Bir oyun olarak proje ve uygulama yarışmaları…

Ali Rıza Avcan

Hollandalı tarih profesörü Johan Huizinga (1872-1945), Homo Ludens isimli yapıtında oyunun tanımını şu şekilde yapar: “oyun, özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekân sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu ile ‘alışılmış hayat’tan ‘başka türlü olmak’ bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir.” (1) Bu bağlamda, oyun dünyadaki değişik kültürlerin oluşmasını sağlayan en önemli özellik olarak kabul edilebilir. Huizinga‘ya göre oyun canlının bir tepki ya da içgüdüsü değil, belli bir işleve sahip bir eylem olarak kültürden daha eskidir. (2)

Huizinga’ya göre oyunun genel karakteristikleri şunlardır:
❖ “Her oyun her şeyden önce gönüllü bir eylemdir”.
❖ “Oyun keyfe kederdir. Oyundan alınan zevk, oyunu ihtiyaç olarak hissettirdiği ölçüde oyunun gerekliliği emredici hale gelmektedir. Oyun her an ertelenebilir veya iptal edilebilir”.
❖ “Oyun serbesttir, oyun özgürlüktür (…) oyun ‘gündelik’ veya ‘asıl’ hayat değildir. Oyun, bu hayattan kaçarak, kendine özgü eğilimler olan geçici bir faaliyet alanına girme bahanesi sunar”.
❖“Gündelik hayatın içinde bir kesinti, bir rahatlama meşguliyeti olarak gözükmektedir. Fakat oyun düzenli olarak tekrarlanan bu niteliğiyle bile, genel anlamdaki hayata eşlik etmekte, onun bir tamamlayıcısını, hatta bir parçasını meydana getirmektedir. Hayatı süslemekte, onun boşluklarını doldurmakta ve bu bağlamda vazgeçilmez olmaktadır”.
❖ “Zaman ve mekân olarak bazı sınırların içinde ‘sonuna kadar oynanır’. Kendi akışına ve kendinde anlamına sahiptir (…) Oyun sürerken hareket, gidiş-gelişler, kader değişiklikleri, birbiri yerine geçmeler, bağlanmalar ve ayrılmalar görülür”.
❖ “Oyun gündelik hayattan, bu hayatın içinde işgal ettiği yer ve süreyle ayrılır. Yalıtılmış ve sınırlı olma niteliğine sahiptir”.
❖ “Oyun düzen yaratır, oyun düzenin ta kendisidir”.
❖ “Oyun dahil eder ve serbest bırakır. Özümler. Yakalar, başka bir ifadeyle, cezbeder”. (3)

Bu bağlamda eski deyimiyle “müsabaka“, yeni kullanımıyla “yarışma” da bir oyundur. Hem de tarafların karşılıklı rekabetine dayanan ve bu nedenle de yarıştırarak zevk veren keyifli bir oyundur. Tabii ki oyunun kuralları ve kurgusu, oyunu oynayan tüm taraflar için adil, anlamlı, sonuç alıcı ve taraflara zevk vermeyecek kadar kolay olmamak koşuluyla… Ayrıca oyun içinde ortaya çıkacak “düzenbazları“, “hilekârları” ve kurallara karşı çıkıp kurallara uymayan “oyunbozanları” da dikkate almak koşuluyla….

Çünkü, yine Huizinga‘ya göre, “oyun mutlak bir düzen gerektirir. Bu düzenin en küçük bir ihlali oyunu bozar, oyun niteliğini ve değerini yok eder“. (4)

Bu düşüncelerle yıllardır ulusal ve uluslararası düzeyde şirket, sivil toplum örgütü, meslek odası ve belediyelere yönelik gerçekleştirdiğim açık ya da kapalı alan eğitim ve eğlence etkinliklerinde, yaşanan ortak sorunu ve oyuncuları dikkate alarak kurguladığım takım oyunlarını yönetip bu konularda kalem oynatmış biri olarak oynattığım ya da gözümün önünde oynanan diğer oyunların matematik bir “düzen” içinde “adil“, “anlamlı“, “sonuç alıcı” ve oynayanlar için keyif alacak şekilde “gerilimli” olmasına, oyunu bir kez daha oynamak isteyecek şekilde zevk alınmasına, oyunun oynamayı mümkün kılmayacak derecede fazla zor ya da kolay olmamasına; ayrıca, oyunlarda hakem olduğumda ya da bir seçici bir jüri kurduğumda jürinin önceden belirlenmiş oyun kurallarına göre adil kararlar vermesine dikkat etmişimdir.

