Mahallelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyini dikkate almadan yola çıkmak…

Ali Rıza Avcan

Bizde; yani, ülkemizde yerel yönetim sisteminin en altındaki en küçük yerel yönetim birimi mahalle ve köy muhtarlıklarıdır. İçişleri Bakanlığı‘nın son verilerine göre (1), muhtarlıkların ülke genelindeki toplam sayısı 50.520 olup; bunun 32.273 (%59,93)’ü mahalle, 18.247 (%40,07)’si köy muhtarlıklarıdır. (1)

Yerel yönetimlerin en küçük birimi olan mahalle ve köy muhtarlıkları coğrafi yerleşim itibariyle; İstanbul, Ankara ve İzmir gibi ülkenin gelişmiş bölge ve illerindeki refahtan pay alırken, Hakkari, Van, Ardahan ve Kars gibi fazla gelişmemiş ya da gelişmekte olan bölge, il ve ilçeler ise içinde bulundukları bölge ya da illerin refahı yerine “makûs talihi“nden pay alarak aynı ülke içinde sanki iki ayrı ülke varmış gibi birbirinden çok farklı iki ayrı kaderi paylaşmaktadır.

Peki, bir ülke, bölge, il ya da ilçenin gelişmişliğini belirlemek amacıyla kullanılan temel değişkenler nelerdir? Biz hangi değişkenlere bakarak o yerleşimin geliştiğini ya da gelişmediğini söyleyebiliriz?

Bu konuda her ülkeye, bölgeye, il ve ilçeye göre, oranın özgün niteliklerine bazı değişkenler olmakla birlikte genellikle kullanılan değişkenleri şu şekilde sıralayabiliriz:

+ Demografik değişkenler; yerleşik nüfusun ülke içindeki payı, nüfus yoğunluğu, net göç hızı, şehirleşme oranı, toplam doğurganlık oranı, ortalama ilk evlenme yaşı, kaba boşanma hızı…

+ İstihdam ve sosyal güvenlik değişkenleri; çalışma çağındaki nüfus içindeki payı, ortalama günlük kazanç, imalat sanayi ile hizmetler sektörü işyerlerinin ülke içindeki payı, işsizlik oranı…

+ Eğitim değişkenleri; okul ve derslik sayıları, özel okulların kamu okullarına oranı, üniversite, yüksek lisans ve doktora mezunu sayısı, toplam öğrenci sayısı…

+ Sağlık değişkenleri; bebek ölüm hızı, şahıs başına düşen hekim, diş hekimi, toplam sağlık personeli, hastane yatağı, eczane sayısı…

+ Mali değişkenler; kişi başına düşen banka, POS cihazı, kartlı ödeme sayısı, kişi başına düşen belediye harcaması miktarı, işletmelerin net ticari satış tutarının ülke tutarı içindeki payı…

+ Sektör değişkenleri; faal işletme sayısının, sanayi elektrik tüketiminin, teşvik belgeli yatırım tutarının, turistik yatak kapasitesinin ülke payı, kişi başına düşen tarımsal üretim değeri…

+ Kültür ve sanat değişkenleri; kişi başına düşen kütüphane, kitap, tiyatro, tiyatro koltuğu, sergilenen tiyatro oyunu, sinema, sinema koltuğu salonu, sergi salonu, konser ve konser salonu koltuğu sayısı gibi çok fazla sayıdaki değişkenin düzenli olarak derlenip işlenmesi ve bu veriler üzerinden gelişmelerin izlenmesi; ayrıca bu değişkenler üzerinden birbirine benzer ya da farklı mahallelerin belirlenmesi suretiyle mahalleler arasında bölgelemelerin yapılması mümkündür.

Ancak istisna da olsa bazı mahalle ve köyler, gelişmemiş bölge, il ve ilçelerde bulunmakla birlikte; mahallenin ulaşım imkanlarının diğerlerine göre daha iyi olması, mülki ve yerel yönetim merkezlerini bünyesinde barındırması ya da onlara yakın olması, önemli bir sanayi, ticaret ve tarım merkezine yakın düşmesi gibi nedenlerle kendi bölge, il ve ilçesindeki mahalle ve köylerin önüne geçebilmektedir. Ankara‘nın Çankaya ve Bağlum, İzmir‘in Karşıyaka ve Kiraz, İstanbul‘un Şişli ve Çatalca ilçeleri arasındaki büyük farklılık ve çelişkiler bu durumun en iyi örnekleridir.

