Benden buraya kadar…

Ali Rıza Avcan

Burada; yani Kent Stratejileri Merkezi isimli blogda 2018 yılında yazdığım “Yayaların örgütlenmesi“, “Yaya Derneği’ni nasıl kurduk?“, “Yaya Derneği’ni neden kurduk?“, “Yaya Derneği’ni neleri düşünerek kurduk?“, “Yayaların trafikteki hali“, “Hakkımızı istiyoruz“, “İnsan hakları bir bütündür; ama…“, “Seçim bildirgelerindeki yayalar ve hakları…“, “Yaya kimdir?” ve “Yaya hakları mücadelesinde beklemek yerine talep etmek“, gibi onlarca yazı eşliğinde derneğin kuruluş fikrinin ortaya çıkışından kuruluşuna ve attığı ilk cesaretli adımlarda büyük emeğim olan “Bir numaralı kurucu üyesi” olarak altı ay süreyle kurucu başkanlığını yaptığım Yaya Derneği üyeliğinden, “gördüğüm lüzum üzerine” istifa ediyorum. İstifamın kabulünü rica ederim.

Evet, çoğu istifa dilekçesinde görmeye alıştığımız “gördüğüm lüzum üzerine” klişesiyle, kuruluşunda ve sonrasında düşünsel düzeyde ve fiziksel anlamda büyük emeğim olan Yaya Derneği‘nden, derneğin “1 numaralı üyesi” olarak istifa ediyorum…

Başkanlık görevimden istifa ederek ayrıldığım 14 Eylül 2018 tarihinden bu yana daha iyi yöneteceğiz iddiasıyla geride bıraktığım dernek yöneticilerinin uygulamalarını uzun bir süre izleyerek iyi şeyler yapmalarını ve başarılı olmalarını arzuladım. Belki benim beklediklerimden farklı olarak olumlu bir şeyler yaparlar düşüncesiyle bekledim; ama aradan tamı tamamına üç yıl geçtikten sonra bu dernekten ve yöneticilerinden ne köy, ne kasaba olmayacağını anladığım an istifa etmeye karar verdim.

Bunun nedeni de, derneğin ilk genel kurulun yapıldığı 29 Eylül 2018 tarihinden bu yana geçen üç yıl içinde İzmir’de ve ülkemizin diğer kentlerinde şehir hakkı, yaya hakkı ihlalleri ve bu ihlallerle ilgili mücadele boyutunda akılda kalan tek bir çalışma yapmadıkları, hak temelli bir mücadele içine girmedikleri halde derneğin 23.360 liraya ulaşmış toplam aidat alacağını tahsil etmek amacıyla 25 Ağustos 2018 tarihinde tarafıma gönderdikleri e-posta ile 310 lira tutarındaki aidat borcumu ödememi istediklerinde, ‘borcunu ödemeden çekip gitti‘ dememeleri, onlara bu fırsatı vermemek için 30 Ağustos 2021 tarihinde tüm borcumu ödeyip dekontu ve istifa mektubunu kendilerine gönderdim. Böylelikle bugüne kadar tek eksik kalan yükümlülüğümü de yerine getirip bir dernek üyesi olarak benden istenen her şeyi yerine getirmiş oldum. Tabii ki, bu istifa ve ödeme sonrasında çıkıp da, “ne yapmak istediysek, senin bu 310 liralık aidat borcunu ödemediğin için yapamadık” deme ihtimallerini de düşünmek koşuluyla… 🙂

Şimdi, Yaya Derneği kurucu başkanlığı ile “1 numaralı kurucu üye” olma vasfını kendi istek ve iradem ile sonuçlandırmış sade bir yurttaş olarak, niye uzun bir süre bekleyip istifa ettiğimi açıklamak isterim.

