Salim Çetin
İzmir’in büyük kültürel etkinliklerin yapıldığı bir kent olmasını kim istemez ki?
Öyle ya taşra olmama, kültürel üretimin içinde bulunma kentlerin aynı zamanda ayırt edici özelliğidir diye tanımlıyoruz…
Eğer uluslararası ya da ulusal çapta yaratıcı etkinlikleri organize edemiyorsanız haliniz harap.
Bundan şehir birçok bakımdan etkileniyor. Bir kez taşra olmayı gönüllü olarak kabul ediyorsunuz, kendiniz bir şey üretmiyor üretileni tüketmeye talip oluyorsunuz. Artık bu olumsuzlukları uzatmak mümkün…
Niye anlatıyoruz bunları?
17-18 Şubat günlerinde “İzmir Öykü Günleri” yapıldı.
Bence, ulusal çapta özgünlüğü olan edebiyatla kenti buluşturan bir etkinlikti.
Üstelik bu tip okuma-yazma içerikli etkinlikler doğası gereği entelektüel yanı olan çalışmalardır.
Dolayısıyla çağrılan konuklar, katılımcılar kamuoyu oluşturabilecek özgül ağırlığa sahip insanlardır.
Etkinlikleri sadece katılanların sayılarına indirgeyerek hesap yapanların bu durumu göz önünde tutmasını öneririm.
Bu etkinlik on beşinci defa düzenleniyor. Erdal İzgi zamanında başlamıştı, Muzaffer Tunçağ, Hakan Tartan ve şimdi Sema Pektaş başkanlığında devam ediyor.
O halde içerik ve sunumda yenileşmelere gitmek gerekiyor. Artık öyküsünü okuyan öykücünün görsel bir sunumla okuma edimine destek sağlaması gerektiğine inanmaktayım.
Ayrıca etkinliğin içeriğini oluştururken Türkiye’deki en iyi öykü yazan ödülü almış edebiyatçıları mı çağıracağız? Yoksa bu bir kentin tümünün içinde yer alacağı bir faaliyet mi olacak? Ya da başka bir deyişle Yunus Nadi Edebiyat Ödülü gibi o yılın en seçkin edebiyatçılarını mı seçeceğiz?
Böyle bir kriter yerelde kalan edebiyatçıyı ve öykücüyü çoğu zaman etkinliğin dışında bırakıyor.
Oysa düzenlemeyi yapan kuruluş, Konak Belediyesi ve dolayısıyla yerel dediğimiz süreçlerin yönetiminden sorumlu. Dolayısıyla burada ince bir çizgi var; İzmir’deki edebiyatçı çeşitli nedenle etkinliğin dışında kaldığında etkinliğe sahip çıkmıyor ya da görmezlikten geliyor. Gereksiz kırgınlıklar baş gösteriyor. Oysa edebiyat yapısı gereği insanın duygu dünyasında olumlu şeylere yer açan, iyimser olmayı, dayanışmayı, iyi dediğimiz duygunun var olduğunu bize gösteren, yaşattıran bir şey değil midir?
O halde dostlukları kent için birlikte yapılacak ve ayrıştırmayı öteleyecek seçimleri bulmak zorundayız.
İzmir farklılıklarını ortaya koyan bir kenttir; nitekim yerel yönetimlerin bir etkinliği on beş yıl sürdürmesi İzmir’in bir farklılığı olsa gerektir.
Bir şeyi daha belirtmeliyim; bu tip etkinlikler olmasa bu duyarlıklar yaratılmamış olunsa “Tarık Dursun K. Yazar Evi” muhtemelen açılmamış olurdu diye düşünenlerdenim.
Bu arada hemen şunları da söylemeliyim bu konuda daha yapılacak çok şey var gibi.
Cevat Şakir Karaağaçlı, Necati Cumalı, Atila İlhan, Samim Kocagöz ve daha onlarca önemli edebiyat insanı İzmir’in değerleri olarak ilgi bekliyor.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun tabloları, mektupları ile kişisel eşyalarından oluşan sergisi haklı olarak beğeniyle karşılandı geçtiğimiz ay içinde açıldığında. Neden İzmirli yazarlar için buna benzer sergiler ve farklı çalışmalar yapılmasın ki.
Söz edebiyatın gücünden, bir kente kattıklarından açılmışken İzmir’in çevresinde yer alan Urla, Çeşme, Foça gibi küçük, şirin yerleşim yerleri aklıma geliyor. Birçok sanat insanı buralarda oturuyor. Bu insanların sinerjisinden yararlanmak oradaki yerel yönetimlerin becerisine kalmış. Bu insanları görmek, entelektüel güçlerini ve bilgilerini o kente katmalarını sağlamak bence önemli.
Bitirirken “İzmir Öykü Günleri” etkinliği özgün bir etkinliktir, dolayısıyla bunun kıymetinin bilinmesi gerekir diye düşünürüm. Ayrıca edebiyat etkinlikleri o kentin aynı zamanda entelektüel gelişiminde önem arz eder, düşünsel gelişime katkı sağlar… Bu açıdan da görülmelidir.