Kitabın Adı: Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var, Sitüasyonist Enternasyonal’in En Görkemli Döneminde Gündelik Hayat.
Özgün Adı: The Beach Beneath The Street, The Everyday Life and Glorius Times of the Situationist International.
Yazarı: McKenzie Wark
Türkçesi: Arda Çiltepe
Yayınlayan: Sel Yayıncılık
Zaman ve Yer: 1. Baskı, Eylül 2014, İstanbul
226 sayfa.
Yazarı Hakkında
McKenzie Wark, 1961 yılında Avustralya’nın Newcastle şehrinde doğdu. Macquarie Üniversitesi’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra, Sidney Teknoloji Üniversitesi’nde mastır ve Murdoch Üniversitesi İletişim Bölümü’nde doktora yaptı. New York’taki New School’da Medya ve Kültürel İncelemeler profesörü olan Wark, yine New York’ta bulunan Eugene Lang Üniversitesi’nde dersler veriyor.
Wark, medya teorisi, eleştirel teori, yeni medya ve Sitüasyonist Enternasyonal üzerine yazılarıyla tanınıyor. Başlıca eserleri Bir Hacker Manifestosu ve Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var‘dır.
Kitabın Tanıtım Metni
“Kaldırım taşlarının altında kumsal var” deyişi, 1968’deki öğrenci-polis çatışmaları sırasında, öğrencilerin söktükleri kaldırım taşlarını polislere atmasından yola çıkılarak oluşturulmuş, gelecekteki güzel günleri muştulayan bir umut sloganıdır. Bu slogan, ortaya çıkışından 35 yıl sonra, umudun boşa çıkmasındaki hayal kırıklıklarını anlatmak isteyen Türk ve Avrupalı sanatçıların oluşturduğu “Plajın altında kaldırım taşları” adli güncel sanat projesinin başlığına da esin kaynağı olmuştur.
İsyanın şifrelerini ararken anayollardan sapıp arka sokaklarda dolanmanın vakti geldi. Sitüasyonist Enternasyonal tüm dünyada aktivist, sanatçı ve teorisyenleri etkilemeye devam etmesine rağmen ülkemizde henüz pek fazla tartışılmadı. Bu hareketin bıraktığı miras, giderek şiddetlenen kent mücadelesinin, burjuva kültür ve düzeninde çatlaklar yaratma arayışının beslenebileceği önemli kaynaklardan biri.
Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var, Sitüasyonizmin zamana ve mekâna sıkışmış, arşive kaldırılmış nadide bir eser değil, dört dörtlük bir yaratıcı teori ve eylem rehberi olduğunu kanıtlıyor. Yazar, 50’lerin bohem Paris’inden 68 Mayıs’ının çalkantılı günlerine kadar Sitüasyonistlerin izlerini iletişim, mimari ve gündelik hayat pratiklerinde sürüyor.
Guy Debord’un yanı sıra Constant, Asger Jorn, Michèle Bernstein, Alexander Trocchi ve Jacqueline De Jong gibi isimlerin projeleri, hayalleri, eylemleri bugünü ve burayı kavramak için elli yıl öncesinden ışık tutuyor.
Yüksek teorinin değil düşe kalka ilerleyen teorinin ve deneylerle, başarısızlıklarla dolu bir eylem tarihinin kaydını düşen bu kitap günümüzdeki pratiklere de yol gösteriyor.
“Mızrağı yel değirmenlerine doğrultmak mızrağı kaptırmaktan iyidir.”
Kaldırım taşlarının altında sahiden kumsal var mıydı?*
M. İskender Özturanlı
Mckenzie Wark, Avustralyalı yazar ve düşünür, anlattığı dönemlere ucundan tanıklık etmiş, daha çok sanat, teknoloji ve iletişim gibi konularda yaratıcı-muhalif düşünceleri ile tanınıyor.
Ancak bu kitap farklı, zamanlaması da öyle. Uzun zamandır, sistemin bütün oyun kurallarını kayıtsız kabul ettiğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Artık daha özgür bir dünya ülküsünü takip etmeyi bile bıraktık. Yazarın çarpıcı girişi ile söylersek, “Bu gezegenden sıkıldık. Buralar daha iyi yüzyıllara tanık olduk ve gelecekteki daha iyi zamanlar vaadi avucumuzdan kaçıyor. Bu dünyanın sunduğu imkanlar şimdilerde iç karartıcı ve sönük görünüyor. En iyi haliyle sunduğu şey, parçalanma gösterilerinden ibaret. Seçenekler ya kapitalizm ya barbarlık. Şantajın yönettiği bir çağ bu. Ya aynı şeyleri tekrar edeceğiz ya ahir zamanları göreceğiz. Daha doğrusu onlar öyle diyorlar. Ama biz yemiyoruz. Yirmi birinci yüzyıldan nasıl çıkacağımızı planlamanın vakti geldi. Karamsarlar haklı, bu böyle sürüp gidemez. İyimserler de haklı. Başka bir dünya mümkün. Araçlar elimizin altında.
