Ali Rıza Avcan
Konak Belediye Meclisi, 5 Eylül 2022 tarihinde yaptığı en son toplantısında aldığı 153/22 sayılı kararla 3 ayrı meclis komisyonunun (Turizm, Tarihsel ve Kültürel Değerleri Koruma, ve Esnaf Komisyonları) raporunu gerekçe göstererek belediye öncülüğünde “Soyağacı Turizmi” ile ilgili olarak yapılacak çalışmaların oybirliği ile uygun bulunduğuna karar vermiş.

Söz konusu rapor yayınlanmadığı için içeriğinde hangi bilimsel bilgi, analiz ve çözümlerin bulunduğunu, -ne yazık ki- bilmiyoruz; ama, bu raporun hangi komisyon üyelerince hazırlanıp imzalandığını biliyoruz: En azından bu komisyon üyelerinin bilgisi, görgüsü ve düzeyi itibariyle yazılıp çizilen raporun da hangi düzeyde olduğunu anlarız diye düşünüyorum.
Komisyon üyesi olarak söz konusu kararı veren meclis üyeleri şu şahıslardan oluşuyor: Turizm Komisyonu başkanı olarak Cenap Börühan (CHP), başkan vekili olarak Doğan Kılıç (CHP), üyeler İbrahim Yıldız (CHP), Hamit Mumcu (CHP), İsmail Özen (AKP), Tarihsel ve Kültürel Değerleri Koruma Komisyonu başkanı olarak Erhan Uzunoğlu (CHP), başkan vekili olarak Ulvi Puğ (CHP), üyeler Esra Yılmaz Keskin (CHP), Şamil Sinan An (CHP), İkbal Sezgin (AKP), Esnaf Komisyonu başkanı olarak Mehmet Şerif Demir (CHP), başkan vekili olarak İbrahim Yıldız (CHP), üyeler Doğan Kılıç (CHP), Rıdvan Tekin (CHP) ve Nurullah Arık (AKP).
Şimdi de bu meclis ve komisyon üyelerinin, dünyada “Genealogy Tourism“, “Diaspora Tourism“, “Roots Tourism“, “Homeland Tourism” ya da “Soybilim Tourism” veya “Soyağacı Turizm“i de denilen bu tür turizm faaliyeti hakkında bilgi, birikim, deneyim, beceri ve yetenek sahibi olup olmadıklarını ortaya koymak için asıl mesleklerini; yani uzman oldukları konuları, CHP Genel Merkezi‘nin 2019 tarihli yerel seçimler için hazırladığı Konak Belediye Meclisi aday adayları listesini, İzmir Büyükşehir Belediyesi İnternet sayfasındaki bilgileri ve gazeteci arkadaşlarımızdan aldığımız bilgileri toparlayarak şu şekilde sıralayalım:
Cenap Borühan, fotoğraf sanatçısı, ekonomist, Doğan Kılıç, lokantacı, İzmir Lokantacılar ve Gazinocular Odası Başkanı, İbrahim Yıldız, Efes Pilsen Karşıyaka bayisi, Hamit Mumcu, serbest meslek, İsmail Özen, mali müşavir, Erhan Uzunoğlu, makine mühendisi, Ulvi Puğ, avukat, Esra Yılmaz Keskin, mimar, Şamil Sinan An, ekonomist, iş adamı İkbal Sezgin, AKP Konak İlçesi önceki dönem Kadın Kolları Başkanı, Mehmet Şerif Demir, emekli, Rıdvan Tekin, işletmeci, Nurullah Arık, kafe işletmecisi.
Komisyon üyelerinin mesleki dağılımlarından da anlaşılacağı üzere, aralarında bırakın “Genealogy Tourism” ya da “Soyağacı Turizmi” kavramından, turizmden anlayacak, bu alanda bilgi, birikim, deneyim, beceri ve yetenek sahibi biri olmamasına karşın hazırladıkları raporlarla Konak Belediyesi‘nin, Konak ilçesi sınırları içindeki; özellikle de kentin tarihi merkezini oluşturan Konak, Kemeraltı, Basmane, Kadifekale, Pasaport, Damlacık, Göztepe ve Güzelyalı gibi yerlerinden İzmir‘in emperyalist ülkelerin taşeronu Yunan Ordusu‘nun işgalinden kurtulduğu 9 Eylül 1922 tarihi sonrasında gönüllü olarak ya da mübadele çerçevesinde başka ülkelere ya da kentlere gitmiş -muhtemelen- Rum, Ermeni ve Yahudi ailelerin yeni kuşak üyelerini bir turist olarak İzmir‘e davet edip; ailelerinin eskiden yaşadığı mahalle, sokak, mezarlık ve evleriyle komşuluk ve akrabalık ilişkilerini araştırıp bulma konusunda hizmetler vermesi için öneride bulunmuşlar ve bu önerileri Konak Belediye Meclisi tarafından kabul edilerek bir karara dönüştürülmüş.
