Porto Alegre – Farklı Bir Demokrasi Umudu
Yves Sintomer & Marion Gret
Çeviri: Azer Kılıç
İthaki Yayınları, Tarih-Toplum-Kuram Serisi, İstanbul 2004
Yves Sintomer Paris-III Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler Fakültesi’nde doçent ve Berlin Marc-Bloch Merkezi’nde araştırmacıdır. La democratie impossible? Politique et modemite chez W eber et Habermas (la Decouvene, 1999) adlı kitabın yazarıdır.
Marion Gret ise, Paris-III Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.
“Başka bir dünya mümkün!” sloganıyla özdeşleşmiş Dünya Sosyal Forumu’nun ilk üç zirvesine ev sahipliği yapan Brezilya kenti Porto Alegre, başka bir demokrasinin pekala mümkün olabileceğini tüm dünyaya gösteriyor.
Her şey 1988 yerel seçimlerinde, İşçi Partisi’nin başını çektiği “Halk Cephesi“nin Porto Alegre belediyesinin yönetimini kazanmasıyla başladı. Şehrin yeni yönetimi bin bir sıkıntının altına girerek yenilikçi bir çabaya girişti: Belediye bütçesi halkın katılımıyla belirlenecekti. Böylece yeni bir katılımcı demokrasi modelini yıllar içinde geliştirdiler. Bugün Brezilya’da yüzlerce belediyenin yanı sıra, Latin Amerika’da birçok bölgede Porto Alegre modeli katılımcı demokrasi uygulanıyor. Bu kitapta Marion Gret ve Yves Sintomer, Porto Alegre deneyimini inceleyerek, katılımcı bütçe uygulamasını Brezilya’nın toplumsal ve siyasal bağlamına yeniden oturtup, bu uygulamanın nasıl doğduğu ve nasıl işlediğine ilişkin ana hatları açıklıyorlar. Ayrıca, bu katılımcı demokrasi örneğinin her aktif yurttaşın karşı karşıya kaldığı sorunlara nasıl yanıt verdiğini de gösteriyorlar.
“Yerel demokrasinin” önemli bir gündem olduğu günümüzde Porto Alegre deneyimi, başka türlü bir demokrasi tahayyül etmeyi mümkün kılarken, bu demokrasinin başarıya ulaşması yolundaki pratik koşullara dair bilgiler veriyor bizlere.
Kitabın “Giriş” başlıklı bölümü:
Giriş
“Parlamenter rejim müzakere ile yaşar; nasıl müzakereyi yasaklasın?… Parlamentodaki tartışma kulübü mutlaka salon ve tavernalardaki tartışma gruplarıyla takviye edilir; daima kamuoyuna başvuran temsilciler kamuoyuna esas düşüncesini toplu dilekçelerle söyleme hakkını verir. Parlamenter rejim her şeyi çoğunlukların kararına bırakır. Nasıl olur da parlamentonun dışındaki büyük çoğunluklar karar vermek istemez? Devletin tepesinde keman çaldığınızda aşağıdakilerin dans etmesinden başka ne beklenebilir?”
Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i
1988 yerel seçimlerinde, İşçi Partisi’nin (Partido dos Tmabalhadares – PT) başını çektiği “Halk Cephesi” olarak bilinen sol koalisyon birazda sürpriz bir şekilde Porto Alegre belediyesinin yönetimine sürüklendi. Başlangıçta çekilen doğum sancısının ardından, şehrin yeni yönetimi, sonraki yıllarda tahmin edilemeyen boyutlara ulaşarak sonunda gerçek bir kurum halini alacak yenilikçi bir çabaya girişti: Şehir sakinlerinin belediye bütçesinin belirlenmesine katılımının sağlaması. On iki yıl içinde, bu deney Brezilya’da birkaç yüz belediyenin yanı sıra, Latin Amerika’da başka birçok bölgeye yayıldı. Tüm dünyada üzerine yorumlar yapıldı ve bu da İşçi Partisi (PT) ile müttefiklerinin belediye yönetimine yeniden seçilmelerini sağlamakta belirleyici rol oynadı.
Belediye Başkanı Tarso Genro ikinci oylamada ayların yüzde altmışından fazlasını alarak yeniden seçildi ve Ocak 2002’de de Davos’ta (İsviçre) düzenlenen ekonomik forumda inşa edilmekte olan neo-liberal küreselleşme karşıtlarının zirvesi Dünya Sosyal Forumu‘na Porto Alegre ikinci kez ev sahipliği yaptı. Şehir artık “başka türlü bir dünya“nın merkezi olmuş gibi görünüyor ve kendisini gururla “demokrasinin başkenti” ilan ediyor.
