İzmir’i bir “duvar” olarak görmek..

Ali Rıza Avcan

2007 yılında Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı‘nda “Bir Eğitim STK’sı Olarak Türk Eğitim Vakfı” isimli yüksek lisans tezini, 2018 yılında da Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji ABD‘nda “Kentli muhafazakârlarda habitus dönüşümü: Fatih ve Başakşehir örneği” isimli doktora tezini yazan ve halen Aksaray Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü‘nde öğretim görevlisi olarak çalışan Dr. İrfan Özet‘in 2022 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlanan İzmir Duvarı, Laik Mahallede İktidar ve Kültür Savaşı isimli kitabı, son yıllarda İzmir üzerine yapılmış araştırmalara özlem duyan bizler için güzel bir sürpriz oldu. Son yıllarda İzmir‘deki ya da dışındaki hiçbir araştırmacı ya da sosyoloğun bütüncül bir bakışla tüm İzmir‘i kapsayacak şekilde yaptığı herhangi bir bilimsel çalışmaya rastlamıyor, o nedenle tanıdığımız hocalardan adeta sipariş verir gibi İzmir üzerine araştırma yapmalarını istiyorduk. Hele ki, 1967-68 döneminde kısıtlı olanaklar içinde kentin tarihsel gelişimini de dikkate alarak Şerif Mardin, Ruşen Keleş, Cevat Geray, Oğuz Arı, Ergun Özbudun, Deniz Baykal, Şefik Uysal, Emre Kongar ve Çiğdem Kağıtbaşı gibi değerli isimlerden oluşan muazzam bir kadro ile birlikte, Örgütleşemeyen Kent, İzmir’de İş Hayatının Yapısı ve Yerleşme Düzeni isimli araştırmayı yapan sevgili ve rahmetli hocam Mübeccel Belik Kıray‘ın nicel ve nitel araştırma yöntemlerini birbirlerini doğrulayacak şekilde birlikte kullandığı değerli çalışmasını biliyor ve devamlı elinizin altında tutup İzmir üzerine söz söylemeye kalkan herkese önce bu kitabı okumasını öneriyorsanız… Böylesi güzel bir çalışmanın aradan geçen 54 yılın sonrasında yeniden yapılıp güncellenmesi amacıyla TMMOB Şehir Plancıları Odası‘nın 2018 yılında İzmir‘de yaptığı “Göç, Mekan, Siyaset” başlıklı kolokyumda rastlayıp Mübeccel Hoca‘nın öğrencisi olduğunu bildiğim ve İstanbul’da bir Kent Kondu: Ümraniye, Türkiye’de Yerel Politikanın Yükselişi, İstanbul Bir Kervansaray mı?, Kentsel Gerilim, Zorla Yerleştirmeden Yerinden Etmeye Türkiye’de Değişen İskân Politikaları, Refah Toplumunda Getto gibi araştırmaların sahibi Prof. Dr. Sema Erder‘e bile Mübeccel Hoca‘ya bir saygı göndermek adına yeni bir İzmir araştırması yapması önerisinde bulunduğumu bile anımsıyorum.

O nedenle, İzmir adına yapılmış her araştırmayı ve her yayını değerli bulup bu konuda emeği geçenlere teşekkür etmek isterim… Bu iyiniyetli ve içten teşekkürümün somut bir ifadesi olarak da, İzmir Duvarı, Laik Mahallede İktidar ve Kültür Savaşı isimli kitabı alıp okumaya başladığım andan itibaren, beraber çalıştığım gazeteci arkadaşlarımla İzmir konusunda çalıştığını bildiğim akademisyenlere, sivil toplum mücadelesi yapanlara ve belediye yöneticilerine aldığım kitabı göstererek okumaları, hatta bu kitapla ilgili değerlendirmelerini bana iletmeleri konusunda önerilerde bulunduğumu ifade etmek isterim.

İncelediğim kitabın İrfan Özet‘e ait kısmı üç bölümden oluşuyor: “Duvarın Ardı: Kozmopolitan İzmir Habitusu“, “Politik Sahne: AK Parti Dönemi Kültür Savaşı ve İzmir” ve “Toplumsal Sahne: Kültür Savaşının Kamusal ve Etnografik Temelleri“.

