Ali Rıza Avcan
1999 tarihli Gölcük, Adapazarı ve Düzce depremlerini, doğal yıkımlara karşı bilinçlenip örgütlenme açısından bir milat olarak kabul ettiğimizde; ondan sonraki 21-22 yıllık sürede, hem merkezi hem de yerel yönetimler açısından arama-kurtarma çalışmaları açısından sınıf atladığımızı; ancak doğal yıkımlara karşı tedbirli ve dirençli, daha doğru bir ifadeyle esnek olmayı beceremediğimiz ortadadır.
Bu durum, 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi sonrasında İzmir’in Bayraklı ve Bornova ilçelerinde ortaya çıkan yıkım ve ölümlerle yeniden kanıtlanmıştır. Bütün bilimsel uyarılara karşın sorunlu bir zeminde mantar gibi yükselen blok ve apartmanların enkazı altında kalan insanların bir kısmı, arama-kurtarma elemanlarının örgütlülüğü ve üstün gayreti sayesinde kurtarılması ve deprem yaralarının kısa süre içinde sarılması ile hangi konularda iyi, hangi konularda kötü durumda olduğumuz net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Kötü olduğumuz noktalardan biri, doğal ve teknolojik yıkımlar öncesinde birey ve kurum olarak gösterdiğimiz tedbirli olma tutumunun eksikliğidir. Çünkü olası doğal ya da teknolojik yıkımlarla ilgili tehlike ve riskleri araştırmadığımız için genellikle bilmeyiz. Bilsek bile bunları engellemek, etkilerini azaltmak ya da yönetmek için plan ve programlar yapmayı pek önemsemeyiz, yapsak bile günün değişen koşullarını dikkate alarak yenileyip güncellemeyiz. Bunun en somut örneği, 1999 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Boğaziçi Üniversitesi’ne yaptırılan RADİUS Deprem Senaryosu ile Deprem Master Planı‘nı aradan 20-21 yıl geçmiş olmasına karşın güncellenmemesi ve diğer yıkım türlerini konu alan ; özellikle de teknolojik yıkımlarla ilgili başka plan ve programların hazırlanmamasıdır. Düşünün bir Kemalpaşa’da, Aliağa’da ya da Torbalı’da büyük bir sanayi tesisinde ya da rafineride büyük bir teknolojik kaza olsa, zehirli bir gaz deposu delinse, büyük bir patlama sonucunda havaya zehirli gazlar karışsa, radyasyon artsa Bakanlıklar, AFAD, İzmir Valiliği, İzmir Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri ne yapar? Hepimiz böylesi bir felaket karşısında ne yaparız, kendimizi, yakınlarımızı ve tüm insanları nasıl koruruz? En hazırlıklı yakalandığımız orman yangınlarında bile, bütün bu kurumların yangının kendiliğinden sönmesini bekleyen çaresizliği hafızalarımızdadır…
Merkezi yönetimle yerel yönetimlerin her biri, acıda ortak olduğumuz bu tür yıkımları bile kendi siyasetleri üzerinden yorumlayıp fırsata dönüştürmeye çalışıyor, enkazın başına giden belediye ekiplerini işin içine sokmuyor, kendi aralarında bir görüşme ve uzlaşma sağlanmadan ortak akıl toplantıları düzenliyor, gerekli görüşme ve uzlaşmalar yapılmadan alelacele yapılan bu toplantılara bakanlar, valiler, merkezi yönetimin temsilcileri ve üniversiteler katılmıyor, konuşmacılar ise ‘acaba buradan bana/bize bir pay düşer mi‘ endişesiyle neredeyse herkesin bildiği şeyleri söylüyor, yıkımlar konusunda bir araya gelinip ortak bir tavır sergilenmediği için merkezi yönetimin temsilcileri bir süre sonra yerel yönetim temsilcilerine yıkım konusunda konuşma yasağı getiriyor ve böylelikle tüm paydaşlar hiçbir konuda sonuç alıcı noktalara ulaşamıyorlar. Ta ki, bir sonraki yıkıma kadar…
Bütün bu kaosa ilave olarak gerek merkezi gerekse yerel yönetimler, Meteoroloji Uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu‘nun senelerdir söylediğinin aksine, tüm ülkeyi ve kenti ilgilendiren doğal ve teknolojik yıkımların aslında bir bütün olduğunu unutarak her bir yıkım türü için; o da ancak o yıkım yaşandıktan sonra toplantılar yapıyor, tartışmalar açıyor, kendince planlar hazırlıyor. Ancak çok fazla sayıdaki yıkım türü arasında bağlantılar kurmadıkları için bütün doğal ve teknolojik yıkım türlerini dikkate alan bütünleşik yıkım plan ve programları hazırlamıyorlar.
