Kitabın Adı: Kenti Durduran Şehir
Yazarı: Lütfi Bergen
Yayınevi: MGV Yayınları
Basım Yılı: 2016
Sayfa sayısı: 440
Kenti durdurmak istiyoruz. Bu kitabın temel hedefi bu topraklarda yaşayan insanları “kentleşmenin” bize ait olmadığı fikrine döndürmektir.
Kentleşme “kapitalist birey” felsefesinin bir neticesidir. Kentleri küçültmek/pazarları üreticiye açmak/mahalleler halinde yeniden örgütlenmek/çalışma kavramını yeniden tanımlamak (her hane sahibini istihdam etmek) insanı kaybettiği şeylere: cemaat, merhamet, inanç / emniyet kavramlarına kavuşmak istiyoruz.
Bu kitap, kapitalizme karşı bir hareket hattı oluşturma kaygısı ile kaleme alındı. Kent durdurulmalıdır. Çünkü kapitalizm, mazlumun sömürülmesi, esnaf/zanaatkâr/çiftçi kesimlerin küresel sermaye tarafından ezilmesi durdurulmalıdır. Geleneksel İslam şehri kamusal mekanları mahalle, cami, bedesten, vakıf mülkü, külliye vs. gibi tasarruflarla büyütmekte-yaymakta mahrem alanı kurmakta ve kapitalist birikime izin vermemekteydi. Müslümanlar kentleşme ile geleneksel mekanlarını kaybettiler ama bu kaybedişe itiraz geliştirecek teorik temelleri bulamadılar. Bir toplumun mekan hafızasına 40 yılda bir değişmeye uğrayacak şekilde müdahale edilmeye başlanmışsa orada toplum olmanın unsurları kaybedilmiş demektir.
Mekanı olmayan bir topluluğun tarihi yoktur.Tabiat içinde biz, yani insan ve değerleri, kimliği, tarihi olan adamla tarihe kavuşan bir varoluştur.
“Bu kitap kapitalizme karşı direnen Müslüman adama “mekân” algısı vermek üzere kaleme alınmış ve Müslüman şehri’ni kurmak için yola düşmüş adam-kadınlara ithaf edilmiştir.”
“İslamcılık ve endüstriyel kalkınmacılık eleştirilerime rağmen kitabıma teveccüh gösteren Anadolu Gençlik’e kalbi teşekkürlerimle…“
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
1. BİR DÜNYANIN ARDINDAN
Sivil Kentten Muhtar Topluma Osmanlı
İslamcılığın kentleşmesi
Şehir Müslüman’dır
Kent-Şehir-Esnaf
Gençlik, Kent ve Modernleşme
Birleşik Mahremiyetler
Hacı Bayram Veli: Bir Şehrin İmarı
Ey Ahi, Şehir Kapitalizme Karşıdır
2. KUTSALIN BETONLAŞMASI
Kutsalını Unutan Kent
Şehir, Mahalle ve Kent
Kent, Şehir ve Modernleşme – Göğe Yükselen Konut İdeolojisi
Kent Bir Zindandır
Kent ve Anti-Kapitalizm
Kentin Durdurulması
Kentin Ölümü
Kentleşme, Kapitalizm ve Madunların Öfkesi
Mahremiyet-Mekan-Kentleşme
3. EVİ KURMAK
Ev Nedir? Konut Nedir?