İnsan yerleşimlerinin tarihi, coğrafyası, sahip olup geliştirdiği üretim ilişkileri ve toplumsal gelişmeler açısından beklenen, doğal bir durum olarak kabul edilen bu gelişmişlik farkları aslında bir bütünün içindeki birbirine benzemez yanları göstermesi açısından da anlamlı ve değerli olmakla birlikte; eşitlik, kardeşlik ve özgürlük sloganlarıyla can bulan demokrasi düşüncesinin gelişmesi birlikte dikkate alınıp ortadan kaldırılması gereken bir sorun olarak demokrasi gündeminin baş köşesine yerleşmiş, bu amaçla yerleşimler arasındaki sosyo-ekonomik farklılıkların belirlenip giderilmesine yönelik çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

Bu konularda Dünya Bankası, UNESCO ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşların yaptığı çalışmalar bulunmakla birlikte ülkemizdeki en iyi örneği, 1961 Anayasası’nın temel kurumlarından biri olup bugün mevcut olmayan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)‘nın ülkenin değişik bölge, il ve ilçelerinin sosyo-ekonomik gelişmişlik açısından birbirlerinden farklı yanlarını ortaya koyup onları gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmemiş olarak sıralayan; böylelikle hangilerine önem ve öncelik verilmesi gerektiğini gösteren çalışmalarıdır. Bölge, il ve ilçeler arasındaki farklılıkları gidermeye çalışmalar sırasıyla şu şekildedir:

  1. Türkiye’de İller İtibariyle Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (1963-1967), T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Ankara, 1969.
  2. Türkiye’de İller İtibariyle Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (1963-1970), T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Ankara, 1972.
  3. İller İçin Bir Gelişmişlik Göstergesi ve Sıralama, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Ankara, 1980.
  4. İl ve İlçelerin Ekonomik ve Sosyal Gelişmişlik Seviyelerinin Tespiti Araştırması, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Ankara, Ekim 1985.
  5. İllerin Ekonomik ve Sosyal Gelişmişlik Seviyelerinin Tespiti Araştırması, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara, Ekim 1991.
  6. İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (1996), T.C. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Ankara, Haziran 1998.
  7. İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması SEGE-2003, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Ankara, Mayıs 2003.
  8. İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması SEGE-2011, T.C. Kalkınma Bakanlığı, Ankara, 2013.
  9. İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması SEGE-2017, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ankara, 2019.
  10. İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması SEGE-2022, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ankara, Şubat 2022.

Böylelikle önce Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), daha sonra Kalkınma Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yapılan araştırmalarla bölge, il ve ilçeler düzeyindeki sosyo-ekonomik gelişmişlik farklılıkları, değişik göstergelerin kullanımı suretiyle belirlenmeye ve ardından da kendi aralarında sıralanmaya çalışılmıştır. Amaç ise gelişmişlerle gelişmemişler arasındaki farkları giderecek temel politika, öncelik, strateji, hedef ve amaçların belirlenip uygulanması suretiyle tüm yurt düzeyindeki yerleşimlerin birbirine yakın sosyo-ekonomik düzeye sahip olmasıdır.

İşte bu politika, strateji, hedef ve amaçların bir sonucu olarak Türkiye’de bütüncül kalkınma planlarının uygulandığı dönemde ülkenin diğer bölgelerine göre daha gelişip kalkınmış bölgelerinden nispeten gelişmemiş bölgelerine bir aktarımın yapılması; böylelikle değişik bölgelerinin belirli bir süre sonra aynı ya da benzer gelişmişlik düzeyine ulaşması istenmiştir.

Bugün bu durum, iktidarla muhalefet arasında devamlı atışma konusu olan ve geçmişte Tunç Soyer, Buğra Gökçe, Murat Bakan, Alaattin Yüksel gibi belediye başkanlarıyla siyasetçilerin ağzından duyduğumuz “İzmir’e ödediği vergiden az yatırım geliyor” ya da “belediyeler İzmir’e devletten daha fazla yatırım yapıyor” gibi tartışmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Oysa İzmir gibi gelişmiş bölge ve illerin yarattığı artı değerden bir kısmının, ülkenin gelişmemiş bölge ve illerine transfer edilmesi suretiyle onların da gelişip aynı düzeylere gelmesi; böylelikle, aynen Panama Kanalı‘nda, gemilerin geçişini sağlayan havuzlar arasındaki suyun aynı düzeye getirilmesi olayında olduğu gibi bölgeler, iller ve ilçeler arasındaki farklı sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeylerini ülke bütününde optimum bir noktaya getirmek için yapıldığı bilinmemekte ya da bilinmesine rağmen “bakın sizden alınıp, onlara veriliyor” gibi çatışmacı ve ayrımcı bir ortamın yaratılması sağlanmaktadır. Çünkü bu durum, geçmişte CHP‘nin iktidarda olduğu dönemlerde de “aklın yolu birdir” düşüncesiyle hayata geçirilmiş; böylelikle, ülkenin gelişmemiş ya da az gelişmiş bölgeleri gelişmiş batı bölgelerinden yapılan sermaye aktarımlarıyla geliştirilmeye çalışılmıştır.