Mavişehir ve Mavişehir’deki çocuklar için oyun parkına yerleştirilen oyuncak: KEPÇE

Ama bir süredir, kendimi yakın hissettiğim şehir ve bölge planlamacılarının meslek örgütü TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından düzenlenen “Raci Bademli İyi Uygulamalar Yarışması” isimli yarışmanın 2021 ve 2023 yıllarında yapılan son iki uygulamasında, oluşturulan jürinin “yapılabilirlik“, “sürdürülebilirlik” ve “hukuka uygun olma” gibi ilkelerin yanında önceden belirlenmiş oyun kurallarına uymaksızın ve asıl önemlisi kullanıcıların görüşlerini almaksızın ödüller verdiğini görüyor; böylelikle, değerli bir şehir plancısı anısına düzenlenen bu yarışmanın amacı dışına çıkıldığına, yarışmaya katılanların sunduğu proje ve uygulamalar arasında yarışma şartnamesinde belirtildiğinin aksine o projenin başarıyla uygulanıp uygulanmadığına bakılmaksızın ve o projeler hakkındaki görüş, düşünce, öneri ve eleştirileri göz ardı ederek ödüller verildiğine, sonuç olarak o değerli şehir plancısı adına verilen ödülle ödülü veren kurumun saygınlığının yıprandığına tanık oluyorum.

Sözünü edeceğim yarışma, 2003 yılında vefat eden Prof. Dr. Raci Bademli anısına ilk kez 2003 yılında düzenlenip o tarihten sonra her iki yılda bir; yani, 2005, 2007, 2009, 2011, 2013, 2015, 2017, 2019, 2021 ve 2023 yıllarında toplam 11 kez verilmiş olan Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülleri‘nin 2021 ve 2023 yılı sonuçlarıyla ilgili olacak. Tabii ki bu değerlendirmelerde, yaşadığım kent İzmir‘le ilgili olanlarını ele alıp ödül öncesi ya da sonrasında o projeyi izleyip hangi noktalara gittiğini ya da gidemediğini görüp tanık olan bir İzmirli olarak düşündüklerimi yazacağım. Ardından da bu düşünceler çerçevesinde yararlı olmak amacıyla çeşitli öneriler geliştirmeye çalışacağım.

O nedenle ilk olarak 2021 ve 2023 yıllarındaki yarışmalar sonucunda verilen ödüllerin İzmir‘le ilgili olanlarını hatırlamak isterim:

2021 tarihli yarışmaya katılan toplam 14 proje arasından 4’ü İzmir‘le ilgili olup bunlardan İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilgili olan iki projeyi ele almak istiyorum. Bunlar sırasıyla “Talatpaşa Yaya Geçidi Düzenleme Projesi” ile “Peynircioğlu Deresi Ekolojik Koridor Projesi” uygulamaları olacak.

2023 tarihli yarışmaya katılan toplam 12 proje arasından 2’si İzmir‘le ilgili olup bunlardan “İyi Uygulama Ödülü Birincilik Derecesi” verilen Karşıyaka Belediyesi‘ne ait “Karşıyaka Kentsel Gıda Strateji Belgesi” ile “İyi Uygulama Ödülü Üçüncülük Derecesi” verilen İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait “Cittaslow Metropol Projesi Sakin Mahalle Programı” ile görüşlerimi paylaşacağım.

İşin ilginç yanı şu ki, 2021 ve 2023 yarışmalarında ödül alan dört uygulamadan üçünün yanlışlığı, yetersizliği ve başarısızlığı konusunda daha önce yazılar yazıp görüşlerimi paylaştığımız bir durumla karşı karşıya olduğum anlaşılıyor. O nedenle, bu üç yazımıza konu olan projeleri hatırlayıp o günlerde söylediklerimi yeniden tekrarlamakta yarar görüyorum.

