Yüksek yapılar üzerine birkaç söz*

İlhan Tekeli

Ülkemizde 1980’li yılların ikinci yarısında siyasal gündeme yüksek yapıların tartışılması geldi. Bu yapıların hangi durumlarda gerekli, hangi durumlarda ise gereksiz oldukları tartışılmadan ve bu konuda soğukkanlı irdelemeler yapılmadan taraflar oluştu. Kamuoyu, yüksek yapılara karşı olanlar ve yüksek yapıların yapılmasının topluma bir siyasal başarı göstergesi olarak sunulmasından kaynaklandı denebilir. Yüksek yapıların bir başarı olarak sunulmasının iki duygusal kaynağı vardı: Bunlardan birincisi, daha çok mühendislere dönüktü. Yeni teknolojilerle yüksek yapı yapılması ve bu teknolojilerin Türkiye’ye girmesi bir mühendislik başarısı olarak sunuluyordu. Bu, gelişmiş Batı ülkelerinde oldukça egemen olan teknolojik olarak olanaklıyı gerçekleştirme güdüsünün geri kalmış ülkelere yansıyan bir biçimi olarak görülebilir, aynı biçimde de eleştiri konusudur. İkincisi ise -birincisine göre daha sığ olan- çağdaşlaşma ve Batılılaşmayı bu ülkelerin kent merkezlerinin bol ışıklı gökdelenlerinin yarattığı cihetle özdeşleştirmek ve ona öykünmekten kaynaklanıyordu. Bu sığ özlemlere tepki duymak çok haklıydı. Ancak, yüksek yapıların kamuoyuna sunuluşundaki bu yanlışlıklara duyulan tepkilerin haklılığı yüksek yapıların gereksizliğini kanıtlamakta yetersiz kalıyordu. Daha soğukkanlı değerlendirmelere gereksinme vardı. Hangi koşullarda yüksek yapıların ciddi bir seçenek olabileceği, hangi koşullarda ise bir özenti olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçeleriyle ortaya konulmalıydı.

Yüksek yapıların gerekliliği, tek yapıdan yola çıkarak ortaya konulamaz, ancak kentten yola çıkarak tartışılabilir. Hangi büyüklükte, ne tür bir kentsel arsa piyasasının bulunduğu, tarihsel dokusu ne nitelikte olan kentlerde yüksek yaoıların ciddi bir seçenek olarak gündeme geleceği araştırılabilir.

38cbcca6_z

Kentlerde yüksek yapıların ciddi bir seçenek olarak ortaya çıktığı kesim Merkezi İş Alanları’dır (MİA). Kent çevresindeki konut alanlarında çok yüksek yapılar, kanımca ciddi bir seçenek değildir. Bu nedenle çözümlemimi MİA ile sınırlı tutacağım. Kentlerin formları incelendiğinde bir temel özellik hemen dikkati çeker. Bu, kent merkezlerinin çevrelerine göre yüksek yapı yoğunluğuna sahip olmalarıdır. BU morfolojik özelliğin ortaya çıkmasının belli nedenleri vardır. Birincisi, yüksek arazi fiyatlarıdır. Bu fiyatlar üç tür rantın toplanmasıyla oluşur. Bunlardan birincisi, kentin mekandaki yayılımının fonksiyonu olan fark rantlarıdır. İkincisi, MİA içindeki noktaların özelliklerindeki farklardan doğan tekel rantları, üçüncüsü ise, gerek arazi sahiplerinin gerek kent yönetiminin kararlarından doğan mutlak rantlardır. Birinci ve ikinci tür rant kaldırılamaz, kent formunun doğal sonucudur. Ama üçüncüsü, denetlenen bir ranttır. Ülkelerin siyasal rejimlerinin özelliklerine göre azalıp çoğalabilir. Bizim tartışmamız bakımından önemli olan da bu üçüncü tür rantlardır. Kentlerde bu üç tür rantın toplamıyla yüksek arazi fiyatları oluştuğunda, yüksek yapı yoğunluğu sağlanmadıkça yapılar ekonomik olmaktan çıkarlar. MİA’larda bu yüksek arsa fiyatlarının oluşumunun tek nedeni, kent formuna göre merkezi konum değildir. Bunun kadar ve belki de daha önemli neden, iş ilişkileri içinde bazı ilişkilerin yüz yüze kurulmasının öneminin tamamen ortadan kaldırılamayışıdır. Bu da MİA’nın belli bir alanda toplanmasını gerektirmektedir. Bugün haberleşme ve bilgi aktarımı teknolojisindeki gelişmeler MİA’daki birçok büro ve hizmet işlevinin desantralizasyonuna olanak vermektedir. Ancak yüz yüze ilişkilerin kaldırılamayan önemi, merkezin öneminin büyük ölçüde korunmasına neden olmaktadır.

Bu açıklamalar kent bakımından MİA’da yapı yoğunluğunun yüksek olması gereğini ortaya koyuyor. Bu gerekliliğin kabulü yüksek yapıları tek başına temellendirmekte yetersiz kalıyor. Biliyoruz ki kentsel alanlarda göreli olarak alçak yükseklikteki yapılarla da yüksek yapı yoğunlukları sağlanabilmektedir. O zaman karşımıza iki seçenek ortaya çıkıyor: Bunlardan birincisi, bu yüksek yapı yoğunluğunu göreli olarak daha alçak yapılarla, ikincisi ise yüksek yapılarla sağlamaktır. BU seçeneklerden hangisinin yeğlenmesi gerektiğini o kente ilişkin özelliklerle o ülkedeki sermaye birikiminin nitelikleri belirleyecektir.

