Belediye mülkleri kamu malıdır ve sermayeye peşkeş çekilmemelidir!

Ali Rıza Avcan

Mülkiye‘deki hocam rahmetli Prof. Fehmi Yavuz, 3. ve 4. sınıflarda aldığım Şehircilik dersinde Kuzey Avrupa ülkelerinde; özellikle Stockholm, Helsinki ve Oslo gibi başkentlerde belediyelerin kent topraklarının en az % 70’ine sahip olduğunu belirterek kentleşme olgusunun sağlıklı olabilmesi için belediyelerin elindeki kamu mülkünün fazla olması gerektiğini anlatırdı.

Hocamızın anlattıklarını dinledikçe, verimli tarım arazilerinin besicilik amacıyla çitlerle çevrilerek özel mülkiyete geçtiği ve bu nedenle o toprakların yakınından bile yürümenin mümkün olmadığı İngiltere’deki özel mülkiyete dayalı düzenin aksine mülkün sultana; yani devlete ait olduğu Osmanlı mülkiyet düzeninin devamı anlamında devlete; yani, Milli Emlak‘a ait arazilerin İngiltere ve benzeri ülkelere göre daha fazla olduğunu bilip hatırlayınca bu işin ülkemiz kentlerinde ne kadar kolay olacağını düşünürdük. Özellikle de İmparatorluk sınırları içindeki kentlerde mahallelerin kurulması ya da mevcut mahallelere yeni binaların yapılması için İstanbul‘dan; yani sultandan izin alındığı dönemlerde… Şu sıralarda değerli araştırmacı arkadaşlarımla birlikte bir ekip olarak sürdürdüğümüz Darağaç bölgesi araştırması çerçevesinde ulaştığımız her Osmanlı arşiv belgesinde o mahallede yapılacak her fabrika, kilise, sundurma, depo ve ev için İstanbul‘dan izin alındığını, hatta verilen bu izinlerde yapılacak binaya ait boyutların belirtilerek çizimlerinin yapıldığını ve bu alışkanlığın Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devam ettirildiğini görüyoruz. Hem de imparatorluğun, hızla çöktüğü, hakimiyetindeki topraklar üzerindeki egemenliğini yitirmeye, devlet yapısının çözülmeye başladığı son yıllarda bile…

Osmanlı’nın, sultanın sahip olduğu mülkün kullanımında bizatihi sultandan izin almayı esas alan iktidar gücü, CHP‘nin şimdilerde Ekrem İmamoğlu ve ekibinin hukuksuz bir şekilde tutuklanması sonrasında iktidarın yükselen kuru aynı düzeyde tutmak amacıyla piyasaya sürdüğü 50 milyarlık dövizin, gerçekte devletin savaş, doğal yıkımlar ve salgın hastalıklar gibi durumları düşünerek biriktirdiği “kötü gün akçesi” olduğunu hatırlatmasında olduğu gibi, devletin varlık nedenini oluşturan mülkü korumayı esas alan anlayışa dayanır. Çünkü Baş defterdarın sorumluluğundaki Hazine-i Amire‘deki akçeler ya da mühimme defterlerine yazılan çiftlik ve topraklar, sultanın varlığı ile cisimleşen devletin ve onun ümmetinin kötü günleri için ayrılmış bir yedek akçedir. O nedenle de, gerek Osmanlı’da, gerekse Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin ve onun mahalli örgütlerinin elindeki mülklere ancak devletle ümmet ya da milletin kötü günlerinde elden çıkacak değerler gözüyle bakılmış; o nedenle, hiçbir şekilde elden çıkarılmayan kamu mallarının kullanımı konusunda devlet makamlarından izin alınması usulü uygulanmıştır.

İşte o nedenle de, hepimizin hafızalarına kazınan o meşhur deyiş, “adalet, mülkün….“; yani, devletin, mülk sahibi gücün, devletin “…temelidir” denilerek bu söz tüm resmi kurumların baş köşesine yazılmış, temel düstur olarak kabul edilmiştir.