Vezüv yanardağının küller altında bıraktığı antik Pompei’deki 4 metre genişliğindeki caddede yer alıp yeni bulunan “yükseltilmiş yaya geçidi“…

Ancak ondan önce hakkında herhangi bir yazı yazmaya değer bulmadığım 2021 tarihli ödülü alan “Talatpaşa Yükseltilmiş Yaya Geçidi Düzenlemesi Projesi” ile ilgili görüşlerimi paylaşmak isterim.

Aslında, TSE Teknik Kurulu‘nun 14 Haziran 2012 tarihli toplantısında kabul edilen 12527 no’lu “Şehir İçi Yollar, Kaldırım ve Yaya Geçitlerinde Ulaşılabilirlik İçin Yapısal Önlemler ve İşaretlemelerin Tasarım Kuralları” isimli zorunlu TSE standardının “Işık Kontrolsüz Hemzemin Yaya Geçitleri” başlıklı 5.4.1.2. maddesinde yer alan düzenlemelerin yükseltilmiş yaya geçitleri ile ilgili tasarım kurallarını belirlediğini bilmekle birlikte;

(WHO) Dünya Sağlık Örgütü‘nün 2013 yılında yayınladığı “A Road Safety Manual for Decision-Makers and Practitoners” isimli rehberi 2017 yılında Türkçeye kazandıran Emniyet Genel Müdürlüğü‘nün “Yaya Güvenliği, Karar Organları ve Uygulayıcılar İçin Karayolu Güvenliği El Kitabı” ile

(WDU) Dünya Engelliler Birliği (World Disability Union)’nce hazırlanıp 7 Haziran 2013 tarihinde tüm birlik üyesi ülkelerin ortak deklarasyonuyla kabul edilen “Engelliler İçin Evrensel Standartlar Kılavuzu“nda ve

2010 yılında Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı‘nca yayınlanan “Yerel Yönetimler İçin Ulaşılabilirlik Temel Bilgiler Teknik El Kitabı“nda yer alan bilgiler,

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2020 yılında tasarlanıp uygulanan 34 metre uzunluğundaki yükseltilmiş yaya geçidi projesinin dünyada ya da ülkemizde ilk kez gerçekleştirilen özgün ve yenilikçi bir tasarım/uygulama olmadığını, yükseltilmiş yaya geçidi düşünce ve uygulamasının, 2020 tarihli İzmir, Talatpaşa Bulvarı uygulaması öncesinde dünyanın birçok kentinde olduğu gibi Aydın (2018), İstanbul, Kayseri (2017) ve Sakarya (Mart/2020) gibi kentlerde de uygulandığını göstermektedir.

Kâğıt üzerinde ya da fotoğraf, maket ve üç boyutlu görsellerle iyi bir tasarım ve uygulamaymış gibi gösterilen bu projenin, bu tür yarışmalarda seçici kurulun titizlikle ele alması gereken “sürdürülebilirlik ilkesi” açısından ne durumda olduğunu ise 2 Temmuz 2020 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin “Sanat eseri gibi yaya geçidi İzmir’de öncelik yayaların güvenliği” başlıklı haberine eklenen fotoğrafla, görünürlüğün azalıp neredeyse yok olduğu 5 Kasım 2023 tarihli fotoğraf en iyi şekilde göstermektedir. Aralarında sadece iki yıl olan bu iki fotoğrafı görünce insanın aklına gelen ilk sorular şu şekilde oluyor:

Taksilerin müşteri bulmak için yanaşıp park ederken, acaba çevrede bir trafik polisi var mı diye tedirgin olması ve geçiş alanı içinde yayalara yol veren trafik ışığı bulunması nedeniyle trafiğin ağır işlediği ya da yıllardır ölümlü ya da ağır yaralamalı bir trafik kazasının olmadığı bu noktada yükseltilmiş yaya geçidi yapılması gerçekten gerekiyor muydu ?

Diğer kentlerin örnek alacağı en iyi uygulama bu muydu?

“Ödül acaba bu yükseltilmiş yaya geçidindeki -daha sonra silikleşip yok olan- göz alıcı desenlere mi verildi?

Ödül, kentin diğer bölgelerindeki yükseltilmiş yaya geçitleri dikkate alınmadan, sırf Alsancak gibi herkesin gözünün önündeki bir örnek olduğu için mi verildi?

