Ali Rıza Avcan
Bu haftaki yazımın konusu olan ve Fransızca Raison d’Etat terimine dayanan devlet aklı, devleti yönetmeye ilişkin bir akıl yürütme biçimi, tasavvur bütünü olarak tanımlayabilirim.
Bugüne kadar bu alanda kalem oynatıp görüşlerini açıklayan Machiavelli ve Hobbes gibi düşünürlere göre, devlet yönetiminin, genel ahlaktan farklı olarak elindeki politik gücü; yani, egemenliği koruyup bekasını sağlamaya ve bunu riske atan unsurları serinkanlı, sağduyulu, basiretli ve ferasetli bir tutumla yok etmeye öncelik veren kural tanımaz bir ahlaka, insani değerlerden uzak bir kurallar bütününe dayanması gerekmektedir. Bu tanıma göre, devlet aklı esas olarak “güvenlik” ve “istikrar” önceliği ekseninde çalışır. Devlet aklının temel amacı, devletin bekasını ve iktidar pozisyonunda olanların konumlarını korumaktır. Devlete nazaran öncel, dışsal ve hatta ardıl hiçbir amaç yoktur. Bir başka ifadeyle, üstün otoritenin çıkarlarının bireysel, toplumsal veya ekonomik çıkarlarla hukuk ve temel etik ilkelerden önce geldiği tasavvuru devlet aklının temelini oluşturur.
Hele ki, bu akıl, son günlerde gündemde olan Devlet’in devlet aklı ise…

Bu bağlamda devlet aklı adı verilen terimin en güncel uygulamalarını ya mahkemelere müdahale ederek ya da tarafların büyük bir hevesle katılıp sonuç alamadıkları “Barış süreci” adı verilen girişimlerde görebiliriz. Hem de, devlet aklı uğruna, onun bir gereğiymiş gibi gösterilerek… Çünkü her şey, devletin güvenlik, istikrar ve bekası için yapılmakta, bu şekilde bizim ahlaksızlık dediğimiz bir tutumla eyleme konulmaktadır.
Benim bugün sizinle paylaşacağım devlet aklı örnekleri ise, egemenlerin kendi varlıklarını koruyup sürdürmek için yaptıkları bu tür pazarlıklarla değil; iktidardaki siyasi partilerin, belediyeler düzlemindeki egemenliğini koruyup geliştirmek ve bu durumu sürdürmek amacıyla gerçekleştirdikleri nispeten daha küçük; ama, sonuç olarak devlet ve devlet aklı ile ahlak açısından ders niteliğinde çıkarımlarda bulunmamızı sağlayacak akıl almaz partizanlık örneklerinden oluşuyor…
Vereceğim örnekler, 1976’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye)‘nden mezun olduktan hemen sonra görev aldığım Yerel Yönetimler Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı‘ndaki 13 yıllık devlet memuriyeti süresince devlet aklının ve onu çaresizliğinin bir sonucu olarak görüp tanık; hatta, muhatap olduğum acı, kötü, hazin ve trajikomik olaylarla ilgili olacak…
Nitekim bu dönemde, size anlatacağım bu olay ve durumlar dışında daha başkalarıyla karşı karşıya kalıp ilk önce devlet memurluğundan müstafi; yani görevimden kendi isteğimle ayrılmış, daha sonra da 2 kez devlet memurluğundan atılmış olma şeref ve unvanını taşıyan eski bir devlet memuru olarak bugün bunları sizlerle paylaşarak tarihe not düşmenin bir görev olduğunu düşünüyorum… Her ne kadar o tarihlerden bu yana ben dahil daha birçok kişi anlattıklarımdan daha kötü, daha acı, daha hazin ve daha trajikomik olaylarla karşılaşmışsa ya da devlet aklı adına yapılan bu akıl almaz kötülükler halen devam ediyor olsa da…

Büyük bir felaketin fırsata dönüştürülmesi girişimi…
Size vereceğim ilk örnek 28 Mart 1970 Gediz Depremi ve onun sonuçlarıyla ilgili olacak… Kütahya‘nın ilçesi Gediz‘in, Richter ölçüsüne göre 7,6 büyüklüğündeki o müthiş depremle alt üst olup 1.086 kişinin ölüp 1.260 kişinin yaralandığı, 33.000 aileyle yaklaşık 80.000 kişinin evsiz kaldığı o deprem sonrasında Gediz-Uşak yolu üzerinde Gediz‘e 7 kilometre uzaklıktaki “Kadınlar Pazarı” denilen yerde, “Yeni Gediz” adıyla yeni bir yerleşim kurulmuş, bundan böyle deprem görüp adeta yok olan Gediz‘e “Eski Gediz” adı verilmişti.