Ve tabii ki, adını ve mesleklerini verdiğimiz bu meclis ya da komisyon üyeleri, bu tür konularda yetkin olmadıkları için, bunu akıl eden belediye başkanına ya da meclis üyelerine yakın bir bürokrat ya da danışmanın ortaya attığı anlaşılan bu fikrin meclis komisyonu ve meclis kararı ile kabul görüp meşruluk kazandığı anlaşılıyor.

Gelelim “Genealogy Tourism“, “Root Tourism” ya da Türkçesi ile “Soyağacı Turizmi” kavramının ne olduğuna ve geçmişte “kültür turizmi” kapsamında ele alınan bu turizm faaliyetinin neden son yıllarda ayrı bir turizm faaliyeti olarak kabul edildiğine…
Uzun yıllardır turizm ve turizm çeşitleri üzerine çalışır, araştırma ve çalışmalar yaparım. Bu konuda yaptığım son çalışmalar, Kuşadası Belediye Başkanlığı adına Etik Araştırma ile birlikte yaptığım Kuşadası İmaj, Turizm Algı ve Marka Kent Kurumsal Kimlik Araştırması ile Marmaris-Köyceğiz-Datça Turizm Altyapı Birliği (MARTAB) adına Stratejipoll Araştırma Ltd.‘in ortağı ve yöneticisi olarak yaptığım Marmaris Kırsal Turizm Araştırması ve Envanteri çalışmasıdır. Ayrıca bu araştırmalar dışında eski çalışma arkadaşım Nihat Demirkol ile birlikte yaptığım Çeşme Turizm Arama Konferansı ve Bergama Turizm Arama Konferansı çalışmalarını da sayabilirim. Tabii ki bütün bunları gerçekleştirmek ve turizmle ilgili son gelişmeleri bilmek adına ilgili bilimsel literatürü düzenli olarak izlemeye çalışır, bu alanda kimin ne söyleyip yaptığını öğrenmeye çalışırım. Özellikle de, dini hac geleneği dışında kalıp, 19. yüzyılda ortaya çıkıp gelişen turizm hareketlerini kavramsal anlamda sorgular; özellikle, “Roma’dan bu yana hiç bir şeyin değişmediğini” düşündüğüm öğrenme, eğlenme ve dinlenme amaçlı turizmin geleneksel türleri dışında kalan yeni bir turizm türlerini inceleyip diğerlerinden farklılıklarını öğrenip tartışmaya çalışır, yeterli olmadığımda da bu konuları benden daha iyi bilen bilim insanlarına, uzmanlara ve turizm profesyonellerine sorar; böylelikle, anlayamadığım konuları daha iyi kavramaya çalışırım.
Bu çerçevede, Marmaris‘in 12 köyü ile ilgili yaptığım çalışmada ele aldığım “kırsal turizm” araştırmasının hangi kavram boyutunda ele alınması gerektiğini uzun uzun araştırdığımı, “çevre turizmi“, “ekoturizm“, “doğa turizmi” ve “tarım turizmi” gibi diğer yeni kavramlarla ilişkisini soruşturduğumu ve sonunda da “kırsal turizm” kavramında karar kıldığımı hatırlıyorum.
Ayrıca, Kuşadası İmaj, Turizm Algı ve Marka Kent Kurumsal Kimlik Araştırması‘nı yaptığım sıralarda, turizm alanında ortaya çıkan bu tür yeni kavramların, “kum-güneş-deniz” üçlemesiyle ifade edilen “kitle turizmi“nin dünyanın birçok bölgesinde; özellikle de ülkemizin Kuşadası‘nda ve ülkemizin kıyı bölgelerindeki eski parlaklığını yitirmesi nedeniyle yeni arayışlara girildiğini, bu alanda yeni icat edilen ne varsa bir kurtarıcı gibi hemen ona rağbet edildiğini, turizm araştırmacılarının “turistik ürün çeşitlendirilmesi” olarak adlandırdıkları bu stratejinin birçok turizmciye cazip geldiğini keşfetmiştim. Nitekim araştırmasını yaptığım Kuşadası, dünya çapında “kitle turizmi” nedeniyle tanınmış olmasına karşın, Kuşadası‘nda “kitle turizminin” krize girmesi nedeniyle büyük sorunlar yaşayan turizmciler “inanç turizmi“, “kır turizmi” ve “kongre turizmi” gibi yeni turizm faaliyetlerine ilgi gösterip ortaya kafaların karıştığını gösteren bir çorbanın konulmasını sağlıyorlardı.