İlk bölüm kendi içinde “Cumhuriyet’in İzmir’i:: Kültürde vitrin, siyasette sadakatsiz”, “Çok partili yaşam sahnesi: Merkez sağın kalesi”, “İslami cereyanlar: Milli Görüşçü Akevler versus Gülenci Akyazılı”, “Kültür savaşının ANAP cephesi”, “Gecekondularda yükselen sol siyaset: SHP rüzgarı”, “1990’lar ve Cumhur İttifakı’nın ayak sesleri: MHP listeyi bilerek 17.00’den sonra verdi” başlıklarından,

İkinci bölüm kendi içinde “Pas kuşağından ulusalcılığa: Dönüşen metropol”, “Nostaljik Kemalizmin terennümü: Cumhuriyet mitingleri”, “Madun gözüyle ulusalcılık ve İzmir”, “Dışlayıcı milliyetçiliğin artan trendi”, “Karşı mahallede demokrasi arayışları: Erken dönem AKP siyaseti”, “AKP’lileşen Türkiye versus CHP’lileşen İzmir”, “CHP’lileşen İzmir’in muhafazakar yankıları”, “Postmodern fetih: Rakıların efendisi AKP’de”, “Artan tansiyon ve laik mahallede dönüşümün ayak sesleri”, “Hegemonikleşen AKP ve kapanan İzmir: Monaco olduk”, “Hegemonyanın eğitim dünyasındaki izleri”, “Hegemonyanın basın mecrasındaki izleri”, “Hegemonyada yan etki: Yükselen şehirli milliyetçilik”, “Başkanlık referandumu ve kültür savaşı”, “Kültür savaşında yerel seçimler sahnesi”, “Laik mahallede dönüşen politik kültür” başlıklarından,

Üçüncü ve son bölümde ise “Metropolün etnografik dünyası ve kültür savaşı”, “Çekirdek etnografi: Balkan göçmenleri”, “Metropol Kürtleri”, “Metropol Alevileri”, “Metropol Romanları”, “Nostaljik Halka: yahudiler”, “Metropoldeki semazen: Konyalılar”, “Metropolün Dadaşları: Erzurumlular”, “Egeli halka: Manisalılar”, “Metropolün Karadenizli halkası”, “Kültür savaşının kamusal temelleri”, “Metro-agora: Açık kamusal yaşam olarak İzmir”, “Balkanlar’dan taşınan sufi miras: İzmir dindarlığı”, “Aktüel sınırlar ve duvarlar: Seküler hegemonya”, “Huzur İzmir’de: Beyaz göçlerin yükselen trendi”, “Kadın merkezli kamusal yaşam” ve “Kamusal alanda karşılaşmalar ve kültür savaşı” başlıkları ile “Sonuç” bölümünden oluşmaktadır.

Kitabın 2022 yılı Nisan ayında yayınlanması sonrasında yazarı İrfan Özet‘le yapılan soruları ve yanıtları birbirine benzeyen; hatta kitapta yer alan ifadelerin tekrarlandığı röportajların (www.dibace.net, 14.06.2022¹, Perspektif, 13.08.2022², İlkses, 27.08.2022³), kitap tanıtımlarının (Mehmet Şakir Örs, Gözlem, 17.06.2022⁴, Ahmet Talimciler, T24, 25.06.2022⁵, Ufuk Akkuş, http://www.ilerihaber.org, 17.07.2022⁶, Murat Sevinç, Diken, 21.08.2022⁷) ve haberlerin (Sputnik News, 20.06.2022⁸) incelenmesinde de kitapta yazılı hususlar dışında İzmir‘e dair birçok görüşün ifade edildiği görülmekle birlikte; bu yorum ve değerlendirmelerin bu yazının konusu dışında kaldığını düşünüyorum.