Panama Kanalı havuzlarının, ülkenin bölgeleri arasındaki gelişmişlik farklarını giderircesine aynı seviyeye gelerek gemilerin geçişini kolaylaştırması…

Ancak böylesi çalışmalar bugüne kadar bir ilçenin bütününü oluşturan mahalle ya da köyler itibariyle yapılmamış; böylelikle, İzmir‘in Konak ve Karabağlar, Ankara‘nın Çankaya, İstanbul‘un Bahçelievler ya da Şişli gibi ilçeleri gibi aralarında çok büyük farklar bulunan mahalleleri kendi bünyesinde barındıran belediyelerin mahalleler arasındaki bu farkları gelişmemişe daha fazla, gelişmişe daha az vermek suretiyle gidermesini hedefleyen temel politika, strateji, hedef ve amaçlar doğrultusunda çalışılmamış, buna ilişkin hiçbir uygulama yapılmamış, Konak Belediyesi’nin 2025-2029 dönemi stratejik planında yazılı olan “Konak’ın 111 mahallesinin eşit ve adil hizmet alması için canla başla çalışmaya devam edeceğiz” şeklindeki popülist söylem çerçevesinde Alsancak, Göztepe ve Mimar Sinan gibi gelişmiş mahallelerle Kadifekale, Pazaryeri ve Mehmet Akif mahalleleri gibi gelişmemiş mahallelere eşit ve adil hizmet götürüldüğü takdirde eşitliğin ve adaletin sağlanacağı gibi yanıltıcı bir iddiayla yaşam kalitesi açısından bu mahalleler arasındaki büyük farklar; hatta uçurum düzeyindeki farklar göz ardı edilmiştir.

Evet, bugüne kadar bu ülkede, bu kentte ve diğer kentlerde bir ilçenin bütününü oluşturan mahalle ve köylerle ilgili böylesine bir çalışma yapılmamış, sadece ve sadece mahalle muhtarlarıyla -o da beğenilip takdir görüyorlarsa- kol kola yürünen sokaklarda açılan kapı ve pencerelere gülücükler dağıtılarak mahalleler arşınlanmış, daha doğrusu muhtarın rehberliğinde mahalle hakkında bilgi edinilmeye çalışılmıştır. Bu arada kaymakamlar tarafından görevinden alınıp yerine kayyumların atandığı muhtarlara bile sahip çıkılmamış ve muhtarların kaymakamlara bağlı bir kamu ajanı olduğu unutulmuştur.

Sonuç olarak;

Şayet kentlerde yaşayan herkese yerel hizmetler ve yatırımlar eliyle eşit ve adil hizmet götürülmek isteniyorsa, o hemşerilerin yaşadığı ya da çalıştığı mahalleler arasındaki sosyo-ekonomik gelişmişlik farklarının bilinmesi, bu farklarla ilgili gelişmelerin izlenmesi ve gelişmişlik düzeyi birbirinden farklı bu semt ya da mahallelerle ilgili temel politika, öncelik, strateji, hedef ve amaçların belirlenerek o mahallelerdeki yaşam kalitesinin, başka bir deyişle refahın yükseltilmesi,

Bunun da “katılımcı bütçe” anlayışı içinde, işin içine iktidar-muhalefet kör döğüşünden soyutlanıp mahallenin temel sorun, talep, istek ve şikayetlerine odaklanan mahalle meclisleri ile birlikte gerçek ve ciddi uygulamalara geçilmesi gerekmektedir.

(1) https://www.e-icisleri.gov.tr/Anasayfa/MulkiIdariBolumleri.aspx

Mahalleleri yeniden yapılandırmak…

Ali Rıza Avcan

Yaşadığımız büyük kentlerde, özellikle de tarihi dokunun yoğun ve yaygın olduğu ya da çarpık ve düzensiz yapılaşmanın hızla gerçekleştiği yeni yerleşimlerdeki mahallelerin yönetimi, çağdaş yönetim anlayış ve yöntemleri açısından oldukça sorunludur.

Bir mahallenin alansal büyüklüğü, barındırdığı gündüz ve gece nüfusunun miktarı ile bu iki nüfus arasındaki fark, sahip olduğu altyapı ile yapı stokunun niteliği, kentin bütünü ve çevre mahallelerle kurduğu ilişkiler, yurt içi ya da dışı göçe açık olup olmadığı gibi temel özellikler o mahallenin yönetimini olumlu ya da olumsuz anlamda etkileyen temel unsurlardır.

kadifekale117

Bir ilçe ya da belediye sınırları içindeki mahalle sayısının İzmir’in Konak ilçesinde 113’e, Karabağlar’da 58’e ulaşması, bir mahalle büyüklüğünün diğerinden 183 kat daha büyük olması (Konak, Umurbey mahallesi: 1.716,024 km², Konak, Şehit Nedim Tuğaltay mahallesi: 0.009365 km²), gece nüfusunun Konak ilçesinin Akdeniz, Oğuzlar, Tan, Yıldız ve Kurtuluş mahallelerinde olduğu gibi sıfır düzeyinde gerçekleşmesi, Ferahlı mahallesindeki bina sayısı 2.271’e ulaşırken İmariye’de bu sayının 3’e, Namazgah’ta da 4’e inmesi gibi örnekler o mahallelerin nasıl zor yönetileceğini somut bir şekilde ortaya koymaktadır.*

Ayrıca her bir mahallenin alan, nüfus, altyapı, toplumsal çeşitlilik ve gelişmişlik gibi değişik ölçeklerde diğerinden büyük farklar taşıması durumunda, merkezi ve yerel yönetimler tarafından sunulacak kamu hizmetleri arasında da adil, dengeli ve etkin bir dağılımın sağlanması mümkün olmayacaktır.

Mahallede yaşamayı ve yönetmeyi zorlaştıran bu gibi durumların ortaya çıkması durumunda akla gelen en akıllı çözüm yöntemlerinden biri, bütün bu alt yerleşim birimlerini diğerleri ile ilişkileri boyutunda yeniden yapılandırmak olabilir.