Bu kapsamda yıllar önce öğrendiğim bilgilere göre, İngilizcesi “genealogy tourism” olup kimilerinin “root tourism” ya da Türkçesiyle “soyağacı turizmi” dediği bu yeni turizm türünün ülkesinden, yaşadığı köyden, kentten, mahalle ya da sokağından gönüllü olarak ya da zorla koparılmış olup başka diyarlara gidenlerin ve onların neslinden gelenlerin, “Ben kimim, nereden geliyorum, geldiğim/geldiğimiz yeri nasıl bulabilirim, bu şekilde kaybettiklerimi yeniden nasıl edinebilirim” sorularına cevap veren, bu nedenle de çoğu kez kapitalizmin geliştiği 18 ve 19. yüzyıllarda Kuzey ve Güney Amerika‘ya göç eden İrlandalı, İskoç, İtalyan, Polonyalı, zorla Amerika‘ya götürülmüş kölelerin Afroamerikan torunları, gönüllü göç, pogrom, soykırım ve mübadele gibi göçler nedeniyle yaşadıkları yerleri terk eden ya da etmek zorunda kalan Yahudi, Ermeni, Rum, Giritli ve Balkan mübadilleri örneğiyle cisim bulan bir turizm cinsi olarak lanse edildiğini ifade etmek isterim.
Türkçeye “Soyağacı turizmi” olarak çevrilen “Genealogy tourism” ile ilgili bilimsel araştırmalarda bu tür turizmin ilk kez İskoçya ya da İrlanda‘dan ABD‘ne göç etmiş yeni kuşak İskoç ya da İrlanda kökenli Amerikalıların yaptığı seyahatler için kullanıldığı söylenmekte. Böylelikle, ana babalarından ya da daha üst kuşaktaki büyüklerinden dinledikleri öykülerle dile getirilen geçmişin mirası olan yerleri, evleri, kasabaları, hatta uzun süredir görmedikleri komşu ve akrabalarını görmek mümkün olmaktadır.⁽¹⁾
Aslında, bir yerden gönüllü ya da zorunlu olarak göç eden insanların geride bıraktıkları toprağı, evleri ve insan ilişkilerini; daha doğrusu kaybettikleri “mirası” aile ilişkileri boyutunda kilise ya da kütüphanelerden yararlanarak, eski yerleşimdeki komşu ve akrabalarıyla görüşerek ya da ailenin elinde kalmış eski eşyaları kullanarak köklerini aramaları çok da yeni bir çaba değildir. Çünkü insan, eski çağlardan bu yana gittiği yerde güçlü olup ayakta kalabilmek adına, geldiği yer ile gittiği yer arasında mekânsal ilişkileri bilip yeniden kurmaya, yabancı yerlerde ailesinden, kabilesinden, aşiretinden ya da hemşerilikten gelen ilişkileri kullanarak güçlü olup kendine yer açmaya çalışmaktadır. Ancak kimlik politikalarının öne çıkarıldığı içinde bulunduğumuz postmodern çağlarda kendisinin, ailesinin, kabile ya da aşiretinin etnik kimliğini oluşturan unsurları araştırıp o gücü yitirilmiş olan mekânla ilişkilendirerek güçlendirmek ve kimliğini bu şekilde güçlendirmeye çalışmakta; artık bundan böyle, ekmeğini kazandığı yerleri değil de, geldiği yerlerdeki toprakları ve insanları bilip tanıyarak, geride bıraktığı mirası bulup geri isteyerek, bu amaçla seyahatler yaparak, onu kendi toprağı, kendi yurdu olarak kabul etmeye hazır hale gelmektedir.⁽²⁾

Bu örnekten hareketle yıllar önce İstanbul‘dan gelerek Karaburun‘da film çeken bir grup sinemacıyla ilgili bir anımı, bu konuda çok iyi bir örnek oluşturduğu için sizlerle paylaşmak isterim.
