Bu da benim 100. yıl kutlamam…

Ali Rıza Avcan

Bu sayfalarda kendi özel yaşantımla ilgili konuları pek gündeme getirmem. Ancak yazdığım yazıların konusu ile ilgili olarak daha önce yaşadığım bir deneyimim, bir yaşanmışlığım varsa o olayı ya da örneği anlatarak o konunun benimle ilişkisini kurmaya çalışırım.

Ancak bugün anlatacağım konu, benimle; daha doğrusu ailemle ilgili özel bir konu olduğu için, tarihe not düşmek amacıyla yazdığım bu yazının daha önceki yazılarım arasında özel bir yere sahip olacağını düşünüyorum…

İstanbul, Şile Yeşilvadi (eski adılarıyla Safvetiye, Hiciz ve Heciz) köyünde doğan Çerkez asıllı Sami ile Kastamonu‘da Yörük kökenli bir ailenin kızı olarak doğan Pakize‘nin üçüncü evlatları ve tek oğulları olarak Ankara‘da doğan Ali Rıza, babasının babası olan 1881, Şile Kaşbaşı doğumlu Rıza ile babasının dedesi olan 1853, Samum doğumlu Ali‘nin ismini taşımaktadır.

Yaptığım araştırmaların sonucuna göre babamın ailesi, 93 Harbi olarak adlandırılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusya‘nın Soçi yakınlarındaki ata yurtlarından önce Batum‘a, daha sonra gemiyle İstanbul‘a gelip Kocaili (İzmit) sancağına bağlı Şile (File)’de padişah hassı olan topraklarda Avcıkoru (Çerkesköy, Hamidiye), Darlık, Safvetiye (Hiciz, Heciz, Yeşilvadi) ve Kaşbaşı (Kuşbaşı) köylerini kurmuş bir kökten geliyor.

Apanipha (Apan Kardeşler) ailesinin kızı Babaannem Fethiye Avcan ve babam Sami Avcan. Babamın resminin arkasında yazılı olan “fotoğraf arkası yazısı” ise aynen şu şekilde: “17.02.1938 tarihli hatıramdır. Felek cismimi mahvederse resmimi hatıra kalacak kıymetli kardeşim hakikatli kardeşiniz Sami Avcan

Ne 1955, Ankara doğumlu Ali Rıza, ne de 1913, Şile Kaşbaşı doğumlu Sami 1881 Samum doğumlu Rıza‘yı tanımamıştır. O nedenle, babasız bir ailede şehit oğlu olarak doğan Sami, duyarlı, demokrat ve anlayışlı bir baba olmakla birlikte vefat ettiği 1996 yılına kadar kendi ailesi içinde baba rolünü oynamakta zorluk çekmiş, çocukluğunda gözü önünde baba rolünü oynayan herhangi bir rol modeli olmadığı için babalığın nasıl bir şey olduğunu yaşayarak öğrenmiş, karısı ve çocukları da bundan hiç şikayetçi olmamıştır.

1913, Şile Kaşbaşı doğumlu Sami babasız büyümekle ve kendi ayakları üstünde dikilmekle birlikte hem kendisi hem de tüm ailesi 1881, Şile Kaşbaşı doğumlu Rıza‘yı Çanakkale Savaşı‘nda kaybettiklerini sanmaktadır. Aile içinde uzun yıllar dile getirilen söylentiye göre, baba Rıza ile Sami‘nin beş dayısı Çanakkale Savaşı‘nda şehit olmuştur. Hatta aynı söylentiye göre Sami‘nin doğumu üzerine Rıza‘ya mektupla müjde verildiği, onun da cevap olarak yazdığı mektupta adını Sami koyun dediği ifade edilmiştir.

Böylesi bir rivayetin ortaya çıkıp gelişmesi, savaşlarla geçen o dönem için beklendik bir durumdur. Çünkü o yıllarda artarda gelen 1911-1912 Balkan ve Trablusgarp, 1914-1918 I. Dünya ve 1919-1923 Ulusal Kurtuluş savaşları nedeniyle savaşmak üzere evden çıkan erkeklerin nerelere gittiği ve nerede şehit düştüğü kesin olarak bilinememekte, bütün ölümler daha fazla bilinen 1915 tarihli Çanakkale Savaşı‘na yakıştırılmaktadır.

