Ali Rıza Avcan
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, özellikle de belediyeye bağlı İzmir Kent Konseyi’nin uzunca bir süredir kullandığı güzel bir slogan var. Belediyeye ya da konseye ait İnternet sayfalarıyla billboardlara yerleştirilip gazete ve dergilere basılan bu sloganla İzmir halkına “Katılın, birlikte yönetelim” deniliyor.
Çünkü, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan danışmanı İlhan Tekeli‘nin hazırladığı İzmir Yönetişim Modeline göre halkın belediye kararlarına katılımı ve bunun için gerekli olan mekanizmaların oluşturulması isteniyor.
Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 dönemi Stratejik Planında da katılımcı ve paylaşımcı yönetimin, belediyenin temel çalışma ilkelerinden biri olduğu söyleniyor.
İlhan Tekeli‘ye göre İzmir Yönetişim Modelinin olumluluk yüklediği en önemli değer ya da amaçlardan biri katılımcılıktır.
“Bu kavramı, şemsiye nitelikli çok boyutlu yaşam kalitesi kavramının önemli boyutlarından biri olarak görmek olanaklıdır.” (1)
O nedenle, “olanaklı olan her durumda bir toplumun üyeleri siyasal sürece dahil edilmelidir. Ama, her dört ya da beş yılda yapılan seçimler yurttaşların yönetime katılmasını gerçekleştirmekte yetersiz kalmaktadır. Katılımcılık iddiası taşıyan demokrasiler yurttaşlarının yönetmeye ve yönetilmeye aktif bir katılımının gerekliliğini savunurken, yalnız seçkinlerin etkin olduğu siyasal süreçlerin sürekli bir demokrasi açığı yaratacağını belirterek, tüm yurttaşların siyasal süreçte aktif olmasını sağlayan bir siyasal kültürün içselleştirilmiş olmalarının önemine değinirler. Yurttaşlar ancak bu tür bir deneyimle yurttaşlık sorumluluğunun bilincine varabilecekler, farklılıkları hoş görmeyi ve onlarla baş etmeyi öğrenebileceklerdir.” (2)
İlhan Tekeli tarafından yazıya dökülen bu sözler, hepimizin kabul ettiği çok güzel ve doğru sözler… Hele ki ülkemizin yetiştirdiği ve herkesin saygı duyduğu usta bir akademisyenin kaleminden çıkmışsa… Onun yazdıkları ve söyledikleri, İzmir’de yaşayan ya da yaşamayan herkesi etkilediği için çoğu kez İzmir’deki işlerin yolunda gittiği gibi izlenim yaratıyor.
O nedenle sanılıyor ki, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve onun bileşeni olan İzmir Kent Konseyi gibi oluşumlar değerli akademisyenin çizdiği yol haritası içinde herkesi, İzmir halkını samimi bir şekilde yönetime katılmaya davet ediyorlar ve bu işi gerçekten iyi bir şekilde gerçekleştiriyorlar.
Oysa uzunca bir süredir anlatmaya çalıştığımız gibi, bu iş hiç de anlatıldığı ya da yazıldığı gibi gerçekleşmiyor.
Evet, ilk bakışta ortada bir katılım eylemi varmış gibi geliyor insana… Bu eyleme de da “katılım süreci” adını veriyorlar… Bunu gerçekleştirmek amacıyla konuşulacak ya da danışılacak bir durum olduğunda veya böyle bir izlenim yaratılması istendiğinde, ellerindeki “hoşa gidip kabul gören” katılımcı listeleri üzerinden çağrılar yapıp bir takım insanları bir araya topluyorlar.
Çağrılıp davete icabet edenler çoğu kez belediye başkanının bulunmadığı bir ortamda danışmanlarla ya da belediye bürokratlarıyla muhatap olup ellerinden geldiğince bir şeyler anlatmaya, görüş, düşünce, öneri ve eleştirilerini iletmeye çalışıyorlar.
Ama yine de, o çalışma sonucunda yayınlanan resmi belgelerde adları yazılı olmakla birlikte söylediklerinin, yazıp verdiklerinin yer almadığını, danışmanlarca daha önceden hazırlanan bu raporlarda daha çok önemsenen kişilere ait görüşlere yer verildiğini görüyorlar.
