Ali Rıza Avcan
Uzun bir zamandır İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin İzmir‘deki devlet ve vakıf üniversiteleriyle ilişkilerini izliyorum…
Bir zamanlar, kentteki her üniversiteden eşit ve dengeli bir şekilde yararlanma düşüncesinin zaman içinde nasıl “bizim ve onların üniversitesi” kutuplaşmasına dönüşerek, bilimin ve bilim insanlarının bile bu ötekileştirip düşmanlaştıran fanatizme evrilmesini ibretle izliyorum.
BU çerçevede, İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Ahmet Piriştina zamanında Dokuz Eylül (DEÜ) ve Ege (EÜ) üniversiteleriyle İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) öğretim üyelerinin hem başkanlık, hem de İzmir Yerel Gündem21 düzleminde nasıl bir araya geldiklerini, nasıl birlikte çalıştıklarını gayet iyi hatırlıyorum.

2009’dan bu yana belediye cephesindeki değişimler…
Ne olduysa oldu; her şey Aziz Kocaoğlu‘nun 2009-2014 yılları arasına rastlayan hizmet döneminde, bu kente “başkan danışmanı” sıfatıyla gelip, 1989’dan bu yana diline doladığı “yönetişim” hayaliyle “İzmir Yönetişim Ağı“nı kurmaya soyunan, bu amaçla arkasına aldığı belediye başkanın gücü ve bir grup rant düşkünü sermayedarla kendi akademik cemaatinden gelen akademik unvanlı üniversite hocalarının marifetiyle, kamu yararına aykırı neoliberal bir rüzgar estiren Prof. Dr. İlhan Tekeli‘nin ortaya çıkışı ile oldu.

Çünkü İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)‘de inşaat mühendisliği alanında lisans eğitimi alıp Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)‘nde şehir ve bölge planlaması alanında doktora yapan ve ardından aynı üniversitenin Şehir ve Bölge Planlama Bölümü‘nde öğretim üyesi olarak çalışan Tekeli, beraberinde getirdiği ya da bu kentte bulduğu ODTÜ mezunu ya da halen akademisyen olarak çalışan kendi arkadaş ve öğrencilerinden oluşan akademik cemaati öne çıkararak ve bu cemaatin merkezine kendisinin kurduğu İzmir Akdeniz Akademisi‘ni oturtarak ve Aziz Kocaoğlu‘nu, “İzmir Modeli” adını verdiği çalışmasıyla teorik anlamda onu parlatmaya çalışarak bu kentteki üniversiteleri dışlayan; hatta onlara alternatif farklı bir iktidar alanı yaratmaya çalıştı. Tabii ki bu akademik cemaate, DEÜ, EÜ ve İYTE gibi devlet üniversiteleriyle yeni kurulmuş olan Yaşar Üniversitesi ve İzmir Ekonomi Üniversitesi gibi ticarethanelerdeki rektörlerin iznini ya da Tekeli‘nin icazetini alarak katılanlar, özellikle aynı disiplinden gelen akademisyen şehir ve bölge plancıları da oluyordu.

Ayrıca Tekeli oldukça bilinçli bir şekilde kendi akademik cemaatini yerleştirdiği İzmir Akdeniz Akademisi‘ni, kentteki bazı sermaye gruplarını davet ederek kurduğu İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu (İEKKK) ve onun uygulama ayağı olarak tasarlayıp kendisinin de ortak olduğu TARKEM‘le ilişkilendirerek kafasındaki “İzmir Yönetişim Ağı” hayalini gerçekleştirmeye çalışıyordu.
Bu dönem ayrıca üniversite kaynaklı akademik şehir ve bölge plancılarının kentin üst yönetimine yerleşip her şeye egemen oldukları bir dönemdi. Halen izlerine rastladığımız bu dönemin ilk günlerinde her biri “şehir plancısının duayeni” olarak ünlenen İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Prof. Dr. İlhan Tekeli, İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Dr. Buğra Gökçe, Genel Sekreter Yardımcısı Eser Atak, Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu ve diğerleri İzmir‘in bugünü ve geleceği konusunda birçok çalışmalar yaptılar… Artık bundan böyle İzmir‘i üniversitelerde ve TMMOB Şehir Plancıları Odası‘nda görev yapmış bu şehir plancıları yönetiyor, kendi anlatımlarıyla kırk tilkinin kır kuyruğunu birbirine değdirmeden her biri “farklı katmanlarda” çalışıyor, kimse birbirinin yoluna çıkıp işine engel olmuyordu… Gören bilen de İzmir‘in bu ehil insanlara terk edildiğini, bu kadar planlamacı bolluğunda İzmir‘in ülkenin en planlı, dirençli ve sağlıklı kenti olacağını sanıyordu…

Gelelim AKP iktidarından yana devlet üniversitelerine…
İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin üniversitelerle kurduğu ilişkilerde dikkati çeken diğer bir husus da, Tekeli‘nin orkestra şefliğini üstlenip kurduğu kendi akademik cemaatine kimin girip kimin giremeyeceğini belirleyen tavrı yanında, her geçen gün AKP iktidarının emrine giren üniversitelerdeki bazı akademisyenlerin “döner sermaye projeleri” eliyle CHP‘li belediyelerle ilişki kurup para kazanmalarını kontrol edip gerektiğinde onları engelleyen ya da bin bir nazla izin veren yandaş rektör ya da dekanların CHP‘li belediyelere karşı olan tavrıydı. Bu anlamda, gün geçmiyor ki, üniversite yönetimine yakın bazı akademisyenler yöneticilerin den aldıkları talimatla deprem, körfez kirliliği ve orman yangınları gibi konularda belediye yönetimini ters köşeye yatıracak beyanatlar veriyor, İzmir Körfez Geçiş Projesi gibi büyük projelerin araştırma ve analizlerini üstleniyor; böylelikle, DEÜ rektörü Nükhet Hotar örneğinde olduğu gibi adeta AKP‘nin kentteki temsilcileri gibi davranıyorlardı.
Diğer taraftan da kentte yeni kurulmuş Yaşar, İzmir Ekonomi ve İzmir Katip Çelebi gibi üniversitelerle Fethullah Gülen Cemaati‘nin elindeki Gediz ve İzmir üniversiteleri de belediye başkanlarıyla bürokratlarını yüksek lisans ve doktora programlarına kabul ederek; hatta, Sema Pekdaş gibi belediye başkanlarını reklamlarında kullanarak belediyelerle ilişki kurup onları kazanmaya ve onların imkanlarından yararlanmaya çalışıyorlardı. Gediz Üniversitesi‘nin yüksek lisans programına devam eden Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş ile İzmir Katip Çelebi Üniversitesi‘nin tezsiz yüksek lisans programından mezun olan Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar ile şahsen tanıdığım diğer belediye bürokratları bu son olayın en iyi örnekleridir.
Bu siyasi çekişme ve zıtlaşmanın sonucunda ortaya birbirine düşman, birbiri aleyhine çalışan iki ayrı yapı çıkmıştı: Bir yanda AKP iktidarının kontrol ettiği DEÜ ve EÜ ile Fethullah Gülen Cemaati‘nden devralınıp ismi değiştirilen İzmir Demokrasi ve İzmir Bakırçay üniversiteleriyle sağcı kadrolar marifetiyle kurulan AKP egemenliğindeki İzmir Katip Çelebi Üniversitesi., diğer yanda da CHP‘li İzmir Büyükşehir Belediyesi ve çoğu CHP‘li olan ilçe belediyeleri…
Artık bundan böyle İzmir‘deki devlet üniversitelerinin akademisyenleri CHP‘li İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin kapısından içeri girmiyor, giremiyor, girmeye kalktıklarında ise ya başka isimler üzerinden üniversitelerin döner sermayelerini kullanarak giriyor ya da kelle koltukta disiplin cezası almayı göze alarak işe soyunuyordu.
Oysa her iki tarafın dilindeki “iyi yönetişim” zihniyeti, belediyelerin ve üniversitelerin sivil toplum ve özel sektörlerle birlikte bir “konsensus” ya da “oydaşma” içinde çalışması gerektiğini söylüyordu! Ama neoliberal “yönetişim” zihniyetinin bayraktarlığı yapan YÖK üniversiteleri bunu hayata geçirmiyor; daha doğrusu geçirmek istemiyor, geçiremiyordu…

Ama bunun tek bir istisnası var: İzmir Yüksek Teknolojisi Enstitüsü ile onun muhterem rektörü Prof. Dr. Yusuf Baran ve Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu‘nun ekip liderliğindeki mimarlık ve şehir plancılığı bölümünün akademisyenleri… Onların arkasında da, bir zamanlar pek revaçta olan sanayi-üniversite işbirliği çerçevesinde kurulan İzmir Teknoloji Geliştirme Bölgesi A.Ş. (Teknopark İzmir)‘ne İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte ortak olan ya da yönetiminde yer alan İzmir‘in mümtaz iş adamları ve rant düşkünü kent simsarları var… Muhtemelen bütün bu isimlerin arkasında da, kuruldukları tarihten bu yana İzmir‘deki her önemli şeyde parmağı olup, kendi aralarındaki kardeşlik yerine bizlere ait kamu mallarına kardeş olup el koymak isteyen iki ayrı locanın üstatları var…
Anlayacağınız, yakın zamana kadar Tunç Soyer‘i destekleyip yeniden aday olmasını isteyenlerle yeni belediye başkanı Cemil Tugay‘ın karşı karşıya kaldığı; ama, bunun farkında olmadığı ya da her doğan günle birlikte değişen ittifaklar içinde kabullendiği yeni bir durum var ortada!
Görüldüğü gibi karşımızda, Saray’daki zat tarafından belirlenen diğer üniversite rektörleriyle adeta bir savaş hali yaşanırken, aynı zatın belirlediği başka bir üniversitenin rektörü ile uzun süredir devam eden muhteşem bir işbirliği manzarası var. Bu çerçevede bu AKP onaylı rektör, CHP‘li İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri ile birlikten çalışmaktan kaçınmıyor, çalışmasına izin verdiği isimler her üç belediye başkanının (Aziz Kocaoğlu, Tunç Soyer, Cemil Tugay) döneminde “başkan danışmanı” ve “İzmir Planlama Ajansı (İPA) başkanı” olarak çalışıp belediye şirketlerinin yönetim kurullarında görev yapmasına, aynı bölümdeki diğer akademisyenlerin de ona yardımcı olmasına izin veriyor, diğer rektörlerden farklı olarak bu nedenle başına bir iş gelmiyor, sorulmuyor soruşturulmuyor… Anlaşılan o ki, İYTE akademisyenlerine İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Karşıyaka Belediyesi gibi ilçe belediyelerinde çalışmaları için iki tarafında da karşılıklı olarak kabul ettiği, onlara ayrıcalık sağlayan bir mutabakat, bir anlaşma, bir uzlaşma hali var… Hem de diğer devlet üniversitelerine rağmen…

Başarısız belediye başkanlarının “sürdürülebilir” ve “başarılı” danışmanları…
İYTE rektörünün izniyle CHP‘li belediyelere dağılan bu akademik cemaatte Aziz Kocaoğlu döneminden bu yana, adeta suya yazı yazarcasına “İzmir Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi“, “İzmir Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi“, “İzmir Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, “Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi” ya da Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir belediyeleri adına, “İzmir Modeli” olmadı, yerine “Gevrek Modeli” verelim dercesine hiçbir sonuca ulaşmayan neticesiz planlama işleri yapılıyor, bir kentin geleceğinin sadece şehir plancıları eliyle tasarlanabileceği yanılgısıyla aralarına aldıkları Ferhat Kentel gibi “yetmez ama evetçilerle” birlikte İPA‘ya doldurulan şehir plancıları marifetiyle kentin vizyonu çizilmeye kalkışılıyor…
Planlama sadece şehir plancılarının mı işidir?
Evet, böylesine önemli görevleri üstlenen böylesine ayrıcalıklı bir üniversite, onun CHP ile flört ettiği; hatta çalıştığı halde başına bir şey gelmeyen marifetli rektörü ve onun sayesinde belediyede her daim danışman olup İzmir‘in kaderini çizeceğini söyleyen, kendileri yetmediği zaman Ankara‘dan ve diğer kentlerden, o kentlerin üniversitelerinden getirdiği şehir ve bölge plancısı akademisyenlerle göz boyayan bilim pazarlamacıları, umut tacirleri…
Oysa hiç kimsenin aklına 1960’lı yıllardan sonra kurulan ve geride planlama alanında güzel bir miras bırakan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve onun şehir ve bölge plancılığı denilen disiplinin dışında kalan, özellikle iktisat, sosyoloji coğrafya, ekonomi, yönetim ve siyaset gibi tüm bilim ve disiplinleri bir araya getirerek yaptıkları işler, planlar gelmiyor… Bunu yaparken bir zaman dillerinden düşmeyen “Varlık Odaklı Kalkınma Yaklaşımı” ve “İzmir Modeli” ya da şimdilerde vitrine çıkardıkları “Simit Modeli“, “Gevrek Modeli“, “Yeni Nesil Belediyecilik“, “E-Belediyecilik“, “Dijital Belediyecilik” gibi ortaya saçtıkları, sanki yeni bir şey çıkmış da bizim haberimiz yokmuş algısını yarattıkları ve aslında her biri ayrı bir satış-pazarlama çalışmasının konusu olan moda akım ve önerileri dikkate almak yerine bu ülkeye, bu topraklara ait bilgi, birikim, deneyim ve becerilerden kaynaklanan düşünceler hiç bilinmiyor, bilinmek dahi istenmiyor… Ayrıca hiç kimsenin aklına bir kentle ilgili planların sadece ve sadece şehir ve bölge plancıları tarafından yapılamayacağı gelmiyor… Bir şehrin ya da bölgenin fiziki planlaması ile bir şehrin toplumsal, kültürel, ekonomik ölçekte planlanmasının birbirinden farklı şeyler olduğu, bunların bir araya gelinerek birleştirilmesi gerektiği düşünülmüyor… Bu işin başta iktisatçılar olmak üzere tüm bilim ve disiplinlerden gelen uzmanların, akademisyenlerin disiplinler arası yaklaşımıyla kotarılabileceği görmezden geliniyor…
Sadece bilinen ve başkasından görülüp taklit edilmek istenen tek bir şey var; Ekrem İmamoğlu şayet İstanbul Planlama Ajansı‘nın başına İzmir‘den gitme bir şehir ve bölge plancısını geçirmişse, İzmir‘de bu iş yine İYTE ekibiyle aynı şekilde yapılmalı, İzmir Planlama Ajansı‘nın başına da bir şehir ve bölge plancısı geçirilerek etrafı da onun hoca ve öğrencilerinden oluşan şehir ve bölge plancıları tarafından doldurulmalı ya da yine aynı Ekrem İmamoğlu‘nun yaptığı konuşmalarda, “Yeni nesil belediyecilik” kavramından söz etmişse; İzmir‘de de mutlaka “Yeni Nesil Belediyecilik” ile ilgili bir toplantı düzenlenmeli, konuşma arasında sık sık bu kavramdan bahsetmeli… Taklit edilerek yapılmak istenen tek şey, bu! Gözler daha düne kadar Avrupa‘ya, Amerika‘ya bakarken; şimdi de İstanbul‘a, eski adıyla Bizans‘ın isimlerine ve onların İzmir‘e gönderilen adamlarına bakıyor, ne yazık ki…

Aynen bir zamanlar bu kentte günler, haftalar ve aylar boyunca sürdürülüp hiçbir sonuca ulaşmayan İzmir İktisat Kongresi sırasında belediye başkanı Tunç Soyer‘in yanında gözüküp hep uçuk kaçık, parlak ve karanlık işler yapmaya meraklı, işten anlamaz başkan danışmanı Güven Eken‘in yaptığı gibi… Hiçbir bilgi, birikim, deneyim ve beceriye sahip olmadığı halde onun tarafından hazırlanan 2020-2024 dönemi İzmir Büyükşehir Belediyesi Strateji Planı ile aynı döneme ait İzmir Turizm Tanıtım Strateji ve Eylem Planı‘nda olduğu gibi…
Düşünün bir; başarısız olduğu için bir kez daha aday gösterilmeyen ve belediye başkanı seçilemeyen Aziz Kocaoğlu ile Tunç Soyer‘in danışmanı olarak çalışmış birilerinin bu başkanların arkasından gelen yeni belediye başkanı tarafından başarılı bulunup, o eski İzmir Modeli‘ni mucidi İlhan Tekeli cemaatinin yerini almış gibi gözüken İYTE cemaatiyle birlikte İzmir‘in yeni vizyonunu hazırlamak üzere görevlendirilmesi ne ölçüde doğru, isabetli ve yerinde bir karardır…
Yoksa dumanı üstünde tüten yeni belediye başkanımız, kendisine geçmişte başarılı olduğu söylenen aynı danışmanları ve onların cemaatlerini görevlendirerek, daha önceki belediye başkanlarının başına geldiği gibi yoksa kendi sonunu hazırlayacak başarısızlık hikayesinin yol taşlarını mı döşüyor, ne dersiniz?