O nedenle de, ilçe sınırları içindeki tüm mahalleleri birbiriyle kıyaslayarak aralarında adil ve etkin bir denge oluşturmak; ayrıca bu işlemi daha üst düzeylere çıkararak yeniden yapılandırılacak mahallelerin, o ilçenin bütünü ve çevre mahallelerle ilişkileri düzleminde analiz edilip değerlendirilmesi gerekebilir.

Tabii ki, bütün bu düzenlemelerin -ülkemizde sıkça yapılanın aksine- politik kaygılardan uzak bir şekilde; o mahallelerde yaşayan insanların sahip olduğu toplumsal, ekonomik, tarihi ve kültürel değerleri, mahalle halkının görüş, düşünce, öneri ve eleştirilerini; ayrıca, onların daha rahat ve kolay yaşamalarını sağlayacak koşulları dikkate alarak yapılması gerekir. 

Bu yeniden düzenlemenin yapılamaması durumunda akla gelecek diğer bir yöntem de, Brezilya’nın Porto Alegre kentindeki katılımcı bütçe uygulamasında olduğu gibi mahalleleri belirli ortak özellikler boyutunda bir araya getirerek bölge ya da semt ölçeğinde birleştirmek olabilir.

Örneğin, yine İzmir’in Konak ilçesini düşündüğümüzde, Basmane ya da Kadifekale bölgesindeki mahalleleri bir araya getirilerek tüm hizmetlerin o mahallelerin oluşturduğu semt ya da bölge birlikleri düzeyinde görülmesi sağlanabilir.

Böylelikle hizmetle, hizmetin sunulduğu mekan arasındaki doğru, etkin ve verimli bir ilişkinin kurulması sağlanabilir.

Ayrıca, geçerliliğini kaybetmiş bir mahalle bölümlemesinden vazgeçerek yeni oluşturulacak semt ya da bölge düzleminde halkın yerel hizmetlerin finansmanına katılımını hedefleyen katılımcı bütçe uygulamalarına geçilmesi için uygun bir ortamın yaratılması da mümkün olabilir.

Tabii ki öncelikle, Konak Belediye Meclisi’nin yıllar önce önüne gelen mahallelerin yeniden yapılandırılması konusuna el değdirmediği gibi, bu sorunun çözümünden korkulmaması, konunun üstüne cesaretle gidilmesi, muhtarları ve siyasetçileri ürkütmemeyi amaçlayan bu tür idare-i maslahatçı alışkanlıklardan vazgeçilmesi gerekmektedir.

Sinan Kılıç 002
Fotoğraf: Sinan Kılıç

Evet, Konak, Karabağlar, Bornova, Bayraklı, Karşıyaka gibi ilçelerde ve aynı sorunu yaşayan diğer ilçelerde belediye, kaymakamlık ve valiliklerin mahallelerin yeniden yapılanması konusunu acilen ele alması gerekmektedir…

İzmir Enternasyonal Fuarı‘nın uluslararası bir kültür-sanat festivaline dönüştürülmesi önerimizde olduğu gibi; biz, bu konuda ön açacak olan kent yöneticilerine yine “Ha, cesaret!” diyelim…


* Sayısal veriler, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait Üç Boyutlu Kent Rehberi‘nin 16 Nisan 2018 tarihinde güncellenen veri tabanından alınmıştır.

Mahallenin mobeseleri…

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada görüp yarın öbür gün kullanırım düşüncesiyle kaydedip sakladığım sevimli bir karikatür var. “Mahallenin mobeseleri” adı verilen bu karikatürde bir evde aynı somyaya dayanıp dışarıyı gözleyen üç sevimli teyze var. Çizimden ve yüz ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla evin hemen önündeki sokaktan kimlerin gelip geçtiğine ya da karşı evlerde olup bitenlere bakıyorlar. Adeta o mahallenin ya da sokağın sahipleri gibi.

Bu konuyla ilgili çok eski mesleki bir deneyimim daha var.

Müfettişlik yaptığım 1980’li yılların başıydı sanırım. İstanbul’da, beni yetiştiren üstasım ve değerli büyüğüm Recep Birsin Özen ile birlikte soruşturma yapmak üzere Edirne’nin Havsa ilçesine gittiğim bir zamandı. Keyifli bir otobüs yolculuğu sonrasında Havsa Hükümet Meydanı’nda otobüsten inerek kaymakamlık binasına doğru yürüdüğümüzde önümüzden ufak bir cemaatle birlikte bir cenaze alayı geçmiş, biz de yolumuzu biraz değiştirmek zorunda kalmıştık.

İşimiz, teftiş kurulu başkanlığınca bize iletilen birden fazla şikâyetin yer aldığı dilekçedeki şahsı bularak bu iddiaların doğru olup olmadığını ortaya koyan bir soruşturmayı başlatıp yürütmekti. Bize intikal eden dilekçedeki şikâyet konusunun fazlalığı işimizi çoğaltmış olması nedeniyle bizi fazlasıyla düşündürüyordu.