Devlet aklının sahipleri; daha doğrusu 1978 yılında henüz yeni kurulmuş olan Yerel Yönetimler Bakanlığı‘na İçişleri Bakanlığı‘ndan ithal CHP‘li partizan yöneticileri ise depremin üzerinden 8 yıl geçtikten, yaşam Yeni Gediz‘de yeniden canlanıp yaralar onarılmaya çalışılırken Yeni Gediz‘in Adalet Partili (AP) belediye başkanını siyasi anlamda sıkıştırmak, belki de parti değiştirmesini sağlamak amacıyla bir arkadaşımla birlikte beni belediye başkanı hakkında soruşturma yapmak üzere Yeni Gediz‘e gönderir. Soruşturmanın gerekçesi ise belediye binasının, bakanlar kurulundan izin alınmaksızın Yeni Gediz‘e taşınmasıydı. Ama ilk yaptığımız incelemede bırakın belediye binasını, kaymakamlık, emniyet, jandarma, hastane ve sağlık ocakları gibi diğer devlet kuruluşlarının da Yeni Gediz‘e taşınması için herhangi bir bakanlar kurulu kararının alınmamış olduğu ortaya çıktı.
Tabii bu durumu Ankara‘ya dönüşümüzde hazırladığımız raporda dile getirerek soruşturma yapılmasını gerektiren bir durumun söz konusu olmadığını belirttik; ama, bir yandan da şu soruyu sormaktan kendimizi alamadık:
“Bizi belediye binasının izinsiz taşındığı bahanesi ile Yeni Gediz’e gönderen devlet aklı diğer devlet kuruluşlarının da aynı şekilde oraya taşındığından; daha doğrusu Ankara’daki hükümetin ve İçişleri Bakanlığı’nın böylesine bir karar almadığından haberdar değil miydi acaba?“

Feodal düzenle ilgili sorunlara çözüm bulamayan devlet aklı…
Anlatacağım ikinci olay ise, Urfa‘nın Fırat nehri kıyısındaki Birecik ilçesine bağlı Ayran beldesi ile ilgili olacak… Hem de takvimlerin, 12 Eylül faşizminin tüm ağırlığı ile ülke gündeminin üstüne çöktüğü, başta Doğu ve Güneydoğu’daki Kürtler olmak üzere tüm ülkede zulüm, baskı ve işkencenin zirve yaptığı 1982 yılının Haziran aylarını gösterdiği zamanlarda… Çalışma arkadaşımla birlikte Birecik Belediyesi Elektrik ve Su İşletmesi‘nin, tek başına da Halfeti Belediyesi ile Halfeti‘nin Yukarı Göklü belde belediyesinin denetimlerini yaptıktan sonra sıra Birecik‘in Ayran Belediyesi‘ni denetlemeye gelmişti. Araba ile Fırat nehri kıyısındaki kelaynakları seyrederek Ayran‘a giderken yerleşimi uzaktan gördüğümde dikkatimi çeken ilk şey, buradaki evlerin ve diğer binaların, çevredeki diğer yerleşimlerinden farklı olarak kerpiç ya da briket renginde değil, daha özene bezene yapılmış ve çoğunun kırmızı, pembe, yeşil, mavi gibi gökkuşağının tüm renkleriyle “ben buradayım” deme yarışına girmiş olmalarıydı. Bunun nedenini sorduğumda, nüfusun büyük çoğunluğunun Avrupa’da çalışması nedeniyle herkesin eline biraz para geçince ilk yaptığı şeyin, gurbet ellerde gördüğü o güzel, boyalı evleri kendi topraklarında yapma arzularından kaynaklandığını öğrendim.
Ancak o gurbetçi işçilerin Avrupalı olma hali, -ne yazık ki- güzel ve boyalı ev yapma konusunda başlayıp ondan öteye gidemiyor, mensup oldukları aşiretlerin sürdürdükleri kan davalarının esiri olmaya devam ediyorlardı.
Çünkü tarihi adı Aran ya da Airam olan bu eski yerleşimde 12 Eylül öncesinde birbiri ile mücadele edip silahlı kavgaya giren ve birçok kişinin ölümüne neden olan iki aşiret arasında bir kan davası vardı ve bu aşiretlerden biri kasaba içindeki kavgalarda belediye başkanının yetkilerini kullanmak amacıyla belediyeye girdiğinde başkanlık mührü ile belge, defter, koltuk, masa ve sandalyeleri alıp kendi bölgesine götürüyor, başka bir gün diğer aşiret yine aynı şekilde çatışma sırasında belediyeyi girdiğinde ise kaptırılan eski başkanlık mührü, belge, defter, koltuk, masa ve sandalyeler yerine yaptırılan yenilerini alıyor; böylelikle, birçok kişinin öldüğü bir ortamda benim denetleyebileceğim hiçbir belge ve defter belediyede kalamıyordu.
Bu durumu, benden önceki denetimi yapan ve Kilisli olduğunu hatırladığım rahmetli Halis Elbeyli‘nin, belediyedeki nüshası çalındığı için Birecik Kaymakamlığı‘nda bulduğumuz raporunda Aziz Nesin‘i kıskandıracak bir düzey ve kıvamda anlatıldığını görüp; aslında ağlanacak bir durumla karşı karşıya olduğumuzu bilmekle birlikte, sinirlerimin boşalması nedeniyle kahkahalarla gülmekten kendimi alamamıştım.
Cumhuriyet’in kurulduğu tarihten tamı tamamına 60 yıl geçmiş olmasına karşın aşiretler arasındaki kan davalarına çözüm bulamayan; ancak, ülke yönetimine silah zoruyla el koyan o günlerdeki, o “yüce” devlet aklı, bu duruma çare bulmak amacıyla kendi vatanında işsiz kaldığı için Almanya‘ya gidip çalışmak zorunda kalan bir vatandaşı, adeta ödüllendirerek belediye başkanı yapmış, böylelikle kendince sorunu çözmeye çalışmıştı. Belediye başkanı olduğunu öğrenen arkadaşımız ise duyduğu sevinç ve heyecanın etkisiyle o güne kadar biriktirdiği parayla belediyede kullanılmak üzere araç, gereç, iş makinesi ve kamyonlar almış ve böylelikle, şimdilerde Birecik‘in mahallesi olan Ayran‘a, adeta Sezar‘ın Roma‘ya girişini hatırlatırcasına bu araçların oluşturduğu büyük bir konvoyla girmişti!
Şimdilerde yeni fotoğraflara bakarak ya da o bölgeyi iyi bilen sevgili dostum antropolog ve belgeselci Handan Türkeli‘nin anlattıklarını dinleyerek Ayran‘ın o tarihlerdeki renkli halinin yok olduğunu, oranın da çevredeki diğer yerleşimlere benzediğini anlıyor, Ayran denince aklıma gelen o renkli evlerin yok olmuş olmasına üzülüyorum…
Keşke orada hem benim hem de Halis Elbeyli‘nin yazdığı o mizah dolu raporları bugün sizlerle paylaşmak için saklasaydım, o allı yeşilli evlerin uzaktan fotoğrafını çekebileceğim bir fotoğraf makinem ya da cep telefonum yanımda olsaydı…
Böylelikle devlet aklı bir kez daha, yönetip yok edemediği ya da denetleyemediği feodal bir geleneğin sonuçlarını, işsizlik nedeniyle yaban ellerine gidip çalışan bir işçinin birikim ve heyecanı üzerinden; yani, bir sorunu henüz çözümlenmemiş başka bir sorunla çözme ya da aklama yöntemiyle ortadan kaldırma kurnazlığını göstermiş, bunu da elindeki silahın gücüyle gerçekleştirmişti.


