Gültepe: Özerklik Deneyimi ve Sol Mücadele

Orhan Berent

Murat Belge, yıllar önce kaleme aldığı bir gazete yazısında kavram kargaşasının sebeplerini açıklamaya giriştiğinde, güçlü ve bilinçli bir çabaya dikkati çekerken aynı zamanda her şeyi yarım yamalak, olabilecek en yüzeysel biçimde öğrenmenin zararlarına da işaret eder ve tembellik gibi son derece insana özgü bir davranışı da zikretmeyi ihmal etmez. Özetle, bilinçli çarpıtma ve bilgisizlik iç içe geçer kavram kargaşasında. Birinin boşluğunu diğeri doldurur! Bu yüzden de gündelik hayatta tanık olduğumuz bazı olguları ya yanlış anlarız veya yanlış anlamamız bizzat olguyu yaratanlar tarafından önceden tasarlanmıştır. Bu paragraf böylece en üstte dursun, o zaten yol göstericiliğini ve kılavuzluğunu yazı boyunca bize hissettirecek.

Geçenlerde akademisyen Turgay Gülpınar’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Yerel Hükümet: Gültepe – Bir Özerklik Deneyimi (1973-1980) adlı eserini okudum ve bitirdiğimde içimden şöyle dedim: “Bu kitapta bilim var!” Çünkü müellif Türkiye’nin ve İzmir’in yakın tarihine damga vurmuş bir vakayı anlatırken onu tüm yönleriyle analiz ediyor, bunu yaparken doğru bilinen yanlışları irdeliyor, ama asıl önemlisi birbirine yakın kavramların nasıl yanlış kullanıldığını ve birinin yekdiğerinin yerine neden tercih edildiğini alçakgönüllülükle göz önüne seriyor. Gültepe öyküsündeki kasıtlı aldatmacaları izah ederken de hâkim otorite tarafından -özerklik karşıtı merkez olarak da okunabilir- vuku bulan eylemlerin nasıl ters yüz hale getirilip kamuoyuna servis edildiğini, diğer taraftan yine aynı metot güdülerek karşıtını mahkûm edecek hukuki suçlamalara tuhaf yollarla zemin arandığını da örnekleriyle ortaya döküyor. Hemen kitapta yazar tarafından önemle dikkati çekilen kavram kargaşalarından birkaç örnek verip eseri ana hatlarıyla inceleyelim.

Adem-i merkeziyet ile özerklik, imece ile komün, aracısız tanzim satış ile belediye esnaflığının birbirine karıştırılması; yine merkeze göbekten bağlı belediyeler eliyle yeni rant alanları yaratmanın halk yararına arsa üretmek gibi ulvi bir amacın örtüsü altına gizlenmesi, semtte veya yörede kendiliğinden oluşmuş özsavunma timleri eylemlerinin oligarşinin yayın organları tarafından beldeye sızmış teröristlerin mahallelerde kurtarılmış bölgeler inşa etmesi şeklinde lanse edilmesi gibi. Örnekler çoğaltılabilir. Başlangıçtan itibaren Gültepe’deki özerklik deneyimini simgeleyecek ve ara sıra birbiriyle karıştırılan, oligarşinin ise toplumu yanıltma amacıyla birbirinin yerine geçmesini arzu ettiği anahtar kavram öbeklerinden en önemlileri bunlar. Gelelim Gültepe’nin öyküsüne.

Alsancak, Basmane ve bu iki semte ek olarak Kemeraltı girişindeki hükümet konağı baz alınırsa, 1950’lerin hemen başında şehir merkezine üç-dört kilometre uzaklıkta, fundalık, makilik ve yer yer ormanlıklardan oluşan ıssız tepeler ve vadilerden ibaret bir yerdir Gültepe ve Samantepe. Yavaş yavaş ilk gecekondular inşa edilmeye başlandıktan sonra 1960’ların başında nüfusu otuz binlere dayanmıştı ama elektrik hâlâ lükstü ve koca koca mahalleler gece olunca karanlığa gömülüyordu. Su sıkıntısı kangrenleşmiş bir sorundu ve bunun üzerine düzgün bir kanalizasyon sisteminin olmaması da yerleşimcilerin belini büküyordu. Bir tür öteki İzmir’di. Ulaşım sistemi mevcut olmadığından sabahleyin aşağı şehre hayatını kazanmaya yayan inenler, evlerine dönerken de dik yokuşları iman gücü ve peygamber vitesiyle aşmaya çalışıyor, mesaiye her gidiş dönüş belde sakinlerine hac yolculuğuna benzer külfetleri yaşatıyordu. İlk belediyelik oluştuğunda da seçimle gelen başkanların ödenek almak için İzmir belediyesinin kapısını aşındırmaktan başka çaresi yoktu. Gerçekten öyle miydi? Başka bir çıkış yolu dünya üzerinde yok muydu? Cevabı Lawrence Pratchett’e dayanarak Gülpınar veriyor: Merkezi müdahaleden azade olmak, belirli sonuçlar üreten iradeye sahip olmak, yerel kimliği yansıtmak. Peki Gültepe sonraki yıllarda bu özerklik tanımına uygun bir şeyler yapabildi ve başarılı oldu mu? Cevabı kitapta.

1970’ler Türkiye’de sosyalist mücadelenin hayli revaçta olduğu ve iktidarları sarstığı yıllardır. Bir de buna doğu toplumlarına özgü karizmatik bir liderin varlığı eklenirse Gültepe’nin de bundan nasibini aldığı aşikardır. Kendisi de sol gelenekten yetişmiş efsane belediye başkanı Aydın Erten ve çevresindeki devrimcilerin Paris komünü hakkında okumaları olduğunu varsayarsak, en azından otonominin aşağıdan yukarıya doğru bir hareketle kendini gösterdiği konusunda fikir birliği içinde olduklarını rahatlıkla görürüz. Ancak teori ile pratik ayrı şeylerdir ve yine Gülpınar’ın da fark ettiği gibi gecekondu bölgesi Gültepe’nin teknik sorunları hep öndedir. Mutlak özerkliğe, bağımsız bütçeye, vergi salmaya, eğitimin, güvenliğin hatta mülklerin yönetimine gelesiye kadar belde sakinlerinin insanca yaşamasını zorlaştıran ulaşım, barınma, susuzluk ve elektriksizlik gibi problemleri vardır. Fakat determinist bir gözle bakıldığında, yaşanan tecrübelerin kimi zaman merkezin aşırı öfkesini çektiğini ve buna sebep olan faktörlerden bir kısmının da devletin kuruluş kodlarında yattığını görürüz. Örneğin Erten’in barınma sorununa çözüm bulmak için arsa üretiminden söz etmesi ve bazı sahipsiz arazileri parselleyerek evi olmayanlara dağıtması tüm şimşekleri üzerine çekmesine sebep olur. Sadece sağ iktidarı değil, sosyal demokrat belediyecilik yaptığını söyleyenleri de irkiltir bu davranışı. Dönemin CHP il başkanının açıkça ifade etmese de Erten karşıtlığı bilinmektedir. Özetle, 1950’lerden itibaren merkezin hazine arazileri -hatta askeri araziler- üzerine ev yapılmasına göz yummasıyla yerelin bizzat bu işi örgütlemesi arasında çokça fark vardır. Hadi bayındırlık işlerinin bir kısmı merkez tarafından yerele devredilmiştir de politik güç olmanın önemli göstergelerinden biri olan mülk idaresi, kamu örgütlenmesinin en önemli aparatlarından biridir ve merkezin haricinde bir yönetimin bu gücü kullanması kaosa işaret eder ve asla kabul edilemez.