Ancak devlet ya da belediyeye; daha doğrusu halka ait olan mal ve mülklerinin “kamu yararı“, “kamu hizmeti“, “kamu malına zarar vermemek“, “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yememek” ve “kamu zararı” gibi toplumcu düşünceyi dile getiren dil ve sözcüklerin terk edildiği kapitalizmin yeni dönemlerinde, neoliberal kapitalizmin egemen olduğu dönemlerde “Devlet Hazinesi“ne kayıtlı mallar ya da belediye mülkleri iktidar güçleri ya da hangi partiden olursa olsun tüm belediye yönetimleri tarafından açık ya da gizli özelleştirme yöntemleriyle sermayeyi temsil eden holdinglere, şirketlere ve çıkar çevrelerine peşkeş çekilmeye başlanmış, böylelikle servetin el değiştirmesi başlanmış; böylelikle, bu malların asıl sahibi olan halkın zararına kentler yönetilemez, hale gelmiştir. Bunun en iyi örneği ise, kıyı dolgusu yapılarak oluşturulan alanda yapılan binasını deprem hasarları nedeniyle 2022 yılında yıkan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin o yıldan bu yana yeni binası için yer arayışında oluşudur.

1980’li yıllara isabet eden Neoliberal dönemin Nixon, Thatcher ve Turgut Özal‘la simgeleşen ilk yıllarında Hilton International Co. ve General Dynamic Corparation isimli Amerikan şirketleriyle Luxemburg merkezli Shaker Holding isimli şirkete tahsis edilen İzmir Hilton Oteli arazisi, İzmirli sermaye sahiplerinin oluşturduğu Güçbirliği Holding‘e verilen Basmane Çukuru, son yıllarda yine ABD kaynaklı bir şirkete verilen Konak Pier ile bir grup İzmirli sermayedarın kurduğu KİPA‘ya ve son günlerde yolun sonuna geldiği anlaşılan TARKEM‘e peşkeş çekilen kamu malları ve kaynakları bu yağmanın en önemli İzmir örnekleridir.

1922’den bu yana uyguladığı değişik yöntemlerle bu alanda daha da ustalaşıp tecrübe kazanan ve “anahtarlarının sayısını bilmeyen adam” olarak ünlenen büyük mülk sahibi Şerif Remzi Reyent ve onların soyundan gelen İzmir sermayesinin kılıfına uydurulmuş bu son yağma, yıkma ve çalma örneklerinin ortaya çıkmasıyla birlikte bizler de; yani, kentte yaşayan ya da çalışan sakinler olarak yönetiminden sorumlu olduğu kamu/belediye mülklerini kentin rant çevrelerine ve yandaşlara peşkeş çeken kamu yöneticileriyle karşı karşıya kalır, onlara aslında bizlere ait olan taşınmaz malların kamu yararını gözeterek doğru, yerinde, etkin ve verimli kullanımı konusunda uyarır ve onları yoldan çıkaran sermaye çevreleriyle mücadele eder hale geldik.

Şimdilerde ise belediye başkanı ya da yönetimi CHP‘li, AKP‘li, MHP‘li ya da İyi Parti‘li olsun ya da olmasın; yasal yükümlülüklerini zamanında yerine getirmeyip gerekli ya da gereksiz başka alanlarda harcamalar yapan, bu nedenle de SGK prim borçlarıyla vergilerini zamanında ödemeyen belediyeler, “bizi silkeleyip zor duruma düşürüyorlar” bahanesiyle ellerinde bulunan değerli kamu mallarını satmak için sıraya giriyorlar. Resmi Gazete’nin ilanlar kısmına, belediyelerin web sayfalarına, gazetelere ya da sosyal medyaya baktığımızda belediyelerin ellerindeki binlerce malı, mülkü, gayrimenkulü satmak için sıraya girdiğini görüyoruz. Hem de yarın ya da öbür gün o değerli mülklere ihtiyaç duyacaklarını bile bile…

İzmir‘de, özellikle Basmane Çukuru ile Buca Cezaevi arsasının böylesine bir pazarlığa konu olması, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin Umurbey mahallesindeki bir mülkünün 150 milyon liraya satılması, diğerini de 804 milyona satmaya kalkması, yine aynı şekilde Karşıyaka ve Konak belediyelerinin elindeki kamu mülklerini borçları karşılığında SGK ya da Hazine’ye teslim etmek için çırpınmaları bu mirasyedi tavrın halen devam ettiğini gösteriyor.

Umurbey Mahallesi’nde, AllSancak gökdelenlerinin hemen yanındaki bu değerli arsa, şu sıralarda fiyat indirimi yapılarak satılmaya çalışılıyor. Aynen Karşıyaka’da Mehmet Cengiz’e yapıldığı gibi… SGK prim ve vergi borçları bahane, satışlar şahane…

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2025 yılı Şubat ayı başında 804.057.970.-TL bedelle satışa çıkardığı Umurbey Mahallesi 7868 ada, 3 parseldeki 7.960,97 m2 büyüklüğündeki son derece değerli arsaya 13 Mart 2025 tarihinde yapılan ihalede talipli çıkmadığı için, 30 Nisan 2025; yani, bu yazının yayınlandığı tarihten iki gün sonra, hem de eskisine göre 163.995.982.-TL daha az bir bedelle 640.061.988.-TL’ya ikinci kez ihaleye çıkılacak olması ve 13 Şubat 2025 tarihinden bu yana gündemde olan bu satışa ne Darağaç cephesinden ne de İzmir‘deki diğer resmi, sivil ve özel kuruluş ve kişilerden tek bir itiraz sesi çıkmamış olması, ortaya atılan “sivil itaatsizlik” önerileri karşısında, il başkanınca yakasına CHP rozetini takılan belediye çalışanlarının, “biz belediyeyi karşımıza almak istemeyiz” demesi, öte yandan da bu tür satışlara öncelikle karşı çıkması gerekenlerin belediye destekli AB projeleriyle kuşatılarak bu projelerden temin ettikleri mali kaynaklardan besleniyor olması da ortadaki vahim durumu izah etmek açısından oldukça manidardır.

Ayrıca şehrin merkezindeki bu kadar değerli bir arsanın önce değeri ile ihaleye çıkarılıp istekli çıkmaması üzerine bir ay sonra değerinin 164 milyon lira düşürülmek suretiyle yeniden ihaleye çıkarılması bize Cemil Tugay‘ın Karşıyaka belediye başkanı iken ‘5’li Çete‘nin baş elemanı müteahhit Mehmet Cengiz ile keşif değerini düşürerek yaptığı pazarlığı hatırlatmaktadır. Mehmet Cengiz için 32 milyon liradan 20 milyon liraya düşürülen % 8’lik arsa payı değeri ve şimdi de 804 milyondan 640 milyona düşürülen kupon arsa! Hem de AllSancak adıyla yapılıp Alsancak semtini kuşatan gökdelenlerin hemen bitişiğinde… Yeni bir gökdelen alanı olarak kim bilir kimleri bekleyen, adeta “parsel parsel satılan” bir armağan! Hem de insanları “mutlu” edeceği iddiasındaki mimar bir belediye başkanının topraklarında, ismi şimdilerde fısıltı ile söylenen birilerini mutlu edecek düşeş bir arazi…

Keşke, TMMOB İzmir İKK ve Konak Belediyesi, 24 Kasım 2024 tarihli İzmir Elektrik Fabrikası önünde yaptıkları basın açıklamasında söyledikleri gibi, satılacak bu değerli arsanın önüne giderek burada yeni bir gökdelen yapılmasına karşı çıksalar ve ben de benim gibi düşünen arkadaşlarımla birlikte gidip onlara destek olsam…

Bu değerli arsayı satabilmemiz için öncelikle buraya çöp dökmemeniz gerekiyor!

Amiyane deyimle, geçtiğimiz Perşembe günü Erol Şaşmaz dostum tarafından çekilen fotoğraflarda da göreceğiniz gibi İzmir Büyükşehir ve Konak belediye başkanlarıyla Ege Mahallesi muhtarının el birliği ile “buraya çöp dökme” pankartlarını astığı; ama “gökdelen yapma!” pankartlarını asmadığı “yeme de, yanında yat” güzel bir arsa! (1)

Öte yandan İzmir Büyükşehir Belediye Encümeni‘nin 20 Mart 2025 tarih, 331 sayılı kararından öğrendiğimize göre; belediye şirketlerinin 1 Milyar 837 Milyon 805 Bin, 774 Lira 12 Kuruş tutarındaki borçlarını ödemek için Karşıyaka, Tire Konak, Bayraklı ve Bornova‘daki değerli arsaların teminat olarak kabul edilmesi ilgili kuruluşlardan talep edilmiş….