Türk Evi: Kimse Kimseyi Kirletmiyor
Türk Evi’nin Edebi
Hayriye Ünal’ın Nazarından Necatigil’in Evler Şiiri
Orta Halli Osmanlıların Evi ve Mahallesi
Kapitalizme Karşı Mahalle
Osmanlı Mahallesinden Günümüze
Aile ve Kentleşme
4. SEKÜLER KAFESLER – İLAHİ HAKLAR
Haklar ve Yasalar Hakkında
Haklarımız 1: Manzara Hakkı
Haklarımız 2: Emniyet Hakkı
Haklarımız 3: Yürüyüş Mesafesi Hakkı
Otomobil ve Kent
Bayram Kent ve Otomobil
Kutsal Otomobil
Bir Sömürgeleştirme Olarak Futbol
Olimpiyat İstanbul
Post-Endüstriyel Kafes
Kentleşme, Ulus-Devlet ve Sekülerizm
5. ESNAF – SUFÎ VE FIKIH ŞEHRİNİ KURACAK
Metro’da Cuma Kılmak
Cum’a ve Şehir
Uygarlığın Engellenemez Yayılışı ve Medeniyet
Uygarlık Batı ve Fıkıhla Yaşamak
Ahi Var İken Yort Savul: İşçi İmal Etmek
Sufi – Kent ve Bereket
Şehir ve Sufi
Derviş ve Cemaat
Esnaflaşma Hareketi
Modern Devirde Melami
Dindarlık-Kapitalist İç Çelişkiler
6. KENT İSYANINI DÖNÜŞTÜRMEK
Kentsel Devrim & Asi Kent: Henri Lefebvre & David Harvey
AVM – Kapitalizm ve Ahilik
Anadolu’nun Dini ve Laikliği
Kapitalizmin Dönüşümü ve Anadoluculuk
Anadolu’da İktisadi Çatışma: Kent ve Toprak
Ahilik- Köylülük 1
Ahilik- Köylülük 2
7. MEDİNE’NİN (ŞEHRİN) İNŞASI
Kapitalist Toplumda Yaşamak
Medine (Şehir) 1
Medine (Şehir) 2
Plütonomi-Prekarya-Occupy
ŞEHRİ YENİDEN KURMAK
Z Ddergisi İle Röportaj
Tasfiye Dergisi İle Röportaj
KİTABIN DEĞERLENDİRMESİ
Abdülkadir Aksoy, Araştırma Görevlisi, Sakarya Üniversitesi
İnsan & Toplum Dergisi, Haziran 2014, Cilt 4, Sayı 7, s. 241-244
Kent, kentleşme, kalkınma kavramları sıkça tartışılagelmekte ve bu konular üzerinden ülkelerin-toplumların gelişmişlik düzeyleri belirlenmektedir. Bu bağlamda kentleşme, Sanayi Devrimi’nden günümüze değin sürekli yükselen seyir izlemiştir. Çünkü Sanayi Devrimi ve kapitalist sermaye birikimi ile birlikte kırdan kente göçler hızlanmış ve modern kentleşmeler oluşmaya başlamıştır.
Lütfi Bergen, aslen hukukçu olmakla beraber, ticaretle uğraşmış ve bu sırada da değişik konularda makaleler ve kitaplar yazmıştır. Bergen medeniyet, ahlak, din-iktisat ilişkisi, kent-şehir gibi konularda çeşitli dergi, gazete ve diğer platformlarda yazılar ve kitaplar neşretmiştir. Bergen eserini, Türkiye’deki kentleşme sürecini “bize ait olmadığı” tezinden yola çıkarak yedi bölümden oluşturmuştur. Kentleşme sürecinin en temelde modernite ve kapitalizm ile ilişkisinin sorgulanması gerekliliği kitaptaki temel vurgulardan birisidir. Bu sorgulamalar ile Bergen nihayetinde kentin şehir olmadığı, uygarlığın ise medeniyet olmadığı çıkarımına varır. Bergen bu ayrımı kitapta sıklıkla vurgular medeniyet-uygarlık ile şehir-kent kavramlarının birbirinin ikamesi olmadığını ifade eder.
“Kentler değerlerimizi öldürmektedir, modern kent ölüler diyarıdır.” (s. 54) ifadesi ile Bergen, kentlerin beraberinde getirdiği olumsuzlukların haberini vermektedir. Bu olumsuzlukları iki temel başlıkta toplamak mümkündür; ilk olarak kentleşme Türk değer yargılarında çözülme ve bozulma oluşturmuştur. İkincisi ise, kentleşme bazı baş edilemez ekonomik sorunlar üretmiştir. Bergen eserinde kentlerin büyümesinin bu iki sorunu daha da girift kıldığını belirtmektedir.