Türkiye’de geniş kapsamlı olarak 1960’larda başlayan ve 1980’de kesintiye uğrayan sosyalist mücadelenin ve onun karşısında yer alan sağ paramiliter grupların savaşımı, özerklik konusundaki vaka analizlerinde bazı nüansların yeterince anlaşılmasını engeller. O yıllardaki sağ basına göre Fatsa’da ve Gültepe’de yaratılmak istenen şey küçük Moskova’lardırOraya buraya kızıl bayrak çeken militanlar bu türden kurtarılmış bölgeleri çoğalttıkça vatanı en sonunda Sovyet Rusya’ya peşkeş çekip komünizmi getireceklerdir. Halbuki burada fark edilemeyen ve bilerek yanlış yansıtılan şey bir rejim değişikliği özleminden ziyade yeni bir anlam arayışıdır. Çünkü 1950’lerden itibaren modern kentlerin çeperlerinde oluşan gecekondular teknik olarak kendi seçimleri dışında başka bir varoluşu gerçekleştirdikleri için ellerinde olmadan yeni muhayyileler peşindedir. Köyden kente göç ederek eski aidiyetlerini terk etmişlerdir ve yeni geldikleri yerde de yabancı ve aşağı görülen varlıklardır. Peki bu yeni kimlik ve mana arayışı mahrumiyetle birleşirse ne olur? Elbette bu yeni kentliliğin manevi anlamdaki inşa sürecinde ona yardım edecekler çıkacaktır ve yeni mekânda heteronomiyi dibine kadar yaşayıp inkâr etme sürecine girişen ama nasıl mücadele edeceğini de sezemeyen gecekondulu birey, yanında düzene karşı çıkan sol devrimcileri bulur. Onların yokluğunda ve sol romantizmin ölümünde ise tanımlar da evrilir. Varoş, apaçi, kıro, barzo yakıştırmaların en hafifidir. 2000’lerden itibaren büyük kentlerde metrolarla merkeze ulaşımın daha da kolaylaşması ise bu kalabalıkları daha da görünür hale getirir. Ancak o başka bir evren, başka bir hikâye. Şimdi konumuz yetmişler ve devrim yılları.

Gülpınar’ın eserinde dikkat çektiği diğer bir nokta da, Türkiye’de özerkliğin talep etme ya da ilan etme arasında sıkışan mücerret bir yapıya evrildiğidir. Teknik bir inşa ülkenin tarihi göz önüne alındığında Avrupa’dan farklı olarak hiçbir yerde görülmez. Bu yüzden adem-i merkeziyet çoğu yerde muhtariyet olarak algılanır. Osmanlı’dan devralınan İstanbul, İzmir gibi tarihi kentlerdeki belediye varlığını ayrı tutarsak, taşrada 1921 anayasasıyla bucak idarecilerinin bile seçimle gelmesi usulü yer alırken, 1924’te şura yönetimi gibi Sovyetler Birliği’ni hatırlatacak her türden terimin kanun metinlerinden çıkarılması ve merkeziyetçiliğe dönüş, sonraki yılların da ipuçlarını verir. Bu, eğitime de yansır. Şehirlerde 2. Abdülhamit döneminde planlaması yapılan iptidai, rüştiye, idadi, sultani gibi seviye derecelendirmeleri ve yapı aynen korunurken sadece bu okulların adları değiştirilir, tevhid-i tedrisat yoluyla sekiz bine yakın dinî okul kapatılırken istatistik cetvellerinde 1900’lerin başlarındaki eğitim kurumu sayısıyla 1950’lerdeki sayı aradan geçen elli yıla rağmen birbirine çok yakın seyreder. Taşrada ise Köy Enstitüleri ile rıza üretimi yalnızca köylerde yapılabilecek talim ve terbiyeye işaret eder. Bingo! Sonuç, 1970’lerin ilk yarısında bile ortaokul öğrenimi için Alsancak ya da Tepecik ve Basmane’ye inmek zorunda kalan ve şehrin kenarı diye nitelendirilebilecek Çamdibi, Mersinli, Gültepe ve Samantepe’li arkadaşlarımız, kısacık bir sırada üçer kişi oturmanın sıkıntıları ve hınca hınç dolu minimum elli kişilik sınıflar. On yılda onbeş milyon yaratmıştık her yaştan, ama altyapıyı es geçmiştik. Ancak 2000’li yıllarda Gümüşpala ve Yamanlar gibi karşı kıyının eski gecekondu mahallelerinde onbeş-yirmi kişilik ilköğretim sınıflarını gördüğümde işbu satırları karalayan şahsımın da derin derin düşünmesi bundandır.

Kitabın en vurucu saptamalarından biri, -Prof Dr. Fehmi Yavuz’a dayanarak- batıda olduğu gibi çatışmalı bir tarihî süreçten geçmeyen ülkemiz belediyelerinin merkezi yönetim karşısında bir vasıf kazanamayacağıdır. Bu tezi tamamlayan unsur ise bu kez Ruşen Keleş’ten alıntılanarak, belediyelerin Türkiye’de kökü bulunmayan ve batının istekleriyle onları taklit ederek kurulan örgütler olduğudur. Ancak yine de Gülpınar bu tezlere temkinli yaklaşır, belediyelerin halka yabancı bir kurum olduklarını savunmanın yetersizliğine işaret eder ve 1854’teki Şehremaneti Nizamnamesi’nden bahsettikten sonra onu yenileyen 1877 Dersaadet Belediye Kanunu’ndaki federatif yapının izini sürer. Ancak cumhuriyet dönemindeki tek parti yönetiminin içişleri bakanına göre belediyeler devletin koruması ve yardımına muhtaçtır. Muavenet ve veraset! Peki bundan sıyrılmak nasıl mümkün olabilir? Bu paragrafın ilk cümlesinde yazıyor. Çatışma yoluyla! Gültepe’de yaşanılan buydu. Gecikmiş bir çatışma.

