Gerekince, yerinde ve zamanında…

Ali Rıza Avcan

Oldum olası severim bu, “gerekince, yerinde ve zamanında” deyişini…

Belki de yapılmak istenen bir iş için öncelikle nelere dikkat edilmesini ya da o işin gerekli olup olmadığını, yerinde ve zamanında yapılıp yapılmadığını bana hatırlattığı için…

İşte bugünkü yazım da, bu deyişin bazı yanlış işler için ne ölçüde doğru olduğunu gösteren İzmir örnekleri, İzmir yansımaları ile ilgili olacak…

Geçtiğimiz günlerde İzmir Rehberler Odası‘nın düzenlediği bir toplantıya giderken 1. Kordon‘daki İzmir Ticaret Odası ile İzmir Palas Otel arasındaki alana yerleştirilmiş bir heykel dikkatimi çekti. Yaklaşıp baktığımda ise, “Tıbbiyeli Hikmet” adıyla bilinen Hikmet Boran adına yapılmış yeni bir heykelle karşılaştım. Toplantıya katılan ve genellikle bu konularla ilgili olan arkadaşlarıma sorduğumda ise, ne zaman yapılıp da oraya yerleştirildiği konusunda kimsenin bilgi sahibi olmadığını anladım.

Daha sonra yaptığım Google araştırmalarında ise, “Tıbbiyeli Hikmet” adıyla bilinen ve aynı zamanda sunucu, gazeteci ve aktör Orhan Boran‘ın babası olan Hikmet Boran‘ın 1901 yılında Balıkesir‘in Savaştepe ilçesinde doğup 1945 yılında İstanbul‘da öldüğünü, mezarının Karacaahmet Mezarlığı‘nda bulunduğunu, İstanbul‘un işgale karşı başlatılan “Tıbbiyeli Hareketi“nde öncü rol oynadığını, üçüncü sınıf öğrencisi iken Sivas Kongresi‘ne katılmak üzere Sivas‘a gittiğini, bu kongrede Mustafa Kemal‘e hitaben yaptığı konuşması ile tanındığını, TBMM kurulunca arkadaşı Yusuf Bey (Balkan) ile birlikte eğitimini yarıda bırakarak Ankara’ya gittiğini, Cebeci’deki Asker Hastanesi‘nde İbrahim Talî Bey’in başkanlığında tifüse karşı aşı üretmek için çalıştığını, sıhhiye subayı olarak Büyük Taarruz’a katıldığını ve İzmir‘e giren ilk birlikte subay olarak görev aldığını, savaş yıllarından sonra İstanbul’a dönüp tıp eğitimini tamamladığını ve bundan sonraki yaşamını genel cerrah olarak sürdürdüğünü. 1940’lı yıllarda gönüllü olarak şark hizmeti için Sarıkamış’a gittiğinde vereme yakalanıp 1945 yılında öldüğünü öğrendim.

Ancak yurdu ve yurdunun insanı uğruna bunca önemli ve yararlı hizmetler yapıp, İzmir‘in işgalden kurtulduğu 9 Eylül 1922 tarihinde kente giren ilk askeri birlik içinde bulunmakla birlikte; İzmir‘e ilk giren o askeri birliğe komuta edip vilayet konağına Türk bayrağını asan Yüzbaşı Şerafettin‘in halen bu kentte bir heykelinin bulunmadığını, bu kentin “İzmir” soy ismini taşıyan Yüzbaşı Selahattin‘e sağlığındayken yaşadığı zorluk ve hastalıklar sırasında sahip çıkmadığını hatırlayınca, birtakım gayretkeşlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın aynı meslekten gelen kahramanlarından birini sahiplenip ona iyilik yapayım derken savaş sonrası Mustafa Kemal‘in talebi ile “İzmir” soyadını almış asıl önemli kahramanını bilmediklerini ya da unuttuklarını ve ona büyük bir vefasızlık gösterdiklerini anladım.