Verdiğim bütün bu bilgiler sonrasında, 1997 yılından bu yana İzmir‘de yaşayan 25 yıllık; yani çeyrek asırlık bir İzmirli olarak değişik ortamlarda yaşadıklarımı, tanık olup gördüklerimi, duyup hafızama kaydettiklerimi dikkate alarak ve bu kitabın diğer baskıları için katkıda bulunmak niyetiyle kitap hakkındaki eleştirel görüşlerimi de ifade etmeden geçmek istemem…

I – Mukayyet Olma ya da Vesayet Hali….

Anımsayacak olursanız, Dr. İrfan Özet‘in İzmir Duvarı, Laik Mahallede İktidar ve Kültür Savaşı kitabını, kitabın başındaki Reyhan Ünal Çınar ve Tanıl Bora‘ya ait “Kulturkampf / Kültür Savaşı ve AKP İktidarı” başlıklı ön makale nedeniyle 1 Ağustos 2022 tarihli “Mukayyet ya da vasi olmak” isimli yazımda bir örnek olarak ele alıp bu ön makaleyi yazanlarla araştırmacı yazarın arasındaki ilişkiyi “Yani ayağında zincir ya da pranga olan yazar ya da okuyucuyla onun yazdıklarına onay verip kitabı basacak olan yayıncı arasındaki vesayet ilişkisinde olduğu gibi…” başlığı altında şu şekilde ele almıştım:

Son olarak da, sosyolog İrfan Özet‘in 2022 yılında yayınlanan “İzmir Duvarı, Laik Mahallede İktidar ve Kültür Savaşı” isimli kitabında rastladım aynı duruma. Kitabın ön yüzünde kitabın ve yazarın ismi ile kitabı yayınlayan İletişim Yayınları‘nın logosu basılı olmakla birlikte; toplam 309 sayfa olan kitabın başında Reyhan Ünal Çınar ile Tanıl Bora‘nın 25 sayfalık “Kulturkampf/Kültür Savaşı ve AKP İktidarı” başlıklı korsan makalesini okumak zorunda kaldım. İzmir’le ilgili böylesi yeni ve bence önemli bir araştırma kitabının başına niye kitabın yazarı dışındaki iki ayrı kişinin birlikte yazdığı bir makale eklenir, açıkçası anlamış değilim… Yoksa kitabın yazarı, aynı kitabın editörü tarafından bu makalede yer alan konuları, kitabın içinde ele alıp irdeleyecek kadar bilgili, deneyimli ve tecrübeli mi bulunmamıştı ya da makalede yazılı olan yorum ve değerlendirmeleri araştırma metninde kullanmak mı istememişti? Tanıl Bora ve arkadaşı bu makaleyi kendisine ait olmayan bu kitapta değil de, herhangi bir dergide, örneğin her zaman yazdığı Birikim‘de ya da kendi kitaplarında yayınlayamazlar mıydı?

Açıkçası bu olayda da yazara ve okura büyük bir haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Evet, kitabın başında yazarın güvendiği, saygı duyduğu, ele aldığı konuların uzmanı olan birinin bir giriş yazısı yazması bilinen ve beklenen bir davranıştır. Ama bu yazının, başka bir yazarla birlikte yazılan 25 sayfalık bir makaleye dönüşmesi de garip, beklenmeyen bir durumdur. Şayet benim gibi Tanıl Bora yazılarını okumak istemeyen biri, belki bu makalede kitabın konusu ile ilgili bir şey vardır düşüncesiyle makaleyi okumak zorunda kalıyorsa; ortada para verip kitabı satın alan okurun kandırılması, en azından istismar edilmesinden rahatlıkla söz edilebilir. Hele ki, Tanıl Bora gibi, söz konusu makalede AKP dönemini analiz ederken kendisinin ve Birikim Dergisi/İletişim Yayınları grubunun yaptıklarından; özellikle de Ergenekon davaları, 2010 Anayasa Referandumu sırasında ortaya koydukları, “yetmez ama evet” tavrı konusunda tek bir sözcük bile etmeyen biri yıllar önce söyleyip haklı çıkmadığı birçok konuda, bu yazarın kitabının başına koyduğu makale ile kendini aklayıp haklı çıkarmaya çalışıyorsa…