Çünkü 1999-2002 döneminde Prometheus İnsan Kaynakları ve ND Danışmanlık şirketlerinde birlikte çalıştığım yönetim danışmanı arkadaşım Nihat Demirkol‘un “Bir İstifanın Anatomisi” başlıklı eğitiminde ısrarlı bir şekilde belirttiği gibi, yazdığım istifa dilekçesinin içini doldurarak, “gördüğüm lüzum“un asıl nedenlerini hem geride kalanlara ders olması hem de İzmir’deki sivil toplum örgütlenmesinin mevcut durumunu analiz edip sonuçlar çıkarmak amacıyla açıklamak istiyorum:

1) Öncelikle duygusal nedenlerle kurucu üyesi ve başkanı olduğum dernekten istifa edip ayrılamadım. Çünkü derneğin kurulması fikrinin ortaya çıkması ile başlayan süreç içinde tartışmaya açılan dernek tüzük taslağının hazırlanması, kurucu üyelerle ilk görüşmelerin yapılması, derneğin kuruluşu ile ilgili işlemlerin bizatihi yürütülmesi, defter ve dosyaların alınması, ilk toplantı hazırlıklarının yapılması, dernek binasının kiralanması, banka ve vergi dairesi hesaplarının açılması, kurucu başkanlık görevini bıraktığımda geride kalan üyelerin aşağı yukarı 1/3’ünün derneğe kazandırılması, derneğe ait web sayfası ile sosyal medya hesaplarının tasarım ve uygulaması, alınan kararların defter ve kayıtlara işlenmesi, aidat ödeme sisteminin oluşturulması, derneğin kurumsallaşabilmesi için gerekli olan yönetmelik ve yönerge taslaklarının hazırlanması, derneğin belediye, valilik gibi resmi, özel, sivil kurumlarla ilişkilerini kurmak gibi onlarca işi takip edip emek harcamış biri olarak derneği adeta kendi çocuğum gibi seviyor, onun sağlıklı ve kalıcı bir örgüt olması için tüm zamanımı harcayarak elimden gelenin tümünü yapmaya çalışıyordum. Açıkçası net bir adanmışlık hali içindeydim ve bu nedenle ilk önce kurucu başkanlık görevini, şimdi de dernek üyeliğini bırakmam kolay olmadı.

Nitekim benim bu üstün ve adanmış performansım, aynı performansı göstermeyen diğer yönetici üyeler tarafından “ama biz size yetişemiyoruz” ifadesiyle önce şaka yollu, daha sonra da çalışma hızımı kesmem uyarısıyla eleştiri konusu olmaya başladı. Oysa yola çıkmıştık, hedefimiz, varacağımız yer belliydi, ne yapacağımızı biliyorduk, ağırdan, yavaştan almanın zamanı değildi; ama yavaş yürüyenler, yürüyüşün temposuna ayak uyduramayanlar ya da çalışmaya niyeti olmayanlar her yürüyüş kafilesinde olduğu gibi grubun temposunu düşürmeye, onu yolundan alıkoymaya çalışıyordu.

Derneğin kuruluşunda yanlış adres seçmek…

2) 14 Eylül 2018 tarihinde Yaya Derneği kurucu başkanlığı görevinden ayrılmamın nedeni, benim gibi düşünmeyip farklı yöntemlerle çalışmak isteyen arkadaşlarımın önünü açıp onların performansını görmek ve onların pek fazla önemsediği dernek başkanlığı görevinin benim için önemli olmadığını, başkanlıktan vazgeçip görevi başka üyeye devretmenin benim için bir istifa dilekçesi yazmak kadar kolay olduğunu göstermekti.

Ancak onlar benim onlar için açtığım yolu geçtiğimiz üç yıl içinde yürümek bile istemediler. Bu kentte ya da diğer kentlerde Yaya Derneği tarafından düzenlenmiş bir kampanyaya, bir etkinliğe, bir mücadele platformuna, açılmış yeni bir şubeye rastlamamız -ne yazık ki- mümkün olmadı. Oysa, 28 Eylül 2018 tarihinde yapılan ilk genel kurulda, kurucu üyemiz sevgili dostum Ertuğrul Barka’nın önerisi ile iki yıl içinde 81 ilin 81’nde şube açıp örgütlenmeyi bir genel kurul kararı ile yönetim kurulunun yapacağı ilk görev olarak taahhüde dönüştürmüştük. Sonuç olarak dernek tüzüğünün ve genel kurulunun verdiği bütün bu görevleri yapamadılar ve böylelikle başkanlığım döneminde yaptıklarımı ve yapmak istediklerimi eleştirirken ne kadar haksız olduklarını, üç yıllık icraat süresi içinde dişe dokunur hiç bir şey yapmayarak kanıtlamış oldular.

