Ali Rıza Avcan
1972-1976 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi; eski adıyla, Mekteb-i Mülkiye‘deki eğitimini bitirir bitirmez, herhangi bir müfettişlik ya da uzmanlık sınavına girmeksizin evime oldukça yakın Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü (SSK)‘nde çalışmaya başlamıştım. Çünkü babam emekli demiryolu işçisi, büyük dayım ise 1946 Mülkiye mezunu olup aynı tarihlerde kurulan SSK‘nın üst düzey yöneticisi olduğu için burs almam kolay olmuş ve tüm eğitimim süresince SSK‘dan, mezuniyetimi izleyen 4 yıl zorunlu çalışma koşuluyla burs almıştım.

Böylelikle birçok arkadaşımın iş arayıp sınavlara girdiği bir süreçte, ben SSK Genel Müdürlüğü‘ndeki İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sonucu Ölüm Servisi‘nde, kurum içindeki adıyla (13) Servisi’nde 9. derecenin 1. kademesinden aday memur olarak çalışmaya başlamıştım. 18 aylık bu kısa süre içinde memur olmanın ne demek olduğunu öğrendiğim bu serviste, bize teslim edilen kaza ya da hastalık belgelerini, özellikle de otopsi raporlarını inceleyerek tüm Türkiye’de meslek hastalığı ya da iş kazası sonucu ölen binlerce SSK‘lı işçinin meslek hastalığı ya da iş kazası sonucu ölüp ölmediğine karar veriyor ve geride bıraktığı eşiyle çocuklarına son derece yetersiz düzeyde maaş bağlıyor, bu maaşı zaman zaman çıkarılan bakanlar kurulu kararnamelerine göre arttırıyorduk.
Bilgisayarın henüz kullanılmadığı o koşullarda hafta içindeki 8 saatlik günlük çalışma süresine ek olarak her gün 2, Cumartesi günleri 8 ve Pazar günleri 4 saat fazla mesai yaparak üzerimize düşeni yapmaya çalıştığımız bu işin bana yüklediği ağır sorumluluk ve bu sorumluluğun karşılığını yeterince verememekten kaynaklanan sıkıntılar, örneğin kısa sürede maaş bağlayamadığımız durumlarda karşımıza gelen kadın ve çocukların beş kuruşa muhtaç halleriyle karşımıza gelip yakınmaları; hatta, açlık, yorgunluk ve çaresizlikten bayılmaları bir süre sonra bende tükenmişlik sendromunun ortaya çıkmasına neden olmuştu. Ancak bütün bunlara rağmen bu yoğun, yorucu ve yıpratıcı işin getirdiği değerli bilgi ve birikimleri işten izin alarak devam ettiğim sosyal güvenlik ve iş hukuku yüksek lisans programında hocalarıma ve arkadaşlarıma aktararak kuram ile uygulama arasındaki ilişkiyi kurmaya ve o güne kadar işçi sınıfı adına savunduğum şeyleri öznesi işçi ve ailesi olan bir uygulama içinde hayata geçirmeye çalışıyordum.
Bu çabadan geriye kalan en değerli anım ise, o tarihlerde İzmir‘de gündeme gelen Tariş Direnişi sırasında fabrikayı işgal eden işçilerden birinin çatıdan düşüp ölmesi ile ilgili olayda bunun bir iş kazası olduğunu şef yardımcıma, şefime, müdür yardımcıma ve müdürüme kabul ettirmek için tam 4 ay uğraşıp eş ve çocuklarına maaş bağlayarak kendimce zafer kazandığım mücadele ile ilgilidir.

Kamudaki açık ofis düzeni eskiden de, örneğin bundan tam 48 yıl önce de vardı!
İlk çalıştığım bina, Ankara‘nın Sıhhiye semtindeki Mithatpaşa ve Süleyman Sırrı caddelerinin kesiştiği köşede yer alıp, şimdilerde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)‘na ait Kamu Görevlileri Emeklilik İşlemleri Daire Başkanlığı‘nın bulunduğu eski tarihi binaydı. Bu binanın dördüncü katında 1 şef, 1 şef yardımcısı, 3 memur ve 3 işçi olarak 6 kişinin birlikte çalıştığı ofisin tam karşısındaki binada, öğrenciyken Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) ve Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) isimli gençlik örgütlerinin kuruluş toplantılarına katıldığım DİSK‘e bağlı Maden İş ve Genel İş sendikalarının bulunduğu apartman vardı.