Doğal ve teknolojik yıkımlarla bunların yönetimi konusundaki ulusal ve uluslararası literatürü incelediğimizde, ülkemizde gerçekleşen, gerçekleşmesi olası ya da gerçekleşmesi mümkün olmayan toplam 58 ayrı tür doğal ve teknolojik yıkım çıkmaktadır. Bu yıkım türlerinin alfabetik listesi aşağıdaki tabloda gösterilmiş olup; bu yıkımlardan hangilerinin İzmir’de gerçekleştiği ya da gerçekleşme olasılığının bulunduğu karşılarında işaretlenmiştir.

Bu tablonun incelenmesinden de anlaşılacağı üzere; 16 yıkım türü (% 27,58) meteorolojik, 10 yıkım türü (% 17,24) jeolojik, 10 yıkım türü (% 17,24) teknolojik, 4 yıkım türü (% 6,89) volkanik, 4 yıkım türü (% 6,89) hidrolojik, 3 yıkım türü (% 5,17) yangın, 3 yıkım türü (% 5,17) toplumsal, 2 yıkım türü (% 3,44 agrolojik), 2 yıkım türü (% 3,44) kozmik, 2 yıkım türü (% 3,44) biyolojik, 1 yıkım türü (% 1,72) radyasyon, 1 yıkım türü (% 1,72) epidemik kaynaklı olup, bu 58 tür yıkımdan 51’inin İzmir’de gerçekleştiği ya da gerçekleşme olasılığının bulunduğu, 7’sinin de bulunmadığı belirlenmiştir.
İzmir’in tarihinde bu yıkımlardan hangilerinin hangi tarihlerde hangi düzeyde etkili olduğu ise, depremler ve bir iki salgın hastalık dışında pek bilinmemekte, buna ilişkin tarihi kayıtlar bulunmamaktadır. Ayrıca bir yıkımın diğer bir yıkıma neden olduğu ya da tetiklediği durumlar; örneğin büyük bir deprem sonrasında ya da savaş sırasında ortaya çıkan salgın hastalıkların varlığı ve etkisi gibi konular da araştırmadığımız ve bu nedenle de bilmediğimiz konular arasındadır.
Öte yandan İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 1999 yılında hazırlattırılıp güncelliğini bugün itibariyle kaybetmiş olan RADİUS Deprem Senaryosu ve İzmir Deprem Master Planı ile İzmir Valiliği tarafından 2017 yılında hazırlanan İzmir İl Afet Müdahale Planı TAMP-İzmir dışında İzmir için başka bir plan ya da programın hazırlanmadığı; Afet ve Acil Durum Başkanlığı (AFAD) tarafından Eylül 2014’de hazırlanan 2014-2023 Teknolojik Afetler Yol Haritası Belgesi‘nin İzmir ölçeğindeki hedefleri ile bu hedeflere ulaşmak için uygulanacak yol haritası üzerinde bile çalışılmadığı bilinmektedir.