Tabii ki bu araştırmalar sırasında “Tıbbiyeli Hikmet” heykelinin İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Tunç Soyer zamanında, COVİD 19 salgınının sürdüğü günlerde yüzlerde maskelerle 4 Eylül 2021 tarihinde açıldığını, bu açılıştaki çelenk nedeniyle bu heykelin yapılışında Çiğli‘deki Kent Koleji‘nin de payı olduğunu, heykelin yapılmasını önerenin ise eski Kültür Bakanı ve o tarihlerde Kent Koleji yönetim kurulu üyesi, Çiğli Belediye Meclisi ve İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin üyesi olup heykelin yapılıp yerleştirildiği tarihlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili olarak görev yapan Prof. Dr. Suat Çağlayan olduğunu öğrendim.

Üstüne üstlük heykeli yapılan şahısla hiçbir ilgisi olmayan bir kentte, TTB İzmir Tabipler Odası‘nın önü yerine, başkanı Mahmut Özgener‘in bile açılış törenine katılmadığı İzmir Ticaret Odası‘nın önünde…

Yüzbaşı Şerafettin heykeli, Barış Direnç Altınay (*)

Oysa, yazımızın başlığını oluşturan “gerekince, yerinde ve zamanında” deyişinin de hatırlattığı gibi, “Tıbbiyeli HikmetBoran‘dan önce, İzmir‘e giren ilk birliğin komutanı olup 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir Vilayet Konağı‘ndaki Yunan bayrağını indirip Türk bayrağını asan, o nedenle Buharalı Müslümanların gönderdiği üç kılıçtan birini alan ve savaş sonrasında Gazi Mustafa Kemal‘in isteğiyle “İzmir” soyadı ile onurlandırılan ve sonrasında yıllarca unutulup kötü günlerinde sahip çıkılmayan Yüzbaşı Şerafettin İzmir anısına bir heykelin yapılıp, bu kentin en önemli meydanı olan Konak Atatürk Meydanı‘na yerleştirilmesi gerekirdi…

Ne yazık ki, bu kentin asıl kahramanı Yüzbaşı Şerafettin İzmir‘in heykeli şu an için bile mevcut değil, Yüzbaşı Şerafettin İzmir‘i hatırlayan bile yok!

Yakın zamanda aldığım haberlere göre, Yüzbaşı Şerafettin‘in heykelini yaptırma konusunda hiçbir tasarım çalışması yapılmaksızın ve bu iş için ulusal yarışma açılmaksızın Kanada‘nın Toronto kentinde yaşayan heykeltraş Barış Direnç Altınay‘a sipariş edilen heykelin ne zaman Konak Atatürk Meydanı‘na yerleştirileceğinden, bunun için izin vermesi gereken İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ndan ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden tek bir haber bile yok!

Gelelim, İzmir‘le bir ilgisi ya da gerekliliği olmadığı yersiz ve zamansız bir şekilde adına bu kentte heykel dikilen diğer bir kahramana, daha doğrusu bir sanatçı, bir mimara…

Bu sefer ki kahramanımız, mimarlık alanından, Osmanlı’nın son yıllarında Neoklasik Türk Üslubu ya da Milli Mimari Rönesansı adı altında Selçuklu ve Osmanlı mimarlık ögelerini kullanarak öne çıkarılıp Cumhuriyet‘in ilk yıllarında hakim olan 1. Ulusal Mimarlık Akımı ve bu akımın en önemli isimlerinden biri olan Mimar Kemaleddin ile ilgilidir.

1908-1930 yılları arasında yaygın olan bu akımın önde gelen mimarları Mimar Kemaleddin, Vedat Tek, Arif Hikmet Koyunoğlu ve İtalyan asıllı bir mimar olan Giulio Mongeri olduğu ve bu beş mimarın İzmir‘de yapılmış tek bir yapısı olmadığı halde; kentin merkezindeki büyük bir alışveriş merkezine “Mimar Kemaleddin Moda Merkezi” adının verilmesi ve bu bölgeye heykelinin yerleştirilmiş olmasıdır.