Kentleşmenin ve büyük kentlerin ortaya çıkması ile sanayi toplumunun oluşması beraber düşünüldüğünde bu süreç tüketim toplumunu meydana getirmiştir. Bu durum ise kentlerin sosyal bağları artırmasının aksine akrabalık, aile ve mahalle gibi aidiyetleri büyük oranda zedeleyerek ortadan kaldırmaktadır. Yine kentleşme olgusu dinin kent merkezindeki konumunu değiştirerek toplumsal alandan dinin soyutlanmasını gerçekleştirmiştir. Ayrıca sanayileşmenin beraberinde getirdiği çalışma hayatı kentlerdeki bireylerin yabancılaşmasını ortaya çıkarmıştır. Bu sebepledir ki “seküler kafes” olarak kentler, İslam şehirlerinin aksine değerlerin bizatihi yaşamın içerisinde yer almasına izin vermemektedir.
Öte yandan kentler, ekonomik tahribata da yol açmıştır. Bergen bu durumun görüldüğü alanların tespitini birkaç alanla ifade eder. Bunlardan ilki, hızlı göç ve bunun neden olduğu altyapı, konut, ulaşım, eğitim ve sağlık alanlarındaki taleplerdir. Bu talepler Türkiye’nin ekonomide ithalata dayalı olmasını da doğurmuştur. Kentleşmenin ekonomik hasarlarından ikincisi kentlerin dikey olarak genişlemesi/yükselmesi sebebiyle oluşan pahalılıktır. Bununla birlikte kentlerde oluşan aşırı bireysellik ve yabancılaşma, değerlerin çözülmesini beraberinde getirerek yalnızlığın ve suçluluğun giderilebilmesi için yeni kurumlar oluşmasını gerekli kılmıştır. Bu kurumsal maliyetler kentleşmenin menfi yansımasından başka bir şey değildir. Son olarak kentler konutların pahalılaşmasına neden olarak da sakinlerine ilave maliyetler yüklemektedir.
Bergen’in eserinde vurguladığı önemli bir nokta da kentlerin toplumsal mekân hafızasından yoksun bireyler oluşturmasıdır. Çünkü konutların ortalama ömrü 40 yıla kadar düşmüştür. Bu durum mekân üzerinden kuşaklar arası değer aktarımını ortadan kaldırmaktadır. Modern ve gösterişli konutlar yapmak adına her kentleşme yasası ile bu gün yaşadığımız kentlerden daha da uzaklara gidildiği fark edilmemektedir. Böylelikle oluşan modern rasyonalist AVM kültürü Müslümanları mahallesinden ve toprağından sürerek mekânı ve tarihi olmayan bireylere dönüştürmektedir (s. 294).
Yazar, kentlerin bu yıkıcı ontolojik duruşunun İslam şehirlerinde olmadığı bahsini tekrar tekrar belirtmektedir. Çünkü Bergen’e göre İslam şehirlerinin iki ana unsuru, din ve esnaf kurumlarıdır. Bu bağlamda şehir medeniyeti, kapitalizmin meydan okuması olarak bu iki unsuru feodalizmin değeri olarak kente dönüşmesi gerekliliği sürecinde aşınmıştır. İslam şehir tarihleri incelendiğinde mahallelerin merkezinde cami ve bedestenler bulunmaktadır (s. 68). Böylece merkezine dini ve esnafı konumlandıran şehir medeniyeti, kendi değerlerine yabancılaşmayan toplumsallık üretmiştir.
Eserde, İslam şehrinin toplumsallaşmayı işlevselleştiren fiziki yapıda inşa edilmesi önemli bir bakış açışını yansıtmaktadır. Yazara göre İslam şehirlerinin temelini oluşturan fiziki unsurlar cami, pazar ve darü’l imare’dir. Şehir bunların etrafında dairevi şekilde örgütlenir ve otonom yapılanmalara dönüşürdü. Kendine özgülüğün sağlanmasında kuşkusuz mahallenin önemli bir etkisi bulunmaktadır. Ama önemli bir nokta da camilerin bugünkü anlamıyla sadece ibadet edilen yerler olmayıp aynı zamanda toplumsal sorunlar ve çözümleri için de toplanılan bir yerdir. Yine çarşı bedesten türü yapılanmalar da esnaf ve zanaatkârlardan oluşan ve çoğunlukla aynı mesleklerin yakın yerleşmeleri şeklindeki bir pazar sistemi de bu otonom yönetimin oluşmasında etkilidir (s. 351).