Burada yazara da bir çift sözüm olacak…. Kapağında sadece kendi isminin yer aldığı, kendisine ait bir kitapta editör de olsa başka bir yazara ait uzun bir makalenin eklemesine izin vermiş olması, aslında İzmir ölçeğinde ele alıp araştırdığı önemli bir konuda sanki başka birinin yorum ya da desteğine ihtiyacı varmış gibi bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Evet, bugün de; yani kitabı ayrıntılı bir şekilde okuyup bitirdiğimde şu an da da de aynı görüşteyim. Her ne kadar 21 Ağustos 2022 tarihli Diken‘de bu kitap hakkında bir değerlendirme yapan Murat Sevinç, “kitap, Reyhan Ünal Çınar ve Tanıl Bora’nın “Kulturkampf/Kültür Savaşı ve AKP İktidarı” başlıklı “açıklayıcı” yazsısıyla başlıyor. İyi olmuş, çünkü kitaptaki teorik çerçevenin daha iyi anlaşılması için böyle bir yazıya ihtiyaç var” demiş olsa da; ben, tam aksi kanaatteyim. Zira İzmir’de bir “kulturkampf/kültür savaşı” olduğu iddiasıyla yola çıkıp kendince belirlediği toplam 60 kişiyle konuşup onların söylediklerini bir iktidar ve kültür çatışması boyutunda yorumlayan yazarın bu kavramı ve bu kavramın Türkiye macerasını pekala da kendisi anlatabilir, böylelikle bir ihtiyacın ortaya çıkmasına gerek bırakmazdı diye düşünüyorum.

II – “Sürdürülebilir” İdeolojik Hegemonya

Her yayınevi ve yayınlamaya uygun gördüğü yazar, çevirmen ve okurlarıyla birlikte kendi ideolojisi çevresinde kendi iktidar alanını yaratır. Bu bağlamda, ilk sayısı Ömer Laçiner‘in editörlüğü altında Murat Belge, Ömer Laçiner ve Can Yücel tarafından 1975 yılının Mart ayında yayınlanan Birikim Dergisi ile 12 Eylül 1980 sonrası Murat Belge tarafından kurulan İletişim Yayınları aradan geçen süre içinde yayınladıkları toplam 400 sayı dergi ve yayınlamaya uygun buldukları binlerce kitapla; ayrıca, üniversitelerden gelen akademik destekle Türkiye’deki sol neoliberal akımların güçlenmesinde önemli bir yere ve güce sahip olmuştur. Türkiye’nin ve yayın sektörünün içinden geçtiği ciddi ekonomik krizlere rağmen Birikim Dergisi hep yayınlanmış, İletişim Yayınları ise devamlı kitaplar çıkarmıştır.

Yayınevi kuruluş öyküsünü kendi İnternet sayfasının “Neden İletişim var?” bölümünde şöyle açıklamış:

…ki zaten İletişim Yayınları projesini başlatanlar, 12 Eylül 1980 öncesinde de ‘Türkiye’nin düzeni” ile sorunu olmuş, radikal bir toplumsal dönüşüm için, özgürlükçü bir sosyalizm arayışı için bulundukları ortamlarda faaliyet göstermiş, kafa yormuş, yazı yazmış, yayıncılık yapmış insanlardı…. ‘Yayınevi’ni kuranlar’dan söz ettik… ama belirtmeden olma: Bu “projenin” adını koyan Murat Belge’ydi.“⁹

Bir proje olarak başlatılan yayınevi ve dergi haliyle bu süre içinde kendi yazar, çevirmen ve okurlarını üreterek çoğaltmış ya da ideolojik açıdan uygun bulduğu, kendi misyonuna hizmet eden bu eli kalem tutan kişilerle bir yayın ailesi oluşturmuştur. O nedenle yazılan bir makalenin ya da kitabın Birikim‘de ya da İletişim‘de yayınlanması kolay olmaktan çıkmış, yayın ailesinin ideolojik kriterlerine uygun görülmeyen yazarlar geri çevrilmeye başlamıştır. Bu söyleyip yazdıklarım, ne yazık ki değişik tanıklıklarca doğrulanmış somut gerçeklerdir. Böylelikle yayın ailesinin her bir üyesine hem dergide hem de kitaplarda veya ilintili diğer dergi ve yayınevlerinde yazı, makale, kitap yayınlatmak ya da dip notu yazarak birbirleriyle bağlantı kurmak, atıfta bulunmak rutin bir işleme dönüşmüş; böylelikle yayınevine bağlı yazarların oluşturduğu ağın geniş kitlelere yönelik bilinirliği ya da tanınırlığı sağlanmıştır.

