İzmir gerçekten bir tasarım kenti mi?

Ali Rıza Avcan

İzmir’e ve İzmir çevresindeki tüm antik kentlere baktığımızda devlet ya da ticaret agorası adı verilen tüm kamusal alanlarda, o alanı çepeçevre kuşatan ve zarif sütunlarla desteklenen stoalara, stoa kalıntılarına rastlıyoruz…

stoa_of_attalos_15_by_disney_stock

Stoa denilen yapılar o dönemlerde evden dışarı çıkan kent halkının güneş, yağmur ya da kar altında kalmaması, rahatlıkla hareket edip alışveriş yapması ya da diğer kentlilerle sohbet edebilmesi için düşünülüp tasarlanmış korunaklı yapılar…. İnsanları kışın rüzgar, yağmur ve karından, yazın da kavurucu sıcağından korumak amacıyla bir sokağın ya da agoranın hemen yanı başına yapılan uzun galeriler…

Antik Yunan, Roma ve Bizans dönemini izleyen Osmanlı döneminde; hatta günümüzde ise insanlar rahatlıkla gidip gelebilsinler ve alışveriş yapabilsinler düşüncesiyle sokağın her iki yanındaki yapılar arasına gerilmiş çuval bezinden yapılmış gölgelikleri görüyor, o gölgeliklere geldiğimizde rahat bir nefes alıyoruz…

İzmir 074

Çünkü burası kışları ılık, yazları ise sıcak ve kurak bir Akdeniz, bir Ege kenti…

Bu tür kentlerde yaşayan insanlar ise serinlemek adına bu tür gölgelikleri, denizden esen imbatı, onun serinlettiği sokakları, açık alanları seviyorlar…

Oysa son yıllarda bu kentte, insanların açık havayı, serinliği ve rahatlığını esas alan alışkanlık ve tercihlerini dikkate almayan işler yapılıyor. Hem de tasarım adına…

Şimdi artık püfür püfür esen rüzgara karşı açık havada oturup çayımızı, kahvemizi yudumlarken gazete ya da dergimizi okuduğumuz eski vapurlar yerine klima ile ısıtılıp soğutulan “çağdaş” modern gemilere biniyoruz…

Cadde, sokak ve meydanlarda yürürken gölge oluşturan ağaçların altında serinlemek isterken kendinden başkasına gölge oluşturmayıp sadece estetik bir görüntü yaratan palmiyelerin altında gidip gelmek zorunda kalıyoruz…

Sahildeki açık alanlara gittiğimizde ise bizi güneşten, sıcaktan koruyacak ağaçlar yerine karşımıza bodur çalılar ve çimler çıkıyor… O nedenle güneşten kavrulan o alanlarda bir gölge bulan herkesi şanslı sayıyoruz…

Eskiden çarşı içindeki alışverişlerimizde bir sokaktan diğer bir sokağa geçişi sağlayan ve bu tür sıcak iklimlerin ilginç bir geleneksel tasarımı olan geçitleri kullanırken şimdi Kıbrıs Şehitleri Caddesi gibi ağaçtan yoksun ve fırın gibi ısınmış beton koridorlarda gidip gelmek zorunda kalıyoruz.

1930’lu yıllarda yapılan geniş bulvarların ortasını kaplayan büyük çınar ağaçlarının serinliğinden yararlanırken şimdinin modern tramvayı nedeniyle o ağaçların taciz edildiğini, yarın öbür gün kurumaları için elden gelen her şeyin yapıldığını görüyoruz.

Oysa bu kent bir Akdeniz kenti, bu kent bir Ege kenti…

Çılgın rüzgarların, delicesine boşanan yağmurların, kavurucu sıcakların kenti…

Ama insanımızı açık alanlarda o rüzgardan, yağmurdan, kavurucu sıcaktan koruyacak yeni bir şeyleri düşünüp bir türlü tasarlayamıyor ve hayata geçiremiyoruz…

2000’li yılların başında Kemeraltı Çarşısı Üst Örtü ve Kent Mobilyaları Projesi adıyla proje yarışmaları açıp kazananlara ödüller vermiş olsak bile o projeleri bir türlü uygulayamıyor, hayata geçiremiyoruz…

Kemeralti-Carsisi-Ust-Ortu-ve-Kent-Mobilyalari-Projesi10374399-19d5-4b22-ad0f-d82e5b274f95_f

Oysa biliyoruz ki iyi tasarımlar gerçek ihtiyaçlardan doğar… O nedenle tasarımı, gerek duyulan şeyin karşılayan estetik, ergonomik, yapılabilir, uygulanabilir, etkin ve verimli çözümler olarak kabul ediyoruz…

İnsanların yüzyıllardır biriktirip kuşaktan kuşağa aktardıkları alışkanlık ve geleneklerini dikkate alan; daha doğrusu alması gereken bir yaratıcılık eylemi olarak biliyoruz…

IMG_4610

Ama onca yıldır böylesine bir ihtiyaç olmakla birlikte buna bir çözüm bulan ve uygulayan kimse çıkmadığına; üstüne üstlük bu kentte yaşayan insanların tercih ve alışkanlıklarıyla taleplerini karşılayan tasarım çözümleri oluşturulamadığına göre İzmir’e gerçekten bir tasarım kenti diyebilir miyiz?

Tasarım adına bu kentte yapılan ya da yapılmak istenenleri boşuna bir gayret olarak görebilir miyiz?

Bu kentte tasarım adına fazla bir şey görmeyen çoğu insanın düşünüp ifade ettiği gibi, tasarım olgusunu şimdi kullanılan ama yarın öbür gün unutulup gidecek çağdaş bir oyuncak, oyalayıcı bir moda olarak mu görüyoruz?

Hele hele ki, bir de tasarımın başkenti filan gibi ödüllere aday bir kenttir denildiğinde buna gerçekten inanmalı mıyız?

Yoksa bu konu ile ilgili her şey çağdaş teknolojinin imkanlarıyla yaratılıp bize dokunmayan ve bu nedenle de yararlanamadığımız bir yanılsama, bir simülasyon mu?

Ne dersiniz?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s