Talatpaşa Yükseltilmiş Yaya Geçidi Projesi. Tarih: 7 Kasım 2021.
Talatpaşa Yükseltilmiş Yaya Geçidi Projesi. Tarih: 5 Kasım 2023.

2021 yılının ikinci özendirme ödülünün konusu olan “Peynircioğlu Deresi Ekolojik Koridor Projesi” uygulaması ile ilgili olarak 20 Ekim 2020 tarihinde yazdığım “Çevre Adına Söylenen Yalanlar” başlıklı yazımda ise, başlı başına bir kent suçu mahalli olan Mavişehir‘de satılan dairelerin rantının yükselmesinde etkili olan; ancak daha sonra yüksek bakım masrafları nedeniyle bakımını yapamadıkları ortak alanların İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne devredilmesi suretiyle daha iyi, düzenli ve ucuz bir şekilde bakılmasını arzulayan site yönetimlerinin, bu alanların bakımının halkın vergileriyle oluşan kısıtlı belediye bütçesine nasıl bir yük haline getirdiğini, böylelikle yüksek gelirli zenginlerin oturduğu bu alanların kentin diğer bölgelerinde yaşayan yoksul ve dar gelirli insanların aleyhine nasıl soylulaştırıldığını anlatmaya çalışmıştık. (1)

Mavişehir Peynircioğlu Deresi Ekolojik Koridor Projesi

2023 yılının birincilik ödülünü alan Karşıyaka Belediyesi‘ne ait “Karşıyaka Kentsel Gıda Strateji Belgesi“nin çarpık yapılaşma ile tarım alanlarının imara açılması gibi politika ve uygulamaları görmezlikten gelerek ve Karşıyaka’daki tarım ve gıda yapılanmasını bilmeden mevcut hukuki düzenlemelere ve toplumsal gerçeklere aykırı olup uygulanması ve sürdürülmesi mümkün olmayan yanlarını ise 4 ve 11 Eylül 2023 tarihli iki ayrı yazımda dile getirmiştim. Ayrıca tanıtımı 27 Ağustos 2023 tarihinde yapılan ve eylem planları henüz hazırlanmayan; adeta, “fırından yeni çıktığı için dumanı üstünde tüten” bu çalışmaya aradan iki ay geçtikten sonra, bu strateji belgesindeki hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı hususunun henüz belli olmadığı bir süreçte “başarılı” denilerek örnek gösterilmesi ve birincilik ödülü verilmesinin şaşkınlığını yaşıyorken… (2), (3)

Karşıyaka Belediyesi Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi

Henüz uygulanıp sonuç alınmamış olup 2023 yılı yarışmasında üçüncülüğe değer görülen “Cittaslow Metropol Projesi Sakin Mahalle Programı” hakkındaki görüşlerimi ise 23 Haziran 2022 tarihli “Pazaryeri’nden bir Cittaslow Metropol yaratmak…” başlıklı yazımda anlatarak İtalyan markalı bu şablon projenin uygulanabilirlik ve sürdürülebilirlik gibi temel ilkeler açısından ne kadar sorunlu olduğunu, Basmane bölgesiyle Pazaryeri mahallesini yakından bilen biri olarak anlatmaya çalışmıştım. (4)

Müslüman mahallesinde salyangoz satmak“: Basmane Pazaryeri mahallesinde bir İtalyan markalı bir proje!!!

Bütün bu projelerle ilgili görüş ve değerlendirmelerimi, “Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülü Yarışması” için TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından şartnameye bakarak sonuçlandırmak isterim:

Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülü Yarışması, TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından, “çeşitli ölçek ve kapsamda bölgesel planlama, kentsel planlama, kentsel tasarım, kentsel koruma, doğal varlıkların ve kültürel mirasın korunması, kentsel yenileme, kentsel dönüşüm, sağlıklaştırma, kentsel ulaşım (toplu taşım, trafik sakinleştirme, yayalaştırma, doğal varlıkların ve kültürel mirasın korunması vb.) gibi mekânsal konular ile şeffaf yönetim, katılımcılık, kentsel ekonomik kalkınma ve istihdamın geliştirilmesi, yoksulluk ve yoksunluğun azaltılması, dezavantajlıların kentsel yaşama katılması, toplumsal ve kentsel bütünleşme ve yaşam kalitesinin artırılması gibi sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde başarılı olan plan ve projeler hazırlayan / hazırlatan ve uygulamaya koyan merkezi ve yerel yönetimlere, özel sektöre, akademik kurumlara ve sivil toplum kuruluşlarına açık, serbest, ulusal ve tek kademeli bir yarışmadır.” tarafından tanımlanmaktadır. (9)

Ayrıca Arkitera isimli İnternet portalının 12 Temmuz 2021 tarihli “Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülü 2021” başlıklı haberinde yazılı olan bilgilere göre söz konusu yarışmanın amacı ve konusu şu şekilde belirlenmiştir:

Raci Bademli İyi Uygulamalar Ödülü Yarışması, 01.09.2003 tarihinde kaybettiğimiz değerli hocamız Prof. Dr. Raci Bademli anısına ilk olarak 2003 yılında düzenlenmiş olup iki yılda bir tekrarlanmaktadır. Yarışma ile, doğrudan ya da dolaylı olarak kent ile ilgili mekansal, sosyal, ekonomik vb. konularda hazırlanarak uygulamaya konulmuş, sorunların çözümünde başarılı olan plan projelerin tanıtımının yapılması, öneminin vurgulanması ve örnek uygulamaların ortaya çıkarılarak değerlendirilmesi amaçlanmakta olup yarışma ödüllendirme süreçleriyle desteklenmektedir“. (10)

Bu ifadeden anladığımız şey, yarışmaya ancak “hazırlanarak uygulamaya konulmuş, sorunların çözümünde başarılı olan” plan ve projelerin katılması gerektiği halde, henüz uygulamaya konulmamış ya da başarıya ulaşmamış plan ve projelerin yarışmaya katılarak ödüllendirildiğidir. Ayrıca burada söz edilen “başarı” sözcüğü ile neyin anlatılmak istendiği ve bu başarının ölçülüp ölçülmediği konusu da önem taşımaktadır. Örneğin jüride yer alanlar o başarıyı ölçmek için proje mahalline giderek o proje ya da plandan yararlananlara fikirlerini sormakta mıdır?

O nedenle 2021 ve 2023 ödüllerini veren jüri üyelerine şu dört temel soruyu sormanın uygun olacağını düşünüyorum:

1. Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi gibi henüz uygulama aşamasına girmemiş dumanı üstünde projeler bu yarışmaya niye dahil edilmiş ve ödül verilmiştir?

2. Jüri tarafından değerlendirmeye alınan proje ve planların başarılı olup olmadığı nasıl ölçülmüştür? Bu çerçevede, söz konusu plan ve projeden yararlananların görüşünü almak ya da o projelerle ilgili olarak yazılmış ya da ifade edilmiş görüş, düşünce, eleştiri ve önerileri dikkate almak akıllarına gelmemiş midir?

3. “Peynircioğlu Deresi Ekolojik Koridor Projesi ve “Cittaslow Metropol Projesi Sakin Mahalle Projesi” gibi projelerdeki soylulaştırma girişimleri niye iyi örnek olarak ödüllendirilmiştir?

4. Talatpaşa Yükseltilmiş Yaya Geçidi Düzenleme Projesi“nin halihazırdaki durumunu dikkate aldığımızda, ödüllendirmelerde projelerin sürdürülebilirliği konusu niye dikkate alınmamıştır?

Bu sorulara yanıt verilerek değerlendirme ve eleştirilerim doğrultusunda ödüllendirme uygulamasının yeniden gözden geçirilmesi, jürinin yarışma koşullarına uygun kararlar vermesi ve bu kararlarının gerekçesini kamuoyu ile paylaşması; ayrıca, Johan Huizinga‘nın, “oyun mutlak bir düzen gerektirir. Bu düzenin en küçük bir ihlali oyunu bozar, oyunun niteliğini ve değerini yok eder” ifadesini akıllarında tutmaları dileğiyle…

(1) Huizinga, J., Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım, Eylül 1995, İstanbul, Sh.48.