Mimar Kemaleddin‘in projelerini çizdiği ya da uygulamasını yaptığı Edirne, İstanbul, Filibe, Bandırma, Kudüs ya da Ankara‘da böyle bir şey olsa, tabii ki anlayışla karşılayıp yapılanı normal karşılarız; ama, Mimar Kemaleddin‘in her birinde birbirinden değerleri eserler vücuda getirdiği bu şehirlerin hiçbirinde adını anımsatacak bir şey yapılmadığını, heykelinin bile bulunmadığını bilirsek kim akıl etti de hiçbir proje ya da uygulamasının olmadığı İzmir‘de bu isim neden bu moda merkezine verilip heykeli dikildi diye sormak da en doğal hakkımız olsa gerek… Sahi sizce bu durumda, bir gariplik yok mudur?

Özellikle de, 15 Eylül 2024 tarihinde Konak Belediye Başkanı mimar Nilüfer Çınarlı Mutlu‘ya yazılı, bir süre sonra da TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı Uğur Yıldırım‘a sözlü olarak ilettiğim, kent içindeki bir cadde, sokak, bulvar ya da meydana, özellikle de İzmirli mimar Necmeddin Emre‘nin birbirinden değerli üç yapısının bulunduğu Mimar Kemaleddin Merkezi‘ndeki bir cadde, sokak ya da mekana adının verilmesine, annesi için Kokluca Mezarlığı‘nda yaptığı mezarın bakımının yapılmasına ilişkin önerilerim henüz dikkate alınmamış ve hayata geçirilmemişken…

Evet, her üretken insanın, yaşadığı evren, ülke, kent ve çevre için yararlı şeyler yapan insanın hatırlanıp anılması gerekmektedir… Bu durum, o insanların bilgisine, emeğine, mücadelesine ve geçmişte yaptıkları iyi şeylere saygının bir gereğidir. Ama bunca insanın arasından kimler kimler tarafından hatırlanıp anılacak, hangisine önem ve öncelik verilecek ve onların isminin geleceğe taşınması konusunda çaba gösterilecektir?

Tabii ki, insanların yapacağı bu tercihlerde anılmaya değer o iyi insanların doğup yaşadığı ve iyi bir şeyler yaptığı coğrafya, toprak ve kentler bu konuda önde gelecek, bu çerçevede her iyi, başarılı kişi içinde bulunup mücadele ettiği, emek verdiği mekanla ilişkilendirilerek onurlandırılacak, ödüllendirilecektir. Bu durum toplumsal ödüllendirme ve anmanın ortaya çıktığı ilk insan topluluklarından, Eski Yunan’dan ve Roma’dan bu yana hep böyledir, böyle olagelmiştir.

Aksi takdirde insanlar, İzmir‘de doğmuş ya da yaşamış, geçmişte verdiği mücadeleyle kentin tarihi içinde pay sahibi olmuş, ortaya koyduğu eserlerle İzmir‘e, insanlığa ve çevresine yararı dokunmuş Yüzbaşı Şerafettin İzmir, Mimar Necmeddin Emre, Abdülhamit’in İstibdat Dönemi’nde hürriyet şehidi olan ilk gazeteci İzmirli Tevfik Nevzat ve Baha Tevfik gibi değerli bir felsefeci, Prof. Nermin Abadan Unat ve Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray, Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz ve Cevriye Artuklu gibi bilim dünyasının “Kadın Amazonları” köşede bekleyip dururken; bu kentle ilgisi olmayan “Tıbbiyeli Hikmet” ya da Mimar Kemaleddin gibi isimleri, sırf onların arkasında duran hatırlı birileri var diye öne çıkarmak, açıkçası yıllardır sırasını bekleyen bu değerlere haksızlık yapmak anlamına gelir…

Hani ne demişler; her ne yaparsa yap, “gerekince, yerinde ve zamanında” yapmak gerekiyor….

(*) https://www.instagram.com/p/C2xWrwloXMz/?img_index=1

Yorum bırakın