İşe başladığım tarihten 8-9 ay sonra çalıştığım binanın hemen arkasında modern mimariye uygun olarak yapılan ve üç büyük bloktan oluşan 7 katlı büyük bir binaya taşındık. Geçtiğimiz yer binanın 4. katındaydı ve çalıştığımız mekan ortadaki büyük beton direklerin arasındaki koskocaman bir salondan oluşuyordu. Bu salona bizim servisle diğer üç servisi yerleştirmişlerdi. Açık ofis adı verilen bu düzenlemede müdür ve müdür yardımcıları bizlerden cam bölmelerle ayrılmış durumdaydı; ama, bizim bütün hareketlerimizi izleyip konuştuklarımızı duyabiliyorlardı. Böylelikle George Orwell‘ın 1984‘de gerçekleşeceğini söylediği totaliter düzende; yani, müdür-müdür yardımcısı-şef-şef yardımcısından oluşan “Büyük Biraderler” zinciri sayesinde ve her bir servisin kendi içindeki işleyişiyle servisler arasında ilişki ve etkileşimi dikkate alınmaksızın 1977 yılında; yani, kehanete konu olan 1984‘den 7 yıl, sonunu getirmek üzere olduğumuz 2025 yılından tamı tamamına 48 yıl önce Türkiye‘nin payitahtı Ankara‘da oluşturulan bir açık ofis düzenlemesi sayesinde, bugünün mobesesi ya da gizli kamerası yerine koyabileceğimiz “Büyük Biraderler” tarafından izlenen enterne edilmiş mükemmel bir gözetim sahasında çalışmaya başlıyorduk.

Açık ofisin “Büyük Gözaltı” mekanına dönüşmesi…
Bu şekilde bir süre çalıştıktan sonra hem biz çalışanlardan hem de yöneticilerden kaynaklanan işe odaklanamama, dikkat dağınıklığı, her bir servis ve bireyden kaynaklanan uğultu ve hatta gürültü sonucu ortaya çıkan duyma sorunları nedeniyle servisler aralarına cam bölmeler yerleştirilerek ya da bölmelerin yüksekliği arttırılarak içinde 60-70 kişinin çalıştığı o koskocaman açık ofis kendi içinde bal peteğinin gözlerine benzeyen küçük odacıklara bölünmüş, böylelikle her birimiz eski ofisimize göre daha çok yorulup sinirlenir hale gelmiştik.
Bütün direnme gücümü tüketip beni masamda biriken yüzlerce dosyayla baş başa bırakan o ortamdan, hocam Metin Kazancı‘nın önerisi üzerine geride kalan burs borcumu ödeyerek müfettiş yardımcısı unvanıyla Yerel Yönetimler Bakanlığı‘na geçmem sayesinde kurtulmuş; ancak orada edindiğim bilgi ve birikimi çalıştığım sürece unutmamıştım.
Bu vesileyle o kısacak memuriyet dönemimde şefim olan Ayhan Hanım‘a, şef yardımcım sevgili Kadriye Şimşek‘e, sınıf arkadaşım rahmetli Osman Ünal‘ın ablası Tülay Uğural‘a, İstanbul’daki 1 Mayıs 1977 kutlamasına birlikte katılıp ardından gelişen olayları birlikte yaşadığımız devrimci arkadaşım Özcan‘a, sevgili küçük Ayhan‘a, sevgili Bilgen ve Semiha hanımlara -beni duysunlar ya da duymasınlar- iyi ki birlikte çalışıp birbirimizi tanımışız düşüncesiyle en derin sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.

