Kendi Kaleminden Sennur Sezer
“(…) 12 Haziran 1943 tarihinde doğdum. Eskişehir’de… Babam, Devlet Demiryolları teknisyenlerindendi. Çalıştırılırken işçi, ücreti ödenirken memur sayılanlardan. Fazla çalışmaya zorunlu ama örgütlenmesi yasaklı olanlardan. Annem, bana ve kardeşlerime okumayı evde öğretmeyi başaracak; şiire, müziğe düşkün biri. 1959 yılında lise 2. sınıfta, yıl sonu yaklaşırken, tersanedeki işi bulup, sınava girip öğretimimi bıraktım. Ailemin sonradan haberi oldu. Okumayı sevdiğim için şaştılar da. Düşlediğim eğitim dalının gerektirdiği para, lisenin bana artık verecek bir şeyi kalmadığına inanç, para kazanırsam daha özgür olabileceğim kanısı, bu kararda rol oynadı. Ailemle bunları tartışamazdım. Daha küçük bir okulda dikkati çekecek, velimi çağırtacak davranışım, bürokrasisi kalabalık bir lisede kaynadı. Öğretmenlerim benimle ancak lise bitirmelere girdiğimde konuşabildiler, liseyi yarım bırakma nedenlerimi.
(…) İlk şiirim, ben lise sıralarındayken yayımlandı; 1958’de. 1964’te Sosyal Adalet dergisinde yayımlanan bir şiirim, Hüseyin Cöntürk’le Asım Bezirci’nin tartışmasına yol açtı. İçerik-biçim tartışmasının zamanı gelmiş olmalı. Tartışma büyüdü. Ve TİP’li arkadaşlarımın para koymasıyla ilk kitabım yayımlandı: Gecekondu. İkinci kitabım Yasak 1966’da, yine bir arkadaşın kurduğu yayınevinin şiir dizisinin ilk kitabı oldu: Bülent Habora’nın Habora Yayınları’nın… 1967’de Öykücü-Yazar Adnan Özyalçıner’le evlendim. İyi arkadaşımdı. Sonradan işe aşk da karıştı. İki çocuğumuz, bir torunumuz var. Evlilik ve arkadaşlık sürüyor. Ben, hem şiirimi geliştirip değiştirmek, hem başarılı genç öykücü Adnan Özyalçıner’in eşi görüntüsünden kurtulmak için üçüncü kitabımı oldukça geç yayımladım; 1977’de. Direnç… Şiirimdeki “kadın” imgesi de belirginleşti. Çalışan bir kadının, bir kadın işçinin günlüğü sayılabilir şiirlerim.
Yunanca, Almanca, Sırpça, Makedonca, Türk şiiri antolojilerinde şiirlerim var. İngilizce Türk şiiri seçmelerinde, Hollanda dilinde yapılmış Dünya Kadın Şairler derlemelerinde de. Rusça ve İtalyanca da kimi şiirlerimin çevrildiği dillerden. 1991 Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı birinciliğini Adnan Özyalçıner’le birlikte yazdığımız Keloğlan ile Köse aldı. İnsan Hakları Derneği kurucu üyelerindenim. Emek Partisi girişimcilerinden. Emekliyim. 10. dereceden. Zorunlu emekli oldum, eşim Adnan Özyalçıner, Türkiye Yazarlar Sendikası yöneticilerinden olarak yargılanırken… Pek çok dergide ve gazetede yazıyorum. Evrensel’de de… Haftanın bir-iki gününde. Başka anlatılacak ne var ki? Daha güzel bir dünya istiyorum. Bütün emekçi kadınlar, bütün gerçek yazarlar gibi…“
Evrensel Gazetesi, Kasım 1995
İFADEMDİR
Evliyim
İki çocukluyum
Ozanım
Düzeltirim
Çocuklarımdır
Bütün çocukları dünyanın
Evet kaygılıyım
Çocuklarım için
Korkmasınlar isterim
Çalınışından kapının
Saygılıyım kurallara
Bu yüzden kurallar
Saygılı olsun isterim
İnsana
Evet ozanım
Çocuklarımdır
Bütün çocukları
Dünyanın
…….