Bu hayranlığın nedenlerini anlamak zor değil. Hemen hemen her yerde, egemen sınıf ile vatandaşlar arasındaki uçurum, peşi sıra siyasal sistem içinde gizli bir meşruiyet krizi de getirerek büyüyor. Yine de halka karşı eski seçkinci ön yargıları haklı çıkarmak gitgide zorlaşıyor. Kadınların sorumluluk alacakları görevlerden uzak tutulması gerektiği fikrini alenen savunmak artık nasıl mümkün değilse, sade yurttaşların kentin ortak sorunlarını bilmedikleri gerekçesiyle doğrudan siyasal kararlar alamayacaklarını iddia etmek de artık kabul edilemez. Tarih, gerçekte “dünyanın kitlelerden çok liderlerden çektiğini” (1) göstermemiş midir? Hele bir tek seçilmiş görevlilerle teknokratlara bel bağlamak, hiç akla uygun görünmüyor: Anlamını bir tek onların tanımladığı “ilerleme” felaketlere yol açmış ve çoğu zaman da ikiye bölünmüş toplumlar yaratmıştır.
Bu bağlamda, katılımcı demokrasi perspektifinin cazibesi gün geçtikçe artıyor. Yerel düzeyde bu, Avrupa’da iki mekanizma aracılığıyla uygulanmıştır. llk olarak, tüm yurttaşlara açık olan ya da daha resmi (yerel eylemcilerin üyelik kabulleri, seçimler
vs.) bir şekilde oluşturulmuş mahalle danışma konseyleri, ortalama yurttaşların yerel düzeydeki konular ya da belediye politikasıyla ilgili özgül sorunlar hakkında seslerinin duyulmasını sağlamıştır. Bu tür kurullar 2002’de nüfusu 80.000’den fazla olan tüm Fransız şehirlerinde yasayla uygulanmıştır. İkinci olarak, -esasen eski Atina’dan beri bilinen ve birçok modern ülkede hala mahkeme jürilerinde uygulanan bir prensibe uyularak kura ile belirlenen “yurttaş jürileri” son yıllarda siyasete tekrar sokuldu. Bu tür düzinelerce deneyim Büyük Britanya, Almanya ve İspanya gibi farklı Avrupa ülkelerinde de gerçekleştirildi.(2) Çoğunlukla bu jürilerin sadece danışmanlık rolü olmuştur. Yerel demokrasi, tabii ki, yukarıdan aşağı yönetim yerine, halk inisiyatifine dayanarak seçilmişlerin yurttaşlar tarafından göreve çağrılmasının mümkün kılınacağı, “birlikte yönetme” modelini vaat eder. Ancak yurttaşlar tarafından ifade edilen görüşler sadece danışman görüşü olarak değerlendirilir çoğunlukla; bu yüzden katılımcılar kısa bir süre içinde gerçekte hiçbir şey elde etmedikleri için usanıp vazgeçerler. Genellikle, katılım inisiyatifleri gençler, toplumun en az ayrıcalıklı kesimleri ve göçmenler tarafından ihmal edilir. Bu toplumsal gruplar, toplumun genelini temsil ettikleri pek söylenemeyecek olan orta sınıf kesimlerin tekeline girme eğilimindedir. Zaten “yerel demokrasi” neredeyse tamamıyla mikro-yerel konularla ilgilenir ve siyaset de kamu yönetiminin modernleştirilmesi sorununa gelip dayanma eğilimindedir, iktidar ilişkileri de sorgulanmadan bırakılır. Buna karşılık, Porto Alegre epey yol almış gibidir: Tarso Genro, Brezilyalı belediyenin “demokrasiyi radikal bir biçimde demokratikleştirme” girişiminde olduğunu ilan ediyor. (3) Bu ütopik ufuk, artık hayata geçirilmiş bir gerçek olarak görünüyor. Gerçek bir katılımcı demokrasi düşüncesi, bu şekilde teşvik edilerek, Avrupa’ya kadar gitgide yayılıyor. Almanya, İspanya, Fransa ya da İtalya’da kimi seçilmiş temsilciler, katılımcı bütçe mekanizmalarını farklı bağlamlarda uygulamayı -tasarladıklarını belirttiler. Bir o kadar umut verici gelişmede başka türlü katılımcı bütçe projelerinin hayata geçirilmesi oldu.