Kısacası, uğruna uzun uzun raporlar, kitaplar yazılan “katılım” konusunda çoğu samimi katılımcıyı aldatan bir oyun oynanıyor. Katılıyorsunuz, çabalayıp görüşünüzü iletmeye çalışıyorsunuz ama sonuçta sizin görüşleriniz değil; o konu ile görevli danışmanların önceden yazdığı çerçeve taslaktaki görüşleri destekleyen önerilere yer verildiğini görüyorsunuz. Çünkü çoğu kez sizin söyleyip yazdıklarınız, danışmanın yazdıklarını ya desteklemiyor ya da ona ters düşüyor…
O nedenle de yaptıkları işlerde aslında gerçek bir katılımı arzulamadıklarını fark ettiğinizde hevesiniz kırılıyor ve bu işlerden yavaş yavaş ayağınızı çekiyorsunuz.
Ne var ki, İzdeniz grevinin sonuçlandığı 5 Ağustos 2017 tarihinde Hürriyet Gazetesi muhabiri Elif Demirci‘nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile yaptığı söyleşiye ilişkin haberde, belediye başkanının söylediği bir sözün aslında bütün bu aldatıcı süreci çok iyi açıkladığını ve belediye başkanının katılımdan ne anladığını net bir şekilde görme fırsatına sahip olduk.
Gazetede yazılı habere göre, 80 işçinin işten çıkarılması nedeniyle DİSK’in karar alıp daha sonra ertelediği iki saatlik iş bırakma eylemi için belediye başkanı Aziz Kocaoğlu net bir şekilde “Belediyeyi sendika idare etmeyecek. Ben nasıl sendikanın işine karışmıyorsam onlar da belediye yönetimine karışmayacak“ demiş. (3)
Oysa 2005 yılında kabul edilen 5393 sayılı Belediye Kanununun kent konseyleriyle ilgili 76. maddesine göre belediyelerin, her biri ayrı bir sivil toplum kuruluşu olan dernek, vakıf, meslek odası ve sendikaları “kent yaşamında; kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmek” amacıyla kent konseylerine davet etmesi ve onların kent konseyleri eliyle kentin yönetiminde söz sahibi yapması yasal bir zorunluluktur.
Ayrıca 2015 yılından bu yana İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin temel örgütlenme ve çalışma ilkesi haline gelen küreselleşmeci neo-liberal kapitalizmin ürünü olan “yönetişim zihniyeti“ne göre, kentin; dolayısıyla belediyenin, belediye, sivil toplum ve özel sektör üçlüsünün oluşturduğu işbirliği içinde yönetilmesi gerekiyor.
Bunu, hem İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 dönemi Stratejik Planı emrediyor, hem de bu planın hazırlanmasında etkili olan başkan danışmanı İlhan Tekeli söylüyor.
Bu anlamda, İzmir Kent Konseyi üyesi sendikaların; yani sivil toplumun belediyedeki işlerinden atılan işçileri desteklemek amacıyla girişimlerde bulunması ve eylemler yapması, “yönetişim zihniyeti” çerçevesinde kendilerinden beklenen kentin hak ve hukukunun korunması, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma, hesap verme ve katılım görevlerinin gereği; ayrıca mensup oldukları sınıfın uluslararası dayanışma ve kardeşliği çerçevesinde yapmak zorunda oldukları hukuki, insani ve sınıfsal görevleridir.
Bu olay nedeniyle ortaya çıkan, “senin dükkanın, benim dükkanım” zihniyeti ile “herkes kendi işine baksın, senin benim işime karışmana izin vermem” anlayışıyla aslında bugüne kadar çok dillendirilen yönetişim ve katılım düşüncesinin henüz anlaşılıp içselleştirilmediğini, bunun sadece ve sadece herkesin kendi dükkanından sorumlu olduğu “küçük esnaf zihniyeti“nin bir tezahürü olduğunu düşünüyor ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni gerçek anlamda katılımcı demokrasinin ruh ve gereklerine uygun davranmaya çağırıyoruz.
(1) Tekeli, İlhan; “İzmir Yönetişim Modelinin Temel Değerleri/Kavramları Konusundaki Konuşmalara Giriş“, s. 6
(2) Tekeli, İlhan; “İzmir Yönetişim Modelinin Temel Değerleri/Kavramları Konusundaki Konuşmalara Giriş“, s. 8
(3) “23 Günlük grevin perde arkası“, Hürriyet Gazetesi, 5 Ağustos 2017, Elif Demirci