68 Paris Baharı’nı hazırlayan süreç
Wark’ın, çağrısı hala temel bir çağrı, 68’in iki temel ruhuna, Sitüasyonist ve Marksist iki pratiğe, o azme,, o arzuya geri dönmek için, dönemi anlatan bir kitap bu. Yazarın dediği gibi, “Bazen ileri gitmek için geri gitmek gerekir. Suç mahalline. Durumun (Situation) açık olduğu, silahın henüz patlamadığı, şampiyonluk yarışının henüz başlamadığı an’a.“
Yazar da başa dönüyor ve oradan başlıyor. Sartre ve Beauvoir, Tzara, Vian, Bataille, Debord gibi çok bilinen şahsiyetler ile, dönemin bohem gazetecilerinin de mekan tuttukları Paris St. Germain Des Press’den alıyor hikayeyi, bilmediğimiz yönleriyle Sitüasyonistler’den Asger Jorn, De Jong, Straram gibi sanatçı düşünürler ile Letrizmin Babası Isou gibi, G. Pomerand gibi şairlerin hikayeleri ile buluşturuyor bizleri. Trocci’nin kitapları, Dansçı Güzel Kadın Vali Myers’in gizemli hikayesi, Constant gibi tasarlayıcılar, Ven Ecyk gibi ustalar, yeni bir mekanın imkanı adına, 68 Paris Baharını hazırlayan, on sekiz yıllık, bütün o derinlikli süreç.
Nanterre’de, kasvetli bir banliyö üniversitesinde başlayan, dalga dalga önce Sorbonne’a, sonra da Genel Grev ile Fransa’ya yayılan 68 baharı: Bir yanda Sitüasyonistlerin sözcüsü Guy Debord, diğer yanda düşünür Lefebvre gibi, hatta sanatçı Jorn’un bilinmeyen sermaye kuramı gibi arka planlar taşıyordu oysa. Paris sokaklarına ruh veren, büyük isyan sadece sokaklarda değil, o sokakların nasıl daha aydınlık olacağını tasarlayan, düşünsel ve düşsel dünyanın gücü, boheminden kaynaklanıyordu. O bitmeyen azmin kaynağı olan şey de tam burada oluştu, ama aynı zamanda felsefi hayal kırıklığının olduğu yer de burasıydı. Lefebvre’nin kapitalist birikim ve sürüklenmenin artık sadece şehirlerde hayata geçtiğini anlattığı, Modern Dünyanın Eleştirisi kitaplarını da Nanterre Üniversitesi’nde yazmış olması tabi ki tesadüf değildi. Lefebvre’den Sorbonne’a ve Cohn Bendit’e giden yol da uzun değildi. Sınırlı bir devrimci olduğu iddia edilen Bendit, “kabul edilemez şeyler hakkında kabul edilebilir şekilde konuşabilen tek kişi“ydi. Kabul edilemez isteklerin hayata yansımasını sağlamıştı.
“Kominist” ve “bohem”
O günden bugüne bir çok şey tüketilebilir kalıplara dönerek sıradanlaştı: “Kaldırım taşlarının altında kumsal var.” Paris’teki 1968 Mayıs-Haziran olaylarında, iki tür eleştirinin bir araya gelir gibi olduğu bir anda ortaya çıkan, çokça kullanılmış bir slogan bu. BU eleştirilerden birisi komünistti ve eşitlik istiyordu. Diğeri bohemdi ve farklılık istiyordu. İlki, sanki dünyanın en büyük genel grevlerinden biri hiç gerçekleşmemiş gibi tarihsel bellekten silindi. İkincisiyse yumuşak hatta bayağı görünmesine yol açan bir dile büründürüldü; sanki talep edilen tek şey müşteri hizmetleriymiş gibi. Luc Boltanski, şöyle diyordu: “Kapitalizme getirilen sanatsal eleştiri, bütünüyle işletme retoriğine yedirildi.“
Son on yıldır, peşin hükümle öldüğü, demode kaldığı ilan edilen Sol esasında, dünyada 68 kalkışmasının merkez çekilmesi ile yeniden yaşam bulan bir süreç olmuştur. Sonraları AB’nin, daha eşitlikçi, daha adil politikalarına yerleşen rekabetçi hukuk, ifade özgürlüğü, azınlık hakları gibi kazanımlar için 68 Sol’unun gecikmiş katkısı unutulmamalı. Bugünlerde yitmek üzere olan bu katkı 68 kuşağının yaşama karıştığı yerde duruyor, hala. O dönemde “Hayalgücü iktidara” sloganını duvara yazan bir kuşağın kenardan merkeze, arzulanan dünyayı kuramasa da katkıları olan bir süreçti bu. Şimdilerde, bir yandan popülist sağ, bir yandan da post liberal TTTP gibi serbest ticaret anlaşmaları ile kaybedilmekte olsa da.
Amerikan solunda durum farklı seyretti. M. Kazin’in geçenlerde Foreign Affairs’de yazdığı gibi, ABD’nde sol 200 yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen, 68 ile yükseldi, ABD 68’inin iki talebi vardı: toplumsal eşitlik ve bireysel özgürlük. Kazin diyor ki; ABD’de birincisi, Avrupa gibi siyasette merkeze getiremedik ama bireysel özgürlük aşısı ABD’de tuttu.
* Yurt Gazetesi, 7 Kasım 2014