Gültepe sakinlerinin 1970’lerdeki önemli sorunlarından biri de geçim sıkıntısıydı. Belediye buna çare bulmak ya da en azından bir nebze olsun hafifletmek gayesiyle tanzim satış mağazaları açar. Aydın Erten’in bir hayali daha vardır. Ekmek fabrikası. Çünkü aynı yıllarda ülkedeki fırıncılar -nedendir bilinmez- tuhaf talepler peşinde koşmaya başlar. Kimi zaman beyaz ekmeği aynı fiyata satamayacaklarını ve esmer ekmek üretimine ağırlık vereceklerini, kimi zaman düşen kâr marjları yüzünden bakkallara dağıtmayıp ürünlerini bizzat halka ulaştıracaklarını beyan etmeleri, bazen cumartesi, bazen de pazar günleri üretimde bulunmayacaklarını kendi işveren sendikaları yoluyla gazetelerde ültimatom verircesine haber ettirmeleri, bitmek tükenmek bilmeyen gramaj ve fiyat ayarlama istekleri, özellikle dar gelirli kesimi canından bezdirir. Gültepe’de ekmek fabrikası hiçbir zaman gerçekleşmese bile merkezle çatışma anlarında belediye başkanının yanında yer alan direniş komitelerinin kimi zaman fırınlardaki mamullere el koyma ve ücretsiz dağıtımı gibi radikal eylemleriyle fırıncılar en azından beldede daha dikkatli davranırlar. Tanzim satış vakası ise daha değişik seyreder. Aracısız satış sloganıyla un, şeker, tahıl, bakliyat gibi temel gıda maddelerinin doğrudan halka sunulması belediye marketleriyle mümkün olsa bile bunun sürdürülebilirliği konusunda derin şüpheler ortaya çıkar. Uygun fiyata mal temin edildiğinde belediyenin kendi dükkânlarında minimum nakliye ve personel maliyetiyle ucuzluk mümkün olabilmektedir ama enflasyonist ortamda bunun devamlılığı nasıl sağlanacaktır? Tanzim satışlar yoluyla tüketimin planlaması istendiği gibi yürümemektedir. İmdada Tariş yetişir. Bir Türkiye klasiği olarak ülkedeki iktidarlar değişip kamu kurumlarında da yöneticiler yenilenirken Ecevit hükümetinin kooperatifçi bürokratlarından Erdinç Gönenç, Tariş genel müdürlüğüne getirilir. Bu, Gültepe ve tanzim satışlar için büyük şanstır ve Aydın Erten bunu iyi çok iyi kullanır. Tariş zorda kaldığında da yine Erten ve Gültepe halkı yardımlarına koşar. Sonu çok trajik bitse de 1980’deki Tariş direnişine en büyük desteği Çimentepe’lilerle Gültepe’liler verir.

Aydın Erten’in başkanlığı dönemindeki en büyük şanssızlığı ise bütçe ve planlamada kendini gösterir, bir süre sonra işçisinin maaşlarını ödeyemez duruma gelir. Yol yapmak, kanal kazmak, istinat duvarı örmek, su borusu döşemek gibi inşaat işlerinde geçmiş yıllarda imece usulüne başvurulmuş ve sonuç alınmıştı. Bu kez belediye-topluluk-dernek üçgeniyle bu tür alt yapı işleri kısa bir sürede kotarılmış, belediye fen işleri müdürlüğünün ücretsiz desteğiyle örneğin Atamer Mahallesinde kanalizasyon ve temiz su dağıtım ağı bitmişti. Bu tür örnekler çoktu. Özneleri ise sosyalist gençlerdi. Gecekondu üretiminin ana malzemesi olan briket imalatını da belediye kurduğu bir fabrikayla üstlenmişti. Ucuz kömür dağıtımı da yapılıyordu. Ancak ödenek, yardım, kredi müsellesinin tek kaynağı olan iller bankası aracılığıyla merkezden pay alma yolu bürokratik engeller yüzünden sık sık tıkanıyordu. Bunu aşmak için bizzat başkanın yaptığı Ankara ziyaretleri de sonuçsuz kalıyordu. Kimi zaman aylarca maaş alamayan belediye işçilerinin grev yapmaktan başka bir çaresi yoktu. Erten ve çevresindekilerin işçilerle birlikte belde halkına bunu etraflıca açıklamasıyla da tepkiler yerel yönetime değil merkez iktidara yöneliyordu. Zaten Ankara’dan para gelip de birikmiş maaşlar ödenince sorun kalmıyordu. Kim bilir, tüm yaşadığı meşakkatlerden sonra bile Gültepe halkının büyük çoğunluğunun Aydın Erten’e olan sonsuz güveni, biraz da bu yüzden kem gözlerin külliyen onun şahsına yönelmesine yol açmıştı.

Sonuçta Gültepe ile bir özerklik tecrübesi yaşanmıştı. Bizde counterfactual history mefhumu pek gelişmediğinden ve bir çeşit kurgu bilim olarak algılandığından, tarih başka bir biçimde aksaydı bu tür deneyimlerin ülkeyi bir doğu bloku ülkesine mi, yoksa İsviçre’ye mi çevireceğini tartışmak Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzeyecek. Onun için bu naçizane tanıtım yazısını bitirmek daha doğru olacak. Fakat yine de birkaç cümle söylemeden geçemeyeceğiz.

O tarihlerden elli altmış yıl önce şehirlerde kendi burjuvasına ve taşrada küçük imalathaneleri vasıtasıyla manüfaktür üretim yoluna girip pre-kapitalist dönemi yaşayan işinde, gücünde, kasabalı, mazlum vatandaşlarına acımayanlar, emperyalist kampların kendi aralarındaki çatışmasını ihtiva eden dünya savaşına bodoslama dalıp yetişmiş ve eğitimli insan kaynağını birkaç senede sıfırlayanlar, gecekondulu fakir fukaraya, garip gurabaya mı acıyacaktı? Huzur ve güven ortamı deyyu deyyu ipek böceği kozasında öldürüldü, bahane mi bulunamayacaktı!

Kaynak: Birikim Dergisi, 28 Eylül 2025

Aydın Erten’i Anma Etkinlikleri: Sadece Bir Hatırlatma mı?

Ali Rıza Avcan

Çocukluğu gençliği ve öğrenciliği Ankara‘da geçmiş biri olarak, adına ister “toplumcu“, ister “halkçı” ya da başka bir şey deyin iyi belediyecilik uygulamalarını, seçimlerde benim de oy verdiğim Vedat Dalokay ve Ali Dinçer gibi başarılı belediye başkanları sayesinde ilk önce Ankara‘da görüp yaşadım…

Ardından sınıf arkadaşım sevgili Sedat Göçmen‘in de içinde yer aldığı Fatsa‘daki Fikri Sönmez (Terzi Fikri) belediyeciliği ile tanıştım. Bu arada Mülkiye‘deki lisans ve yüksek lisans eğitimi sonrasında kent, kentleşme ve yerel yönetimlerle ilgili doktora programına paralel olarak Yerel Yönetimler ve İçişleri bakanlıklarında çalıştığım dönemlerde İzmir‘den gelen seslere de kulak vererek Gültepe‘de Aydın Erten’i, Aliağa‘da Hakkı Ülkü‘yü, İstanbul‘da Ahmet İsvan‘ı, Kocaeli, Değirmendere‘de Ertuğrul Akalın‘ı ve Susurluk‘da Tahsin Bozoğlu‘nu tanıma; hatta, birlikte çalışma fırsatını yakalamış oldum.