Sonunda kaymakamlık binasına vardık ve kaymakamla tanıştık. Kendisine Havsa’ya geliş nedenimizi anlatıp dilekçe sahibinden söz ettiğimizde şikâyetçinin bir gün önce öldüğünü ve cenazesinin kaldırılmakta olduğunu öğrendik. Konuyu biraz daha kurcalayınca, bizdeki şikâyet mektubunu yazan kişinin biraz önce bizim önümüzden geçen cenaze alayının kahramanı olduğunu anlamıştık. Görüştüğümüz kamu görevlileri ise o şikayetçinin ölümünü “hele şükür öldü de kurtulduk” dercesine sevinçle karşılıyor, bir daha kimseyi şikayet edemiyeceği için içten içe seviniyorlardı.

Ben de 12 Eylül faşizminin kol gezdiği o yıllarda şikâyet etmenin, “muhbirlik” yapmanın doğru bir iş olmadığını, bir anlamda onların ihbar ve şikayetleriyle bizim iş yükümüzün arttığını düşünüyor, şikâyetçilere belli bir önyargıyla yaklaşıyordum.

Ancak müfettişlikten ayrılıp danışmanlık yapmaya başladığımda, o tür kişilerin etliye sütlüye karışmayanlar daha değerli olduğunu, apartmanı, sokağı, mahalleyi, semti ve kenti gözleyen, insanları takip eden, doğru bulmadığı şeylere de yüksek sesle itiraz edip şikâyet edenlerin adeta toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden kanaat önderleri ya da yaşadıkları yerin doğal liderleri olduğunu fark etmeye başlamıştım. Özellikle belediye adına mahalle halkını örgütleyerek belediye-halk ilişkilerini düzenlemeye çalıştığım İstanbul, Bahçelievler Belediyesi’ndeki çalışmalarımda ilk iş olarak bu tür kişileri bulmaya, bu tür kişileri mahalle örgütlenmesinin ateşleyicisi olarak kullanmaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Bu işi ister merakları, ister başka nedenlerle yapmış olsunlar, bu kişiler yaşadıkları sokak, mahalle ya da semt için dikkate alınması gereken önemli kişilerdi. Çünkü sahip oldukları merak ve araştırma güdüsüyle birçok şeyi biliyorlar, adeta bir tür gönüllü muhtarlık yapıyorlar; o nedenle de o sokak, mahalle ya da semtteki birçok kişinin önem verdiği, dikkate aldığı mahalli liderlere dönüşüyorlardı. Hele ki bir de yaşlı iseler, işte o zaman o sokağın, mahallenin ya da semtin akil insanlarına dönüşüyorlardı.

Bugün ben de, profesyonel anlamda yürüttüğüm eğitim, danışmanlık, araştırma ve planlama işlerini bir yana bırakıp bir kent gönüllüsü ya da aktivisti olarak kentteki birçok şeyle ilgilenmeye başladığımda, bu uğurda araştırmalar yapıp birçok kimseyle görüştüğümde, çalıştay, sempozyum, panel gibi toplantılara gidip görüşlerimi ifade ettiğimde, bilgi edinme hakkı çerçevesinde dilekçeler yazdığımda zamanında küçümsediğim o “sorumlu vatandaş” tipine dönüştüğümü görüyor, bir kent adına önemli işler yapmanın bilinciyle kendi kendime seviniyorum.

Mahallenin MOBESE'leri

Evet, ben de artık bir zamanlar küçümsediğim o meraklı insanlardan biri olarak yaşadığım çevre adına araştırmaya, öğrenmeye çalışıyor ve edindiğim bilgilerle yaşadığım sokağı, mahalleyi ve kenti daha yaşanabilir bir yere dönüştürme adına sahip çıkmaya çalışıyorum.

Şimdi artık bunun bir adım ötesine giderek kendini sokağından, mahalle ya da semtinden veya kentinden sorumlu sayan insanların, yurttaşların, hemşerilerin daha da artmasının ve onların da kendi aralarındaki ilişkileri geliştirerek örgütlenmelerini diliyor ve onlara bu kentte, bu ülkede önemli işler düştüğünü düşünüyorum.

Mahalle örgütlenmeleri üzerine… (2)

Ali Rıza Avcan

Mahalle… Eskilerden gelen, o nedenle de geçmişe özlem duygumuzda ağırlığı olan sihirli bir sözcük… Çoğumuzun geldiği yer… İster gecekondu olsun, ister apartman; hepimiz bir köyün ya da kentin mahallesinden geliyoruz ve kendimizi oraya ait hissediyoruz… O nedenle mahalle komşularımız, arkadaşlarımız, esnafımız; hatta “mahallemizin delisi” bile bizim için önemli, unutulmaz…

Geçmişte kalanları, mahalle komşularımızı, arkadaşlarımızı unutmamakla, onlarla yaşadıklarımızı belleğimizin bir köşesinde muhafaza etmekle birlikte; şimdi yaşadığımız yerleri bir mahalle gibi hissediyor muyuz? Çevremizdeki yüzlerce, binlerce apartmanda, o apartmanların her bir dairesinde yaşayanları “mahallelimiz” sayıyor muyuz? Onlarla aynı yerde yaşadığımızı dikkate alarak bizden sayıyor muyuz? O binalar, daireler ve dükkanlar arasında tanıdığımız ya da tanımadığımız insanlar üzerinden bağlantılar, ilişki ağları kuruyor, insanlar arasındaki olumlu ya da olumsuz ilişkileri biliyor muyuz? Başka bir açıdan, kendimizi yaşadığımız yere, bulunduğumuz mahalleye ait hissediyor muyuz? Kısacası yaşadığımız yerleri tanıyor ve sahipleniyor muyuz?