Evet, zamanında Yaya Derneği kurucu başkanlık görevinden ayrılıp benim gibi düşünmeyen arkadaşlarımın önünü açmış olmama karşın, Yaya Derneği bırakın tüm ülke düzleminde örgütlenmeyi ve hak temelli dernek olarak bir mücadele örgütüne dönüşmeyi, kendi kurulduğu kentte bile varlık gösterememiş ve giderek bir tabela derneğine dönüşmüştür. Suretâ haktan gözükmek için arada sırada bir internet gazetesi haberine, bir toplantıya, atılan bir iki tivite konu olmak dışında kentlerdeki kamusal alanların korunması, şehir hakkı için mücadele edilmesi için hiçbir çalışma yapmamış, devamlı geriye düşerek unutulan, ihmal edilen, tanınıp bilinmeyen bir dernek konumuna düşmüştür. Dernek tüzüğündeki açık hükme rağmen sürekli olarak kent suçu işleyerek kent ve yaya haklarını ihlal eden belediyelerin otomobilsiz kent günlerinde ya da projelerini tanıtan etkinliklerinde gösteri nesnesine dönüşerek onların kuyruğundan gitmeyi, iş yapmak olarak kabul etmiştir.

📌 Yaya Derneği adına 10 Nisan 2018 tarihinde Facebook‘ta açılmış olan resmi sayfanın 30 Ağustos 2021 tarihi itibariyle sadece 1.594 kişi tarafından beğenilmiş olması,

📌 29 Eylül 2018 tarihli genel kurul öncesinde kurduğumuz Yaya Derneği isimli grubun 15 Eylül 2018 tarihi itibariyle 810 üyesi olduğu halde; aynı tarihte bu grubun yeni yönetim tarafından kapatılarak onun yerine aynı isimle kurulan ikinci gruba üye olanların sayısının 30 Ağustos 2021 tarihi itibariyle sadece 610 olması,

📌 Yaya Yaşam Derneği‘nden devralınan Ağustos 2011 tarihli 719 takipçiye sahip Twitter hesabının sadece 607 kişi tarafından beğenilmesi,

📌 752 takipçiye sahip Instagram hesabının 2018 yılından bu yana sadece 109 gönderi paylaşmış olması,

📌 3 Ekim 2018 tarihinde açılan Youtube hesabına bugüne kadar sadece beş video eklenmiş olması ve bu hesabın toplam 105 takipçisinin olması, Youtube‘da yayınlanan “Sokak Senin” isimli ilk yayının 437 kez görüntülenip 36 kişi, ikinci yayının da 119 kez görüntülenip 12 kişi tarafından beğenilmesi bile, klavye başında yapılabilecek kolay bir iletişim çalışmasının nasıl ihmal edilip yapılmadığını net bir şekilde göstermektedir.

Odaklanmak ve adanmış olma halinin yokluğu…

3) Yaya Derneği‘nin böylesi bir duruma düşmesinin başlıca nedenlerinden biri, İzmir‘deki sivil toplum hareketinin gücü ve geleneğinin, tüm ülke düzleminde örgütlenip mücadele etmeyi hedefleyen bir örgüt için nicel ve nitel açıdan yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Bu düşünceyi, bu kentte 24 yıldır yaşayıp İzmir‘deki sivil toplum örgütlenmesini ve mücadelesini iyi bilen biri olarak ifade ediyorum.

Çünkü derneğin üye ve yöneticilerine baktığımızda çoğunun İzmir‘deki sivil toplum camiasında var olan, bu nedenle tanınıp bilinen kişiler olduğunu ve bu arkadaşların siyaset, çevre, ekoloji, kadın ve engelli hakları gibi farklı mücadele alanlarında örgütlü ve görevli olduğunu, üstlerinde birden fazla görev ve sorumluluk olduğunu görürüz. Bu nedenle, Yaya Derneği gibi yeni kurulduğu için daha fazla zaman ve emek isteyip yoran; ayrıca, tüm ülke düzeyinde örgütlenme iddiasında olan bir örgütte çalışmaları, bu çalışmalara diğerlerinden daha fazla emek ve zaman ayırarak üstlendikleri görevlere odaklanmaları, kendilerini bu çalışmalara adamaları genellikle mümkün olmamıştır.