Gelelim son bir kaç haftadır, (ben bundan tam 48 yıl önce Ankara‘daki SSK Genel Müdürlüğü binasında bir açık ofis deneyimi yaşamışken)”Büyükşehirdeki makam odalarını kaldırıyoruz“, “İzmir Büyükşehir’de makam odası devrimi“, “Kamuda ilk açık ofis“, “Kamuda Türkiye ilki: Açık Ofis… Başkan Tugay’a sordum!” (1) gibi buram buram cehalet kokan gazete başlıkları ve sosyal medya paylaşımlarıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi daire başkanlarının Kültürpark‘taki hangarlardan birinde elden geldiğince lüks bir çalışma ortamı yaratılarak zorla bir araya getirilişi olayına…. Ama ondan önce açık ofis nedir, ne değildir, açık ofisin yararları ve zararları nelerdir gibi konular üzerinde düşünüp tartışmaya başlayalım derim…

Açık Ofis nedir?
Antik Mısır’daki katipler ile Ortaçağ rahiplerinin kayıt ve arşiv alanı olarak kullandıkları “scriptourium“ların habercisi olduğu söylenen açık ofisler, 1950’li yıllarda ortaya çıkan ve popülerliği 1970’li yılların başında giderek artan bir işyeri düzeni biçimdir. Bu düzen, kapalı işyeri düzenine göre değişime açık olması, bireyler, gruplar ve birimler arasındaki iletişimi kolaylaştırması, çalışanların moral ve üretkenliğini arttırması; ayrıca, daha az maliyetli olması nedeniyle tercih edilmiştir.
Ancak işyerinde açık ya da kapalı çalışma düzenlerinden hangisinin uygulanacağına dair seçimin orada çalışacak olanlar yerine hiyerarşik olarak bağlı olduğu iktidar sahibince yapıldığını dikkate aldığımızda, asıl amacın en kısa sürede en fazla verim ve kazanç temin etmeyi amaçlayan bir anlayışa dayandığını görürüz. İşte o nedenle de, açık ofis düzeninde, bu düzene geçişin düşünülüp tartışıldığı zamanlarda çalışanlarla bu alanda araştırmalar yapan bilim insanlarının görüş, düşünce ve önerilerini öğrenip; hatta bu konuda pilot araştırma ve uygulamalar yapılıp her hizmet biriminin kendi iç işleyiş ve iş akış süreçlerinin; ayrıca, bu süreç ve birimlerin karşılıklı ilişki ve etkileşimlerinin dikkate alınması gerektiğinden; bunlar yapılmadan sadece belediye başkanının tek yanlı otoriter kararıyla uygulamaya konulan bu düzenin, 1970’lerden bu yana değişip demokratikleştiği söylenen yönetim anlayışı çerçevesinde, çalışanların çalıştıkları mekânla ilgili karar ve uygulamalara aktif katılımını öngören çağdaş eğilimlere aykırı bir tutum olduğu söylenebilir.

Çünkü kapalı çalışma ofislerinde görev yapıp 2-3 sekreter çalıştıran; ayrıca, her birine farklı belediye şirketlerinde yönetim kurulu üyeliği ile makam arabası verilen; böylelikle, aldığı yüksek maaş ve ücretlerin yanında edindiği çalışma koşulları nedeniyle çalıştırdığı personele göre daha ayrıcalıklı bir konuma düşen ve bu nedenle kendini bu nimetleri sunan belediye başkanına borçlu hissedip o ne isterse yapmaya hevesli “kurşun askerler” yaratmayı hedefleyen bir düzenin emir kullarının başlangıçta rızası alınmamış, onlara sorulmadan böylesi bir düzenin kurulmasına karar verilmiştir.