Bu soruların yanıtı, ne yazık ki çoğumuz için kısa bir “hayır” oluyor. Çoğumuz sadece yaşadığımız apartmana, hatta adına ev dediğimiz dairelere odaklanmış durumdayız. O dairenin balkon ya da pencerelerinden baktığımızda karşımızda kaç adet ağaç olduğundan, onların cinslerinden, mahallemizdeki kedi ve köpeklerin çetin kış koşullarında ne yaptığından, kimin hangi marketten alış veriş yaptığından, hangi esnafın hangi esnafla rekabet ettiğinden çoğumuzun haberi bile yok ne yazık ki…. Tabii ki bütün bunlara doğru yanıtlar verecek ufak bir mutlu azınlığı bir köşede bırakmayı da unutmamak koşuluyla…

O zaman bu mahalle örgütlenmesini biz nasıl becereceğiz? Kimden kimseden haberdar olmadığımız bu evrende kimlerle bir araya gelip, birilerinin eski korkuların ürünü kaygılarla ısrarlı bir şekilde “teşkilat” dediği, bizlerin ise “örgüt” demekte ısrar ettğimiz beraberliği nasıl oluşturacağız, işbirliği, yardımlaşma ve dayanışma ilişkilerini nasıl güçlendireceğiz? 

Evet, şayet mahallenin sorunlarını çözmek ya da kolaylaştırmak amacıyla bir araya gelmek istiyorsak önce kendi yaşadığımız mahalleliyi tanımamız, öğrenmemiz gerekiyor.

Bu tanıma süreci, mahallede kaç adet cadde, sokak, ev, ticarethane olduğunu da kapsıyor o evlerde ve iş yerlerinde kimlerin yaşadığını, aralarında ne tür ilişkiler geliştiğini bilmeyi de kapsıyor. Diğer bir deyimle yaşadığımız yeri, hem fiziki yapılanması hem de insan coğrafyası ve ilişkileriyle birlikte avucumuzun içi gibi bilmemizi gerektiriyor.

Tabii ki bütün bu bilgilerin, hemen yola çıkıp önüne her gelene sorular sorarak, sohbetler ederek toplanması mümkün ve doğru değil. Yoksa adınızın “meraklı“ya çıkmasına ya da o mahallede yaşıyor olmanıza karşın sizden şüphelenilmesine, “acaba bunları durduk yerde niye, kimin adına araştırıp topluyor“sorularının sorulmasına neden olabilirsiniz.

merakli-ve-dedikoducu-teyze-listelist_batch

Bu bilgilerin bir kısmı, örneğin cadde, sokak, iş yeri sayısı gibi mahalleyi tanımlayan fiziki bilgileri resmi ve özel bilgi kaynaklarından öğrenebilir; hatta cadde ve sokaklara çıkıp bunları yerinde tespit ederek, fotoğraflar çekerek belirleyebilirsiniz. Bu bilgilere, orada yaşayanlarla olan ilişkilerinizden kaynaklanan kişisel ve toplumsal bilgileri de ekleyebilirsiniz.

Örgütlenme çalışmasının bu ilk aşamasında, bizim Bayraklı ilçesi Turan mahallesi için yaptığımız gibi bir mahalle monografisi bile hazırlayabilirsiniz. Mahallenin geçmişini, bugününü ve yarınını ele aldığınız bir araştırma çalışması ile birçok bilgiyi derlemeniz ve bu bilgileri birlikte çalışacağınız diğer insanlarla paylaşmanız mümkün ve doğru olabilir.

Ardından, bu işin asıl püf noktası olan “mahallenin meraklı teyze ve amcalarını” bulmanız gerekebilir. Bu teyzeler, hepimizin bildiği gibi bir sokağa ya da bir apartmana girdiğinizde ya tülün arkasından ya da hafif açık bırakılmış kapının ardından sizi izleyen, hangi kapıya girip çıktığınızı merak eden, hatta kendi aralarındaki sohbetlerle topladıkları bilgileri bütünleyen “mahallenin mobese kameralarıdır“. 

Meraklı amcalar“ın yeri ise genellikle mahalle kahveleri olmakla birlikte, “meraklı teyzeleri” bulmak esnafın ya da komşuların desteği olmadıkça, “meraklı amcalara” göre daha zor olabilir. Şayet yerleşimdeki adetler, İzmir’de ya da Ege’de olduğu gibi kapı önü sohbetlerini mümkün kılıyorsa işiniz o zaman daha bir kolay hale gelir.

Onlarla tanıştığınızda, sohbet edip ilişkiyi güçlendirdiğinizde ve yaptıkları şey nedeniyle onları onurlandırdığınızda mahalle ile ilgili her düzeydeki bilgi artık emrinizdedir. Bundan böyle sizin sormadığınız ya da merak etmediğiniz şeyleri bile gelip size anlatarak kendi aralarındaki dedikoduya ortak bile edebilirler.