İnsanın insandan korkmasına karşıyım
İşte bunun içindir
Bütün yazıp
Altına imza attıklarım
KİRLENMİŞ KAĞITLAR
Bilir misin bekleme salonlarını küçük istasyonların?
Akşam saatleri, uzak İstanbul’a, Ankara’ya,
Dünya’ya birden iner karanlık. Ve üstüne sinmiş is
kokusuyla, hep geç kalırsın artık.
Uykusunu alamamış beden, acımış yağ ve
tanımadığın bir koku ortalıkta. Belli ki çoktan gelip
gitmiş posta. Ve ışık ışık geçen hızlı tren durmaz
bu aralıkta. Geç geldin.
Bir söylentiyle büyütülür herkes: “Gündönümü
şenliklerin ateşleri sönmeden geri döner
zemheri. Tipiye karışır erkenci çağla, çiğdem…
Savrulur erik çiçekleri. “Boy atamayan ahlat
yineler: “Geri döner zemheri…”
Ve tadını kalın kabuklar ardına saklar…
Kadınlar, ki yoklukları farkedilir olsa olsa. Kadınlar,
bir yazma, bir renk, bir devinim… Karıncalar kadar
olağan… Payları karıncalar kadar hayatta.
Göçerler, trenleri tanımadan. Selvisiz ve söğütsüz
bir ıssızda, katar katar gece taşları.
Bekleme salonları. Ucuz tütün, mektup torbası ve
bir öykü: cılız ışığıyla. Susuz ve ışıksız köylerin
kapısı. Dünyayı bir durak sayanlara, örnek:
“Budur payına düşen. Bekle…”
Ve gökte gecikmiş bir turna katarı.
Bilir misin bekleme salonlarını?
II
Gül desem gocunur musun, her gördüğüm çiçeğe.
Her dikeni gül saysam… Böyle kıraçlar varmış,
dinledim: Gül diye adlandırırmış her rengi,
Ve gül kokarmış ortalık. Sonra sevdanın
ulaşmadığı kuytularda, karasevda olmuş her
tanışıklık.
Ah, dilini anlamadığım kalabalık…
Suçludur erken açan ve erken geçen çiçek
Rüzgâra sinen koku. Yaban diye adlanır
utangaçlık. Hırsızlık yasak ama yağma helâl.
Kirletilmiş düşler, parçalanmış yürek…
Gülün morardığında menekşe sayıldığı…
Gülün tanınmadığı gerçek…
Ah, sesime sağır yalnızlık…
Güzle ballanacak dikenleri tanı. Dil buran
meyvelerden sakın… Ağuludur terle, kanla
sulanmayan ürün. El değmemiş bahçe,
görülmemiş düş hayretmez.
Ey adım uydurduğum koşu… Yorulmaz aşk…
Yetinmez aşkınlık.
KÖYÜNÜ BIRAKANIN AĞIDI
Gördüm
Bilirim
Gülümser cefayla ölenler
Yüktür cesetleri cellatlarına
Ve sevdiklerinden uzak
Mezarsız gömülenler
Gözleri yarı örtük
Güneşle dönerler
Kır lalelerine
Vay bana!
Sevdiklerim mezarsız
Mezarlarım ıssızdır!
Bilirim
Süsüdür saçı kadının
Uzatılır
Sevdaya, duvağa ve kefene
Örtmez aklı
Kestim örgülerimi gömdüm
Bahçeme
Duvağımın ve sevdamın
Kalsın izi
Kefenim kimbilir nerde
Değer toprağa
Ah!
