Ali Rıza Avcan
1980’li yıllardan bu yana İzmir’de kurulmuş, başarısız olup kapanmış, isim değiştirmiş, İzmir’i terk etmiş, kayyuma devredilmiş ve halen faaliyette olan çok ortaklı şirketleri hatırlamaya kalktığımızda; adı Ahmet Piriştina ve Erdal Şafak ile anılan 100 ortaklı Kipa ile Ahmet Piriştina‘nın genel müdürü olduğu Tansaş‘ı, 3 bine yakın ortağın kurduğu Güçbirliği ve EGS Holding‘i, 120 bin tarım üreticisini temsil eden Tariş‘in bankası Tarişbank‘ı, Şinasi Ertan liderliğindeki 160 ortaklı Enda Enerji‘yi, Tepekule Holding‘i, Alsancak Liman İşletmeleri şirketini ve 60 ortaklı Tetusa‘yı, adı İrfan Akça ile anılan 220 ortaklı Şampa‘yı, İzmir Ticaret Odası başkanı Ekrem Demirtaş‘ın öncülüğündeki İzmirli 100 ortağın katılımı ile kurulan İzmir Hava Yolları‘nı, Uğur Yüce liderliğindeki bir ekip tarafından kurulan 116 ortaklı Tarkem‘i hatırlarız… Tabii ki, hatırlayamadığımız belki de bir bu kadar başka şirketin olabileceğini de dikkate alarak…
Bu şirketlerin bir kısmı zaman içinde büyüyerek ve sahip değiştirerek İzmir dışına kanat açtılar; hatta yerli ve yabancı ortaklarla başarısız evlilikler bile yaptılar… Kipa ve Tansaş bunlardan sadece ikisidir. Kipa bugün markası ve mağazaları ile halen var olmakla birlikte Tansaş markası ve mağazaları artık tarihe karıştı.
Bir kısmı yaşadığımız krizler içinde ya kendiliğinden kapandı, başka şirketlere servis verir hale geldi, TMSF’ye ya da kayyuma devredildi ya da devlet tarafından kapatıldı. Güçbirliği, EGS Holding, Tarişbank, Şampa, İzmir Hava Yolları, Tarkem ise bu tür şirketlere örnek…
Halen aksak köstek devam edenler ise Enda Enerji Holding, Tetusa gibi ilginç gelişmelerle gündemimizi işgal edenler…
Bugüne kadar kurulan bu çok ortaklı şirketlerin performansı İzmir açısından çoğunlukla başarısız olmakla birlikte, bu girişimlere liderlik yapanların ya da destekleyenlerin düşüncelerinin birbirlerinden farklı olduğu anlaşılıyor.
Devamlı olarak bu tür girişimlerin içinde olan sanayici Şinasi Ertan 5 Eylül 2009 tarihinde Yeni Asır muhabiri Sinan Doğan‘a “Herkes ‘solo’ yapmaya çalışıyor. Oysa koro halinde daha başarılı olabiliriz” derken; EBSO eski başkanı sanayici Kemal Çolakoğlu, 15 Eylül 2010 tarihinde Doğan Haber Ajansı’ndan Burcu Taner‘le yaptığı söyleşide “çok ortaklı şirket devri bitti” demekte…
Ancak bu sözlerin söylendiği 2010 sonrası gelişmeler bu eğilimin devam ettiğini, kurucuların henüz bu modelden vazgeçmediklerini ortaya koymuş, İzmirli iş adamları her zaman yaptıkları gibi tanıdıkları ya da iş yaptıkları herkesi, her siyasetten, her meşrepten para sahibi insanları bir araya getirerek şirket kurmaya devam etmişler, devletin ya da belediyelerin bu şirketlere destek olması için insan üstü bir çalışma sergilemişlerdir.