Rio Grande do Sul’un başkenti alternatif küreselleşmeden yana olanların toplantısına üçüncü kez ev sahipliği yapıyorsa, bunun nedeni orada gelişen katılımcı demokrasinin böylesine örnek bir nitelik taşımasıdır. Bu deneyim, iktidarı yurttaşlara geri vererek, siyaseti neo-liberal küreselleşmenin elinde tükenmeye mahkum olduğu bağlamdan çıkartarak, yeniden sağlığına kavuşturdu. Yerel yönetim ölçeğinde, Porto Alegre’nin katılımcı bütçesi, kamu politikasının “önceliklerini yoksullar lehine tersine çevirme” aracıdır. Birleşmiş Milletler’e göre, ı 960’da nüfusun en zengin % 20’si dünya ölçeğinde gelirin % 70,2’sine sahipken, en yoksul % 20’si ise, % 2,3 ile yerinmek zorundaydı. 1997’de bu eşitsizlik, oranların sırasıyla % 86 ile % 1’e ulaşmasıyla daha da derinleşti. Porto Alegre alternatif bir küreselleşme için mücadele etmenin mümkün olduğuna işaret ederek, bu sürecin kabul edilişinin aksine önüne geçilemez olmadığını gösterdi. Sonuçta bu deneyimden evrensel bir ders çıkarmamız gerekmiyor mu? Dünya Sosyal Forumu‘ndaki –“Anti-Davos” Forumu– mücadeleler; sosyal adalet, toplumların demokratikleştirilmesi ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeyi olanaklı kılarak, dünya ölçeğinde alternatifler geliştirmiyor mu?
Yine de, yargılan gerçek kanıtlara dayandırmak önemlidir. Tarih, çok daha az parlak gerçekleri gizleyen parlak efsanelere karşı ihtiyatlı olmayı öğretti bize. Bu deneyim de yakından incelenmeli; karşı karşıya kaldığı sorunlar ve getirdiği çözümler kadar arkasındaki mantık, hepsi anlaşılmalı. Kamu yönetiminde rol alan yurttaşlar, bu verimliliği gerçekten güçlendirebiliyorlar mı? Popülizme kaymaktan kaçınabiliyorlar mı? Gerçek katılım, küçük gruplar olmadan ya da orta sınıflar iktidarı büyük ölçüde tekellerine almadan, mümkün mü? Sivil toplumdan doğan hareketlerin faaliyetleri, onları bürokratikleştirmeden ve köklerinden koparmadan kurumsallaştırılabilir mi? Mahalle düzeyinde hareketler kamu yararının inşasında rol oynayarak, hemşericiliğin ötesine geçebilir mi? “Katılımcı bütçe” adıyla anılan mekanizma, ayrıntılı olarak açıklanmayı gerektirecek ölçüde karmaşık bir görünüm sunuyor. Destekçileri onu nasıl meşrulaştırıyor? Uygulamalarla söylemler birbiriyle benzeşiyor mu? Dayandığı mekanizmalar tam olarak neler? Katılımcı bir demokrasi kurmaya yönelik böylesi radikal bir girişimi belirleyen dinamikler neler? Güçlü tarafları ve zayıf yönleri ne? Siyasal katılım ne ölçüde gerçek ve ne kadar insan gerçekten katılıyor? Katılanlar kim? Temsili sistem katılımcı piramide nasıl bir arada olabiliyor? Belediye bütçesi bir bütün olarak tamamen halk katılımı çerçevesinde mi belirleniyor? Porto Alegre’nin katılımcı bütçesi ile Avrupa’nın katılımcı mekanizmaları arasında bir benzerlik var mıdır? Bağlama özgü etkenler, genel etkenlerden nasıl ayırt edilebilir?
Kısaca, Porto Alegre deneyimi gerçekten göründüğü gibi -mekanik olarak taklit edilecek bir model anlamında değil de, temeli üzerinden başka yerlerde projelendirilmesi mümkün, fikir geliştiren bir girişim olarak- örnek nitelikte midir?
(1) J Dewey, The Public and its Problems, Athens, Ohio: Swallow Press/Ohio University Press, 1954, s. 208.
(2) FONT, j. (ed.) Ciudadanos y decisiones publicas. Ariel, Barcelano, 2001; Smith, G., ve Wales, C., ‘The Theory and Practice of citizen’s juries“, Policy&Politics, 2 7/3.
(3) GENRO, Tarso e SOUZA, Ubiratan de. Orçamento Participativo. A experiencia de Porto Alegre. Fundaçao Perseu Abramo, Sao Paulo, 1997.