2012 yılında, ünlü “Takva” filminin yapımcısı sevgili dostum Sevilay Demirci‘nin ricası üzerine, İzmir‘e gelip Türk-Yunan ortak yapımı bir film çekecek olan yönetmen Ulaş Güneş Kaçargil ile Dilek Keser‘e yardımcı olmuştum. Senaryosunu Ulaş Güneş Kaçargil‘in yazdığı filmi, o sıralar Tunç Soyer‘in belediye başkanı olduğu ve her sinemacının gidip çekeceği film için yardım istediği Seferihisar‘da çekmek istiyorlardı. Bense Tunç Soyer‘in bu tür yardım taleplerinden yorulup bunaldığını söyleyerek filmi Urla‘da ya da Karaburun‘da çekmelerini önermiştim. Nihayetinde onlar Urla‘yı ve Karaburun‘u gezerek Karaburun‘da karar kılmışlardı.
Çekimlerin sonrasında beni arayarak Karaburun Nergis Kafe‘de yapılacak galaya çağırdılar ve onlarla 1-2 gün kalarak misafir olmamı istediler. Böylelikle, o sıralarda televizyonlarda yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki Matrakçı Nasuh rolüyle ünlenen Fatih Al, Cem Bender, Gökçe Sezer, Ferit Aktuğ, Uğur Uzunel, Oral Özer ve Serkan Deniz‘le tanışarak -aynen linki verdiğim fragmandaki son sahnede olduğu gibi- deniz kıyısındaki kayaların üstünde soğuk biralarımızı içerek uzun uzun sinema ile felsefe arasındaki ilişkileri tartışmış, Fatih Al‘ın nasıl bir entelektüel düzeye sahip olduğunu görmüştüm. Filmin Yunan sanatçıları orada olmadığı onları tanıma fırsatım olmamıştı.
Galanın yapıldığı 9 Ağustos 2013 akşamı Nergis Kafe‘ye neredeyse tüm Karaburunluların geldiğini, filmi seyrettikçe filmde kendileri aradıklarını, gördüklerinde de heyecanlanıp büyük bir keyifle bağırdıklarına tanık oldum. Çünkü neredeyse tüm Karaburunlular filmde gözükmüşler, adeta figüranlıklar yapmışlardı.

Filmin konusu ise geçmişinin peşine düşen bir kadınla, geleceğine sahip çıkmaya çalışan bir adamın, yıllardır her şeye sessizce tanık olan ve paylaşılamayan bir evde kesişen hayatlarıyla ilgiliydi. 1990´lar sonbaharında Ege´de bir sahil kasabasında doğmuş, büyümüş, mübadelede Yunanistan´a göç etmek zorunda bırakılmış 80´li yaşlarını süren Agapi (Melpo Zarokosta), evini bulmak için yollara düşer. Yanında torunu Elpida (Romy Vasiliadis) vardır. Evi artık bir Türk genci Yaşar´a (Fatih Al) aittir. Agapi evi satın almak ister fakat Yaşar satmamakta kararlıdır. Yaşlı kadın inat, genç adam inat, evi paylaşamazlar. Birbirine yabancı bu üç kişi aynı evde yaşamaya başlarlar.
Filmle ilgili açıklamalarda bu gencin Türk genci olduğu belirtilmekle birlikte, ben filmi seyrederken tek başına yaşayıp işçi olarak çalışan bir gencin Kürt olduğu gibi bir izlenim edinmiştim. Aslında öyle olmayıp da, benim düşündüğüm gibi olsaydı, gönüllü ya da zorunlu bir iç göçle Karaburun‘a gelmiş bu Kürt genci ile zorunlu olarak dış göçle Yunanistan‘a gitmiş Rum bir kadının aynı evi paylaşmak konusunda karşı karşıya gelip mücadele etmesi, Ulaş Güneş Kaçargil tarafından yazılmış senaryoyu daha ilginç, daha çekici ve anlamlı bir hale getirirdi diye düşünüyorum.
Görüldüğü gibi yaşlı Agapi geride bıraktığı topraklara torunu genç Elpida ile geri gelmekte ve bıraktığı evi anılarına, geçmişine sahip çıkmak amacıyla yeni sahibinden satın almayı istemekte; böylelikle, turizm literatürdekindeki deyimiyle bir “soyağacı turizmi“nin öznesi olmaktadır. Bu durumda da ortaya, gidenlerin meşru ya da gayrimeşru bir biçimde bıraktığı mallar ile bu malları satın alma, yağmalama ya da gayrimeşru yollarla edinenler arasındaki gergin ilişki, mahkeme, dava ve tazminat gibi insanları; hatta halkları birbirine düşüren yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Şimdi düşünün bir, İzmir‘i 1923 sonrasında terk ettiğinde elindeki taşınır ya da taşınmaz malları buradaki güvenilir arkadaş, dost ya da ortaklarına emanet eden halı tüccarı İspartalızade Hacı Ohannes, tefeci İsteratani Petro Kokiz ve kuyumcu Bersahoğlu Kirkor benzeri zengin ailelelere ait varislerin, o malları bir şekilde edinerek zenginleşen Şerif Remzi Reyent benzeri türedi zenginlerin varislerinden, bıraktıkları mal ve mülkleri geri istediklerini, bunu sağlamak için mahkemelere gidip davalar açtıklarını… Ortalık ne kadar da şenlenir, ne kadar eğlenceli bir hale gelirdi? O dönemlerde yağma, yıkma ve yakma ile zenginleşenlerin varislerini nasıl bir korku, nasıl bir telaş sarardı? Sanırım böylesi bir soruna bu ülkedeki ve kentteki ulusalcılardan çok, o dönemlerde sebepsiz ve hadsiz hesapsız bir şekilde zenginleşen ailelerin varisleri karşı çıkar, hemen siyasetin demagoglarını ya da loncaları harekete geçirirlerdi.
