Anımsarsınız bir süre önce 16 Haziran 2012 tarihinde 78’liler Girişimi, Ankara Tabip Odası, Devrimci 78’liler Federasyonu, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Ankara Şubeler Platformu, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, ODTÜ Mezunları Derneği ve Sosyal -İş Sendikası Ankara Şubesi tarafından düzenlenen “Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Çalıştay“ında gerçekleştirilen sekiz ayrı atölye çalışması sonucunda ortaya çıkan sonuç metinlerini kapsayan “Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Atölye Sonuç Metinleri” kitabının tanıtımın yapmıştık.
Şimdi ise bu kitabın 46-60. sayfaları arasında yer alıp “katılım”, “özyönetim” ve “mahalle örgütlenmesi” gibi çok önemli konularla ilgili değerlendirmelerin yer aldığı “Katılım ve Özyönetim Atölyesi” metninin “Sonuç” kısmını paylaşarak bu konuları tartışmaya açmak istiyoruz:
Sonuç
Ülkemiz sınıf mücadelesi tarihi incelendiğinde; somut bazı örnekler dışında halkın öz özgürlükleri temelinde inşa edilen yönetsel deneyimlerin çok az olduğu görülecektir. BU durum, sahip olduğumuz devlet gerçekliği, egemen sınıf karakteri ve ideolojik bağlamında değerlendirilebilir. Osmanlı’dan günümüze devlet, gerek sistemleşmiş baskı ve şiddet aygıtlarını kullanarak, gerekse sosyal ve kültürel hegemonik manipülasyon araçlarıyla farklı biçimlerde kendini gösteren sınıfsal çelişkileri organize etmeyi başarabilmiştir. Bu işin bir yanı olmakla beraber; diğer yanı halkın örgütlü güçlerinin strateji ve politikalarındaki yanlış ve eksik bakış açılarıdır. Günümüzde, belirli yerel iktidar alanlarında temsiliyet fırsatı bulan sol-sosyalist yapılar incelendiğinde; bu yerlerde farklılaşan sorun alanlarıyla kurulan ilişkilerin yetersiz ve zayıf olduğu görülecektir. BU yetersizlikler neticesinde yerel halkın ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasal yönetsel alana dair beklentileri her geçen gün çeşitlenerek gelişirken, sol-sosyalist yapılar tarafından geliştirilmeye çalışılan çözüm önerilerinin günün ihtiyacını karşılamaktan uzak ve yalnızca söylem bazında kaldığı açıktır. BU durumun oluşmasındaki temel neden, yerelin somut yapısını ve ihtiyaçlarını anlamak noktasındaki isteksizliktir. Günü kurtaran, takvimsel ve genel geçer politik faaliyetler ülkemiz sol hareketinin genel handikapı durumuna gelmiştir.
Bu çerçevede yerel iktidarlar değerlendirildiğinde, her politik yapının belirli bir yerel yönetim programı ve bu program çerçevesinde şekillenen esnek politikaları olması beklenir. Fakat çoğu zaman bu programlar kağıt üstünde kalmakta ve halkla buluşamamaktadır. Kaynak yetersizliği veya teknik imkansızlıklar bu sorunun tali yönünü oluşturmakta; esas sorun, devrimci yerel stratejiler oluşsa bile bu stratejileri yaşamla buluşturabilecek somut araçların ve mekanizmaların geliştirilmemesi olmaktadır. Örnek olarak, “halk meclisleri” şimdiye kadar yerel iktidarı alan bütün sosyalist yapıların uygulamada görmek istedikleri temel amaçlar arasındadır. Fakat bu amaç, sayısal verilere dayanan yeterli araştırma ve sosyal alan çözümlemesinin yapıldığı örnek mahalle meclislerinden başlanmadığı oranda uygulamaya konulduğunda başarısızlıkla sonuçlanan denemelere dönüşecektir. Yalnızca geçmiş devrimci deneyimlere dayanarak uygulanmaya çalışılan yöntemlerin dogmatizmi doğuracağı açıktır.
Bununla beraber, bir diğer sorunlu anlayış da halk meclisi benzeri yapıları mutlaklaştırarak bu yapılara gereğinden fazla paye biçmektir. Her şeyi halkın kararları etrafından şekillendirmeye çalışan bir politik yaklaşım yerel iktidarları liberalizme demirleyecektir. Burada unutulmaması gereken temel konu halkın farklı sınıf ve katmanlara sahip olduğu ve bu yapı içerisinde farklı güç ve çıkar grupları bulunabileceğidir. Örnek vermek gerekirse; bir yerel mecliste yapılacak olan HES toplantısında, bu yerelin doğal ve kültürel değerlerine zarar vermesi olası bu uygulamanın, pekala kabul görebileceği durumlar olacaktır. Şirket sahipleri veya yerel devlet kurumları, yöreye gelir ve kalkınma sağlayacağı gerekçesiyle bu tür manipülasyonlara başvurarak, halkla farklı çıkar ilişkileri geliştirebileceği sıklıkla görülmüştür. Burada açığa çıkan esas sorun; bu ve benzer problemlere ilişkin toplumsal muhalefetin, sorun alanlarına ilişkin yetersiz ve özensiz çalışma biçiminden kaynaklanmaktadır. Bu durum devrimci-halkçı kesimlerin halkla yeteri kadar öğrenme ve öğretme sürecine girmediğinin göstergesidir. Böylelikle, halkla olan güven ilişkisi aşınmaya başlamaktadır.
Son olarak yerel yönetimler, ne sistemin yerellerdeki basit bir uzantısı ne de kapitalizmden bağımsız demokrasi adacıklarıdır. Bu alanlar, ezilen ve ezen sınıfların çelişen çıkarlarının çatışma alanını temsil etmektedir. Bu kapsamda sınıf mücadelesi keskinleşip geliştiği ölçüde bu yapılar değişerek sistem karşıtı bir pozisyona gelebilirler. Dolayısıyla, en basitinden en karmaşığına kadar yerel yönetimleri, devrimci iddiaya sahip politik anlayışların yönetsel stratejilerinin nüvelerini görebileceğimiz temel yapılar olarak ifade edebiliriz.