Nitekim İYTE Cemaati‘nin belediyedeki başı olarak, “Düşkün” TARKEM A.Ş. kurucusu ve “kent simsarı” Uğur Yüce‘den büyük destek alan İzmir Planlama Ajansı (İZPA) başkanı Koray Velibeyoğlu‘nun tüm itirazlarına rağmen bu düzen, emir-komuta zinciri içinde belediye başkanının isteği ve baskısıyla kabul edilmiş; böylelikle, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin üst yönetimi, adeta Koray Velibeyoğlu‘nu haklı çıkarırcasına hesapsız kitapsız tasarlanan yeni bir maceranın peşinden koşar adım gitmeye başlamıştır. (2)
Öte yandan, 16 Eylül 2020 ve ondan sonraki değişik (7 Nisan 2021, 12 Aralık 2021, 11 Şubat 2022, 27 Temmuz 2023, 28.11.2025) tarihlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait İnternet sayfasının “Birimlerimiz” bölümünde yazılı bilgileri dikkate alarak hazırladığım aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere; daire başkanlarıyla şube müdürlerinin ve bunlara bağlı memur ve işçilerin sayılarıyla bunlara ait personel harcamalarının 2020 yılından bu yana devamlı arttığı, kadın çalışan sayısı ve oranının ise devamlı azaldığı bir süreçte, tasarruf adına yapılabilecek en akıllıca hareket, sayısı devamlı arttırılan daire başkanı ve şube müdürü sayılarını azaltmak iken bu yola gidilmeyip bunların tek bir salonda toplanarak sekreterleriyle makam araçlarının ellerinden alınmasındaki asıl amacın, tasarruftan çok belediye başkanının daire başkanlarını kendi eteği altında toplayarak daha güçlü olma arzusunda olduğunu göstermektedir.

Gerçeği söylemek gerekirse, daire başkanı olmak ya da olmamak belediye başkanının iki dudağının arasından çıkan talimatlarla mümkün olduğundan, tepeden inme bir şekilde getirilen bu karara bir iki itiraz dışında tümü, tüm daire başkanları ellerindeki daire başkanlı makamını kaptırmamak endişesiyle ses çıkarmamış, ses çıkarmaya cesaret edememiş, önüne konulanı yemeye hazır olduğunu göstermiştir. Ancak kulağıma gelen taze bilgilere göre çoğu daire başkanı kendisine bağlı şube müdürlüklerinde “zula” olarak nitelenebilecek yerler hazırlamaya, çok sıkıştıklarında ya da sıkılıp bunaldıklarında orada kalmayıp “ben şube müdürlüğümde çalışacağım” bahanesiyle ortadan kaybolabileceği kovuklar, kuytu köşeler hazırlamaya başlamış. O nedenle yakın zamanda onların çalışacağı iddia edilen hangarlardaki o açık ofise gittiğimizde çoğunun orada olmadığını görmeye hazır olmalıyız diye düşünüyorum. (3)
Açık ofislerde neden insana ait özel durumlar dikkate alınmıyor?
Yurt içinde ve dışında yapılan tüm bilimsel çalışmalar, açık ofis çalışma düzeninin iddia edildiğinin aksine çalışanın performansı ve iş memnuniyeti ile psikolojik rahatlığını olumsuz yönde etkileyip dikkat kaybı ile odaklanamamaya yol açan, aşırı ses ve gürültü nedeniyle çalışanlarda gizli işitme kayıpları yaratan, kurumun ve birimin gizli bilgileriyle ilgili ihlallere yol açabilecek, çalışanların kişisel olarak ihtiyaç duydukları görsel ve işitsel mahremiyet ihtiyacını karşılayamayan, buna bağlı olarak verimliliği azaltan bir sistem olarak karşımıza çıktığını göstermektedir. Bu duruma inanmayanlar ya da ayrıntısını merak edenler, yazımın son bölümünde “Meraklısı için” adıyla listelediğim yayınları okuyabilirler.

Açık ofis kavramı 2001 tarihli iki Ekşi Sözlük paylaşımında şu şekilde tanımlanıyor:
“herkesin kendine özel tuğladan duvarlarının olmadığı, oturunca göz hizasının bir karış üzerinde ayaktayken omuz hizasının iki karış altında kalan duvarımsı paravanlarla birbirinden ayrılmış kişisel alanlardan oluşan, masalar birbirine çok yakın olduğu için görülemese de, yan komsu iş arkadaşının sesinin duyulabildiği modern ofis… Amaç, çalışan üzerinde sosyal baskı kurarak iş dışı aktivite zamanlarını minimuma indirmek, bir nevi Big Brother efekti yaratarak motivasyonu artırmaktır*.
