Kuzguncuk, İstanbul Üsküdar’da, Boğaz kenarına kurulmuş bir semttir. Şimdilerde popülaritesi gitgide artıyor ve özellikle hafta sonları fazla sayıda insanı kendine çekiyor. Sınırları içinde Ermeni ve Rum kiliseleri, sinagog ve cami var ve bu yönü ile dinlerin kardeşliğini de simgeliyor. Birçoğu restore edilmiş kâgir ve ahşap evler fotoğrafçıların öyle çok ilgisini çekiyor ki mahalleye fotoğraf turları düzenleniyor. Gelin-damat fotoğraf çekimleri için de çok tercih ediliyor ve bu zaman zaman mahallede hoşnutsuzluk yaratacak kadar aşırı oluyor. Eskiden çok sayıda gayrimüslimin ikamet ettiği mahallenin ıslah edilmiş deresinin üzerinde geniş bir cadde var. Bu caddenin her iki tarafında yaşlı çınar ağaçları yeşile hasret İstanbulluların hayranlığını arttırıyor. Yaz aylarında çınarların arasındaki ıhlamurların kokusu her yanı sarıyor.
İstanbul’un birçok semtinden daha yeşil, daha serin ve daha hayat dolu olan bu mahallenin ortasında bir de tarihi bostan bulunuyor. Mahalleyi daha yeşil, daha ferah yapan unsurlardan biri elbette bu bostanın varlığıdır. Çünkü 16 bin 445 metrekarelik bir alanı kaplıyor.
Kuzguncuk Bostanı, nam-ı diğer İlya’nın Bostanı mahallenin eski sakinlerinin hakkında birçok hikâye anlattığı ve hep bostan olarak kullanılmış olduğu söylenen çok önemli bir kültür varlığıdır. Kuzguncuklular çok uzun yıllar rant tehlikesi ile karşı karşıya olan bostanları için mücadele etti. Bu günlerde ortalık sakin ve mücadele bitmiş gibi görünse de aslında herkes yapılaşma tehdidinin sona ermediğini düşünüyor. İlya’nın Bostanı konusunda herkes hala çok hassas. Mahallede bostana yapılacak herhangi bir müdahale karşısında direnecek çok sayıda insan var ve bostan koruma mücadelesi, geçmişte nasıl ebeveynlerden çocuklara geçtiyse, bundan sonra da o çocuklardan kendi çocuklarına aktarılarak devam edeceğe benziyor.
Bostan mücadelesini uzun uzun yazmayacağım. En son Üsküdar Belediyesi vakıflara ait olan bostanı kiraladı ve Kuzguncuklular Derneği ile birlikte bir proje oluşturarak bunu hayata geçirdi. Bu projeyi kimi çok beğendi, kimi ise beğenmedi, kimi eleştirdi, kimi “Bundan daha iyisi olamazdı” dedi. Ancak herkes yapılaşmaya açılmamış olmasından memnun oldu ve bu noktada eleştirenler bile eleştirilerini sineye çekti. Asıl önemli olan bostanın yeşil kalmasıydı.
Proje biteli bir kaç sene oldu. Projeden hemen önce, vakıflar bostanı açık arttırma ile kiraya çıkardığı günlerde, mahalle halkı bostanda olmak, bostanı yalnız bırakmamak için orada ekim dikim faaliyetlerine başlamıştı. Çok ilgi çekmişti bu tarım işleri. Herkes bir parça toprak çevirip ekip biçmişti. Çamurdan bir ocak yapılmıştı. O ocakta çay demlenmiş, çorba kaynatılmış, pişi kızartılmış ve hep beraber yenmişti. Hıdırellezlerde kocaman ateşler yakılmıştı. Dev bir kompost açılmış, organik atıklar o komposto taşınmıştı. Kompostta kendiliğinden dev balkabaklarının çıktığını gözlerimizle görmüştük. Bostanın etrafını çevreleyen kırık dökük çitlerden hayvanlar girebiliyordu bostana, bizlerse neresi bize yakınsa oradan içine dalıveriyorduk. O günlerde çok güzel şeyler yaşadık. Bir sürü dostluklar kurduk. Pek çok şey paylaştık, pek çok şey öğrendik. Sonra her şey değişti.