Bergen bu noktada Ahilik teşkilatına büyük önem atfederek onun ekonomik ve sosyal alanı düzenlediğini ifade etmektedir. Usta-çırak ilişkisi sadece mesleki eğitim değil aynı zamanda ahlaki eğitimi de kapsar. Bu sebeple Ahilik çocukların ve gençlerin “aylak” olmasının önünde set kurar. Ayrıca özellikle Osmanlı şehirlerinde esnaf ve sanatkârlar arasındaki ilişki dinî inanç ve değerler içkin olduğundan dinî sınıf ile ticaret kesimi arasında bir ayrışma oluşmamıştır (s. 69). Fakat bu durum Türkiye’nin kapitalistleşme sürecindeki ticaret-değer ayrışması kentlerin de bu durumun taşıyıcısı konumuna bürünmesi evresine geçişi beraberinde getirmiştir. Yazar eserinde Ahiliği medeniyet inşasında çok önemli görerek adeta “modern zaman Melamiliği” (s. 282) oluşturmaya çalışır.
Bergen’in kapitalizm, modernizm ve Batı karşıtı şehir medeniyeti sorgulaması Türkiye’deki İslamcı ve muhafazakâr düşünceden ayrılmaktadır. Bergen, İslamcı ve muhafazakâr siyasi partilerin ve düşüncelerin aslında Batı karşıtı söylemlerine rağmen kalkınmacı düşüncelerinden dolayı Kemalist düşünceden farklı olmadığını söyler. Bu minvalde Milli Görüş hareketinin de bu konudaki yaklaşımının yine Batılı ilkeler ve yöntemlerle Batı’yı alt etme üzerine temellendiğini ileri sürmektedir. Bergen istisnai olarak Anadoluculuk düşüncesinin ve özellikle Nurettin Topçu’nun fikirlerinin Anadolu şehri oluşturmada kilit rol oynayacağını iddia etmektedir.
Mahalle olgusu Bergen’in eserinde kilit kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü mahalle; üretim sahasıdır, vergi birimidir, yönetim birimidir, eğitim birimidir ve toplumsal kefalet oluşturur (s. 163). Bu bağlamda şehir aslında değer üreten dişil nitelikte iken kent aileyi ve kadını farklılaştırdığından dolayı erildir (s. 361). Bu niteliklerinden dolayı mahalle kapitalist gettolaşmanın en önemli engelleyicisidir. Osmanlının yıkımı ile sonlanan mahalle sistemi günümüzde mezkûr görevlerini yerine getirememektedir.
Yazarın “Seküler Kafeslerdeki İlahî Haklarımız” başlıklı bölümdeki haklar başlıkları çalışmanın sadece eleştiriden ibaret olmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Haklar bahsinde konu edilen ilk hak manzara hakkıdır. bu bağlamda yazar özellikle apartman kültürünü eleştirerek gökdelenlerin “gölgesinde” kalan evlerin mülkiyet hakkının zedelendiğini ifade eder. Kapitalizme, “Gökdelenlerinle gölge etme başka ihsan istemez.” diyerek manzara hakkının müdafaasını önermektedir. İkincisi emniyet hakkıdır. Emniyet hakkı bireylerden öte devlete yöneliktir. Özellikle geleneksel Türk evlerinde ev mahrem alandır ve devlet bunun korunmasını sağlamakla yükümlüdür. Son olarak üçüncüsü yürüyüş mesafesi hakkıdır. Böyle bir hakkın olmadığının söyleneceğini dile getiren yazar bunu şu şekilde temellendirmektedir: bu hak devlete karşı Müslüman toplum perspektifi ile dile getirilmiştir. Bu bağlamda modern kentler insanların yürüyebilmelerini neredeyse imkânsız hâle getirmektedir. Çünkü bütün tasarımları otomobil üzerinden oluşmaktadır. Bu otomobil düşkünlüğünü yeni emperyalizm olarak gören yazar, herkesin iş yerine yakın eve sahip olmasıyla otomobil, petrol ve lastik gibi büyük harcama kalemlerinin yok olacağını iddia etmektedir (s. 189-198).