Farkına varılmayan ve örgüt dışı çalışmayı özendiren yeni alışkanlıklar, kötü huylar…

4) Yaya Derneği‘nin, 6 Nisan 2018 tarihinden bu yana başarısız ve etkisiz olmasının en önemli nedenlerinden biri de, yönetici olarak seçilen üyelerin çoğunun, toplumsal hak mücadelesi alanında sahip oldukları bilgi, birikim ve deneyimleri itibariyle kent ve yaya hakları konusunda ilgisiz oluşu, büyük bir kısmının bisiklet kullanımı ile ilgili konulara önem ve öncelik vermesi nedeniyle kent ve yaya haklarından çok bisiklet aktivizmi ile ilgilenmesi; ayrıca, içinde bulunulan gerçek-ötesi (Post-truth) koşullardan kaynaklanan yeni bireysel alışkanlık ve huylardır:

Yönetiyormuş gibi… dernek üyesiymiş gibi… etkinliklere katılıyormuş gibi… hak mücadelesi veriyormuş gibi davranmak….

Bu çerçevede, baskıcı otoriter düzenlerin neoliberal zihniyetle birlikte oluşturduğu “örgütsüz toplum” ya da “etkisiz örgütlülük” halinin bir sonucu olan ve çoğu kez “kendi irademle istediğimi yapar, istemediğimi yapmam” diyen yüzer gezer bireysel aktivistlerin yer aldığı platformlarla benzeri amorf oluşumların, ‘yatay ve esnek örgütlenme‘, ‘konsensus‘, ‘yönetişim‘ ve ‘farkındalık‘ gibi oportünist, pragmatist ve hatta anarşist kavramları öne çıkaran gerçek-ötesi tavrı nedeniyle örgütlü mücadeleye zarar verdiğini, onu yavaş yavaş zehirleyerek etkisini azalttığını, örgütleri mücadeleden alıkoyduğuna inanıyorum.

O nedenle, katılımcıların gerçek anlamda bilinmediği, örgütsel işleyişin kaypak bir zeminde son derece zayıf ilişkilerle kendiliğinden geliştiği ve insanların gevşek bir gönüllülük anlayışıyla var olduğu platformlarda ortaya çıkan bu kötü alışkanlık ve huyların, dernek, vakıf, meslek odası, sendika ve kooperatif gibi örgütlerdeki düzen, disiplin ve kurallara bağlı kurumsal işleyişi ortadan kaldırdığını ya da zayıflattığını görüyorum. Yaya Derneği‘nin kuruluş aşamasında neoliberal zihniyetin beslediği bu oportünist, pragmatist ve hatta anarşist önerilerle her karşılaştığımda, dile kolay ve güzel gelen bu moda kavram ve politikaların uygulandığı tek bir örgütü, tek bir derneği, vakfı, meslek odasını, siyasal partiyi ya da sendikayı bana örnek olarak göstermelerini isteyişimde, yönetim bilimi konusunda tek bir bilgisi olmayıp sağdan soldan duyduklarıyla hareket eden bazı arkadaşlar bana dikkate alabilecek tek bir örnek bile gösterememişti.

Bu çerçevede, Yaya Derneği Kurucu Yönetim Kurulu‘ndaki ilk tartışmanın, benim yönetim kurulu üyelerini her hafta bir araya getirerek toplamamdan kaynaklandığını söyleyebilirim. “Ne gerek var böyle her hafta, her hafta toplanmaya, biz bu toplantıları en iyisi WhatsApp’dan ya da video konferansla yapalım” önerisi ile gelişen bu tartışma sonuçta yönetim kurulunun her hafta toplanması kararı ile sonuçlanmış olsa da, çoğu yöneticinin her hafta 2-3 saatini ayırarak toplantıya gelmeyi gereksiz bulduğu, onun yerine başka işlerle uğraştığı ve bazılarının bunu kötü bir alışkanlığa dönüştürdüğü ortamda başladık biz Yaya Derneği‘ni örgütlemeye…

Bu kötü alışkanlığın diğer bir tezahürü ise, çoğu üyenin birçok toplantıya “yoldan geçiyordum, uğradım. Bir selfie çekip burada olduğumu herkese göstereyim ve sonrasında da başka bir yere gideyim” anlayışıyla hareket etmesiydi.

