Füruğ Ferruhzad

Duvar

Kaçıyorum senden, senden uzak, açayım diye

istek kentinin yolunu

ve kentin içinde

düş sarayının ağır altın kilidini

ancak senin gözlerin suskun çığlıklarıyla

yolları gözlerimde bulandırıyor

gizinin karanlığında durmadan

çevremde duvar örüyor

sonunda bir gün…

kuşku gözünün büyüsünden kaçarım

saçılırım alaca düş çiçeklerinden saçılır gibi

gece esintisi saçlarının dalgasından süzülürüm

giderim güneş kıyılarına değin

sonsuz dinginliğinde uyuyan bir dünyada

usulca kayarım altın renkli bir bulut yatağına

dökülür ışık sevinçli gökyüzüne

dökülür yığınla şarkının tarhı

ben oradan, esrik ve özgür

bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin

yollarını gözümde bulandırdığı

bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin

gizemli karanlığında durmadan

çevresinde duvar ördüğü

(Çeviren: Haşim Hüsrevşahi)

CmOCfqCWMAAlYkg

Gecenin Soğuk Caddelerinde

Pişman değilim

Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi

Çünkü ölüm tepesinin doruğunda

Öptüm yazgımın çarmıhını

Gecenin soğuk caddelerinde

Hep tedirgin ayrılıyor çiftler

Birbirlerinden

Bir tek fısıltı duyuluyor: Hoşçakal! Hoşçakal!

Gecenin soğuk caddelerinde

Pişman değilim

Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim

Yaşam yeniden doğuracak onu

Yeniden yaşatacak beni rüzgârların

Göllerinde yüzen haberci gülü

Bak, görüyor musun

Nasıl çatlıyor beynim

Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin

Nasıl filizlenmeye

Başlıyor kan

O çok sabırlı çizgisinde belimin?

Ben senim

Seven

Ve kendi içinde olan kimse o

Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden

Binlerce garip ve belirsiz şeyle

Koyu isteğiyim ben toprağın

Yeşersin diye uçsuz bozkırlar

Kendine çeken bütün suları

Uzaklardan

Gelen sesimi dinle benim

Gör beni koyu sisinde sabah dualarının

Ve aynaların dinginliğinde

Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum

Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine

Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi

Suçsuz mutluluklarından yaşamın?

Pişman değilim

Benden konuş ey sevgilim bir başka benle

Gecenin soğuk caddelerinde

Gene aşk dolu gözlerini gördüğün

Benden!

Ve hatırla beni, kederle öperken o

Gözlerinin altındaki çizgileri…

(Türkçesi: Onat Kutlar ve Celal Hosrovşahi)

2560

Pencere

Bir pencere, bakmaya

Bir pencere, duymaya

Bir pencere yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi

Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.

Yalnızlığın küçücük ellerini

Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla

Dolduran bir pencere

Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine

 

Bir pencere, yeter bana

 

Oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben

Bir resimli kitap bahçesinde

Kağıt ağaçların gölgesi altından

Toprak yollarında geçip giden

Kuru mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin

Sıralarında veremli okulların

Alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan

Ve kara tahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar

Ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak

Uçup gittikleri

o andan

Etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben

Ve hala başım

Dopdolu

Bir deftere toplu iğnelerle

Çakılan

O kelebeğin yabansı sesiyle

Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle

Ve bütün kente

Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar

Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında

Aşkımın çocuksu gözlerini

Ve isteğimin acili şakaklarından

Fışkırdığında kan

Yaşamım artık

Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvardaki saatin tiktaklarından başka

Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok

Çılgınca sevmekten başka

 

Bir pencere yeter bana bir tek pencere

Bilince ve bakışa ve suskunluğa

Işte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı

Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı

Ve sor aynadan

Adini kurtarıcının

Ve işte senden daha yalnız değil mi

Ayaklarının altında titreyen gökyüzü?

Yıkıntı elçiliğini, peygamberler

Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?

Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin

Bu patlamalar ardarda

Bu zehirli bulutlar?

Ey dost, ey kardeş, ey herkes!

