Zeynep Günay
21. yüzyılın en önemli mücadele konularından biri olan küreselleşme, yaşamın her alanında dünya çapında ilişkilerin ve bağlantıların değiştiği ve ekonominin yaşamın tüm alanlarında itici güç olarak yeniden tanımlandığı bir süreçtir. Ekonomik anlamda dünya ekonomisinin küresel üretim ve finans mekanizmaları ve küresel pazarlar aracılığı ile küreselleşmesi olarak tanımlanabilecek bu süreç; kültürel anlamda, insanların , sermayenin ve bilginin artan hareketliliğini ve mekândan bağımsızlığını -mekânsızlığını- temsil etmektedir. Politik anlamda ise, küresel ekonomi ve yarattığı mekanizmaların yönetimde baskın kurumlar haline gelmesi ile ulus-devletin gücünü yitirmesidir. Farklı anlamlar yüklenmesine karşın, ortak kanı küreselleşmenin kaçınılmaz olduğudur. Bu kaçınılmazlık, küreselleşmenin yarattığı en önemli ideolojilerden birisi olan “neoliberalizm” ile ideolojik bir tavır almaktadır.
Yeni-liberal ideoloji, Fordist-Keynesçi refah devleti politikaları ile 1970’lerde yaşanan endüstriyel üretimde duraksama ve refah politikalarının işletilmemesi gibi sorunlarla baş etmek üzere stratejik ve politik bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. 1980’lerden sonra refah devleti politikalarının etkisiz hale getirilmesi için farklı mekânsal ölçeklerde yer bulan neoliberalizm, 1990’larda kısa vadede ekonomik kalkınmayı sağlamak ve buna bağlı gelişen sosyo-politik süreçleri yönlendirmek üzere pazarın yönlendirdiği bir yönetim biçimi halini almıştır. Pierre Bourdieu’nun “limitsiz istismar ütopyası (Utopia of unlimited exploitation)” olarak adlandırdığı neoliberalizm, kısa zaman içinde İngiltere’de Margaret Thatcher ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Ronald Reagan liderliğinde tüm dünyada etkisini göstermiştir. “Başka alternatif yok” (TINA: There is No Alternative) söylemi, Thatcher öncülüğünde neoliberalizmin sloganı haline gelmiştir. Neoliberal ideoloji, açık, esnek, verimli, rekabetçi, tüm devlet müdahalelerinden ve toplumun kolektif değerlerinden özgürleştirilmiş, ekonomik kalkınma için en uygun mekanizma ve kentsel yönetişim biçiminin refah devletinden girişimcilik eksenli ekonomik kalkınma modeline doğru dönüşümüdür. Fiziksel, doğal, finansal ve insani tüm kaynakları olabilecek en verimli şekilde paylaştırmayı hedefleyen neoliberalizme göre kamusal olan verimsizdir ve esas olan rekabettir. Refah kapitalizmi olarak da adlandırılan neoliberalizme göre, eşitlik ve denge söz konusu olduğunda rekabet sonucu güçlünün zayıfı yenmesi doğanın dengesidir ve başka alternatif yoktur.
Küreselleşme ve neoliberalleşme tartışmalarının en kritik noktasını bu süreçte kentlerin kazanacağı rol oluşturmaktadır. Yeni-liberal ideoloji ile birlikte yerellik tekrar gündemde yerini almakta; yerellikle birlikte mekân, ekonomi-politik stratejilerin temel kuramsal ve müdahale alanı haline gelmektedir. Kentleşme söz konusu olduğunda neoliberalizm, mekânlar arası rekabeti artırmak, mekân yaratmak, mekâna yatırım ve işgücü çekmek için yapılandırılan kentsel yönetişim biçimi olarak tanımlanabilmektedir.
David Harvey‘in “küreselleşmenin mekânsal biçimlenmesi (spatial organizastion of capitalism)” olarak tanımladığı (aslında “kapitalizmin mekânsal biçilenmesi” demek daha doğru olacaktır – Ali Rıza Avcan) yeni-liberal kentleşme politikaları, kentlerin küresel ve yerel ölçekte yeniden yapılandırılması kapsamında özelleştirme ve serbest pazarı teşvik eden; idari ve ekonomik verimlilik için devletin rolünün azaltıldığı ekonomik kalkınma yönelimli ulusal devlet politikaları bütünüdür. Neoliberalleşme süreci ile birlikte devlet odaklı yönetim modellerinden girişimci odaklı yönetim modeline geçiş yaşanmaktadır. Bu süreçte devletin, uluslararası politikalara bağlı hale gelerek kendi sahip olduğu gücü kontrol edemez duruma gelmesi ile birlikte yönetişim için kapasitesi değişmekte; pazar, yaşam kalitesini arttırmak için en güçlü kurum haline gelmektedir. Ancak, bu süreçte pazarın devlete gereksinim olduğu kadar, yeni-liberal politikaların girişimci ve rekabetçi ortamı yaratmak için sorumluluk verdiği devletin de pazara ihtiyacı vardır. BU nedenle, meoliberal kentleşme politikalarının özünde devlet ve pazar arasında işbirliği ilkesi bulunmaktadır. Bu işbirliği ilkesi çerçevesinde ortaya çıkan ve özelleştirmenin hızla yayılması, kamu mallarının satımı, kamu-özel ortaklıkları gibi unsurları barındıran kentsel girişimcilik, mekânın, küresel kapitalizm mantığı ile işlevsellikten uzaklaştırılarak ekonomik faaliyetleri barındıran pasif bir yer anlayışına doğru dönüşümüdür. David Harvey de girişimciliği yerellik, mekân ve toplumun uluslararası rekabet ortamı içinde kentsel yönetişiminin odağında yer aldığı sosyal kontrol mekanizması olarak tanımlamaktadır. Bop Jessop‘a göre “sembolik politika” olarak tanımlanan bu yapı, 1992 tarihli Gündem 21 Birleşmiş Milletler toplantısı ile planlama sürecinde yerel girişimlerin rolünü vurgulayan “Yerel Gündem” gibi oluşumlarla rolleri vurgulanmış olsa da özellikle yerel yönetimlerin etkisinin azalması anlamına gelebilmektedir.
Devam Edecek
* Melih Ersoy (Derleyen), Kentsel Planlama, Ansiklopedik Sözlük, Ninova Yayıncılık, Nisan 2016 (2. Baskı), s. 492-495
“Sözlük’ten: Yeni-Liberal Kentleşme Kavramı ve Politikaları (1)*” için bir yanıt