İstanbul Vilayeti’ne bağlı Kocaili (İzmit) ve Çatalca Sancakları, Memalik-i Mahruse-i Şahane-i Mahsus Mükemmel ve Mufassal Atlas (1907)

Sami‘nin oğlu Ali Rıza bütün araştırmalarına rağmen dedesi Rıza‘nın adına Çanakkale Şehitleri listesinde rastlamamıştır. Üstüne üstlük ortada verilmiş bir madalya da yoktur. Çanakkale‘ye her gittiğinde duygulanıp üzülmekle birlikte babası Sami Çanakkale‘ye gitmeye kalktığında onun kalp hastası olduğunu hatırlatıp gidişini engellemektedir.

Ancak İçişleri Bakanlığı Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü‘nün alt ve üst soy listelerini açıkladığı 2018 yılında elde ettiği belgelerden dedesi Rıza‘nın 1912 yılında öldüğünü, babası Sami‘nin de 1913 yılında doğduğunu öğrenir. Böylelikle dedesi Rıza‘nın babasının doğumundan önce öldüğünü, mektupların gidip gelmesi suretiyle kendisine isim konulması söylentisinin gerçek olmadığını öğrenir ve dedesi Rıza‘nın Çanakkale Savaşı yerine 1. Balkan Savaşı‘nda şehit olabileceğini düşünmeye başlar. Üstüne üstlük aynı yıllarda akrabalarının yardımı ile hazırladığı 319 kişilik aile soy kütüğü sayesinde babasının beş değil, Faik ve Fevzi adında iki dayısı olduğunu öğrenir.

Pandeminin kol gezdiği ve insanların evlerinden çıkamadığı 2021 yılında Genelkurmay Başkanlığı‘na yazdığı bir dilekçede, babaannesi Fethiye ile kızı Atife ve oğlu Sami’ye babaları Rıza‘nın ölümü nedeniyle aile maaşı bağlandığını hatırlatarak dedesi Rıza‘nın 1912 yılında nerede, hangi tarihte ve ne şekilde öldüğünü sorar.

Yazdığı dilekçe üzerine Milli Savunma Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü‘nden aldığı 17 Eylül 1921 sayılı cevap yazısı ekindeki belgelerden, 2 numaralı Balkan defteri sahife 17, sıra 3’deki kayda göre Şile Taburu 4. Bölük Çavuşu Şile‘nin Kaşbaşı karyesinden 1297 doğumlu Rıza bin Ali‘nin, 9 Teşrinievvel 328 (22 Ekim 1912) tarihinde Geçkinli muharebesinde şehit olduğunu, mahdumu Sami‘ye 50 kuruş, kerimesi Atife‘ye 50 kuruş aile maaşı bağlandığını öğrenir.

Böylelikle yıllardır aile içinde söylenegelen yanlış bir rivayet düzeltilmiş, Rıza bin Ali‘nin 1915 tarihli Çanakkale Savaşı yerine 1912 tarihli 1. Balkan Savaşı‘nın beşinci gününde Edirne ile Kırklareli arasındaki Süloğlu‘na bağlı Geçkinli köyü yakınında şehit olduğu ortaya çıkmıştır.

Oysa Ali Rıza, 1980’li yıllarda Süloğlu Belediyesi de dahil olmak üzere o çevredeki tüm belediyelerin denetim ya da soruşturmasını yaptığı halde, dedesinin bu topraklarda şehit düştüğünü bilmemekte; o nedenle bu topraklarla kendi ailesi arasındaki o değerli ilişkidir haberdar değildir.

Ali Rıza aile tarihini temelinden değiştiren bu yeni durum karşısında hemen tüm akrabalarını haberdar ederek bu doğru bilgiyi herkesin öğrenmesine çalışır ve 31 yaşında şehit olmuş olan dedesinin nasıl bir ruh hali içinde savaşa katılıp şehit olduğunu öğrenmek için Balkan Savaşları ile ilgili kitap, makale, bildiri ve belgesel olmak üzere tüm yayınları okumaya, notlar almaya, konuyu derinlemesine araştırmaya başlar. Bu okuma, öğrenme ve başkalarına anlatma uğraşısı öyle bir hale gelir ki, bugüne kadar 7-8 bin sayfa okuduğunu hesaplar ve savaşın o acımasız ortamının ayrıntılarını öğrendikçe dedesinin o savaştaki eziyet, işkence, yakma yıkma ve salgın hastalıkları görmeksizin savaşın beşinci günü şehit olmasına adeta şükreder.