(2) Age Sh. 16

(3) Age Sh.24-26

(4) Age Sh. 27.

(5) http://www.kentstratejileri.com/2020/10/27/cevre-adina-soylenen-yalanlar/

(6) http://www.kentstratejileri.com/2023/09/04/gida-strateji-belgeleri-ve-kapitalizm-neden-ve-sonuc-1/

(7) http://www.kentstratejileri.com/2023/09/11/gida-strateji-belgeleri-ve-kapitalizm-neden-ve-sonuc-2/

(8) http://www.kentstratjileri.com/2022/06/23/pazaryerinden-bir-cittaslow-metropol-yaratmak/

(9) https://www.spo.org.tr/detay.php?sube=0&tip=44&kod=10536

(10) https://www.arkitera.com/yarisma/raci-bademli-iyi-uygulamalar-odulu-2021/

Doğal ve Tarihi Çevrenin Korunması: Sorunlar ve Olası Çözümler (*)

Gönül Tankut (*)

Türkiye’nin doğal ve tarihi çevresini yitirmesi, yoksulluk kadar büyük bir problemdir. Buna karşın yaygın koruma ne bir kriz ne de bir trajedidir. Tersine ileriye yönelik bir meydan okuyuştur.

Türkiye coğrafyasında gerek kapsamlılığı gerekse etkinliği açısından çok önemli iki veri vardır. Bu iki veriyi, planlamanın hiçbir ölçeğinde gözardı etme olanağı yoktur. Bu verilerden bir tanesi negatiftir ve ona karşı korunmamız gerekir. Diğeri ise pozitif olup onu da bizlere karşı korumak zorunluluğu vardır. Birinci veri risk duyarlılığı; ikincisi ise doğal ve kültürel mirastır. Risk planlaması ise başka bir tartışmanın konusudur. Burada ele alacağımız konu doğal ve tarihi çevrenin sorunları ve olası çözümleridir.

21. yüzyılda ülkelerin doğal ve tarihi çevrelerini koruma becerisi ve başarısı sadece doğal ve kültürel zenginlik olarak değil, aynı zamanda siyasal bir güç ve prestij kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Bu kültür değerlerinin yansıma düzlemleri de kuşkusuz kentler olacaktır. Sahip olduğu kültürel ve doğal varlıklarının değeri ve kapsamı düşünülürse, Türkiye’nin tarihi ve doğal çevreyi koruma konusunda sağlayabileceği başarı uygarlık yarışındaki en önemli ve değerli gücü olacaktır.

Korumanın Üst Politikaları

Ülkemizde nedense en yaşamsal konularda bile “üst politika” üretmek geleneği oluşmamıştır.

Sözkonusu politikaların üst olma ilkesi, ülkenin bütününün yararına olması ve de siyasal zorlamalarla rastgele değiştirilememesindedir. Koruma, anayasamızda “sosyal haklar” başlığının altında yer almaktadır. Gerçekten korunmuş bir çevrede yaşamak hem sosyal bir hak hem de sosyal bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi ile kamu yararı gibi temel bir veri de güvenceye alınmış olacaktır.

Oysa geçmişte ne yaşanmıştır? Doğal ve tarihi çevreyi koruma toplumsal dinamiklere erişememiş ve kamu vicdanınca özümlenememiştir.

Doğal ve Tarihi Çevreyi Korumanın Üst Politikalarına Işık Tutacak Görüşler

Bu başlık altında pek çok fikir yürütülebilir, üst politikaların sayısı da zaman içinde artabilir.
Burada sadece politikasızlığın korumaya zarar vermekte olduğu birkaç örnek üzerinde durulacaktır.

1) Projelendirilmiş ya da henüz fikir düzeyindeki ya da uygulamanın başındaki büyük baraj
sistemlerinin çevre duyarlılığının sağlanması ve çok önemli kültür mirasının olabildiğince su altında kalmaması için bir üst politika gerekmektedir.