Sesim bana düşman
Uykum yabandır
2012 YILI DÜNYA ŞİİR GÜNÜ BİLDİRİSİ
ŞİİR ÇAĞININ YANKISIDIR
Şiir, çağının seslerinin yankısını taşır: Kahkahalar, çığlıklar, ıslıklar… Aşk şarkılarına marşlar karışır, ağıtlara çocuk sesleri. Çok sesli bir korodur şiir, bir orkestra.
Şairler hükümdarlara övgüler yazsalar da bu sesleri şiirin orkestrasına ekleyemezler. Bir yıl geçmeden yıpranır gider o övgülerin kumaşı.
Eskimeyen, yaşamaya övgüdür, adalete, aşka. Bir de diktatörlere yazılmış alaylar eskimez, bin yıllarca.
Şairler söz ustasıdır. Anadildir ustalığın nedeni. Vay şairlere ana dilini yasaklayana. Vay insanlara şiiri yasaklayanlara! Her dilde aşağılanmalı insanın düş gördüğü dilde yazmasını, şarkı söylemesini engelleyenler. Onlar için sövgüler bile armağan sayılmalı. Adları silinmeli tarihten.
Şiir, çağının seslerinin yankısıdır. Şair bu sesleri işler olan gücüyle. Aşk şarkıları, yaşama övgüleri duyulsun ister şiirinde. Hıçkırıklar aşktan kopsun, bir ağlayış olacaksa çocuğun ilk ağlayışı olsun.
Ve kadınlar, sesleri yüzyıllardır savaşları lanetlemekten yorgun, ağıtlardan kısık, şiirler söylerler güzel günler için, rüzgâra karışır. Onlara şiir yazılmaz, yazılanlar aşka övgüdür belki.
Şiir, çağının seslerinin yankısıdır. Sokaklardan kopup gelen seslerin uğultusudur. Zafer şiirlerinde ölen askerlerin analarının ağıtı duyulur. Aç çocuk ağlayışları ve dul kadınların çığlıkları. Bu yüzden ürperir bu şiirleri okuyanlar.
Çağının seslerinin yankısı duyulur şiirde. Şiirinde güzel seslerin yer almasını isteyen şairin işi zordur. Çünkü açlığı, savaşları durdurmak için uğraşmak zorundadır. O şairlerin seslerini duyarız, çocuk seslerine kulak verdiğimizde.
SENNUR SEZER
DUR VE DÜŞÜN
Aynı ağırlığı duyar omuzlarında hamallar
Suya hasret topraklarda
Nasırlı ellerin acısı eşit
Ve kerpetenler, tornavidalar
Eş avuçlarda sıkılır sekiz saat.
Saçlardan fışkıran ter
Kasılmalar kalçalarda
Çocuklar eş acılarla doğar
Onlar, çocuklarını acısız doğururlar
Uyuyarak
İpek geceliklerle, çiçeklerle süslü
Gelin odalarına eş
Güneş, her gün onlar için doğar
Onlar için sıkılır vidalar
Ve silahlar onları korur.
Dur
Ve düşün,
Bugün ellerin temizse
Yarın da kirlenmesin
Eksilmesin bir çocuğun sütü,
Ve bir işçi
Bir patron bifteği için ölmesin
KAZILARDA BULUNMUŞ EN ESKİ BELGE
Öpücüklerden doğmamış çocuklarımız
avuçlarımızda bir tutam tuz
gözyaşlarıymış mayaları
ya da ter
“yeter bunca acı” diye haykırışımız
belki tadını bilmediğimizden balın.
Ey sözlerin efendileri
kağıtların kitapların
biraz da bizi anlatın
sabahın yakıcı ayazında
neden yürürüz
ve neden bıkmadan toplanırız alanlarda
Balı tatmayan ağızlarımızı kapatan tülbentleri
söyleyin
ve renklerin sevincine yabancı
gövdelerimizi
anlatın
yalın sözlerin yabancıları
susmayın.
Çiğdemlerin sevinci gündönümüne
ağıtlar eklemeyin
sağ verdik sağ isteriz
ter ve gözyaşıyla mayalı çocuklarımızı
verin.