Vedat Dalokay, Ali Dinçer, Fikri Sönmez, Ahmet İsvan, Hakkı Ülkü, Tahsin Bozoğlu ve Ertuğrul Akalın…

Ve bütün bu deneyimlerin sonucunda, kent, kentleşme, yerel yönetimler, araştırma, eğitim, iletişim ve planlama gibi bilgi ve bilgiyi işleme konularında uzmanlaşmış biri olarak önemli olanın Fikri Sönmez, Aydın Erten ya da Ahmet İsvan gibi halktan yana, ufku geniş, yetenekli ve becerikli belediye başkanlarının “tek adam” olarak öne çıkmasıyla değil; onların, başkanlıkları süresince bir daha değiştirilemeyecek derecede oluşturup bir miras olarak geride bırakacakları, toprakta derin kökler salan kurumsal bir yapılanma olduğunu anlayıp kavramış oldum.

Çünkü adları öne çıkarılıp bir kahraman gibi kutsanan bu belediye başkanlarının ölümünden, seçilememesinden ya da bir şekilde görevden alınmasından sonra o belediyeleri denetlemek ya da danışmanlık yapmak amacıyla gittiğimde; o örnek uygulamalardan geriye tek bir izin kalmadığını, sadece insanların hafızasında yer eden bazı isimlerin sık sık dile getirildiğini gördüm ve ondan sonra denetlediğim ya da danışmanlığını yaptığım her belediye başkanına, bir miras olarak geride bırakacakları kökleşmiş kurumsal yapının daha önemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Her ne kadar, 12 Mart ve 12 Eylül gibi her olumlu, güzel şeyi ezip geçen, un ufak eden faşist dönemlerin bu geride bir şey kalmaması olayında birinci dereceden etkili olduğunu bilsem de…

Bugünkü yazımın konusunu oluşturan Gültepe Belediyesi ve onun efsane başkanı Aydın Erten de -ne yazık ki- kahramanlık öyküleri dışında geride hiçbir şey bırakmama halinin kötü bir örneği olarak kaldı. Kendi bir efsane kahramanı olarak unutulmadı; ama, yaptıkları örnek alınıp geliştirilmedi ve devamı getirilemedi…

Kendisi görevden alınıp belediyesi kapatılmış olsa bile, İzmir‘in orta yerindeki bir direniş noktasından, bir özerklik deneyiminden geriye bugünleri etkileyecek daha anlamlı bir şeylerin kalması gerekirdi diye düşünüyorum…

Çünkü Aydın Erten‘in görevden alınması sonrasında belediyesi kapatıldı, kendisi partisi içinde cezalandırılarak ilgisizliğe mahkum edildi ve yaptıkları bir örnek olarak uzunca bir süre incelenip değerlendirilmedi… Yapıp eyledikleri üzerine kafa yorup geleceğe aktarılacak sonuçlar çıkarmak yerine kahramanlaştırılan ismi öne çıkarılıp mezarına gidip karanfil koyduktan sonra nutuk atmak yeterli bulundu… Hem de onun söyledikleriyle yaptıklarının tam aksini yapanların, örneğin kaymakamın yazısını emir telakki edip Avesta Derneği‘nin kapısına kilit vuranların, işçileri kapının önüne koyup emek düşmanlığı yapanların iki yüzlülüğü ile… Bunun dışında Gültepe Belediyesi ile onun başkanı Aydın Erten hakkında, aynen sevgili arkadaşım Sedat Göçmen‘in Fatsa anılarını toplayıp yayınlanması gibi tek bir belgesel, tek bir anı kitabı hazırlanmadı, o anıları koruyup kollayacak bir dernek, bir vakıf bile kurulamadı… Hatta 2024 yılı anmasında Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun kuracağız denilen Aydın Erten Vakfı bile aradan bir yıl geçmesine rağmen kurulmadı, kurulamadı…

Gültepe belediye başkanı Aydın Erten adının dillere pelesenk olduğu bu süre içinde; bırakın öldüğü 2000 yılını, ilk kez belediye başkanı olduğu 1973 yılından bu yana geçen 52 yıl içinde üniversitelerde kendisi ve Gültepe konusunda topu topu 3 tane tez yazıldı:

🔴2016 yılında Uğur Ülger‘in yazdığı “Seçmen Davranışlarındaki Değişim, Gültepe Örneği” isimli yüksek lisans tezi,

🔴2022 yılında Turgay Gülpınar‘ın yazdığı “Türkiye’de yerel özerkliğin yükselişi ve düşüşü: Gültepe örneği (1973-1980)” isimli doktora tezi ve

🔴Kemal Kılçdaroğlu‘nun CHP genel başkanlığı zamanında genel başkan yardımcısı ve parti meclisi üyesi olan Devrim Barış Çelik‘in 2024 yılında yazdığı “Sosyo-ekonomik değişimin seçmen tercihlerine etkisi: Gültepe örneği” isimli doktora tezi.

Neyse ki, yaraya merhem niyetine yapılan bu üç çalışmadan biri olup sevgili ekip arkadaşım Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar‘ın kaleme aldığı 2022 tarihli doktora tezi, yakın zamanda İletişim Yayınları tarafından “Yerel Hükümet: Gültepe, Bir Özerklik Deneyimi (1973-1980)” ismiyle yayınlandı da bu alandaki büyük eksiklik bir nebze olsa da giderildi.

O nedenle, ağzından İzmir, Gültepe ya da Aydın Erten isimleri çıkan herkesin, her İzmirli‘nin bu kitabı almasını ve Prof. Dr. Sonay Bayramoğlu Özuğurlu‘nun öğrencisi sevgili Dr. Turgay Gülpınar‘ın yazdıklarını okumasını hararetle öneriyorum.