Bunun en son örneği ise İzmirli iş adamlarını, sanayicileri, tüccarları, esnafları, büyük rant gelirine sahip olanları, akademisyenleri, avukatları, yeminli mali müşavirleri, anlı şanlı mimarları, Musevi Cemaati’nin önde gelenlerini, AKP’li ve CHP’li siyasetçileri; hatta belediye başkanının danışmanlarıyla bizzat eşini, en nihayetinde de İzmir ve Konak belediyelerini sadece 20.000 lira katkıda bulunmak gibi kolay bir koşulla bir araya getirerek 116 ortaklı Tarkem‘i kurmuşlar, bununla da kalmayıp şirkete ortak edemediklerini kişileri şirketin sivil yüzü olarak oluşturdukları derneğe kurucu üye olarak kaydetmişler, böylelikle şirketin devletle, belediyelerle, diğer resmi kurumlarla, siyasetçilerle, toplumun diğer kesimleriyle daha kolay ilişki kurup iş yapmasını sağlayacak bir yapı kurmuşlardır. Ta ki, 15 Temmuz 2016 tarihi sonrasında bazı ortaklarının FETÖCÜ olarak kabul edilmesi nedeniyle şirket yönetiminin kayyuma devredildiği tarihe kadar…
2017 yılında ise, 2005 yılında kurulmuş olmasına karşın Hazine’ye ait 85 dönümlük araziyi ihale ile kiraladığı 2015 yılına kadar herhangi bir faaliyet gösteremeyen, devlet imkanlarının kullanımı anlamına gelen bu kiralama işleminden sonra ise sermaye sıkıntısı çekmeye başlayan Tetusa şirketine, yeterli olmayan sermayesinin şirket ortaklarınca ellerinin ceplerine atılması suretiyle arttırılması yerine İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ortak olmasını sağladıkları görülmüştür.
Görüldüğü kadarıyla bu tür girişimlerdeki temel ilke, her bir katılımcının büyük paralar ödemeden, oldukça az bir bedelle pay sahibi olması, eksik kalanın ise kamu kaynaklarından sağlanmasıdır.
Aslında bu durum, elini cebine atmayı, diğer bir anlatımla risk almayı sevmeyen İzmirli iş adamı, yatırımcı ve sermayedarlarının geleneksel bir tutumudur.
Çünkü çoğunun çıkış noktası, önce Anafartalar Caddesi’nde “işportacı“, daha sonra kiraladığı dükkan ya da mağaza ile “esnaf” kimliğini edindiği Kemeraltı dünyasıdır.
Bu gruptaki esnaflardan başarılı olanların Kemeraltı sonrasındaki ikinci mekânları ise bir “toptancı tüccar” kimliğiyle geçip yerleştikleri Mimar Kemalettin bölgesidir.
Önce “esnaf“, sonrasında “tüccar” kimliği kazanan bu kesimin üye olduğu meslek örgütleri ise haliyle esnaf odaları ya da İzmir Ticaret Odası’dır.
İzmir içindeki ticaret sermayesinin bundan sonraki büyüyüp yükselme hamlesi, her esnaf ya da tüccarın hayalini süsleyen “sanayici” kimliği edinerek sınıf atlama olarak kabul edildiği için önce atölye sonrasında da fabrika kurmak şeklinde gerçekleşir.
Çoğu kez bir aile işletmesi olarak yaşama geçen bu dönemde ülkenin, bölgenin ya da İzmir’in sunduğu olanaklar çerçevesinde kurulan atölyeler fabrikaya, şirketler şirketler grubuna dönüştürülerek sermayenin büyütülmesine çalışılır.
Daha da büyüyenler başka bölgelere; özellikle de İstanbul’a geçmeye çalışır, bölgesel ya da ulusal ölçekli bir işletme olarak yabancı yatırımcılarla iş yapmaya çalışırlar.
Ama şirket yönetiminde olan bütün aile bireylerinin bunca gelişip güçlenmeye, dönüşüp büyümeye; hatta kurumsallaşmaya karşın vazgeçemedikleri temel bir tutumları vardır: Tedbirli olup fazla risk almamaya, bugünün yatırımını hemen yarın, hatta yarından da önce geri almaya çalışırlar. Bu tutum çoğu şirket sahibi, ortağı ve yöneticinin adeta genlerine işlemiş geleneksel bir reflekstir.