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2000-2023 dönemi faaliyet raporlarındaki bilgilere göre aradan geçen sürede kentte yeni yapılaşma alanlarının açılması, yeni yapılan ya da revize edilen imar planlarının ya da 18 uygulamalarının yarattığı yeni belediye taşınmazları, 2012 tarihli 6360 sayılı yasa uyarınca kapatılan özel idareye ait çok sayıdaki taşınmazın belediyelere devri ve kamulaştırmalar nedeniyle sahip olunan arsaların sayısı 4.238’den 4.593’e, kamu tesisleriyle ticari gayrimenkullerin sayısı ise 1.269’dan 5.424’e yükselmekle birlikte; 2011’de 17, 2012’de 46, 2013’de 48, 2014’de 92, 2015’de 96, 2016’da 45, 2017’de 274, 2018’de 292, 2019’da 86, 2020’de 416, 2021’de 357, 2022’de 59 ve 2023’de 125 olmak üzere son 13 yılda toplam 1.953 adet hisseli ya da tam paylı arsanın satışı yapılmıştır. Tabii ki satışı yapılan bu arsaların kentin neresinde ve hangi değerde olduğunun açıklanmadığı bir ortamda… (2)

Ayrıca yazıya eklediğimiz tablonun da ortaya koyduğu gibi arsalar ve diğer taşınmazlar için faaliyet raporlarına yazılan değerler ifade edilen toplam değerleri vermemekte, taşınmaz türlerinin belirlenmesi konusunda yıllar itibariyle hiçbir gerekçe gösterilmeksizin büyük değişiklikler yapılmakta, bu nedenle verilerin sayıların yıllar itibariyle birbirlerini tutmadığı, bunun somut bir örneği olarak 2018’de 3 adet olduğu söylenen hayvan barınağı sayısı 2019’da 1’e inmekte, 2020’de de yeniden 3’e yükselmekte, belediyeye ait tesislerin yapımında mevcut parseller için tevhit (birleşme) işleminin yapılmadığı görülmekte; kısacası belediye mülklerinin yönetiminde yıllar ve belediye başkanlarının hizmet dönemleri itibariyle farklı uygulamalar yapıldığı görülmektedir.

Evet, kamu mülkünün kamu yöneticisine emanet edildiği dönemlerden, kamu mülkünü mirasyedi gibi satıp savan kamu yöneticilerinin egemen olduğu bir döneme gelmiş durumdayız… Aynı partiden, aynı siyasi görüşten gelen belediye başkanlarının zamanında ödemeyip başka yerlere savurdukları vergi ve sigorta primlerini faizi ve gecikme zammı ile birlikte ödemek için, bu malları bir teminat olarak göstermek için iktidar kurumlarına adeta yalvardığı, İller Bankası‘ndan yüksek faizlerle borç para alınmasının sanki piyangodan para çıkmış gibi bayram konusu yapıldığı, borcu zamanında eksiksiz ödememenin muhalefet yapmak sanıldığı garip bir dönemden geçiyoruz…

Bu durumda kim ne söylerse söylesin olan, o kamu mallarının gelirinden ya da kreş, anaokulu, huzurevi, sosyal tesis, konut, lojman olarak yararlanmayan kentlilere; yani bizlere oluyor… Belediyeler, geçmiş dönemin hesabını sormaksızın bu döneme sarkan muazzam borçlarını ödeyebilmek için her zaman yapılanı yaparak ellerindeki malları haraç mezat satıyorlar ve böylelikle kentteki arsa ve arazi rantını sermaye sahibi sınıfların hizmetine sunuyorlar… Sonra da çıkıp buna “sosyal belediyecilik” ya da “toplumcu belediyecilik” diyorlar…

Tabii ki, bu kentte çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız olumlu ya da olumsuz her şeyi düşünüp hesap ederken kendilerine kamu mallarını teslim ettiğimiz belediye yönetimlerinin işlediği bu tür vahim kent suçlarının farkına varan, hiçbir menfaat ilişkisini düşünmeksizin bu suçları teşhir edip yasal yollardan mücadele edenlerin değerini bilmek, onlara destek olmak ve topluca “HAYIR!” diyebilmek adına…

(1) https://www.izmir.bel.tr/tr/EmlakIlanDetay/547/292

(2) İzmir Büyükşehir Belediyesi 2010, 2011, 2012, 2013, 2014, 2015, 2016, 2017, 2018, 2019, 2020, 2021, 2022 ve 2023 Faaliyet Raporları.