Gelelim, Aydın Erten‘in ölümünün 25. ölüm yıldönümüne isabet eden 11-13 Ağustos 2025 tarihlerinde “Aydın Erten’i Anma Etkinlikleri” adıyla yapılıp bir kısmına sevgili dostlarım Orhan Beşikçi ve Erol Şaşmaz‘la birlikte katıldığım ve benim bir saygı etkinliği olmaktan çok saygısızlık olarak nitelediğim etkinliklerle ile ilgili değerlendirmelerime…

CHP Konak İlçe Başkanlığı tarafından düzenlenip; İzmir Büyükşehir, Konak ve Gaziemir belediyeleriyle İzmir ve Konak kent konseylerinin, Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma, Geleceğim Ol ve 68’liler Derneği ile ADD Konak Şubesi‘nin ve 78’liler Federasyonu‘nun; ayrıca, sponsor olarak So Lady, Özgür Eğitim Yayınları, Serkay Tekstil ve Öz Altın Turizm gibi firmalarca desteklenip 11-13 Ağustos 2025 tarihlerinde üç gün süreyle yapılan etkinliklerin halka duyurulan programına göre;

Aydın Erten, 11 Ağustos 2025 Pazartesi günü 11.00-12.00 saatleri arasında mezarına karanfil bırakmak suretiyle anılacak; ayrıca, yine aynı gün 13.00-14.00 saatleri arasında 1973-1980 yılları arasında Gültepe Belediye Başkanı olarak ortaya koyduğu belediyecilik deneyimi, 2022 yılında hizmete açılan Gültepe Aydın Erten Rekreasyon Alanı‘ndaki Mutlu Kahve‘de, DEÜ İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar ile Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği başkanı Ali Yılmaz‘ın katılımıyla “Bir Özerklik Deneyimi” adı altında konuşulup tartışılacak,

12 Ağustos 2025, Salı günü 20.00-23.00 saatleri arasında Gültepe Son Durak‘ta “Adım Adım Anadolu Esintileri” isimli bir konser verilecek,

Etkinliğin 3ncü ve son gününde ise saat 14.00’de Gültepe Toros Tesisleri‘nde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın, Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ve Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın protokol konuşmalarından sonra sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘le Doç. Dr. Taylan Engin ve Dr. Orhan Selim Bayraktar‘ın katılımıyla başlığı ya da konusu belirtilmeyen bir toplantı yapılacaktı.

Bu programı görür görmez Kent Stratejileri Merkezi‘nin Facebook hesabında yaptığım bir paylaşımla Aydın Erten‘in, ilk kez mezarının ziyaret edilip karanfil bırakılması dışında toplantılar ve konserler düzenlenerek anılacak olması nedeniyle organizasyonu yapanları tebrik etmekle birlikte; 13 Ağustos 2025, Çarşamba günü yapılacak toplantıda sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘in yanına verilen iki ismin hem Aydın Erten‘le bir ilgisinin olmaması, hem de uzmanlık alanlarının belediyecilikle ilgili olmayışı nedeniyle bu durumu eleştirmiş, buna bir çözüm bulunmasını önermiştim.

Oysa izleyen günlerde gerek tanık olduklarımı, gerekse güvenilir kaynaklardan aldığım bilgileri dikkate alınca bu organizasyonu yapanları boşu boşuna tebrik ettiğimi anlayıp yapılanları Aydın Erten‘e yapılan bir saygısızlık olarak düşünmekten kendimi alamadım ve o nedenle de tarihe not düşmek adına bu yazıyı yazmak zorunda kaldım:

Gelelim gün gün neler yapıldığını ortaya koyup değerlendirmeye;

1) Yıllardır yapılan mezar ziyareti ile bu ziyaret sırasında mezara karanfil bırakıp ardından nutuk atanları dinlemenin bıktırıcı bir ritüel olduğunu düşündüğüm için oldukça kalabalık olduğunu gördüğüm söz konusu etkinliğe katılmadım. Ancak daha sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin internet sayfasında “Tugay: Aydın Erten’in mirası namus borcumuzdur” başlığıyla yayınlanan 11 Ağustos 2025, Pazartesi tarihli haberle haber ekine koyduğu fotoğraflara baktığımda mezarın karşısına konulan kürsüye Cemil Tugay, Nilüfer Çınarlı Mutlu, Ozan Ali İlgazi, Ünal Işık, Sabri Ergül, Ceren Erten, Hamit Mumcu, Orhan Polat, Nimet Haytabay, Ertuğrul Gezenoğlu ve Nail Dağdelen olmak üzere tamı tamamına 11 kişinin çıkarak konuştuğunu öğrendim.

BU tür konuşmacısı bol mezarlık anmalarını geriye doğru incelediğimde de, o an itibariyle CHP siyaseti açısından kimler makbulse, kimlerin hükmü geçiyorsa konuşanlar arasında onların yer aldığını; ama, başkalarına ya da halka söz bırakmayan siyasetçi bolluğunun uzun bir süredir değişmediğini anladım…

Çöplerin toplanmadığı bakımsız Aydın Erten Rekreasyon Alanı… Fotoğraf: Erol Şaşmaz

2) Aynı gün 13.00-14.00 saatleri arasında Aydın Erten Rekreasyon Alanı‘ndaki Mutlu Kahve‘de Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz ile DEÜ İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar‘ın konuşmalarını dinlemek amacıyla sevgili dostlarım Orhan Beşikçi ve Erol Şaşmaz ile birlikte gittiğimizde söyleşinin yapılacağı Mutlu Kahve‘nin kapalı olduğunu, alandaki güvenlik görevlilerinin bu toplantıdan haberdar olmadıklarını; ayrıca, “Mutlu Kahve” adı verilen tesisin çevresindeki Aydın Erten Kreasyon Alanı‘nın bakımsızlık içinde bir çöp deryasına dönüştüğünü görüp, bu mekanda “mutlu” olup Serotonin salgılamak yerine üzülüp tesise adı verilen Aydın Erten adına içim acıdı ve bu alanın hiç olmazsa Konak Belediyesi tarafından birkaç gün önce temizlenip bakımlı hale getirilmesi gerektiğini düşündüm… Çünkü bana göre Aydın Erten‘e saygı, kürsü nutuklarında değil; onun adının verildiği bu tesisteki bu tür küçük noktalara özen göstermekte yatıyordu…

Kapısı kilitli “Mutlu Kahve”ye alternatif bir söyleşi…

Mutlu Kahve kapalı olup toplantıya hazır olmadığı, üstüne üstlük Konak Belediyesi’ne ait bu tesiste Aydın Erten adına yapılan toplantıya ev sahibi konumundaki Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ve mezarlığa gidip konuşmalar yapan zevat (Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz ve CHP Konak İlçe Başkanı Ozan Ali İlgazi haricinde) gelmediği için bahçedeki ahşap merdivenleri bir anfinin basamakları gibi kullanarak ve sandalyeleri bu alana taşıyarak açık havada, Aydın Erten adına asıl konuşulması gereken şeylerden söz eden konuşmacılarla Aydın Erten‘in yakınlarını dinledik…. Böylelikle Aydın Erten‘in hayat arkadaşı öğretmen emeklisi Ayten Hanım‘ı ve manevi oğlunu tanıyıp anılarını dinleme fırsatını yakaladık…

3) 12 Ağustos 2025, Salı günü 20.00-23.00 saatleri arasında, Gültepe Son Durak‘ta yapılan konsere, o saatlerde toplu ulaşım araçlarıyla Gültepe‘den eve dönmenin İzmir koşullarında zor olması nedeniyle, istemiş olmama karşın katılamadım… O konsere beni bekleyenler için “affola” demekten başka bir çarem yok ne yazık ki…

4) Söz verilmiş başka bir program nedeniyle gidememiş olmakla birlikte üç ayrı güvenilir kaynaktan aldığım bilgilere göre bu sene Aydın Erten adına yapılan en önemli saygısızlığın etkinliğin son günü; yani, 13 Ağustos 2025, Çarşamba günü saat 14.00’de Konak Belediyesi’ne ait Toros Tesisleri’nde yapılan toplantıda hayata geçtiği anlaşılıyor.