Araştırmacı bir yazara ait çalışmanın başına, adeta bu çerçevede hareket edeceksin anlamına gelebilecek şekilde, yayınevinin inceleme-araştırma dizisi editörlüğü ile Birikim Dergisi‘nin yayın koordinatörlüğünü yapan Tanıl Bora‘ya ait uzun bir makalenin konulması da, bu “sürdürülebilir ideolojik hegemonya”nın ya da benim ifademle, “mukayyet olmak” veya “vesayet etmek” halinin somut bir örneği olarak kabul edilebilir.

III – Araştırmanın Yöntemi

Kitabın yazarı İrfan Özet‘in deyimiyle “modernleşen toplumların rutin bir deneyimi olarak kültür savaşının mekan ve iktidar ilişkilerine uzanan üretimlerine odaklanan” bu araştırma, hangi kritere göre seçildikleri bilinmeyen toplam 60 kişi -bir görüşmeci kimliğini gizli tutmuştur- ile görüşülerek yapılmıştır. Görüşülen kişilerin isimleri ve görevleri kitapta ayrıca belirtilmemiş olmakla birlikte, tümünün kimliğine aşağıdaki alfabetik listeyi inceleyerek öğrenebilirsiniz.

Bu listeyi, ayrıntılı bir şekilde incelediğiniz takdirde, İzmir’deki iktidar kavgasını ya da kültürlerarası kavgayı ortaya çıkarıp değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilen bu araştırmaya temel olan ve çoğunu tanıdığım bazı isimlerin neden, ne şekilde, hangi amaçla seçildiği konusunda tereddütlerim olduğunu söyleyebilirim. Ben bu kaygımın başkaları için de geçerli olup olmadığını anlamak amacıyla hazırladığım listeyi İzmir‘in en tanınmış dört gazetecisinin önüne koyduğumda, her biri buradaki isimlerin çok da isabetli olmadığını belirterek, iktidar ve kültür alanındaki çatışma ile ilgili olarak görüşüne başvurulacak çok daha başka isimlerin olduğunu belirttiler. Örneğin İzmir‘in toplumsal yaşamını büyük ölçüde etkileyen kentteki iki ayrı Mason locasına üye olup Masonlukları ifşa olmuş olanların, emek ve sermaye odaklı meslek odalarıyla sermayeyi temsil eden dernek ve vakıf temsilcilerinin, siyaset ve kültürel ilişkiler konusunda oyun kurucu olan Uğur Yüce, Sıtkı Şükürer, Muzaffer Tunçağ, İzmir sermaye çevrelerinin popüler isimleri Temel Aycan Şen, Jak Eskinazi, İdil Yiğitbaşı, Fadıl Sivri ve Kemal Çolakoğlu, İzmir Ticaret Odası‘nın eski başkanı Ekrem Demirtaş, gazeteci Deniz Sipahi, çevre hareketi avukatları Senih Özay ve Arif Ali Cangı, İzmir’in böğrüne her geçen gün yeni gökdelenler saplayan Mesut Sancak ile Mehmet Şakir Başak gibi isimlerin niye bu listede olmadığını, bir magazin gazetecisi yerine uzun yıllardır bu konularda araştırma ve haberler yapan gazetecilerle niye görüşülmediğini sordular. Onların bu görüş ve eleştirileri de gösterdi ki, hangi kritere göre seçildiği bilinmeyen bu kişilerin görüş ve düşünceleri üzerinden İzmir‘deki iktidar ve kültür savaşı konusunda bir genellemeye ulaşmak ya da mevcut olanı tarif etmek mümkün olmayacaktı. Oysa böylesi bir araştırmanın, araştırma evrenini oluşturan isimlerin hangi kriterlere göre belirlendiğinin açık ve net bir şekilde belirtilmesi suretiyle araştırmanın güvenirliliği ve geçerliliği konusunda daha titiz davranılabilirdi.