Yazın tarihini gül soykırımının

FURUG-2

Veda

 gidiyorum; yorgun, solgun, ağlamaklı

viraneme doğru

sizin şehrinizden Tanrı’ya götürüyorum

perişan ve divane gönlümü

alıp götürüyorum, o uzak noktaya

günahın renklerinden arındırmaya

aşkın lekesinden temizlemeye

yok olup gitmiş, yersiz bunca istekten arındırmaya

alıp götürüyorum, senden uzak kalsın diye

senden, ey boş umudun cilvesi

alıp götürüyorum onu, diri diri gömeyim diye

bundan sonra konuşmayı hatırlamasın diye

inleyiş titriyor, gözyaşı oynuyor

ah, bırak, bırak kaçıp kurtulayım

senden, ey günahın coşkun pınarı

en iyisi bu belki de, senden sakınayım

Tanrı şahit ki mutluluk goncasıydım ben

aşkın eli geldi ve dalımdan kopardı beni

âhın alevi oldum, yazık ki

dudağım bir daha o dudağa kavuşmadı

sonunda yolculuk bağı bağladı ayağımı

gidiyorum, dudaklarımda gülümseme, bağrımda kan

gidiyorum, gönlümden çek elini

ey, hiçbir şey vermeyen, boş umut

Çeviri: Makbule Aras

furug-ferruhzad-2-min

Dünyasal Şiirler

İşte güneş soğudu

ve yeryüzü nimetleri yok oldu

ve tepelerde soldu otlar

ve sonra

sığmadı toprağa ölüler.

 

Ve gece birleşmişti topluluk ve başkaldırıyla

bir ayna görüntüsü gibi bulanık

bütün renksiz pencerelerde

ve yollar bırakmıştı karanlığa doğrultularını.

 

Gayrı düşünmedi kimse sevdayı

gayrı düşünmedi kimse utkuyu

ve düşündüğü de yoktu kimsenin artık.

 

Yalnızlığın kovuklarında

doğdu boşluk

afyon ve ban-otu kokuyordu kan

gebe kadınlar başsız çocuklar doğurdu

ve beşikler utanç içinde gömütlere gizlendi.

 

Karanlık ve buruk zamanlardı.

Ekmek yok etti

yalvaçsı tansıkların gücünü

aç ve umutsuzca

göçtü peygamberler

adanmış topraklardan

ve yitik kuzular

duyamadı artık çoban seslenişlerini.

 

Devinim, renk ve biçim

dönüyordu sanki aynaların gözlerinde

yukarı ve aşağı doğru

ve ışıtan kutsal bir hâle

yandı ateşler içindeki bir şemsiye gibi

kaba soytarıların kafaları

ve utanmaz fahişelerin yüzleri etrafında.

 

Acı ve zehirli buharıyla

çekti alkolün bataklığı

etkisiz entelektüel yığınını

dibe

ve iğrenç fareler

kemirdi eski dolaplardaki

altın yapraklı kitap sayfalarını.

 

Güneş ölüydü.

Ölüydü güneş

ve yitirmişti anlamını yarın sözcüğü

çocuk anlaklarında.

Bu tuhaf eski sözcüğü çizdiler

defterlerindeki kara bir mürekkep lekesi gibi.

 

İnsanlar

yığınla başarısız insan

geldi gitti bir sürgünden bir sürgüne

ürkerek, felç içinde ve şaşkınca

kendi cesetlerinin çirkin yükü altında

ve acı yüklü öldürme isteği

büyüyordu ellerinde.

 

Bazen bir kıvılcım

miniminnacık bir kıvılcım bu sessiz ve cansız

topluluğu infilâk ettiriyordu-

Atılarak üzerlerine

kestilerdi erkekler birbirlerinin boğazını

ve ırzına geçtilerdi küçük kızların

kanlı bir yatakta.

 

Kendi zalimliklerinde boğuldular

ve müthiş bir suçluluk duygusu

felç etti kör ve miskin ruhlarını.

 

Törensel idamlarda

fırlatırken darağacının ipi

ölünün gözlerini yuvalarından

çekilirdi onlar kendi kabuklarına

ve yaşlı yorgun sinirleri

titrerdi

şehvetle.

 

Ama bulvarlarda görürdün

her zaman bu küçük canileri

durmuş bakarken

fıskiyelerin sonsuz devinimlerine.

 

Belki de hâlâ

donmuş derinliklerindeki

ezilmiş gözleri ardında

yaşayan, yarı canlı

bir şey var

en sonunda inanmak isteyen

suyun temiz türküsüne.

 

Belki

ama ne de sonsuz bir boşluk bu.

Güneş ölüydü

ve bilmiyordu kimse

yüreklerimizden uçan

üzgün güvercinin

inanç olduğunu.

 

Ah – tutuklu ses

senin umutsuz ihtişâmın asla

kazamayacak nefretli geceden

ışığa doğru uzanan bir tünel

ah – seslerin son sesi…

Çeviren: İsmail Aksoy

Furug-Ferruhzad(pp_w1200_h750)