Evet, bir sivil toplum örgütü, disiplinin oldukça katı olduğu askeri bir birlik ya da resmi bir kuruluş değildi; ama, belirli bir hedefe ulaşmak amacıyla bir araya gelen insanlar arasındaki ilişkilerin de karşılıklı saygıya dayanan kurallar çerçevesinde gerçekleşmesi, görevli olanların bunun için çalışması gerekirdi. Aksi takdirde, iyi niyetlerle başlayan bu hak temelli mücadele girişiminin içine bomba atan bir anarşistten farkımız kalmazdı. Şayet kent ve yaya hakları mücadelesinde başarılı olmak istiyorsak, kurduğumuz örgütün sürekliliği ve başarıyı sağlayacak şekilde sağlam, güçlü olması gerekirdi…

Anlattığım bütün bu örnek ve yaşanmışlıklardan hareketle, günümüzde sivil toplum mücadelesi alanında bireysel insan davranışı olarak yerleşmiş bu tür neoliberal hastalık ve huylarla mücadele etmemiz gerektiğini ifade etmek isterim. Çünkü bize ‘yönetişim‘, ‘uzlaşma‘, ‘yatay örgütlenme‘ ya da ‘konsensus/uzlaşma‘ gibi yanlış yöntemleri öneren bu zihniyet, bir araya gelip örgütlenmemizi ve kurduğumuz örgütleri kullanarak mücadele etmemizi istemiyor. Onun yerine tüm tarafların birbirleriyle uzlaşıp anlaşarak sermayenin ve devletin yanında durmamızı, onlarla işbirliği yapmamızı istiyor. Örgüt yerine bireyin kişisel tercihlerini öne çıkarıp, her şeyi o tercihler üzerinden şekillendirmeyi öneriyor…

İdeoloji, politika ve stratejiden yoksun bir şekilde yola çıkmak...

5) Yaya Derneği gibi hak temelli bir derneğin; şehir hakkı ve bu hakkın bileşeni yaya haklarının savunusunu yapabilecek demokrasiyi, hukuku, barışı, özgürlüğü, insan ve hayvan haklarını esas alan bir ideoloji, politika ve stratejiye sahip olması gerekir. Derneğin amaç ve hedef olarak belirlediği şeylerin bu ideoloji ve siyaset çerçevesinde gerçekleşmesi için mücadele etmesi; o nedenle tüm yönetici ve üyeleriyle kentte yaşayan ve çalışanları bu bakış açısıyla etkileyip yönlendirmesi gerekir.

Bu amaçla derneğin kuruluşundan itibaren yaptığım araştırmalar, okumalar, okuma önerileri, konuşmalar, yönlendirme ve uygulamalar ne yazık ki bazı arkadaşlar tarafından “adam bizi komünist yapacak” söylemiyle reddedilip derneğin ideoloji ve politikası oportünist ve pragmatist bir çizgiye çekilmek istenmiş ve bu çaba -ne yazık ki- başarıya ulaşmıştır. Nitekim bu arkadaşlar, kişisel kariyerleri için üye ve yönetici oldukları Yaya Derneği onlara istediklerini verdiğinde yöneticilikten ayrılarak dernekle ilgilenmemeye başlamışlardır. Çünkü onlar artık istediklerini almışlar ve kendi yollarında yürümeye başlamışlardır.