Bilindiği gibi elektrik üretmek ve de kuru tarımı sulu tarıma döndürmek üzere seçilen enerji kaynağı baraj sistemi ile sağlanmaktadır. Bu eylemin kararına yıllarca önce varılmış olup, uygulamada da epey yol alınmıştır. Ancak daha önceden hazırlanan projelerde sadece mühendislik koşulları maksimize edilerek çevresel ve sosyal veriler gözardı edilmiştir. Şöyle ki; su altında kalarak yok edilecek kültür mirası ile, yerinden edilen köy insanlarının ne olacağı pek düşünülmemiştir. Nitekim, ortaya çıkan yaygın sorunların şimdi çözümlenmesi için büyük çabalar sarf edilmekte olup, başarı güvencesi de yoktur (Hasankeyf örneği gibi).

Demek ki baraj konumları seçilirken yapısal sorunların yanısıra kültürel veriler ile sosyal değerlerin korunması da optimize edilmiş olmalıydı.

2) Kuzey ve güney sahillerimizin doldurulması uygulamalarına son verilmesi ve ulaşım sorunlarının planlı ve doğal çevreye duyarlı bir yaklaşımla ele alınması gerekmektedir.

Ülkemizin kilometrelerce uzanan sahillerinde doğal sahil çizgisinin uzunluğu gün geçtikçe azalmaktadır. Bu ise üç yönden çok zararlıdır. Çünkü sahillerin doldurulması ne fonksiyonel ne de ekonomiktir. İlk fırtına ile dolgular yıkılmakta olup sadece otoyol için ikinci bir izin genişletilmesiyle sorun çözülememektedir. Ayrıca çevre ile uyumlu başka çözümler de vardır. Oysa ileriye yönelik bir ulaşım üst politikası var olmadığından hâlâ demiryolu ve denizyolu ulaşımı kullanım dışı bırakılmaktadır.

3) Tarım topraklan başka kullanımlara, örneğin yapılaşmaya açılmaktadır. Denilebilir ki şu anda ülkemizde tarım sektörü can çekişmektedir. Yerli ürünlerin yerini yabancılar almıştır. Bütün bu olumsuz verilerin nedeni de akıllı bir politikanın olmamasıdır.

4) Ormanların (ekonomik kalkınma söylemi ile) fabrika, (eğitimin kutsallığı söylemi ile) vakıf üniversitesi ve benzeri bahanelerle tüketilemez olmasının kesinleşmesini sağlayacak politikalar da yoktur. Bilindiği gibi Koç Üniversitesi’ne böyle bir İmtiyaz verilmesi ve onların da bunu kabullenmesi çok kötü bir örnek oluşturmaktadır.

5) Turizmin, doğal sit içinde yer almasının yarardan çok zarar sağladığı gözardı edilmemelidir.

İkinci derece doğal sit içerisinde yapılaşma yasak olmasına rağmen turizme izin verilebilmektedir. Ancak sonuç olarak hem kamunun malı olan sahil işgal edilmiş olmakta hem de sahilin ekolojik değerleri zarar görmektedir.

6) Tarımda, turizmde ve yapılaşma alanlarında enerji kullanımında ekolojik yaklaşımlar özendirilmelidir.

Genelde ülkemizde ekolojik yaklaşımlar yeterince vurgulanmış değildir. Şöyle ki, alternatif enerjinin kullanımı bir üst politika ile henüz yönlendirilmemektedir.

7) Koruma için (doğal ya da tarihi çevre için) gerçek akçalı kaynaklar yoktur.

Korumanın disiplinli bir gelişmeye döndürülmesi için finansman sorununun çözülmesi gerekir.

8) Çevreye zararlı olan nükleer enerji santrallerinin enerji sorununu çözmede bir öncelik olmaktan çıkarılması zorunludur (Akkuyu deneyimi önemli bir veridir).

9) Koruma mevzuatının imar, çevre ve turizm ile ilgili yönlerinin bütünleştirilmesi gerekecektir, böylece koruma çok başlılıktan kurtarılacaktır.

Yukarıdaki örnekler devlet düzeyindeki politikalar olmalı, bunların değişen iktidarlarca desteklenmemesi söz konusu olmamalıdır.

Üst Politikaların Uygulanabilirliğini Destekleyecek Alt Birimlerin İşlevselliğine İlişkin Görüşler

1) Yasa gücündeki Bakanlar Kurulu Kararnameleri’nin daha isabetli ve çevreye duyarlı olmasının sağlanması (Bu kararnameler bazen yasalara da ters düşebilmektedir).