Bu teyzeler ya da amcalar sahip oldukları zengin bilgi ve ilişkiler nedeniyle adeta mahallenin doğal lideri ya da kanaat önderi gibi bir işleve sahiptirler. Her şeyden haberleri olduğu, her şeyi bildikleri için ellerindeki bu bilgi onlara bir süre sonra “akıl danışılan kişi” unvanını kazandırarak, “mahallenin muhtardan sonra gelen kişisi” unvanını almalarına bile neden olabilir…

dsc_0225

Tabii ki mahalle hakkında bilgi edinmenin diğer bir kaynağı da, mahalle muhtarlarının kendisidir. Ancak muhtarlarla olan ilişkilerde biraz dikkatli olmamız gerekebilir. Çünkü onlar mahalle halkı tarafından seçilmekle birlikte aynı zamanda kaymakama ya da valiye bağlı kamu görevlileridir. O nedenle onları da işe dahil etmediğiniz; daha doğrusu mahalle örgütlenmesine katmadığınız ve yönetici konumuna koymadığınız takdirde bilgi verme isteklisi olmaları çoğu kez mümkün olmaz. Hatta, sizin mahalleyi örgütleme merakınız onun iktidar alanını tehdit edebileceği için sizi gizli örgütlenme suçu ile itham edip şikayet bile edebilirler. 🙂

O anlamda, arkanızda bir belediye, bir siyasi parti ya da kurum olmadığı sürece bütün bu işleri ortak bir mahalle konusu ya da sorunu üzerinden götürmeniz, örneğin cadde ve kaldırımların onarılması ya da mahalleye daha sık otobüs seferi yapılması için bir imza kampanyası düzenlediğiniz takdirde hem muhtara ve “meraklı teyze ve amcalara” hem de diğer mahalle halkına yaklaşmanız, daha sağlıklı ilişkiler kurmanız daha doğru, sağlıklı ve etkileyici olabilir.

Devam Edecek…

Mahalle örgütlenmeleri üzerine… (1)

Ali Rıza Avcan

Bugünden itibaren kentlerimizde, semtlerimizde ve mahallelerimizde halka daha kolay ulaşmak ya da yaşadığımız yerlerle ilgili talep, ihtiyaç ve sorunlarımızı örgütlü bir şekilde daha kolay ifade edip sonuca ulaşabilmek amacıyla oluşturmaya çalıştığımız mahalle örgütlenmeleri ile ilgili düşüncelerimizi, bu düşüncelerle ilgili önerilerimizi sizlerle paylaşmaya, sizlerden gelen tepkilerle de bu paylaşımları zenginleştirmeye çalışacağız…

Mahalle örgütlenmeleri ile ilgili her arkadaş sohbetimizde her parti üyesi, her belediye yönetici ya da çalışanı, her kent konseyi katılımcısı ya da her siyasi gruptan, her ideolojiden arkadaşımız mahalle örgütlenmelerinin önem ve gerekliliğini yola çıkıp o güne kadar yaptıkları çalışmaları ve elde ettikleri başarıları anlatmaya başlar… Ama çoğuz kez yapılan başarısızlıklar, bu uğurda yaşanan hezimetler anlatılmaz.

VLUU L200  / Samsung L200

Geçtiğimiz yıllarda üyesi olduğum siyasi parti, çalışanı veya yöneticisi olduğum halkla ilişkiler şirketi ya da  danışmanı olduğum belediye başkanları adına ben de mahalle çalışmalarına katıldım. Bu işi ilk kez yapmanın acemiliğiyle ve adeta karanlıkta yürüyerek birçok başarı ya da başarısızlığın nedeni oldum. Tabii ki, bu arada mahalle örgütlenmelerinin nasıl olması gerektiği konusunda daha fazla düşünmeye, bu konudaki ulusal ve uluslararası deneyimleri incelemeye çalışarak…

Evet, o anlamda bilgili ve deneyimli olduğum; yaptığım hatalardan ders çıkardığım, bazı hataları bile bile yeniden yaşadığım ve yaptığım güzel şeylerden de keyif aldığım doğrudur…

1994-1997 döneminde İstanbul’da Bahçelievler, İzmir’de Balçova, Çiğli ve Güzelbahçe, Bursa’da Osmangazi belediyeleri gibi büyük küçük birçok belediyede yöneticisi olduğum ya da koordine ettiğim Semt Danışma Merkezleri (SEDAM) ve Kent Bilgi İşlem Merkezi (KEBİM) projeleri nedeniyle mahalle örgütlenmesinin ne olduğunu ya da olmadığını birebir yaşayarak deneyimledim.

Bu dönemde, daha sonraki yıllarda kendisine iktidarın yolunu açacak olan mahalle örgütlenmelerinin mimarı olan Recep Tayyip Erdoğan ve ekibinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle diğer ilçe belediyelerinde yaptıklarını izleme ve irdeleme olanağına da kavuştum.