Ardından da dedesi Rıza‘nın şehit olduğu yere giderek onu ziyaret etmek ister. 2022 yılının 22 Ekimi’nde sevgili dostu Orhan Beşikçi ile birlikte Basmane Günleri‘nin hazırlığını yaptığı için gidişini 2023 yılının 22 Ekim’ine erteler.

2023 yılı Ekim ayının ilk günlerinde hazırlıklara başlar. Trakya Üniversitesi‘nde öğretim üyesi olarak görev yapan dostu Yaşagül Ekinci Danışan‘ı arayarak ondan yardım ister. Böylelikle Edirne‘ye gittiğinde kalması için Trakya Üniversitesi Uygulama Oteli‘nde rezervasyon yapılır ve sonrasında İstanbul‘a uğramadan doğrudan Edirne‘ye gitmek istediği için İsparta Petrol firmasından gidiş ve dönüş biletlerini, ayrıca gittiğinde dostlarına vereceği armağanları alır. Ancak gidiş günü yanına aldığı armağan paketini acelesinden otobüs terminalinde unutur ve servis minibüsündeyken terminal görevlilerini arayarak unuttuğu çantanın kendisi İzmir‘e dönünceye kadar saklanmasını ister.

Gecenin bir vaktinde yeni ve ıssız Çanakkale Köprüsü geçilerek yapılan yolculuk sonrası 22 Ekim 2023, Pazar sabahı Edirne‘dedir. Dostlarıyla buluşana kadar, yaptığı perhizi unutarak Ali Paşa Çarşısı‘ndaki Sarıyer Börekçisi‘nin lezzetli böreklerini yiyip çayını içer ve 41-42 yıl önce geldiği Edirne‘de en iyi hatırladığı Selimiye Camii çevresindeki sokakları gezerek fotoğraflar çeker.

Büyük Selimiye Camisi yakınındaki tarihi belediye binasını daha önceden bilmektedir. Zira 1981-1982 yıllarında belediyedeki bir soruşturma nedeniyle üstadı mülkiye müfettişi rahmetli Recep Birsin Özen ve arkadaşları rahmetli Halil Özden ve Halil Toprak ile birlikte Edirne‘ye geldiğinde, o tarihi binadaki Atatürk‘ün kaldığı odanın karşısındaki odada kalmış, çatısında baca bulunmayan mücevher benzeri o muhteşem binanın 2-2,5 metreyi bulan büyük çini sobalarını, duvarlardaki büyük tablolarını aklında tutmuş, o büyük çini sobalardan çıkan dumanın baca yerine kanalizasyona verildiğini öğrenmiştir. O nedenle ilk görmek istediği yer bu binadır ve bu binanın önünden, arkasından ve yan cephesinden fotoğraflar çekerek güvenlik görevlisi ile birlikte içinde dolaşıp anılarını tazelemeye çalışır. Ancak bu kez, Paris Belediyesi‘nin küçük bir örneği olarak yapılan binanın daha önceden öğrendiği şekilde 1860 yılında değil, 1898-1900 yıllarında Edirne Belediye Başkanı Cezzar Dilaver Bey tarafından mühendis Nazif Akanlar‘ın projesine göre 5.000 liraya yaptırıldığını, aynı mühendisin 1905 tarihli Büyük Edirne Yangını sonrasında Kaleiçi bölgesinin yeniden imarını sağlayan planı da çizdiğini öğrenerek aklında kalan yanlışları düzeltir.

Sonrasında binanın çevresindeki güzel, tarihi yapıların, hemen yakınındaki Üç Şerefli Cami ile Eski (Ulu) Cami‘nin avlu, kapı ve pencere ayrıntılarını, kıyıda köşede kalıp fazla bilinmeyen mekânların, üzerine daha sonraları Edirne Saat Kulesi‘nin inşa edildiği Makedonya Kulesi‘nin, İzmir‘in tarihi Kemeraltı Çarşısı‘na benzeyen tarihi Ali Paşa Çarşısı‘ndaki tarihi binalarla çalışanların fotoğraflarını çeker, onlarla sohbet eder.