2) Taşınmaz sahiplerinin rant baskısını gidermek İçin “imar hakkı transferi” ilkesinin geliştirilerek uygulanması.

3) Kentsel sitlerin yaşayan şehrin bir parçası olduğu gerçeğinin unutulmaması ve çevre standartlarının ve belediye hizmetlerinin gözardı edilmemesi.

4) Kurulların yeniden yapılandırılarak doğru ve gerçekçi kararlar üretmeye özendirilmesi ve kurum kararlarının yükseltilerek güçlendirilmesi.

5) Ören yerlerinin korunması, kazı ve yüzey araştırmalarının plan ve program çerçevesinde ele alınması ve buluntuların sistematik olarak yayınlanması.

6) Kentsel arkeolojinin kentsel gelişme ile optimize edilerek ve kentliler için sergilenerek kentsel kimliğin güçlendirilmesi.

7) Sivil toplum örgütlerinin tarihi ve doğal çevrenin korunmasında sadece yanlış müdahalelere tepki göstererek değil, onları sürekli izleyerek ve sorunların çözümlerine katkıda bulunarak destek vermesinin sağlanması.

8) Belediye başkanlarına koruma olgusunun sadece seçmenlerin oyunu kaybetme korusuyla değil, kent ve kentliler için kamu yararı sağlamakta bir fırsat olarak benimsetilmesi.

9) Kent yönetimi ve işletmeciliğinin kentlilerin de katılımını özendirecek bir anlayış içerisinde yürütülmesi.

10) Korumada merkez ve yerel yönetim ortaklığı, kamu ve özel işbirliği ve her aşamada kentli katılımının sağlanması.

11) Koruma alanlarında yaşayan kişilerin konuya çok yönlü sahip çıkarak hatta gönüllü denetçi rolünü üstlenmesi.

12) Koruma planlarının bugünkü halleriyle uygulamaya yönelik yöntem ve verileri içermemesi sorununun aşılması.

13) Koruma sürecinde olabilirlik sınırlarının doğru belirlenmesi.

14) Koruma sorunsalının zaman içerisinde gelişen ufkuna ayak uydurulması.

Sonuç

Doğal ve tarihi çevrenin korunmasında üzerinde durulması gereken konu, korumanın olabilirliğinin artırılması gereğidir. Bu olabilirlik korumanın hem ekonomik hem de siyasal olabilirliğinin ve yapılabilirliğinin bilinmesi olarak anlaşılmalıdır. Örnek olarak tarihi konut birimlerinin belirli oranda konut sunumuna katılması, hem konut eksiğini bir ölçüde hafifletecek hem de yaygın korumayı ekonomik kılacaktır. Olabilirlik ve yapılabilirlik, korumanın gerçekleşmesinin yerel dinamiklerle donatılmış olmasına bağlıdır. Yani verilen kararların arkasında geniş yelpazeli bir oydaşmanın varlığına gerek vardır. Başka bir deyişle bu eylemde sosyal kapital çok önemlidir.

Siyasal olabilirlik ve yapılabilirlik, sürdürülebilir bir koruma modelinin güvencesidir. Şöyle ki, kentlerimizin doğal ve tarihi çevre verilerine duyarlı kesimlerinde ekolojik sürecin olası zararlarını en aza indiren, buna karşın kişilerin ekonomik ve sosyal gelişme beklentilerini engellemeyen bir koruma planlaması söz konusudur.

Türkiye’nin doğal ve tarihi çevresini yitirmesi, yoksulluk kadar büyük bir problemdir. Buna karşın yaygın koruma ne bir kriz ne de bir trajedidir. Tersine ileriye yönelik bir meydan okuyuştur. 21. yüzyılda ülkemizin hak ettiği saygınlığı kazanmak ve onu sürdürebilmek için ne kaderci ne de çıkarcı yaklaşımlar çözüm olabilir. Burada söz konusu olan problem çözücü bir biçimde sorunları göğüslemektir. Bu amaca erişmek için de vakit kaybetmeden bir koruma kültürü ve bunu etkin kılacak bir koruma diplomasisi oluşturmak zorunlu görünmektedir.

(*) Prof. Dr., ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü