Ali Rıza Avcan
“Herkesi kucaklamak“…
İlk duyduğunuzda içinizde sevgi tomurcukları açtıran, yüreğinizi sarmalayan güzel , sımsıcak bir sözcük…
“Herkesi kucaklamak“…
Hiçbir ayırım gözetmeksizin karşınıza çıkan herkesi, her erkeği, her kadını, her cinsiyetten insanı, her çocuğu, her genci, her yaşlıyı, her engelliyi, her hırlıyı, her hırsızı kucaklamak…
Kucağı herkese açmak… O kucağın tam ortasında duran yüreğini, o yürekle simgelenen sevgini, şefkatini ve insanlığını herkese açmak…
Bu konuda hiçbir sınır tanımamak, hiçbir koşul koymamak…
Sağcısını solcusunu, hümanistini faşistini, otokratını demokratını, saraydakini varoştakini kucaklamak, kucaklayabilmek…
Daha doğrusu kendinde bütün bunların hepsini kucaklayabilme kapasite ya da yeteneğini görebilmek… Bu konuda hiçbir sınır, kayıt koşul dinlememek… Kucaklayabileceğini iddia etmek…
İlk söylendiğinde ya da dinlendiğinde kulağa hoş gelen, yüreği okşayan sözler bunlar…
Bir cumhurbaşkanı adayının açıklayıp cümle aleme duyurduğu 3.398 sözcükten oluşan koskocaman bir seçim manifestosunda tek bir “kucak“, “kucaklamak” ya da “kucaklıyorum” sözü geçmediği halde; tüm seçim kampanyası süresince “herkesin Cumhurbaşkanı olmak” iddiasıyla bol bol “kucaklıyorum” sözünü kullanmak…
Ya gerçekten herkesi; ama herkesi kucaklamak gerçekten mümkün mü?
Bütün düşünceleri, ideolojileri, sınıfsal ayrımları, grup, küme ve cemaatleri, bilinçaltı dürtülerini, algıları, şartlanmışlık ve ön yargılarla benzerlerini aşarak herkesi kucaklamak mümkün mü?
İnanç dünyasına ait yaratıcı ve peygamberlerin bile bugüne kadar yapamadığını bir çırpıda yapmak bu kadar kolay mı?
Diyalektik her şeyin kendi zıddının kendinde içkin olduğunu söylemekle birlikte tez ve antitezi, herhangi bir sentez hali oluşmadan bir arada bulundurup aynı kucağın içine sokmak mümkün mü?
Yoksa bu güzel ve etkileyici sözler, bir pop yıldızı gibi parlayıp sönen ahir zaman siyasetçilerinin “soap opera” benzeri bir “dip dalgası” ya da “tsunami” eşliğinde bizleri ikna edip kandırmak için kullandığı yalanlar mı? Veya kendisinin de inanmak isteyip inandığı yanılsamalar mı?
Yoksa masaldaki cadının, Pamuk Prenses‘e verip onu öldürmeye kalktığı parlak kırmızı elmalar mı?
Yoksa kendi bünyesinde hem emeği hem sermayeyi, hem sağcıyı hem solcuyu, hem otokratı hem demokratı barındırabileceği sanan ya da sanmasa bile bunun oy getireceğini düşünen eski adıyla “sosyal demokratların“, yeni ve güncel adıyla “popülist sol demokratlar“ın bir yalanı mı?
Sanırım bütün bunları oturup salim kafayla yeniden düşünmekte yarar var…
Yoksa bizler hiç olmayacağını bildiğimiz bir duaya “amin” mi dedik?
“Herkesi kucaklıyorum” diyenlere inanıp ya da inanmayı isteyip; oy vererek…