Duyurulan programa göre o tarih ve saatte, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘la Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ve Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın protokol konuşmalarından sonra Gaziemir Belediye Başkanı Ünal Işık‘ın moderatörlüğünde yapılacak toplantının tartışılmaz ismi sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘in yanına konulan konuşmacılardan birinin Bandırma Üniversitesi‘nden gelip daha çok akıllı ulaşım sistemleri konusunda uzman olan Doç. Dr. Taylan Engin, diğerinin de daha çok Hollanda‘da, belediyeler dahil bir çok kurum ve şirkete danışmanlık yapıp kendine ait web sayfasında Deniz Baykal‘ın CHP genel başkanı olduğu yıllarda parti adına çalıştığını ve bu yeni dönemde “CHP’ye katabileceği kalitesi“nden söz eden Kayserili Dr. Orhan Selim Bayraktar olduğunu sanıyordum.

Ancak o gün o toplantıda, adları programda yazılı o iki şahsın yokluğunda onların yerini İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun, Manisa eski milletvekili Sabri Ergül‘ün, açılışta protokol konuşması yapacağı duyurulan; ancak, gelmeyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay yerine ikame edilen İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi Başkan Vekili Altan İnanç‘ın ve yine açılışta protokol konuşması yapacağı söylenen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ile Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın aldığını ve böylelikle yine mezarlık başındaki kalabalık konuşmacı kadrosunu anımsatırcasına “Değişen Kent Kavramı ve Kent Kültürü” konusunda Prof. Dr. Ruşen Keleş‘le birlikte konuştukları anlaşılıyor.

Wikipedia bilgilerine göre Aydın Erten‘in hasta yatağındayken bile “emek düşmanları sevinmesin, bu yatışım yeni bir mücadelenin başlangıcıdır” dediğini öğrendiğim için yakın zamanda yüzlerce belediye işçisini işinden, gücünden ve ekmeğinden eden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin “emek düşmanı” başkanı Cemil Tugay‘ın bu toplantıya katılmayışı bence tam da yerinde, isabetli bir gelişme olmuş…

Üstüne üstlük, iki gün önce Aydın Erten‘in mezarı başında yaptığı konuşma, belediyenin internet sayfasında “Aydın Erten’in mirası namus borcumuzdur” başlığı ile yayınlandığı halde meclis başkan vekilinin katıldığı bu toplantı ile ilgili tek bir bilgi ya da fotoğraf aynı web sayfasının haberler bölümünde yayınlanmamış, tüm bilgi ve görseller toplantı sonrasında Altan İnanç, Ünal Işık ve Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun sosyal medya hesaplarıyla duyurulmuştur.

Evet, “emek düşmanı” bir belediye başkanının Aydın Erten hakkında bir şeyler söylemeye çalışması, 15 yıllık hizmet süresi içinde Aydın Erten‘i hatırlatan tek bir karar ve uygulaması olmayıp belediyeyi şirketleştiren Aziz Kocaoğlu ile yine aynı şekilde kişisel tanışıklıklar dışında daha önce Aydın Erten‘le ilgili tek bir icraatına rastlamadığımız İzmir eski milletvekili Sabri Ergül‘ün varlığı, daha dün kaymakamlıktan gelen yazıyı emir kabul edip Avesta Dil Derneği‘ni mühürleyen; ancak geçen yıl dile getirdiği, “Aydın Erten Vakfı kurmak üzere çalışmalarımıza başladık. Aydın Erten’in anısına çok daha kalıcı işler yapmak üzere bir vakıf aracılığıyla bundan sonra çalışmalarımızı sürdürmek istiyoruz” vaadini (1) henüz yerine getirmeyen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu… Hepsi bir araya gelerek, bugüne kadar yaptıkları ya da yapmadıkları ortadayken değişen kent kavramı ve kültürü hakkında konuşma cesaretini gösterebiliyorlardı…

Bunlar hangi duygudaşlık, hangi ideoloji, hangi yoldaşlık içinde Aydın Erten hakkında konuştular, onun mirası hakkında nasıl böyle büyük büyük laflar ettiler, hangi yüzle Aydın Erten‘den söz ettiler? Hele ki, hemen yakındaki Aydın Erten Rekreasyon Alanı çöp içinde dururken… 11 Ağustos 2025 tarihli toplantı için “Mutlu Kahve” adını verdikleri mekanı açmayıp bizleri dışarıda toplantı yapmaya mecbur ederken neredeydiler? O toplantıda anılan, dile getirilen kişi bir başkası değil, bizatihi Aydın Erten‘in kendisi değil miydi?

Hele ki tüm Gültepe halkı, Konak Belediyesi‘nin Gültepe ile ilgili kentsel dönüşüm proje ve uygulamalarını sabırsızlıkla beklerken… Gültepe‘denin cadde ve sokaklarındaki çöp dağları her geçen gün büyürken…

Ve nitekim toplantının bir yerinde izleyenlerin sabrı taştı… Nerede bizim kentsel projelerimiz, niye onlar konuşulmuyor, bizim sorunumuz ne zaman çözümlenecek diyerek seslerini yükselttiler, oraya gelmiş geçkin ya da taze politikacıların yaklaşan ilçe ve il seçimleri nedeniyle yükselen hırslarına, yeniden iktidar çığrışlarına karşı kendilerini hatırlattılar…

Ve tabii ki, her zamanki yaklaşımı ile seslerini yükseltip homurdanan bu kitleyi yumuşatmak İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin başkanı ve Aziz Kocaoğlu‘nun hemşerisi Altan İnanç‘a düştü… Aynen belediye meclisinde “sen de haklısın, sen de haklısın” diyerek açık mücadeleden çok tarafları uzlaştırmayı seçen Altan İnanç‘a düştü… Gitti seslerini yükselten izleyicilerle konuştu, onları ikna etmeye çalıştı ve ardından da halkın çıkışından söz etmeden halkla iç içe bir meclis başkan vekiliymiş manzarası veren fotoğrafları kendi sosyal medya hesabında kullanabildi…

Böylelikle, konuşmacıların dile getirdikleri Aydın Erten güzellemelerinin tam da ortasına bir ateş topu atılarak, bölgenin temel sorunları henüz çözümlenmemişken, sorunlar Aydın Erten‘in kararlılığı ve hızıyla çözülmemişken konuşmacıların çıkıp bu tür konuşmaları yapmak Gültepe halkını memnun etmemişti… Onlar özellikle de Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun çıkıp Gültepe‘nin dönüşümü konusunda bir şeyler söylemesini bekliyorlardı… Ama bu cevabı, daha doğrusu cevap verememe tesellisini Nilüfer Çınarlı Mutlu yerine Altan İnanç yaptı… Böylelikle kimin belediye başkanı olduğu karıştı ve anlaşılamadı….

Ama Gültepe halkı, bu toplantıda beklediğini bulamamakla birlikte; 2024 yılının Temmuz ayındaki gazete haberlerine baktığında Gültepe‘deki kentsel dönüşümün Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu tarafından 2025 yılının Eylül ayında başlatılacağı vaadinde bulunulduğunu görür ve bu haber üzerine bir nebze de olsa teselli bulur diye düşünüyorum… Zira 2025 yılının Eylül ayına girmemize içinde bulunduğumuz tarih itibariyle topu topu 6 gün kaldı ve Gültepe‘deki kentsel dönüşümün başlaması için artık gün sayıyoruz… (2)

Aslında halkın dile getirdiği bu tepkide bana göre Aydın Erten‘in dünyasından bugünlere gelen bir iz, bir işaret vardı… Aydın Erten böylelikle bir kez daha orada, o toplantıda, o toplantıyı izleyen halkın arasında var olduğunu, halkın istekleri doğrultusunda işler yapılması gerektiğini hissettirmişti… İzleyicilerin haklı isyanında, çıkardığı itiraz seslerinde aslında Aydın Erten‘in sesi, “yeter artık, konuşmanızdan, nutuk atmanızdan bıktık; halkla birlikte davranıp halkın gerçek sorunlarını çözün” diyordu… Aynen, mahalleye verilmeyen elektrik direklerini halkla birlikte dikip sorunu çözmeye çalıştığında olduğu gibi…

Velhasıl, İzmir’in bilinmiş, denenmiş ve çöpe atılmış siyasetçileri, ilerleyen yaşlarına rağmen son bir hamle daha yaparak ve yine Aydın Erten adını kullanarak ve onun mirasçısı olan Gültepe halkının sorunlarını çözmeyerek, Gültepe‘yi çöpe ve bakımsızlığa teslim ederek Aydın Erten‘e haksızlık yaptılar, saygı yerine saygısızlıklarını sergilediler…

(1) “Efsane başkan Aydın Erten mezarı başında anıldı, Gündeme Bakış, 12.08.2024, https://www.gundemebakis.com/efsane-baskan-aydin-erten-mezari-basinda-anildi

(2) “Başkan Mutlu tarih verdi: 2025 Eylül’de dönüşümü başlatırız, Ege’deSonSöz, 04.07.2024, https://www.egedesonsoz.com/baskan-mutlu-tarih-verdi-2025-eylul-de-donusumu-baslatiriz

Teslim alınanı çoğaltmak

Ali Rıza Avcan

Oldum olası teslim aldığım bir işi ya da öğrendiğim bir bilgiyi çoğaltmak, üretmek, bir adım öteye geçirmek için çabalar dururum.

Bu zorunluluk, ölüm nedeniyle yitirdiğim kişi ya da kişilerden teslim aldığım bir iş ya da görevde, daha bir önem kazanır ve o görevin her anında sanki o kişiye hesap verir gibi çalışır dururum.

Bu bilinç, sadece içinde bulunduğum iş ya da görevlerde değil; aynı zamanda ilgi duyduğum ya da kendimi oraya ait hissettiğim durumlarda da ortaya çıkar. 

O iş, benim iş ya da görev alanıma girmese de başka yerlerde, başka zamanlarda ilgi duyduğum yarım bırakılmış işlere henüz devam edilmiyor olması ve daha ötelere götürülüp geliştirilmeyişi beni hep üzer ve kötü bir çaresizlik halinde neler yapabileceğimi  sorgulayıp dururum.

Bu duyguyu yoğun bir şekilde hissettiğim konulardan biri de, 1974-75 yıllarından bu yana ilgi, iş ve meslek alanım olan kent yönetimi ve yerel yönetimlerle ilgilidir. 1970’li yılların sonunda biri Ordu’nun Fatsa ilçesinde, diğeri de İzmir’in göbeğindeki Gültepe‘de ortaya çıkan iki halkçı/devrimci belediye başkanının başlattığı hareketin 12 Eylül sonrasında hem fiili hem de düşünsel olarak devam ettirilmediğini, onların o yıllarda devrimci bir bilinçle başlattıkları belediyecilik hareketinin halen geliştirilmediğini, bir iki adım öteye götürülmediğini düşünürüm.

Evet, biliyor ve izliyorum. Her ikisinin de ölüm yıldönümlerinde yakın arkadaşları, dostları, yoldaşları, o beldenin şimdiki belediye başkanları; hatta diğer belediye başkanları ve siyasetçiler onları unutmayarak ve mezarına gidip kırmızı karanfiller bırakarak anmaya, onlar hakkında güzel şeyler söylemeye çalışıyorlar.

Ama onun ötesine giden bir şey, onların başlattığını geliştiren bir hareket, bir girişim ne yazık ki, ortada yok….

Onların o tarihlerde yaptıkları bilinçli bir şekilde tartışılıp analiz edilmediği, günümüzün koşulları içinde geliştirilmediği için şimdi adeta toplumcu ya da devrimci belediyecilik ile sosyal belediyeciliği birbirine karıştırır olduk.

Onların ismini her an dillendirip anan bugünün belediye başkanları şimdi büyük inşaat şirketleri, sermaye çevreleri ve rant lobileriyle birlikte kentin halka ait olduğunu unutmuş gözüküyorlar. Küreselleşmeci neoliberal hocalardan aldıkları ders ve tavsiyelerle ya da belediye meclisi kürsüsünden ya da belediye gazetesi gibi çalışan İnternet gazetelerinden verdikleri mesajlarla kentin yönetimi konusundaki düşüncelerini ortaya koyup hepimizi, özellikle de kendi dava arkadaşlarını şaşırtıp üzüyorlar.

tumblr_inline_nntklgmDB81r7g0k1_500

Fatsa eski belediye başkanı (Terzi) Fikri Sönmez ile Gültepe eski belediye başkanı Aydın Erten’i tanımamakla birlikte yaptıklarını öğrenmek, analiz edip değerlendirmek amacıyla uzun bir süredir yakınındaki eski dava arkadaşlarıyla görüşmeye, onların anılarını dinlemeye, bu amaçla yazılmış yayınları okumaya çalıştım. Bu amaçla yapılmış belgesel filmleri bulup izlemek, onların içinden toplumcu belediyecilik adına izler bulmak için uğraştım. Ayrıca Devrimci Yol hareketinin temsilcisi olarak Fatsa deneyiminin içinde yer alan Mülkiye’den arkadaşım Sedat Göçmen‘in “Fırtınalı Denizin Yolcuları” isimli anı kitabını okuyarak o dönemde yaşananların bir toplumcu belediyecilik modeline dönüşebilmesi için genel bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını görmeye çalıştım.