Oysa kentlerde yaşayan ya da çalışan yayaların haklarını bilmek, o hakları David Harvey ya da Henri Lefebvre gibi düşünürlerin ortaya attığı “Şehir Hakkı” ya da “Kent Hakkı” gibi kavramlarla ilişkilendirip kamusal alanları koruyup ve geliştirmek özünde siyasi bir harekettir ve bu siyasi hareketten uzak durmaya çalışmak, “bu kış Komünizm gelecek” diyen anlayışla eş anlamlıdır.

Kalitesiz ve özensiz insan ilişkilerinin geldiği en son nokta…

6) Yaya Derneği kurucu başkanı olduğum sürece, bazı yönetici ve üyelerin tüm eleştiri ve karşı çıkışlarına rağmen dernek içindeki insani ilişkilerimiz genel olarak iyiydi… Ama ne olduysa kendi isteğimle başkanlık görevinden ayrılmamdan sonra oldu… Kafasında bir takım engelleri olan sakat düşünceli arkadaşlar derneğin tanıtımı amacıyla görüştüğüm tüm resmi, özel, sivil kurum temsilcilerine verdiğim 100 adet kartvizitten geri kalanları, belki kullanırım endişesiyle geri istediler… Kendilerince kartvizitleri geri aldıklarında benim ismimi bu mücadele alanından silmiş olacaklarını düşünüyorlardı… Hem kendimi geliştirmek hem de dernek üyelerine yardımcı olmak amacıyla kendi paramla kitapçı ve sahaflardan aldığım ya da Yaya Derneği‘nin kuruluşundan önce bana armağan edilen kitap, dergi ve yayınları sanki derneğin malıymış gibi geri isteme cüretini gösterdiler…. Dernek çalışmalarına katkı sağlamak amacıyla 18 Ağustos 2018 tarihinde kurduğum Yaya Derneği Gönüllüleri isimli Facebook grubunda yönetici yardımcısı yaptığım bazı arkadaşlar, genel kurulun yapıldığı akşam onlara verdiğim yetkiyi kullanarak gruba el koymaya kalkınca grubun adını Yaya Hakları şeklinde değiştirince de beni derneğin malına el koymakla suçladılar.. Oysa ben onlara derneğin web sayfası ile sosyal medyadaki hesaplarına ait tüm şifreleri teslim etmiştim. Kişisel itibarımla temin ettiğim genel kurul salonundaki görüşme kayıtları bana teslim edildi diye beni mahkemeye vermekle tehdit ettiler… Böylelikle bütün bunları yaparak içlerindeki kötülüğü ortaya dökme fırsatını yakalamış oldular… Tabii ki, kendilerince…

Ama geçen zaman ve bu zaman içinde tek tek ortaya çıkan başarısızlıkları, bana yapılan bütün bu kötü ve sakat davranışların cezasını onlara verdi ve halen de veriyor… Zaman içinde sabredip izleyerek kazanan ben, kaybeden ise onlar oldular… O nedenle, zaten yoktular ve yok olduklarını böylelikle kanıtlamış oldular diye düşünüyorum…

Bugün artık bütün bu nedenlerle Yaya Derneği‘ndeki “1 numaralı kurucu üye” olma sıfatıma kendi isteğimle son vererek istifa ediyorum. Çünkü bu konuda bugüne kadar elimden geleni yaptım ve bundan sonra yapacaklarımla bu arkadaşları ve derneği kurtarabileceğimi sanmıyorum. Şu ab itibariyle bütün yükümlülüklerini yerine getirip bunun karşılığında derneğin başarısı adına alacaklı olan özgür bir yurttaş, gerçek bir yaya olarak onları gelişemeyen dernekleri, ne olduğundan habersiz üyeleri, rekabetçi ve fırsatçı egoları, kariyer hırsları, sosyal rant elde etme çabaları, kötü arkadaşlık hisleri ve başarısız yöneticilikleriyle baş başa bırakıyorum… Ayrıca bu vesileyle, uzunca bir süredir yönettiğim “Yaya Hakları” isimli Facebook grubunun adını bundan böyle “Şehir Hakkı” olarak değiştirerek yeni bir sayfa açmak istiyorum.

Bu yazıyı okuyan hiç kimsenin başına böyle olayların gelmemesi ve bu tür kötü deneyimlerle sınanmamasını dileğiyle…