Bildiğiniz gibi, 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi’nden en fazla etkilenen yerin İzmir; özellikle de Bayraklı ve Bornova ilçeleri olması ve İzmir’in günümüz koşullarına cevap veren bir deprem master planının olmayışının gündeme gelmesi nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi 12-14 Kasım 2020 tarihinde İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması‘nı düzenledi. Ancak bu toplantıya davetli olmasına karşın Hükümeti temsil eden bakanlar, İzmir Valiliği ve İzmir’de akademik düzeydeki tek deprem araştırma ve uygulama kurumu olan DEÜ Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi, yapılan çalışmanın zamansız olması gerekçesi ile katılmamışlar ve deprem yaralarının sarıldığı süreçte asıl yapılması gereken işin depremle ilgili plan ve programların hazırlanması olduğunu hatırlatmışlardır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden aldığımız son haberlere göre, yakın zamanda kurulan Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan 28.12.2020 tarihli bir davet yazısıyla, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kurulacak İzmir Afet Platformu‘na katılması uygun görülen resmi, özel ve sivil kuruluşlardan bir asil, bir yedek olmak üzere iki temsilci isminin 06.01.2020 tarihine kadar belediyeye bildirilmesine ilişkin yazıdır.
“Çok Acil” kodu ile 28 Aralık 2020-06 Ocak 2021 tarihleri arasındaki bir haftalık sürede, yine acele getirilen bir tutum içinde gönderilen çağrı yazısı; başta İl Çevre ve Şehircilik, İl Afet ve Acil Durum, İl Sağlık, İl Tarım ve Orman, DSİ 2. Bölge, TCK 2. Bölge Müdürlüğü ile MTA Genel Müdürlüğü, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu İzmir Bölge Müdürlüğü olmak üzere 8 merkezi yönetim birimine, 30 ilçe belediyesine, 9 üniversite rektörlüğüne, İZSU Genel Müdürlüğü’ne, Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş.’ne, Botaş İzmir Şubesi Müdürlüğü’ne, İzmir Doğalgaz A.Ş.’ne, İzmir Kent Konseyi’ne, İzmir Barosu, İzmir Ticaret Odası, EBSO, TMMOB İKK gibi 4 meslek odasına, 8 (Kızılay, Acil Afet Ambulans Hekimleri Derneği, İzmir Afet Derneği, Kuzey Ege/Ege Arama Kurtarma Derneği, İzmir Afet Bilinci ve Risk Farkındalığı Derneği, Türk Psikologlar Derneği, İzmir Müteahhitler Derneği, İzmir Yapı Denetim Derneği) derneğe, 1 platforma (EGEÇEP), Türk-İş, DİSK, KESK ve Memur Sendikaları temsilcisine olmak üzere 72 ayrı kurum ve kuruluşa gönderilmiştir.
Bu çağrı yazısının da gösterdiği gibi, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, henüz yeni yaşanmış deprem deneyiminden yola çıkarak katılımcı bir yönetim yapısı oluşturma amacıyla bir girişimde bulunduğu anlaşılmakla birlikte; yukarıda sıraladığımız 58 ayrı tür doğal ve teknolojik yıkım türü arasındaki ilişkileri dikkate almaksızın sadece birini ele alıp ve diğerlerini göz ardı ederek yola çıkmaya niyetli olduğu anlaşılmaktadır.

O nedenle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ve kurulacak İzmir Afet Platformu‘nda yer alacak tüm resmi, özel ve sivil kuruma, yıkım gibi hepimizi ortaklaştıran felaketleri yönetmeye yönelik bu tür girişimlerinde merkezi yönetim, yerel yönetim, özel ve sivil kuruluş düzlemindeki tüm paydaşlar arasında, her paydaşın eşitliğini esas alan katılımcı ve çoğulcu bir tutum sergilenmesini; ayrıca, değerli hocamız Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu‘nun uyarısı çerçevesinde hiçbir doğal ya da teknolojik yıkımı diğer yıkımlardan ayırt ederek ele almamasını, yıkımlar konusunda bütüncül bir yaklaşım içinde olmasını öneriyorum.