Kitabın yazarı İrfan Özet, kitabın “Yönteme dair” başlıklı bölümünde, “sosyal dünyanın kültür savaşını sembolize eden boyutları ele alan araştırmada, ‘etkileşim içindeki süreç ve olgulara odaklanan’ nitel yöntemler seçilmiştir. Bu açıdan birey ve grupların deneyimlerini, algılarını, tutumlarını ve inançlarını derinlemesine incelemeyi amaçlayan nitel gelenek bünyesindeki durum araştırması modeli uygulanmıştır diyerek “emik yaklaşımı” benimsediğini ifade etmektedir. Bu ifade aslında Batı, daha doğrusu Alman Şansölyesi Bismark‘a kadar giden Batı kültüründen kaynaklanan “Kulturkampf” kavramının, yerli kültürün kendi değerleri ile yapılması gereken emik yaklaşımın bir araya getirilmek istendiğini gösterir.

Oysa, “etik” ve “emik” kavramları bir dilbilimsel antropolog olan Kenneth L. Pike¹⁰ tarafından fonemik (bir dildeki seslerin anlam taşıyan rollerinin incelenmesi) ve fonetik (tüm dilleri kapsayan evrensel sesler üzerine çalışmak) arasındaki dilbilimsel ayrım dikkate alınarak geliştirilmiştir. Fonetik, dilin evrensel doğasıyla ilişkilendirilirken; fonemik, kelimelerin anlamı ve bağlamına odaklanır. Ayrıca Berry M. Wober, John W. Berry ve Pierre R. Dasen gibi kültürlerarası psikoloji konusunda çalışan bilim insanları her bir kültürel sistemi kendi içinde değerlendirerek, ilgili kültürel sisteme ait sınıflandırma ve kavramsallaştırmaya temel olan yerel ilkelerin dikkate alınacağını, araştırılan olgunun sistem içinde inceleneceğini ifade ederler.¹¹ Harry C. Triandis ise belirli bir kültürü en iyi şekilde tanımlayabilmek için o kültüre has kavram ya da olguların kullanılması gerektiğini belirtir.¹²

Sosyal bilimler genelinde bir tanım yapmak gerekirse, yabancı bir sistemi temel alarak, örneğimizde Batı kökenli Kulturkampf ya da kültür savaşı gibi kavramın varlığını bir insan tutum ve davranışları farklı bir sistem olan Türkiye‘de ya da İzmir‘de analiz etmek etik, sistemi içinden, kendi coğrafyasındaki kavram ya da olguları üzerinden olduğu gibi inceleyerek yorumlamak ise emik olarak ifade edilebilir. Pike, emik yaklaşımı, bir kültüre ait farklılıklar, karmaşıklıklar hakkında bilgi edinebilmek için kültüre içeriden bir bakışın gerekliliği olarak tanımlar. Bu tanım ise sadece o kültür içindeki insanların konuşarak kendi tutum ve davranışlarını ifade etmelerini değil; aynı zamanda, o olgu ya da kavramların o kültür içinde var olmasını gerektirir. Acaba Almanya’da kulturkapmf adı verilen turum ve davranışlar aynı şekilde başka ülkelerde, bu arada Türkiye‘de ve İzmir‘de de var mıdır ve aynı özelliklere mi sahiptir? İşte araştırmanın etik mi yoksa emik mi olacağına karar verirken ya da Batı kültürüne ait bir tutum ve davranışı İzmir‘de araştırmaya kalkarken bu çelişkili durumun tercih edilen araştırma yaklaşımı açısından da giderilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yoksa başka kültürlerdeki tutum ve davranışlarla ilgili yabancı kavram ve olguları üzerinden yapılan her derinlemesine görüşmenin ya da mülakatın emik olduğunu iddia etmek mümkün olacaktır.

