Birhan Keskin‘in “Kim Bağışlayacak Beni” isimli şiir kitabından…
ZÜMRÜDÜANKA
Serin bir rüyanın hatırınadır
çektiğim dünya ağrısı
Bir hayalden geldim ben,
bir hayal verdim sana,
mavi-yeşil bir hatıra; işte dünya
ruhum! ovada sert es, yamaçta sus
ırmakta ağla.
İşte dünya kapısı, işte dünya kederi
ister dağının gölgesinde dur, ister
incirin neşesine vur
ağrı kendini ve tamamla.
KARINCA
Ruhumdaki sabır, kalbimdeki aşkla kurdum
kor dantellerden bu yolu, ormanın altına
yeter ki oku onu
senin gördüğün ağzımın kenarında duran dua
ben ayaklarımın altındaki toprağa, döktüğüm
gözyaşlarına inandım. Öyle uzun ki dünya;
katlanmaya, kıvrılmaya, açılıp çarşaf olmaya.
Mümkündür yol yapmaya bir ömür, yol almaya.
Ah! yine de yolumdaki kederi kimse bilmesin,
büyüsün, genişlesin, dolansın ömrümü;
kapısı kapalı çoktandır, penceresi dargın.
Kim anlayacak bu kor işaretleri?
Kimsenin dilinden okunmasın içimde ufalan.
Ovada ve dağda saklı bir mavi için
düştümdü yola. Benim de yaban bir çığlığım vardı,
çok zaman oldu, teslim ettim onu rüzgara.
Kışsa girdik kıştan çıktık
ama değişmiyor insan
karınca duası diyorlar ördüğüm yola.
ZEYTİN AĞACI
Madem geldin, uğradın yanıma
yaslan, kavruk gövdem bu.
Yaşım kaç mı? Saymadım ki,
ya da unuttum, bağışla.
Bu: bir boşluk: içimde
Yaşamak izi de denir,
Sanki, nice kelebek tozu, içinde.
Çok durdum, hiç gitmedim ben, bu dağ başında
Rüzgara ağladım bazen,
Bazen derdimin dibini saydım ıssıza.
Yaşlı, durgun bir zeytin oluşuma bakma
Şuramda bir su vardı ve şuramdan
Neşeyle akardı aşağıya.
Ela bir kızı sevdim ben de zamanında.
Kalkıyor musun? Kalk, ama
Kaderinin sesini unutma, gönül gözünün yanına.
Ve sözünün içine çektin madem,
Madem aldın beni de rüyana
Bu da benden, dalımdan bir hatıra:
Ayrılığın gümüş bilgisidir o, al
Helalü hoş olsun sana.
Git ve unutma
Ha vardır benim dallarım şimdi
Ha hatıra.
KAPI
Geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem
Dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.
Dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.
Açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, nerede gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?
Biri gelse.. bir görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.
Kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.
Bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.
Gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu!
biri gelse, biri görse, bir görse, şimdi,
rüzgar sallıyor beni.
YOLCU
“Şimdi” ve “Burada” olmanın kederine karşı çıkmadım.
Dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın,
buraya böyle gelmiş olmanın,
geçene yol açmanın, ki içinden rüzgar geçirmenin
ne büyük güç istediğini anladım. Durmanın ne büyük sabır…
İçimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki,
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.
Ve şimdi biliyorum, neden,
yaş akıyor
atımın sol gözünden.