Bütün bu araştırmalar sonucunda gerek hareketin içinden gelen gerekse hareketin dışında kalan kimsenin çıkıp anıları anlatıp yazma ve belediye başkanlarını ölüm yıldönümlerinde anma dışında toplumcu belediyecilik adına fazla bir şey yapmadığını gördüm.

Ayrıca Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) ait Tez Merkezi’nde yaptığım araştırma sonucunda Fatsa ya da (Terzi) Fikri Sönmez konusunda bugüne kadar iki adet yüksek lisans tezi ile hazırlanmış olmakla birlikte; Gültepe ve Aydın Erten konusunda bugüne kadar hiçbir üniversitede yüksek lisans ya da doktora tezinin hazırlanmadığını; ayrıca yayın dünyasında Fatsa ve (Terzi) Fikri Sönmez konusunda altı adet yayın bulunmakla birlikte, Gültepe ya da Aydın Erten konusundaki tek kitabın, yazar dostumuz Murat Şahin‘in 2011 yılında Heyemola Yayınları’ndan çıkan “Direnişin Adı, Gültepe” kitabı olduğunu, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile belediyeye bağlı Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nin bugüne kadar birçok kitap yayınlamakla birlikte, Gültepe ile Aydın Erten konusunda tek bir araştırma yaptırmadığını ve tek bir kitap ya da broşür bile yayınlamadığını belirledik. 

Fatsa, (Terzi) Fikri Sönmez, Gültepe ve Aydın Erten‘le ilgili yayınlarla yüksek lisans ve doktora tezlerinin listesini, yazımızın ekindeki listede görebilirsiniz.

Bütün bu yetersizlikleri belirlediğim için, 2014 ve 2015 yıllarında Konak Belediyesi’nin böyle bir görevi üstlenerek, hem (Terzi) Fikri Sönmez hem de Aydın Erten bağlamında geçmişteki uygulamalarla bugünkü neo-liberal belediye pratiği boyutunda toplumcu belediyecilik adına geleceğe yön vermesi amacıyla -üniversitelerimizdeki değerli akademisyenlerin yardım ve katkılarını da alarak- periyodik çalışmalar yapması önerisinde bulundum.

Konak Belediyesi’nin bu amaçla her yıl  ulusal ve uluslararası boyutta kapitalist kent olgusuyla yerel yönetimleri konu alan bir sempozyum düzenlemesini, bu sempozyumlara David Harvey ve Robert Brenner gibi uluslararası alanda tanınmış bilim insanlarının davet edilmesini, bu sempozyumlara sunulan bildirilerle Fatsa ve Gültepe örneğinden hareketle toplumcu belediyecilik olgusunun tartışılıp yayınlanmasını, Fatsa ve Gültepe ile ilgili ciddi bir belgesel filmin hazırlanmasını, bu konuda düzenli ve sistemli yayınlar yapılarak bir arşiv ya da kütüphanenin düzenlenmesini önerdim. 

Ama ne yazık ki, buna benzer diğer önerilerimde de olduğu gibi bu öneri de belediye üst yönetimi tarafından dikkate alınmadı ve uygulanma olanağına kavuşmadı.

Şimdi işte bu nedenle, senede sadece bir gün, ölüm yıldönümlerinde Aydın Erten‘in mezarına gidilerek, onun adına konuşmalar yapılarak ve mezarına kırmızı karanfiller bırakılarak bu işin burada sonuçlandırıldığını, bir adım öteye gitmeyi kimsenin düşünmediğini üzülerek seyretmek zorunda kalıyorum.

Oysa onların yapmaya çalıştığı şeyler henüz yarım vaziyette orta yerde duruyor… Kimse de çıkıp o yarım kalmış idealleri teslim alıp daha öteye götürmeye, günümüz koşullarında toplumcu belediyecilik adına bir şeyler yapmaya, toplumcu belediyecilik ülküsünü yaşama geçirmeye çalışmıyor…

20708454_822256337933797_3191332514760084317_n

Belki de bu durumda hayırlara vesile olacak bir keramet vardır da diyebiliriz…

Zira toplumcu belediyecilik yapma gibi bir niyet olmadığı sürece, o yarım kalmış ideal ve düşünceler için araştırmalar yapmak, sempozyumlar düzenlemek, kitaplar çıkarmak ve belgeseller hazırlayarak bu düşünce ve idealleri devam ettirmeye çalışmak; belki de onların sadece kişiliği üzerinden gösteri yapıp ideal ve düşüncelerini unutan siyasetçiler ve belediye başkanları için beyhude bir iş olacak ve gerçek değeri anlaşılmayacaktır…


(Terzi) Fikri Sözmez ve Fatsa Hakkında Hazırlanan Yüksek Lisans ve Doktora Tezleriyle Yayınlanan Kitaplar:

1. Kerem Morgül, A History of the Social Struggles in Fatsa 1960-1980, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve Inkilap Tarihi Enstitüsü, 2007, Yüksek Lisans Tezi.

2. Hade Türkmen, Radicalisation of Politics at the Local Level: The Case of Fatsa During the Late 1970s, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, Yüksek Lisans Tezi.

3. Ayhan Özden, Fatsa, Fırtına Günlerinden Notlar, Kalkedon Yayınevi, 2013.

4. Tuncay Çelen, Denizler’den Terzi Fikri’ye Türkiye, İmge Yayınları, 2011, 702 s.

5. Sinan Demirbilek, Terzi Fikri, İki Darbe Bir Yaşam, Ozan Yayıncılık, 2011, 304 s.

6. Pertev Aksakal, Bir Yerel Yönetim Deneyi (Fatsa Devrimci Yol Davası), Simge Yayınevi, 1989.

7. Pertev Aksakal, Fatsa Gerçeği, Penta Yayınevi, 2007.

8. Sedat Göçmen, Fırtınalı Denizi Yolcuları, Ayrıntı Yayınları, 2013.

Gültepe ve Aydın Engin İle İlgili Yayınlar:

1. Murat Şahin, Direnişin Adı Gültepe, Heyemola Yayıncılık, 2011, 112 s.