Herhangi bir riskle karşılaştıklarında da ilk yaptıkları şey ellerindeki arsa, arazi ve gayrimenkulleri elden çıkarmaktır.
Fazla risk almayı sevmedikleri için önlerine birinin geçmesi suretiyle üstlendikleri ufak riskler çerçevesinde bir araya gelerek çok ortaklı şirket kurmayı severler. Öne geçen kişi ya da kişiler ise genellikle akraba, mahalle arkadaşı, okul arkadaşı ya da iş yapılan güvenilir, kamuoyu tarafından tanınan ve ilişkileri güçlü kişilerdir.
Bir araya getirilen kişilerin bir kısmı tüccar, tacir, iş adamı, yatırımcı, kira tahsilatçısı gayrimenkul sahipleri olmakla birlikte bu gruba iktidara yakın devlet ve belediye yöneticileriyle bürokratların, Musevi Cemaati üyelerinin, yeminli mali müşavirlerin, avukatların ve akademisyenlerin dahil edilmesine özel bir önem verilir. Böylelikle her türlü olası risk ve tehlikeye karşı güçlü bir iktidar bloku oluşturulmuş olur.
Diğer yandan da, “İzmir’i çok sevdikleri” ya da “İzmir’i kurtarmak için yola çıktıkları” öyküsüyle kamuoyunda sempati yaratıp onların desteğini almaya yönelik bir halkla ilişkiler çalışmasını yürütmeye çalışırlar.
Bu tür çok ortaklı şirket girişimlerinin diğer bir özelliği ise devletin ya da yerel yönetimin katılımını sağlayarak ya da o gücün imkanlarını kullanarak kamu kaynaklarına; özellikle de devlete ve yerel yönetimlere ait taşınır ve taşınmaz mallara kolaylıkla ulaşmasıdır.
Bu bazen Hazine’ye ya da belediyeye ait arsa, arazi ve diğer gayrimenkullerin kurulan şirketlere tahsis edilmesi, bazen yerel yönetimlerin şirket sermayesine doğrudan katılması; çoğu kez de başka bir şekilde açılamayacak kapıların, kamu kurumlarıyla beraber olup onlarla iş yapıyor olmaktan kaynaklanan avantajlarla açılması suretiyle gerçekleşmektedir.
İşte bütün bu nedenlerle, hepimizin bildiği gibi bir zamanlar bir belediye kuruluşu olarak Tansaş tarafından kullanılan çoğu belediye taşınmazının önce özelleşen Tansaş, daha sonra da Migros tarafından ya da daha önce Kültürpark alanında iken sonra bu alandan çıkarılan “Basmane Çukuru“nun önce Güçbirliği, şimdilerde ise Folkart tarafından ya da 1987 yılında İzmir Hilton Oteli’nin bulunduğu binanın yapılması için belediyece tahsis edilen 7.200 metrekare büyüklüğündeki arsa karşılığında % 23,84 oranındaki payla ortak olunan İzmir Enternasyonal Otelcilik A.Ş.’ndeki kamu payının gasp edilmesi sağlanmıştır.
Bütün bu olumsuz örneklerin de gösterdiği gibi İzmir özelinde yıllardır izleyip tanık olduğumuz başarılı ya da başarısız tüm çok ortaklı şirket girişimlerinde, Hazine ya da belediyeler sayesinde elde edilip özelleştirilen kamu kaynaklarının çoğunluğun yararına aykırı bir şekilde kullanıldığı söylenebilir.
O nedenle de, bugüne kadar hep İzmir’in işine yaradığı söylenen “çok ortaklı şirket” modeliyle gerçekleştirilen tüm girişimlerin kamu yararının korunması açısından çok dikkatli bir şekilde izlenmesi ve aslında bizlere ait olan zenginlik ve değerlerin bu şekilde gasp edilerek çarçur edilmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir.