Kültür ve sanatın, sermaye ve iktidar ile ilişkisi…

Ali Rıza Avcan

Geride bıraktığımız 2023 yılının Aralık ayı başında tesadüfen İzmir Metro Konak İstasyonu‘ndaki Konak Metro Sanat Galerisi‘ne girerek hem girişteki büfeden yiyecek bir şeyler almış, hem de acelem olduğu için galerideki sergiyi üstün körü gezmiş, sergilenen büyük boyutlu portrelerin bir kısmının fotoğraflarını çekerek tüm sergiyi uygun olduğum başka bir tarihte gezmeye karar vermiştim.

Ancak serginin açık olduğu tarihleri dikkate almadığım için, yılbaşının hemen ertesinde gittiğimde ise serginin toplandığını görerek, ısrarım nedeniyle, ilk ziyaretim sırasında sormuş olmama karşın alamadığım sergi kataloğunu almış, böylelikle sergilenen tüm portrelerin sayısı ve kimlere ait oldukları konusunda bilgi sahibi olmuştum.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 25 Ekim-30 Aralık 2023 tarihleri arasında “Cumhuriyetin 100. Yılında Atatürk: İz Bırakan İlkler Dev Portreler Sergisi” adıyla Konak Metro Sanat Galerisi‘nde açık kalan ve Ergün Başar‘ın yaptığı büyük boyutlu portrelerden oluşan sergideki (sergi kataloğunda yer alan portrelerin üstündeki yapım tarihlerine göre) 84 adet büyük boy portreden 53’ünün daha önce 19 Mayıs-23 Temmuz 2021 tarihleri arasında Kültürpark Atlas Pavyonu‘nda “Atatürk: İz Bırakan İlkler Dev Portreler” adıyla sergilendiğini bildiğim için bu portreleri yapan sanatçıya ait aynı eserlerinin İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2021 ve 2023 yıllarında iki kez sergilenmesi nedeniyle yerel iktidar katında muhabbetle kabul görüp desteklenen bir sanatçı olduğunu anlamam zor olmamıştı.

Evet, büyük portreler yapan bir sanatçının yaptığı eserler, başka sanatçılar sergi açabilmek için sıra beklerken aynı kentte iki yıl arayla sergileniyor, bu sergiler için büyük salonlar tahsis ediliyor, bütçeden hiçbir kısıtlama yapılmaksızın büyük billboardlar, pahalı kataloglar hazırlanıyor, videolar çekiliyor ve geniş bir tanıtım çalışması yapılıyordu.

Sanatçımız da bütün bu destek ve katkıların karşılığında 2023 yılının son aylarında açılan ikinci sergisi için İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in dev portresini yapıp sergi girişine yerleştiriyor, böylelikle kendisine yapılanların diyetini ödüyor, ayrıca sergi kataloğunda yazılı olan bilgilere göre 2015-2023 yılları arasında yaptığı ve yapacağı bütün portreleri “Ergin Başar Portre Müzesi” ya da galerisi yapılması koşuluyla, kendi adına değil de, “Türk Milleti adına” (?) “İzmir halkına, İzmir Büyükşehir Belediyesine” bağışlıyordu.

Tabii ki, yılların birikimi ile oluşturulan ve kataloglanan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait değerli tablolardan oluşan resim koleksiyonunun 2008 yılında yıprandıkları gerekçesiyle imha edildiğini, bir kısım tablonun da kaybolduğunu, bizim de bu yağmayı yargıya taşıdığımızı bilmeden…

Anlayacağımız karşımızda, aynen Eskişehir Büyükşehir Belediyesi‘ne yapılıp kabul görmüş bağış gibi, “Türk Milleti” (?) adına yapılmış şartlı bir bağış vardı ve bu bağış henüz İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından görüşülüp kabul edilmiş değil.

Ben bu portreyi gördüğümde aklıma gelen ilk düşünce, Cumhuriyet’in 100. yılı nedeniyle açılan bu sergide Cumhuriyet’in ilk 100 yılına iz bırakanlar, özellikle de bu serginin iki yıl arayla ikinci kez açıldığı İzmir‘in 100 yıllık kent hafızasında iz bırakanlar arasında bu kentin efsanevi belediye başkanları Behçet Uz, Ahmet Piriştina, bu toprakların evladı Yörük Ali Efe, Kurtuluş sonrasında vilayet konağına ilk bayrağı asan Yüzbaşı Şerafettin, yakın zamanda kaybettiğimiz sevgili Sancar Maruflu ve Selçuk Yaşar, bu kentin ilk kadın milletvekili Benal Nevzat, bu kentin yazarı Halid Ziya Uşaklıgil ve onun akrabası Latife Hanım, “taçsız kral” lakaplı Metin Oktay dururken dermatolog Agop Kotoğyan, deniz subayı Cem Gürdeniz, doğa sporcusu Erden Eruç, hekim Üstün Ezer‘in; ayrıca, Cumhuriyet düşüncesine hazırlık anlamında katkıları olmakla birlikte 1923’den önce vefat etmiş yazar Namık Kemal, müzeci Osman Hamdi Bey ve şair Tevfik Fikret‘in ve son olarak 2019-2024 döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanlığı görevini üstlenip kentte ve ülkede tek bir iz bırakmadan Cumhuriyet döneminin İzmir’deki eserlerinden biri olan Kültürpark‘ı ihmal edip tahrip edilmesine ya da geçen haftaki yazımızda da belirttiğimiz gibi 1. Ulusal Mimarlık Dönemi‘nin kentimizdeki önemli bir mirası olan Kardıçalı Han‘ın yağmalanmasına seyirci kalıp müdahale etmeyen Tunç Soyer‘in “Cumhuriyet’te İz Bırakan İlkler” kategorisinde nasıl yer aldıklarını, Cumhuriyet Dönemi olarak adlandırılan 1923-2023 döneminde nasıl bir “ilk” ve kalıcı iz bıraktıklarını merak etmek oldu. Evet, bu değerler arasında yer alan bazı isimlerin kendi ölçülerinde yararlı çalışmaları olabilir; ama bunlar nasıl oldu da Cumhuriyet’in hafızasında iz bıraktılar, işte bunu anlamış değilim… Hele ki, İzmirliye sorulmaya kalkıldığında akla gelecek yukarıdaki ya da akla gelebilecek başka isimler dururken…

İşte tam da bu nedenle, sanatçımız sahip olduğu tüm yaratıcılık ve estetik duyarlılığı yansıtarak dünya harikası şeyler yapsa da, onun sermaye çevreleriyle ve iktidarla ilişkilerinin yaptığı ya da yapacağı eserlere nasıl, ne şekilde yansıyacağını; ayrıca “Cumhuriyet’e iz bırakmak” gibi iddialı ve ciddi bir işte gerçekten iz bırakanlarla bırakmayanlar arasındaki kayırmacı tutumu dikkatinize sunarak doğrusunu düşünme ve ifade etme işini, siz okuyucularıma bırakıyorum…

Evet, gerçekten sanatçının sermaye ve iktidarla ilişkisi ne şekilde olmalıdır ve Cumhuriyet’in ilk 100. yılına iz bırakanlar size göre kimlerdir?

Kim daha güçlü?

Ali Rıza Avcan

Bugünkü yazımın konusu müstakbel belediye başkanlarının birlikte çalışmak zorunda olduğu belediye yöneticileri ve çalışanları ile; diğer bir deyişle, seçilecek belediye başkanlarını aportta bekleyen belediye bürokrasisi ile ilgili olacak ve yazının sonunda belediye başkanları ile bürokrat olarak tanımlanan bu yöneticiler arasında bir mukayese yaparak “kim daha güçlü?” sorusunu gündeme getireceğim.

Ancak ondan önce sizi yıllar yıllar öncesi yaşadığım deneyimlere götürmek isterim.

CHP genel başkanı Bülent Ecevit’in transfer ettiği milletvekillerini bakan yaparak kurduğu; bu nedenle, “Güneş Motel Hükümeti” olarak da tanımlanıp 5 Ocak 1978-12 Kasım 1979 tarihleri arasında görev yapan 37. hükümetin hüküm sürdüğü 1979 yılının başında SSK‘daki görevimden ayrılarak Mahmut Özdemir‘in bakanı olduğum Yerel Yönetimler Bakanlığı‘nda müfettiş yardımcısı olarak çalışmaya başladığım dönemde, SSK Genel Müdürlüğü‘nde 1,5 yıl süreyle üstümde bağlı olduğum şef yardımcısı, şefi, müdür yardımcısı, müdürü, daire başkanı ve genel müdürü olan 9. derecenin 1. kademesinden memur olarak çalışıp o durumun ruh halini yaşayarak öğrendiğim için, memuriyetin tadını tatmadan doğrudan doğruya sınavla müfettiş yardımcısı olan diğer arkadaşlarıma göre geldiğim yeri düşünerek yaptığım belediye teftiş ve soruşturmalarında belediye memurlarına daha ılımlı, daha sıcak, daha demokratik yaklaşıyor, özellikle de belediye başkanlarının uğraşıp görev yerini değiştirdiği memur ve işçileri koruyup kollamak için çabalıyor, hatta sık sık memur ve işçiyi tacize eden belediye başkanları hakkında soruşturmalar açıyordum. Hoş, benim bu soruşturma açma merakım nedeniyle bir süre sonra teftiş grubuna göre daha prestijli olan soruşturma grubuna alınıp ödüllendirilmiş olsam da; belediye çalışanlarının da belediye başkanları kadar sorunlu olabileceğini, gerek tek başlarına gerekse gruplar, klikler halinde belediye başkanının otoritesini sorgulayıp kendilerine nasıl bir güç alanı oluşturduklarını kavrayıp öğrenmem uzun sürmedi. Böylelikle, sevgili hocalarım Nermin Abadan Unat ile Kurthan Fişek‘in anlattığı bürokrasinin gücü ve etkisiyle tanışmam, onu ne kadar dikkate almam gerektiğini öğrenmem mümkün oldu.

Daha sonraki yıllarda belediyelerdeki siyasetten yılıp özel sektörle tanıştığım, şirketlerin yönetici ve çalışanlarına eğitim, araştırma, danışmanlık ve planlama konularında yardımcı olmaya çalıştığımda; özellikle de bu kurum ve kuruluşların yeniden yapılanma çalışmalarında yönetici ve çalışanlardan oluşan grupların gerektiğinde patrona nasıl kafa tuttuklarını, yeniden yapılanmayı nasıl zorladıklarını; hatta onun uygulanmasını nasıl engellediklerini görmem zor olmadı. O nedenle de, nerede yeniden yapılanmaya dair bir çalışmaya yapmışsam karşıma çıkacak ilk tehlike ya da riskin yönetici ve çalışan gruplarının olası dirençleri, engellemeleri olabileceğini düşünmeye başladım.

Bir sivil toplum örgütlenmesi olan İzmir Yerel Gündem 21‘de yürütme kurulu üyesi ve sade bir katılımcı olarak görev yaptığım yıllarda belediye başkanı Ahmet Piriştina‘nın ölümü üzerine makama oturan Aziz Kocaoğlu yönetimindeki İzmir Büyükşehir Belediyesi bürokrasisi içindeki çıkar grupları arasındaki kıyasıya mücadeleye tanık olup birbirlerini harcayıp saf dışı bırakmak için nasıl kıyasıya bir mücadeleye koyulduklarını yakından görmem mümkün oldu.

2019 yılında Kemalpaşa Belediyesi‘nin stratejik plan hazırlığına danışmanlık yaptığım süreçte de AKP‘nin belediye yönetiminde olduğu süreçlerde oluşturulan politik belediye bürokrasisinin işleri nasıl engellediğine, belediye başkanı ile başkan yardımcılarının; hatta benim yaptığım çalışmaları nasıl sabote ettiğine, işi alternatif bir stratejik plan ve bütçe hazırlama noktasına getirdiğine yakından tanık oldum ve mücadele ettim.

O nedenle, her yeni gelen belediye başkanının yılların birikimi neticesinde kemikleşmiş olan bu menfaat gruplarının kendisini kabul edip kullanmaya çalışmaları ya da reddedip altını oyma çabaları nedeniyle işlerinin zor; hem de çok zor olduğuna inanırım. Hele ki, şu sıralarda gemin azıya alındığı “kral öldü, yaşasın yeni kral!” tutumu, belediye içinde aday adaylarına göre şekillenen yeni menfaat gruplarının ortaya çıkması nedeniyle…

O nedenle, çoğu belediye başkanının yeniden aday yapılmayacağının her geçen gün netleştiği bir dönemde içerideki yönetici, danışman ve tarafını belli etmiş ATM’lik parti delegesi ya diğer aday adaylarından yana bir tutum alıp sahip oldukları cepheyi güçlendirmeye çalışıyorlar ya da gidici olduklarını bildikleri için kendilerine yeni kapılar arıyorlar. Özellikle de çevre ilçe belediye başkanlıklarına aday olan müstakbel belediye başkanları nezdinde. O nedenle kendileri ya da yönettikleri gruplar bu yeni belediye başkanı adaylarına yardımcı oluyoruz diyerek, o kişilerin adaylığı henüz kesinleşmemişken, daha önce yapmadıkları yardımları yapmaya başlayıp onun peşinden gitmeye çalışıyorlar. İşte o nedenle, bence müstakbel belediye başkan adaylarının bu kuşatmaya dikkat etmesi, bunlar bana niye yardım ediyor diyerek mevcut durumu sorgulaması ve çevresinde beliren bu kişi ve gruplara borçlanarak kendi güç ve iradelerini kaybetmemeleri gerekiyor.

Yazının son sözü, son sorusu olan “kim daha güçlü?” sorusunu sormadan önce, mevcut aday adaylarının talip oldukları makamlara geldiklerinde karşılarına çıkacak bu güçlü dirence ya da kuşatmaya nasıl karşı çıkacaklarını düşünmelerini, bunun için önceden bir politika belirleyerek planlama yapmalarını öneriyorum. Çünkü belediyenin nasıl yönetileceği konusunun, belediye başkanı seçilmek kadar önemli ve öncelikli olduğunu düşünüyorum.

Ve tabii ki, yıllarını hem düşünce hem de uygulama düzeyinde bu tür konulara vermiş biri olarak, daha işin başında kendilerine “kim daha güçlü?” sorusunu sorup düşünmelerini istiyorum.