Dikkatini çeken en önemli görüntü ise, Pazar sabahı olmasına rağmen otobüslerinin başına biriken ya da çarşıda gruplar halinde dolaşan yer yaştaki Bulgar turistler olur. Bu turistlerin sırf alışveriş yapmak için gelip gittiklerini televizyon haberlerinden bilir. Kendisine yardımcı olacak dostlarını beklerken oturup sohbet ettiği Bulgar göçmeni Edirnelilerin ellerindeki mallarla ve bildikleri Bulgarca ile turistlerle konuştuğuna tanık olur. Ve bu görüntü karşısında, dedesini öldüren Bulgar ordusu askerleri ile bugün bu çarşıyı dolaşıp alışveriş yapan Bulgarlar arasındaki ilişkiyi sorgular ve her iki ulus arasında oluşturulan barış ortamının ne kadar iyi olduğunu düşünerek dedesinin bu ortamın oluşumundaki payını sorgular.

Ardından dostları Trakya Üniversitesi öğretim üyesi, Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi UNESCO Alan Yönetimi Danışma Kurulu Başkanı ve UNESCO Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı eski başkanı Yaşagül Ekinci Danışan, eşi Can Tekin Danışan ve kızları Asude Danışan ile buluştuğunda, Edirne Tanıtım ve Turizm Derneği Başkanı Bülent Bacıoğlu ile tanışır ve onlarla birlikte Süloğlu ilçesi yakınındaki Geçkinli köyüne doğru yola çıkar. Aşağı yukarı 30 dakikalık yolculuk sonrasında gördüğü ilk “Geçkinli Şehitliği 1912” tabelasının önünde poz verir ve ardından önce köyün mezarlığını, sonrasında da köyün batısındaki bir tepenin üstündeki Geçkinli Şehitliği‘ne gider.

Buradaki ruh hali üzüntü, acı ve burayı bulup gelmiş olmanın sevinci ile yüklüdür… Anıtı ziyaret ederek bu topraklarda şehit olanlarla dedesine saygısını sunar, babası ve babaannesinin mezarı ile Yeşilvadi‘deki evlerinin bahçesinden getirdiği toprakları baba, eşi ve oğul arasındaki sevgi ilişkisini vurgulamak amacıyla anıtın çevresindeki ağaçların dibine serper. Kendisinin oraya gelişini duyup gelen Anadolu Ajansı muhabiri Gökhan Balcı ile görüşerek buraya geliş amacını, hissettiklerini ve barış dileklerini dile getirir. Dedesinin ölümünden 111 yıl sonra kendisi, babası ve tüm ailesi adına yaptığı bu ilk ziyaretin nedenlerini açıklamaya çalışır.

Sonrasında dostları ile birlikte Edirne‘ye dönerek Meriç nehri kenarındaki Lozan Barış Anıtı‘nı, İzmirlilerin çok yakından tanıdığı Mimar Kemalettin‘in eseri tarihi Karaağaç Garı‘nı ziyaret eder, onların fotoğraflarını çeker. Meriç nehri kenarında TOKİ mantığı ile yapılan çevreye uyumsuz, nehri beton bir kanala dönüştüren beton setleri görür ve içi acır. Bu arada, İzmirli dostlarının tavsiyelerini dikkate alarak Edirne‘nin meşhur ciğer tavasını yemeyi ihmal etmez.