IV – Kendine Özgü Bir Yorumlama Tarzı

Kitabı okuyup bitirdikten sonra geriye dönüp yeniden incelediğinizde, yazarın her bir aktörden dinlediklerini kitabın başındaki makaledeki teorik çerçeve ile alıntı yaptığı kaynaklar arasında bir sacayağı oluşturarak değerlendirdiği, bunu yaparken de sık sık “habitus” ya da “protest bilinç” (s.137), “kültüralist dalga” (s.144), “Schmittyen repertuvara kayırıldı” (s.164), “alarmist blok” (s.167), “muhalif puzzle” (s.167), “hegemonikleşen” (s.167), “izolasyonist” (s.168), “İzmir’e özgü refleksif politikalar” (s.175), “pür-seküler” (s.181), “şehirli milliyetçilik” (s.178), “distopyan bir islamcılık” (s.272) ve “Antropolojik kültür” (s.291), “sloganist” gibi ilginç, ilk okunduğunda ne olduğu anlaşılmayan, zorlama, o nedenle de kaynak olarak verilen yayına gidilip bakılması gereken; hatta, Türkçe ya yabancı sözcüklerin zorlanması ile oluştuğu izlenimi veren sözcükleri kullandığını görüyorsunuz.

Bu da farklı bir yöntem ve belki de yazımın başında belirttiğim başmakale sahibi ile diğer kaynaklar arasında bir bağlantı kurarak yaptığı değerlendirmeyi doğrulama, sağlama alma çabası da olabilir.

Tabii ki, yine bir alıntı yaparak Can Kakışım‘ın İletişim Yayınları‘ndan çıkan “Sınıf, Etnisite ve Kimlik” isimli kitabından aktardığı, “Kuşkusuz solun küresel temsillerinde kimliğe dönük ilgi, ortaya birdenbire çıkmış ve köksüz bir olgu değildir. Bu eğilimin düşünsel temelleri, 1960’ların ‘Yeni Sol’ hareketlerine kadar genişletilebilir. Ekonomide ‘merkezi planlama’ mitinin güç kaybetmesi yüzünden solun bütün varyantlarının etkilendiği görüşü yaygındır. Aynı zamanda, ekonomizm yerine ikame edilen yeni referanslar ise, kültür cephesinden devşirilir. Bireyler ve gruplar arasındaki farklılıklara odaklanan kimlik bazlı siyasetlerin merkezi bir konum elde etmesi gibi, çok radikal bir paradigma değişimi yaşanmıştır” ifadesinin ne ölçüde doğru ve sağlıklı bir tespit ve değerlendirme olduğunun çok su kaldırması gibi…

