuksuzluktu.
Alınması gereken dersler…
Evet, genel kurul izlenimleriyle ilgili bu yazının bence en önemli kısmı alınması gereken derslerle ilgili bölümü… Çünkü, geçtiğimiz Cumartesi günü yapılan etkinlikte yakından gördük ki, genel kurul hazırlıklarıyla uygulama aşamasında doğruluk, dürüstlük, insana saygı, hak, hukuk ve adalet anlayışı, demokrasi, gönüllülük ve insan haklarıyla kent konseylerinin özünü oluşturan yönetişim ve uzlaşma zihniyetinden tek bir iz, tek bir damla yoktu…. Desteklediği siyasi adaylar için oy vermeye gelmiş, o nedenle “oyumuzu kullanıp hemen gidelim” diyen ve bu talebini kürsüye çıkıp uzun konuşanlara bağırarak tepki gösteren bilinçsiz bir grup ile karşı karşıyaydık… Şehir hakkından, kentin sorun ve ihtiyaçları ile taleplerinden uzak, İzmirli ya da İzmir halkı ile hiçbir bağlantısı bulunmayan bu grubun -tabii ki istisnaları hariç- temsili, katılımcı ve çoğulcu demokrasi gibi bir derdi yoktu… Çünkü oraya o amaçla gelmemiş, kent, kentleşme, şehir hakkı, demokrasi, katılım gibi konularda eğitim almamış, etkinliklere katılarak birlikte çalışma, katılım, demokrasi gibi tutum, davranış ve kültürleri edinmemiş, tek derdi sivil toplum örgütü adıyla kurduğu örgüt üzerinden kentin rantından pay isteyen insanlarla karşı karşıyaydık. Kentteki iktidar odaklarının en önünde yer alan Mason locaları, siyasi gruplar ve bu odaklara yeni yeni katılan hemşeri federasyonları kent konseyinin yönetiminde yer alarak kentteki ranta ortak olup yönetmek istiyorlardı. onlardan bunu böyle istiyor ve karşısındaki insanlar da istenileni yapıyorlardı.

“Geliyor gelmekte olan…“
Temsili demokrasinin iflas ettiğinin anlaşılması üzerine, 1970’li, 1980’li yıllarda Hakkı Ülkü, Osman Özgüven ve Bülent Baratalı gibi bir kısım belediye başkanının girişimi ile ortaya çıkan Urla Kent Senatosu, Aliağa Kent Parlamentosu, Dikili Halk Meclisi gibi toplumcu belediyecilik girişimlerinden bugüne; yani, bu girişimleri izleyen Yerel Gündem 21 meclisleri ve kent konseyi deneyimleri sonrasında geldiğimiz nokta ortadadır: Belediyelerin gerçek anlamda belediyecilik yaptığı o yıllarda, mevcut belediye meclislerinin alternatifi olarak halkın bizzat katılımıyla ortaya çıkıp gelişen bu meclis, parlamento ya da senatolardan bu güne geldiğimizde karşımıza çıkan tek şey, özgürlüğü elinden alınıp doğrudan doğruya belediye başkanına bağlanmış, belediyelerin halkla ilişkiler ya da tanıtım birimiymiş gibi çalışan ve yöneticilerinin belediye başkanları karşısında devamlı el pençe durduğu, konsey başkanlarının ne kadar itaatkar olursa siyasetteki geleceğinin o kadar parlak olduğuna inanıldığı, yer yer kayyumlara teslim edilmiş demokrasiden uzak içler acısı bir durum…
Şayet 2004-2006 dönemindeki AB rüzgarları eşliğinde bizim için biçilmiş olan kent konseyleri projesi ya da modeli,
Şehir hakkı çerçevesinde katılımcı ve çoğulcu demokrasiye inanmış, neoliberal ideolojinin önerdiği yönetişim zihniyeti yerine toplumsal sorun ve ihtiyaçların toplumsal mücadeleyle kazanılacağına, belediyelerin şirket gibi değil belediye gibi yönetilmesi gerektiğine inanan bizler açısından başarısız sonuçları itibariyle miadını doldurmuşsa;
Bizim için biçilmiş bu antidemokratik modeli yırtıp atmak ve yerel demokrasiyi yeniden geliştirip güçlendirmek için yeniden yollara çıkıp yeni yeni çare ve yöntemler bulmamız, o eski günlerdeki toplumsal belediyecilik ateşini yeniden canlandırmamız gerekiyor.
“Bir yerden bıkıp, yeni bir yola çıkan kişi,
çıktığı yolun hiç de yepyeni bir yol
olmayabileceğini; daha önce zaten yürünmüş
bir yol olabileceğini de hesaba katmak
zorundadır: Mutlak yeni bir yol yoktur:
Ama, yola çıkacak kişi açısından, yeni yol
– çoktur…”
Oruç Aruoba,