Genel olarak denilebilir ki eğer tarihsel bir kent merkeziyle karşı karşıya bulunuluyorsa, birinci seçeneği izlemek doğru yol olacaktır. Ancak eğer yeni bir kentsel merkez oluşuyorsa ya da kent merkezinde toplumsal açıdan haklı olarak gerçekleştirilebilmiş büyük bir yenileme projesiyle karşı karşıya bulunuluyorsa ikinci yol da gündeme gelebilecektir.

BU iki seçeneğin birbirine göre üstünülklerinin neler olabileceği üzerinde duralım. Tarihsel bir merkezde, var olan bir dokuyu tahrip eden yükselmelere imar kararlarıyla izin verilmesi, sadece kentsel dokunun oluşmuş uyumunu ortadan kaldırmakla kalmayacak -taşınmaz sahipleri belli kazançlar elde etseler de- önemli toplumsal kayıplara neden olacaktır. Kentin eski altyapısı yetersiz kalacaktır. Kullanıcılar sıkışıklıklarla karşı karşıya kalacaklar, bunun pahasını ya zaman olarak ya da daha pahalı hizmet alımlarıyla ödeyeceklerdir. Bu altyapı yetersizliklerini gidermek için de yeni altyapı yatırımları yapılmak zorunda kalınacaktır. Bunun pahasını da arazideki değer artışından pay alanlar değil tüm toplum ödeyecektir. Bunun için, eski kent merkezlerinde, kent merkezinin yeni yapılarla yeni alanlara yayılmasını sağlayan bir strateji izlemek daha akılcı yoldur. Bu yeni alanlarda yüksek yapılar ciddi bir seçenek olarak düşünülebilir.

projeye-izmirliler-oylariyla-karar-verecek_2275_dhaphoto4

Yeni gelişecek kent merkezlerinde yüksek yapılarla sağlanacak yüksek yoğunluklar, iyi planlandıkları zaman kent merkezinde halkın yararlanabileceği açık alanların artmasına olanak verecektir.  İyi bir kentsel tasarımla değerlendirildiği takdirde, bu özellik görmezlikten gelinemeyecek bir üstünlüktür. Buna karşın, yeni sorunları da içinde barındırmaktadır. Böyle bir kent merkezinin gerçekleştirilmesi, birinci seçeneğe göre çok daha büyük sermaye operasyonlarını gerektirmektedir. Böyle bir sermayenin çektiği kullanışlar ve yüksek yapılara dayanan kentsel tasarımlar genellikle çok steril çevreler yaratmakta, geceleri tamamen ölü kentsel mekanlar ortaya çıkmaktadır.

Yüksek yapılara dayalı bu tür kentsel mekanlarda yapı maliyetleri ve yapı işletmeleri çok pahalıdır. Bu alanların ekonomisi ancak yüksek mutlak rantlar oluşturulduğunda sağlanabilecektir. Kentte yüksek rant yüzeylerinin oluşturulması, taşınmaz sahiplerinin çıkarına olmakla birlikte, tüm kentlinin kaybınadır. Kentsel yaşamı, başka bir deyişle emeğin yeniden üretimini pahalılaştırmaktadır. Mutlak rant, daha önce sözünü ettiğimiz diğer iki rant türünden farklı olarak kaçınılabilecek bir rant türüdür. Bir kentte ne kadar az mutlak rant oluşmuşsa o kent o kadar rasyonel ve başarılıdır denilebilir. Bu nedenle, varlığı mutlak rantlarla ekonomik hale gelen girişimlerden kaçınılması gerekir.

Yüksek yapıların kente dayanarak gerekçelendirilmesindeki tek rasyonel, MİA’na ilişkin çözümlemelere dayanmak değildir. Başka rasyonellerden de söz edilebilir. Düz bir ovada yayılan kentte, halkın kullanışına açık bir ya da birkaç yüksek yapının kenti yeni bir boyuttan algılama imkanı vermesi, kentsel yaşamı ve algılamayı zenginleştirmesi kolayca savunulabilir. Kentte bir görsel nirengi noktasının oluşturulmasının kenti öğrenmeyi kolaylaştıracağı, kentte simgeler oluşturulmasının ona bir kişilik kazandıracağı da bu arada sayılabilir. Ancak bu rasyoneller az sayıda yapı için geçerlidir. MİA’daki gibi, tüm bir alanın yüksek yapılaşmasını gerekçelendirmekte yetersiz kalır.

3A4GEr

Yüksek yapıları daha çok kentsel morfoloji açısından tartışan bu yazımı sonuçlandırırken bir noktaya daha değinmekte yarar görüyorum. Yüksek yapılar, işletilmesi ve bakımı çok iyi örgütlenme gerektiren yapılardır. Bu konuda özenli davranılmadığında çok kısa zamanda hem kullanıcılar hem de mülk sahipleri bakımından büyük sorunlar ortaya çıkabilir. Yangın vb. tehlikeler bu yapılarda, diğer yapılarla karşılaştırılmayacak düzeyde büyük felaketlere yol açabilmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise binaların bakımı ve işletilmesi konusundaki hünerler en kıt hünerler arasında bulunmaktadır. BU hünerlerin geliştirilmesi yapı teknolojisinin geliştirilmesinden daha zor olmaktadır.


(*) Arredemento Dekorasyon Dergisinin 1991/12. sayısında yayınlanmıştır.