Ardından İzmir’e yerleştiğim ilk yıllarda hiçbir belediyenin desteği olmaksızın aynı bölgede bulunan derneklerin, vakıfların, meslek odalarının ve mahalle halkının katılımı ile oluşturduğumuz “Alsancak Sivil Katılım Platformu” ile onu izleyen “Alsancak Bölge Kurulu“nun 2,5-3 yıllık deneyimi ile bu sorunun diğer bir boyutunu, tümüyle sivil olma boyutunu deneyimledim.

Şimdi hem o deneyimler, hem de daha sonraki mahalle çalışmalarım ya da izlediklerim; ayrıca ulusal ve uluslararası literatürü izleyerek okuduklarım itibariyle bu konudaki görüşlerimi ve önerilerimi sizlerle paylaşmak isterim.

Öncelikle mahalle örgütlenmeleri konusundaki anlayışla, yani başka bir deyimle bizi bu çalışmalara yönlendiren amaç ve hedefin ne olduğunu soruşturmakla yola çıkmak istiyorum:

Niçin mahalle çalışması yapmak istiyoruz? Amacımız ve hedeflerimiz nedir?

Bunu bir partinin mahalle düzeyinde örgütlenmesi için mi yapmak istiyoruz yoksa bir ideolojinin, bir siyasetin mahallelerdeki kılcal damarlarını oluşturmak için mi yapıyoruz? Yoksa arkamıza mahalle örgütlenmelerini alarak belediyelerde, kent konseylerinde, belediye meclislerinde etkin ve etkili mi olmak istiyoruz? Yoksa gerçekten mahalle halkının, mahallede yaşayan ve çalışanların kendi aralarındaki beraberliklerini güçlendirip geliştirmek, onların sorunlarının çözümüne yardımcı mı olmak istiyoruz? Şayet yardım ediyorsak ya da katkıda bulunuyorsak, bunu niçin, niye yapıyoruz?

İşte bu sorunun cevabının hem kendimize hem de bu konu ile ilgili olanlara ve mahalle halkına çok iyi anlatılması gerekiyor…

Kendim, partim, siyasetim ya da gerçekten mahalle halkı adına mı?

Tabii ki, bu soruyu yanıtlarken her şeyin siyah-beyaz mantığıyla kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığını düşünmemek gerekiyor. Kendim, partim ya da siyasetim dediğinizde işin içinde bir miktar mahalle ve halkından yana bir pay olduğunu veya “ben bu işi mahalle ve halkı için yapıyorum” dediğinizde de sizi bu işe yönlendiren kişisel egonuzun, üyesi olduğunuz partinin ya da sahip olduğunuz ideolojinin, siyasetin etkili olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.

Ama en azından hangisinin daha ağırlıklı ve etkileyici olduğunu kendi kendimize sorma ve dürüst bir yanıt alma imkanımızın da olduğunu düşünüyorum.

Bence bu işin en iyi ölçülerinden biri, sizin o mahalle çalışmasını kimlerle çalışmak istediğinizdir. Şayet yanınıza parti çalışmalarında iyi anlaştığınız ya da iyi mahalle çalışması yaptığını gördüğünüz birini alıyorsanız veya daha önce o mahalleye hiç gitmemiş, sırf toplumsal olaylarda yer almak ve görünmek için çırpınan birini kendinize yol arkadaşı yapmışsanız sizin o çalışmayı niye yapmak istediğinizin cevabı açık bir şekilde ortadadır.

Evet, mahalle örgütlenmelerinde yer almak için, gerçekten böylesi bir çalışmaya ihtiyaç duyan, böylesi bir örgütlenmenin getirdiği şeylerden yararlanacak olan biri olmanız gerekiyor öncelikle… Bu da sanırım, “önce kendi evinin önünü süpüren” anlayışıyla önce kendi mahallemizde, önce kendi çevremizde bir araya gelip kendi sorun ve ihtiyaçlarımızı karşılayan bir beraberliğin oluşturulması gereğini ortaya çıkarıyor. Ta ki, bu işi kendine meslek edinen bir halkla ilişkiler profesyoneli olmadığınız sürece…

Kent 104

Önce kendi mahalleni örgütleyecek ya da o örgütlenme içinde yer alacak ve çalışacaksın ki hem kendi özgüvenini oluşturabilesin hem de başka mahalle örgütlenmelerine örnek olabilesin… 

O mahallede yaşamadığın ya çalışmadığın, oraya hep dışarıdan bir misafir gibi gittiğin sürece, oranın sorunlarını yaşamadığın sürece “oralı” olman, orayı benimsemen ve benimsenmen, örnek alınman, sözünü dinletmen ne yazık ki mümkün olmaz…

Evet, bu yazımızın sonucunda, “mahalle örgütlenmeleri o semtte ya da mahallede yaşayan ya da çalışanlar tarafından yapılırsa daha başarılı olur” gibi aslında herkesin bildiği bir noktaya geldik diye bizi yadırgayanlar olabilir; ama bu basit gerçek çoğu girişimdeki heyecan, umursamazlık ya da cehalet nedeniyle dikkate alınmadığı veya umursanmadığı için “mahalle örgütlenmeleri tarihimiz” (!) sırf bu nedenle kaybedilen birçok başarısızlık, birçok yenilgiyle doludur…

Devam Edecek…