İlya’nın Bostanı, kiralama işlemi netleştikten sonra dernek ve belediyenin ortak çalışmasıyla, mahallede yaşayanların da fikri alınarak, bir park-bostan haline getirildi. Bu proje elbette bostanın göbeğine yapılacak dev bir bina ile kıyaslanamaz. Bu yüzden hemen herkes projeye “olur” verdi. Açıkçası geri alınabilir malzemelerle yapılmış bir projeye çok da itiraz etmemek gerekir. Zira her şey bir gecede sökülebilir ve her şey bir gecede eski haline getirilebilir.
Ekim alanı olarak kullanılan kısım, yani bostan kısmı, 115 eşit, muntazam dikdörtgen parsele ayrıldı. Bunun 50 adedi mahalleliye ayrıldı ve her sene kura çekilerek parselleri kimin kullanacağı belirleniyor. Geri kalan parseller okullara, bilgi evlerine veriliyor. Her şeyin çok muntazam, askeri nizamda olduğu parsellerin arasında yollar oluşturuldu, musluklar takıldı, çalı heykellerden bir göbek bile yapıldı.
Her şey düzgün görünüyor. Bostanın ahşap bir kapısı var. Etrafı kafes çitlerle çevrili. Bu demir kafesler topraktan başlıyor ve insan boyunu aşıyor. Artık köpekler her daim kapalı tutulması istenen kapıdan içeriye giremiyor. Kapının açık olduğu anı yakalamaları lazım. Çitler zaten geçit vermiyor. Çöp konteynırlarının etrafında karnını doyuran kediler arabalar geldiğinde bostana kaçamıyor. Geçenlerde sırf bu sebepten kedi yavrularının ezildiğini gördüm. Özellikle hafta sonları insan ve araba sayısı mahallenin kaldırabileceği rakamların üstüne çıkınca hayvanların hayatı iyice zorlaşıyor. Artık ateş yakmamız imkânsız. “Hadi çorba kaynatalım hep beraber içelim.” diyemeyiz. İzin alma bir tarafa artık o ruh da yok. Eskiden film gösterimleri yapılırdı. Şimdi bunun için izin almak ve hatta gösterilecek filmleri bile onaylatmak zorunluluğu var. En kötüsü, bana en acı vereni ise kaybettiğimiz bitki örtüsü. Bostan artık bir cazibe merkezi. Mahalleye prestij sağlıyor. Ev fiyatları yükseliyor, her geçen gün yeni bir yeme-içme mekânı açılıyor. İnsanlar hala çayını alıp içinde piknik yapabiliyor. Ama yürüyüş alanlarına tuhaf bir şey döşediler. Taş desen taş değil, mıcır desen mıcır değil. Kahverengi, köpük gibi bir tuhaf taş. Ekim alanlarına da içinde ağaç kabukları olan bir malzeme ile yol yapıldı. Mıcırla karışık bir şey. İnsan sayısı da artınca ekim alanlarının arasında bitki yeşermez oldu. Önceden, daha bir kaç mevsim önce torbalarca ebegümeci, ısırgan toplardım bostandan. Şimdi nadir olarak rastlıyorum. Üst sekilerde, müdahale edilmemiş alanlarda hala labadaya rastlanıyor neyse ki. Ama asıl büyük alanda hindiba bile açmaz oldu.
Kuzguncuk Bostanı İlya’nın Bostanı değil artık. Adı üstünde, bir kent projesi oldu. Bostan vasfı bir hatırayı sürdürüyor. Ağaçlar hala var. Ama ekosistem değişti ve değişmeye de devam edecek. Ebegümeci de olsa kaybettiğimiz, bir şeyi kaybettiğimiz, bir şeyi yok ettiğimiz düzenlemelerin bir tarafının hata, eksik ve yıkım içerdiğini düşünüyorum. Sınırlar önce yaşamlarımızda başlıyor. Sınırlar içinde hareket ediyor, kendi alanımızı yok ederek koruyor, oralarda başka bir şeyin yaşamasına izin vermiyoruz. Düzeni seviyoruz. Düzensizliğe ve doğal olana katlanamaz hale getirildik. Bostan konusunda bu sebeplerden dolayı üzüntü duyuyorum. Hayvanlar ve bitkiler için üzülüyorum. Sonra dönüyorum, buna da şükür diyorum. Derken bir kedi eziliyor, yine hatırlıyorum ve üzülüyorum. Sonra eski otları hatırlıyorum. Salyangozların iyice azaldığını fark ediyorum. Yok edilen Kuzey Ormanları’ndan kaçan ve denizi yüzerek geçen yaban domuzunun bostanda saklandığı günleri düşünüyorum. Şimdi gelse o domuz, bostana giremez. Belki de otların kokusu yok olduğu için bostana girmek bile istemez.