“Her yerden ses gelir, herkesin telefonları çalar, insanlar konuşup durur, vs. vs.. Bence korkunç bir iş ortamı.. Konsantrasyon sıfır…kaçalım buralardan isteği…“
İşte o nedenle, açık ofisin İzmir Büyükşehir Belediyesi uygulamasını yere göğe koyamadan metheden, ardından da bunun yüklü faturasını belediyenin basın danışmanlığına teslim eden yerel basınla sosyal medya methiyeleri yerine bu alanda yapılmış ulusal ve uluslararası bilimsel çalışmaları gösteren literatürle Ekşi Sözlük‘ün 13 sayfasına sığdırılan paylaşımlara bakmak bile yeterli olacaktır…
Ayrıca belediyeler gibi yöneticilerin halkla iç içe geçmesi, sıkı ilişki ve bağlantılar kurması gereken kurumlarda, özellikle basın ve halkla ilişkiler, zabıta, imar, kültür ve sosyal ilişkiler gibi halkla birebir temas eden hizmet birimlerinde, onların daire başkanlarını kendi şube müdürlüklerinden yalıtıp belediye başkanına fiziki olarak yakın, o nedenle de onun her an kolaylıkla denetleyebileceği koğuş benzeri sessiz, sakin, nezih ve lüks ortamlara taşımak hizmetin kalitesini arttırmayı amaçlayan iyi yöneticilik pratiği olmak yerine işleri işin içinden çıkılmaz hale getiren bir iş bilmezin darbesi olarak kabul edilmelidir.
Çünkü daire başkanlarının, kendisine bağlı şube müdürlükleri eliyle yapılan işlerin tanımı, bu işlerin yapılma sürecini, bu süreç içindeki birbirini izleyen aşamaları, daireler ve şube müdürlükleri arasındaki ilişki ve etkileşimleri dikkate almadan, bu konularda araştırma ve analizler yapmadan ve sadece daire başkanlarıyla toplantılar yaparak tümünü adeta bir çuvala tıkıp “biz devrim niteliğinde bir iş yapıp açık ofis kurduk” demek aslında bu işi yapanın bu işten tek bir kelime bile olsun anlamadığını göstermektedir. Örneğin İtfaiye Dairesi Başkanını Tepecik‘teki tüm birimlerinden ya da Makine, İkmal Bakım ve Onarım Dairesi Başkanını emrindeki atölye ve depolardan alıp hangarların birindeki bir odaya tıkıştırmak, yapsa yapsa bu işin cahili olan belediye başkanlarının yapacağı ve o nedenle de en kısa sürede tekrar eski haline, belki de içinden çıkılmaz bir kaosa dönüşecek bir iş olacaktır.
Açık Ofis: Baskı, sömürü ve daha fazla artı değer…
Ayrıca Kapitalist sistem içinde işçilerin sömürü mekânı olarak bilinen atölye ve fabrikalardaki Taylorizm esaslı açık çalışma düzeninin, “modern“, “yenilikçi” gibi sıfatlarla emekçilerin çalıştığı hizmet bürolarına taşınması aslında emeğin daha fazla kontrol altına alınarak daha fazla sömürülmesi anlamına gelmektedir. Buna bir de iş süreçlerinin kamera ile izlendiği çağdaş izleme, gözetleme ve baskı mekanizmalarını eklediğimizde, bu çalışma şeklinin her geçen gün nasıl 1984 romanında anlatıldığı şekilde baskıcı ve otoriter bir düzene dönüştüğü görülebilir.

Aynen büyükbaş hayvan çiftliklerinde, hayvanlara geniş otlak ve meralarda dolaşıp otlama imkânı verilmeksizin bulunduğu yerde beslenip bulunduğu yerde sağılması, bunu yaparken de süt verimini arttırmak amacıyla müzik dinletilip su içtikleri arklara arıtılmış su verilmesinde olduğu gibi… Tıpkı açık ofis ortamında çalışmalarından daha fazla hizmet alınıp daha fazla artı değer elde edilmesi için ortamın daha fazla ısıtılıp havalandırılmasında, daha fazla aydınlatılıp dekoratif yeşil bitkilerle süslenmesinde, emekçinin kendini evinde gibi hissetmesi için özel bir çaba gösterilmesinde olduğu gibi…
……………………………………………………………………….