Sonuç olarak

Geçmişte Akdeniz‘in önemli ve büyük bir liman kenti olarak kapitülasyon adı verilen ekonomik ve toplumsal ayrıcalıklarla İngiliz, Fransız, Hollanda ve hatta Amerikan kapitalizminin gelişip güçlenmesinde oldukça büyük bir pay ve işleve sahip İzmir gibi bir kentin, geçmişini ya da bugününü sadece merkez-çevre ilişkisi, kültür kavgası, o tutmadığında iktidar kavgası, kozmopolitlik, dini cemaatler, İzmirlilik, İzmir kimliği ve etnik kimlikler üzerinden açıklamaya kalkmanın bilimsel açıdan yeterli bir yol olmadığını düşünüyorum. Ele alıp değerlendirmeye çalıştığımız bu araştırma kapsamında yapılan görüşmelerle ortaya çıkan tablonun, sadece kulturkampf/kültür savaşı kavramıyla açıklanamayacağını, bu tür konu ya da sorunlarda kültür dışında ekonomik ve toplumsal faktörlerin de belirleyici olduğunu savunuyorum. Örneğin, bu kentin geçmişinde ve bugününde kozmopolit yapıyı oluşturan Müslim ya da gayrimüslim cephedeki farklı iktidar ya da kültür gruplarının ortak menfaatler (ticari kâr, toprak rantı vb.) çevresinde nasıl bir araya geldiğini, aile isimleri bağlamında ortaya çıkan Cumhuriyet Dönemi İzmir sermayesinin nasıl yağmacı niteliklere sahip olduğunu, “deste anahtarlı” olarak bilinen üzüm ve incir tüccarı Şerif Remzi Reyent‘in nasıl bir anda Ermeni Aram Harpumzum‘ın işlerini takip ettiğini, işgal dönemi ve sonrasında kimin kimlerle ticari ve siyasi anlamda birlikte iş yaptığını, kentin menfaat ilişkisi olan herkesle işbirliği ya da ortaklık yapabilecek “kirli” ve “pazarlıkçı” “esnaf” ya da “tüccar” kimliğini, kentte menfaati ortak olanları bir araya getiren farklı boyutlardaki cemaatlerin nasıl oluştuğunu, örneğin “saadet zinciri“, “işbirliği“, “güçbirliği“, “çok ortaklı girişim” gibi oluşumların niye hep İzmir‘den ortaya çıktığını, İzmir’in yazar tarafından “habitusu” olarak adlandırılan, bizimse Ege Bölgesi olarak anladığımız art alanla bütünleşik tarihsel, ekonomik, toplumsal ve kültürel ilişkilerini, 2005 yılından sonra kurulan kalkınma ajanslarıyla İzmir-Ege Bölgesi arasındaki bu tarihsel ve köklü ilişkinin nasıl kopartıldığını, sermayenin son yıllardaki yerel ve merkezi iktidarla flörtünü, sermaye odaklı meslek örgütlerinin nasıl bağımsızlıkçı düşüncedeki tarafsızlıktan koparılarak AKP’nin yörüngesindeki örgütlere dönüştürüldüğünü, İstanbul ve Ankara‘dan gelen nitelikli göç dışında İzmir‘in hem ekonomik hem de siyasi açıdan İstanbul‘a nasıl eklemlendiğini, İzmir‘le ilgili kararların bundan böyle “İstanbul Dukalığı” tarafından verildiğini görmeyen ve bütün bunları ele alıp irdelemeyen bir araştırmanın İzmir‘in geçmişini ve bugününü okumada eksik kaldığına inanırım. O nedenle de yüzümü, bundan sonraki süreçte, içinde yaşadığımız kentin geçmişine, bugününe ve geleceğine dönük yapılacak yeni araştırmalara döndürüp, ele alınan konu ya da sorunun İzmir ölçeğinde geçerli olması koşuluyla, tarihi, ekonomik, toplumsal ve kültürel boyutların bütünlüğü içinde ve daha objektif, daha geçerli ve güvenilir araştırma yöntemlerinin uygulanması suretiyle ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.

…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………

(1)http://www.dibace.net/soylesiyorum/ozet-21-yuzyil-turkiyesinin-ana-akim-kulturkampfini-izmir-ve-ak-parti-eksenli-hat-temsil-ediyor/

(2) https://www.perspektif.online/uzlasma-iklimi-izmir-duvarini-yikar-mi/

(3)https://www.ilksesgazetesi.com/kent/izmir-duvarini-anlatti-hangi-taslarla-orulu-135476. html

(4) https://www.gozlemgazetesi.com/2022/06/17/izmir-duvari-mi-yoksa-izmir-kapisi-mi/

(5) https://t24.com.tr/yazarlar/ahmet-talimciler/izmir-duvari,35741

(6) https://ilerihaber.org/icerik/endiseli-modernler-kenti-izmir-142907

(7) https://www.diken.com.tr/izmir-duvari-laik-mahallede-iktidar-ve-kultur-savasi/

(8)https://sputniknews.com.tr/20220620/sosyolog-ozet-ak-parti-netlestikce-izmirli-secmen-bunu-distopyanin-habercisi-olarak-okudu-1057652985.html

(9) https://iletisim.com.tr/neden-iletisim-var

(10) Pike, K. (1967) Language in Relation to a Unified Theory of the Structure of Human Behavior. Mouton, The Hague.

(11) Wober, M., Berry, J. W., & Dasen, P. R. (1974) Culture and cognition: Readings in cross-cultural psychology.

(12) Triandis, H. (1994) Culture and Social Behavior. New York: McGraw-Hill.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s