Trakya Üniversitesi Uygulama Oteli‘ndeki geceleme sonrasında ertesi gün Edirne‘nin Kaleiçi Mahallesi‘ndeki güzel tarihi binaların arasında dolaşır, onların fotoğraflarını çeker. Kullanım hakkı, “bal tutan parmağını yalar” mantığıyla zamanın Milli Eğitim Bakanı‘nın başkanı olduğu TED Koleji‘ne verilen boş ve harap tarihi yapıyı görür, 2021 yılında başlayıp 2025 yılına kadar devam edeceği söylenen ve bu nedenle ziyarete kapatılan Selimiye Camii‘ne giderek restorasyon sırasında kimseyi; hatta restorasyon projesini hazırlayan Yüksek Mimar Acar Avunduk‘u bile içeri almayan yandaş şirketin yöneticileri ile tartışır ve tüm ülkenin pek de haberdar olmadığı bu sorunu “restorasyonda şeffaflık” başlığıyla ülke gündemine taşımaya karar verir, ardından Edirne‘deki kadim Yahudi kültürünün izlerini takip etmek için Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi‘ni ziyaret eder. Küçük ve oldukça sevimli bu müzenin bahçesindeki iki mezar taşı dışında Edirne Yahudileri ile ilgili hiçbir kültürel değere rastlamayınca bunu müze görevlilerine bildirir. Ayrıca Pazar günü ziyaret ettiği 1. derece koruma altındaki Geçkinli Şehitlik Anıtı‘nın Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi‘nden aldığı Edirne ile ilgili turizm tanıtım belgelerinde yer almaması nedeniyle, bu durumu Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildirmeye karar verir.

Edirne Büyük Sinagogu

1980’li yıllardaki ziyaretlerinde bakımsız, harap halde görüp etkilendiği Edirne Büyük Sinagogu‘nu, Pazar günü önünden geçerken açık gördüğü için gidip ziyaret etmek ister ama kapıları kapalı olduğu için içeri giremez ve binanın bu yeni halinin fotoğraflarını çekmekle yetinir.

Bu kadar yoğun geçen günün sonunda da günün tüm yorgunluğu ile Edirne Otobüs Terminali‘nden İzmir‘e dönüş yapmak üzere yola çıkar. Yolda otobüs şoförü, yeni Çanakkale Köprüsü‘nden geçmek yerine arabalı vapurla Eceabat‘tan Çanakkale‘ye geçmeyi tercih ettiğinde gece ışıklarıyla birlikte hem Çanakkale‘yi hem de denizden Kilidülbahir Kalesi‘ni gördüğü için sevinir.

Yaptığı yolculuk sorasında Edirne‘de gördüğü tüm tarihi yerler ve yapılar hakkında araştırmalar yapmaya, çektiği fotoğraflardan oluşan albümleri sosyal medyada, o fotoğraflardaki mekân ve yapılar hakkında bilgiler vererek paylaşmaya, Edirne seyahati sırasında öğrendiği Kabul Baba ve Hasan Rıza gibi şahsiyetler hakkında araştırmalar yapmaya, bir sonraki gelişinde Şükrü Paşa Tabyası, Kırkpınar ve Sarayiçi gibi eksik kalan yerleri gezmeye, bugüne kadar İzmir‘e odaklanan araştırma çalışmalarını Edirne ya da Bursa gibi diğer tarihi kentlerde olup bitenle mukayese ederek geliştirmeye, İzmir‘e benzeyen bu kentlerdeki çalışmaları yakından izleyerek İzmir‘e örnek göstermeye karar verir ve bu düşüncelerini İzmir‘deki yakın dostları ile paylaşır.

Böylelikle, 111 yıldır bilinmeyen bir şehitlik hikâyesinin tüm ayrıntılarını öğrenip bizler için korkmadan, kaçmadan savaşıp şehit olan bu kahramanlara borçluluğumuzu bilip saygımızı göstererek, geçmişle bugün ve gelecek arasındaki hafıza ve duygu köprülerini kurarak hissedilen hak edilmiş bir ferahlama ve mutluluk haliyle kendimi Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamaya daha bir hazır hissettiğimi söyleyebilirim…

Tabii ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın 100. Yılı Kutlamaları nedeniyle dile getirdiği “vazgeçmem” şeklindeki sadce kendini düşünen bireysel söylem yerine, beni ve herkesi kucaklayan “vazgeçmeyeceğiz” söylemini tercih ederek…

Not: Yazıma konu yaptığım Edirne seyahati sırasında çektiğim fotoğrafları, “Selimiye Camii ve Çevresi“, “Edine, Kaleiçi” ve “Edirne, Karaağaç” albümleri şeklinde Facebook‘ta paylaşacağımı duyurmak isterim.