Meraklısı için makaleler…
1) Çağatay, K., Yıldırım, K., Arı, P., (2022) “Açık Ofislerin İç Düzeninin Çalışanların Memnuniyet Değerlendirmelerine Etkisi “, 5. International Social Sciences and Innovation Congress, 11-12.11.2022, s. 563-573
2) Evans, G. W., & Johnson, D. (2000). “Stress and open-office noise“. Journal of Applied Psychology, 85(5), 779–783. https://doi.org/10.1037/0021-9010.85.5.779
3) Gerçek, M. (2019) “Geleneksel ve Yenilikçi İşyeri (Ofis) Düzeni Türlerinin Çalışanlar Üzerindeki Etkileri, Karşılaştırmalı Bir Derleme Çalışması“, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 55, Ocak-Nisan 2020, s.91-116
4) Gerçek, M. (2022), “Çalışanların Gözünden Açık Ofis Deneyimi – Nitel Bir Araştırma“, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 23 (1), 2022, s.149-163
5) Göçer, Ö., Karahan, E., Oygür İlhan, I. (2017)”Esnek Çalışma Mekânlarının Çalışan Memnuniyetine Etkisinin Akıllı Bir Ofis Binası Örneğinde İncelenmesi“, Megaron Dergisi 2018, Cilt 13/1, s.39-50
6) Hedge, A., “The open-plan office: A systematic investigation of employee reactions to their work environment”, Environment and Behavior, 1982 – journals.sagepub.com, September 1982.
7) Noraslı, M., Köse Doğan, R., (2020) “Çağdaş Ofis Tasarımı Bağlamında Bee Renderin Tasarım Ofisi”, Artium 8/1, s. 1-10.
8) Öztürk, P., Özcan, U., (2025) “Açık Plan Ofis Alanlarındaki Fiziksel Konforun Kullanıcı Verimliliği Üzerindeki Etkisi“, Gazi Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi Dergisi, 40:2, 2025, s. 847-861
9) Robert W. M., Kent F. Spreckelmeyer, “Evaluating Open and Conventional Office Design“, Volume 14, Issue 3, May 1982, https://doi.org/10.1177/0013916582143005
Meraklısı için bilimsel tezler…
1) Ağır, S. D., Açık Ofis Ortamlarının Gizli İşitme Kaybı Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2021, İstanbul.
2) Avşaroğlu Dirim, A., Açık Ofislerde Fiziksel Çevre Faktörlerinin Kullanıcıların Algısal Performansı Üzerine Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2010, Ankara.
3) Civelek, S., Açık Ofis Mekan Organizasyonu Oluşumunda Esnek ve Değişebilir Yaklaşımlar, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2021, Ankara.
4) Mestan, A., Açık Ofis İç Mekan Kullanıcıların Algısal Değerlendirmeleri Üzerindeki Etkisinin Belirlenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Nisan 2019, Ankara.
5) Sade, S., Açık Ofis Tasarımlarında Performatif Kişisel Mekan Örgütlenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2014.
6) Yılmaz, G., Açık Ofislerin İç Mekan Çevresel Faktörlerinin Kullanıcıların Algısal Değerlendirmeleri Üzerindeki Etkilerinin Tespit Edilmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2016, Ankara.
Kaynaklar
(1) Sercan Avcı, “Kamuda Türkiye ilki, açık ofis, başkan Tugay’a sordum“, Gerçek İzmir Gazetesi, 25.11.2025, https://www.gercekizmir.com/yazar/Kamuda-Turkiye-ilki-Acik-Ofis-Baskan-Tugay-a-sordum/827
(2) Alper Temiz, “Tugay’ın açık ofis kararı yöneticileri karıştırdı, felaket olur, uygulanamaz“, Sonmühür Gazetesi, 21.11.2025, https://www.sonmuhur.com/tugayin-acik-ofis-karari-yoneticileri-karistirdi-felaket-olur-uygulanamaz
(3) “Başkan Tugay: makam odalarını kaldırıyoruz“, İzmir Büyükşehir Belediyesi, 1 Kasım 2025, https://www.izmir.bel.tr/tr/Haberler/baskan-tugay-makam-odalarini-kaldiriyoruz/57209/156