Aslında ayrı bir tür turizm faaliyeti olarak kabul edilse ya da kültür turizmi adı altında yürütülse bile, dünyadaki birçok ülke, şehir ve bölge için yararlı olabilecek “soyağacı turizmi” ile ilgili temel kararları alırken, turizmle ilgili tüm tarafların bir araya getirilmesi ve ele alınıp tartışılacak turizm türünün İzmir ya da Konak ilçesi koşullarında uygulandığı takdirde uygulamanın güçlü ve zayıf yönleriyle tehdit ve fırsat oluşturan yanlarının net bir şekilde ortaya konulması; yani, iyi bir SWOT Analizi yapılarak güçlü yanların nasıl fırsata dönüştürüleceği ya da tehditlerin hangi yöntemlerle nasıl karşılanacağı gibi konuların tartışılması ve bu şekilde ortaya çıkacak düşünceler çerçevesinde özel bir turizm politikası ve stratejisinin belirlenmesi gerekir. O nedenle de, İzmir’deki resmi, özel ve sivil turizm otoritelerini; başta İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü‘yle UNESCO İzmir Tarihi Liman Kenti Alan Başkanlığı‘nı, ulaşım, konaklama, yeme-içme, eğlence, rehberlik ve turizm sektörleriyle ilgili meslek odalarını, dernek ve vakıfları, onların temsilcilerini çağırıp onları işe katmadan; üstelik bu işten anlamayan insanlarla verilen kararların ve yapılan işlerin “yapılabilir“, “sürdürülebilir” ve “verimli-etkili” olmayacağını zaman ortaya koyacaktır.

Zira geçtiğimiz günlerde Balkan Savaşları tarihi ile ilgili okumalarım sırasında Hırvat tarihçi İgor Despot‘un Mete Tunçay tarafından çevrilip 2020 yılında Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından yayınlanan “Savaşan Tarafların Gözüyle Balkan Savaşları, Algılar ve Yorumlar” kitabının 222. sayfasındaki (137) nolu dipnotunda “Son birkaç yıldır Sofya’daki Devlet Arşivlerine gidenler, orada iki grup ziyaretçi görebilmektedirler: Ege Makedonyası’nda toprak sahipliği belgeleri arayanlar ve aynı şeyi Türk Trakyası (Doğu Trakya) için yapanlar. BU insanlar o devletlerden tazminat almak, hatta mülkiyetlerini tanıtmak umudundadırlar. Bulgaristan bir AB üyesi olduğu, Türkiye de olmak istediği için, başarılı olabilecekleri umudu bile vardır.” diyerek ülkemizi savaşlarla ya da zorunlu mübadelelerle terk edenlerin olası hak arayışları konusunda uyardığını hatırlıyorum.
Evet bir Hırvat tarihçinin görüp yazdığı bir gerçeği, acaba Konak Belediyesi‘nin turizmden anlamayan, bu konuda bilgisiz, deneyimsiz ve tecrübesiz olan meclis ve komisyon üyeleri neden görmez ya da görmemezlikten gelir acaba?
……………………………………………………………………………………………………
⁽¹⁾ Santos, C.A., Yan, G. (2010), “Genealogical Tourism – A Phenomenological Examination“, Jopurnal of Travel Research, February 2010, s.56-67
⁽²⁾ Prinke, R.T. (2010) “Genealogical tourism – An overlooked niche“, Rodziny, Spring 2010, s.16-23
Yararlanılabilecek diğer yayınlar
+ Robert Lanquar, Turizm-Seyahat Sosyolojisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985.
+ Winfried Löschburg, Seyahatin Kültür Tarihi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998.