Bergen eserini modern kentleşmecilik eleştirisi üzerinden yürütmektedir. Ancak akla “Eleştiriden ötesi var mı?” sorusu takılabilir. Bu noktada yazar, modernleşmeyi eleştirmenin antitez olarak adlandırılmaması gerektiğini belirtir. Batı’daki kentsel hareketlerin gelişiminin kent modeli oluşturduğunu, İslam’da ise şehrin bundan farklı olduğunu belirtmek en azından ayrıştırma yapmak demektir. Fakat Bergen’e göre buradaki asıl mesele dile getirilen eleştirilerin çözümsüzlüğü değil Müslümanların birey felsefesinden kendisini kurtarması yönündeki belirsizliklerdir. Yazar bunları çözümsüzlük olarak görmenin Müslüman toplum olmayı göze alamayan kentte kalmakta ısrarlı Müslüman tefekkürünün şizofren yapısından kaynaklandığını dile getirmektedir (s. 334-335).
Buradan hareketle yazar İslam şehri oluşturabilmek adına “Ne yapmalı?” sorusuna birkaç maddede karşılık vermektedir. İlk olarak mevcut mahalleler dernek/vakıf hâline gelerek her evi bir hane olarak tescillemelidir. İkincisi, mahalle sakinleri mahallenin düğün evi, cenaze evi, toplantı salonu, kütüphane vd. hizmetler için para toplamalı ve bir sosyal alan inşa etmelidir. Üçüncüsü, evsiz ailelere konut tahsili yapılmalıdır. Dördüncüsü, mahallede yeşil alan, park, sera olmalıdır. Beşincisi, mahalleyi kayyım ya da hakem yönetmelidir. Altıncısı, mahallede bekçi olmalı ve mahallenin emniyet ve huzurunu sağlamalıdır (s. 358).
Bergen’in eserini inşa ettiği ti temel dinamikler modern kentleşmeye dayalı uygarlığın, İslam şehir medeniyetinden farklı olduğu tezidir. Her ne kadar bu tez önceleri değişik kişiler tarafından iddia edilmiş ise de Bergen bu eleştirilerin sonunda ortaya atılan önerilerinde yine kalkınmacı ve Batıcı olduğunu iddia eder. Bu bağlamda eserin alternatifi, çok genel hatlarla Nurettin Topçu’nun fikirleri etrafında oluşmaktadır. Tabi ki eser tek başına modern kentleşmeciliğinin ve konut politikalarının oluşturduğu tüm sorunları çözme iddiası olarak görülemez. Kaldı ki bu kentleşmecilik fikri Türkiye’de TOKİ gibi üst bir kurum tarafından sürekli yineleniyorken bu durum daha da güçleşmektedir. Bergen’in kentleşme üzerine söylemleri, daha çok kentleşmenin mevcut değerler dizisi üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda, kapitalist kalkınmanın taşıyıcısı olduğu söylenen mevcut kentleşme anlayışının alternatifi olarak sunulan “şehir-medeniyet” yaklaşımının çok muğlak göründüğü söylenebilir. Bu muğlaklığın, kentleşmeye yönelik eleştiriyi değersiz kılmamakla birlikte yeni bir paradigma olabilmenin de uzağında olduğu düşünülmektedir.
Modern kentleşmecilik, kapitalist dalga ve küreselleşme süreçleri ile birlikte tüm yerel değerleri altüst ederken Müslüman şehir medeniyeti kurma fikri romantik görülebilir. Fakat yıkıcı kentleşmenin tahribatı hakkında düşünürken bu türden birbirine alternatif görüşlerin varlığı, çözümü daha yerli kılma olanağı tanıyabilir. Zaten yazar daha kitaba başlamadan, kitabın amacının “kapitalizme karşı direnen Müslüman adama/kadına mekân algısı oluşturmak” olduğunu belirterek eserini bu algının arayışında olanlara ithaf etmiştir.