Deveye “boynun eğri demişler, nerem doğru ki” demiş…
Üçüncü örneğim ise, İstanbul‘un Boğaz kıyısındaki o güzelim Arnavutköy mahallesi ile değil; İstanbul’un kuzey-batısındaki Terkos (Durusu) gölü ve barajının hemen kıyısında, şimdilerde yapılan İstanbul Havalimanı‘nın hemen yakınında, 1980’li yılların başında küçük bir yerleşim iken bir anda bir mantar gibi büyüyüp 2009’de ilçe haline gelen, TÜİK’in 2023 yılı ADNKS verilerine göre 336.062 kişilik nüfusa sahip koskocaman bir ilçe. 2024 yerel seçimlerinde AKP‘nin % 41,94, CHP‘nin de % 38,44 oranında oy aldığı, adeta AKP‘nin oy deposu haline gelmiş bir kent…
1990-1991 döneminde bu yerleşimdeki belediyenin ikinci denetimini yaparken bir binanın inşaat ruhsatı olmaksızın inşa edildiğine ilişkin şikayet üzerine hemen inceleme-soruşturma işlemlerine başlamış; ancak, yaptığım ilk incelemeler sırasında yerleşimdeki belediye binası dahil olmak üzere bütün okul binalarıyla sağlık ocaklarının, camilerin ve geriye kalan tüm binaların ruhsatsız olduğunu fark edip “burayı da ben mi kurtaracağım” düşüncesiyle yaptığım inceleme-soruşturmadan vazgeçmiştim.
Çünkü karşımda tüm yerleşim alanının Terkos (Durusu) gölü ile barajının koruma sahasında kalması, o nedenle burada hiçbir yapının yapılmaması ile ilgili yasağa rağmen devlet aklının çözüm bulamadığı; hatta, İstanbul‘un karşı kıyısındaki Sultangazi‘de yaptığı gibi teşvik ettiği yağma sonucunda karşıma çıkan koskocaman bir beldeyle karşı karşıya kaldığımı ve bunun da benim gibi bir ademin aklıyla çözülemeyeceğine, devlet aklının çözemediği bir soruna yapacağım soruşturma ile merhem olamayacağımı anlamıştım. Ve o tarihte 1990 TÜİK ADNKS verilerine göre 21.143 olan nüfus bugün 15-16 kat büyüyerek koskocaman bir ilçe olmuş durumda…

Faşist devlet aklının yapmak istediği eziyetler…
Vereceğim son örnek ise, yine İstanbul‘dan, İstanbul‘un Bayrampaşa Belediyesi ile ilgili olacak. İstanbul‘da ve tüm ülkede faşist devlet terörünün bir kasırga gibi estirilip sıkıyönetim komutanlıklarından gelen imzasız dilekçe ve emirlerle yapılan soruşturmalar sonucunda suçsuz insanların cezalandırıldığı bir dönemle ilgili olacak. Bayrampaşa Belediyesi 12 Eylül 1980 öncesinde vatandaşların talebi üzerine, özel mülk sahibinin itirazına konu olmaksızın özel mülkiyete konu olan bir taşınmaza halkın; yani, kamunun kullanımı için asfalt dökerek yol yapar ve o yoldan binlerce insan ve araç geçtikten sonra dökülen asfalt geçen zaman içinde eriyerek ekonomik ömrünü doldurur.
Ancak bu arada herkesin herkesi ihbar ettiği 12 Eylül faşizmi gelir ve fi tarihte o taşınmaz üzerinde açılan yol soruşturma açılır ve benden de o asfalt bedelinin tazmini için rapor düzenlemem istenir. Oysa o asfaltı yapan belediye başkanı ölmüş ve geriye zor durumdaki karısı ve çocukları kalmıştı. Ayrıca yapılan yol taşınmaz sahibinin itirazı olmaksızın yapılarak kullanılmış ve o kullanım sonucunda verdiği fayda neticesinde yok olup erimiştir. Ve benden bu asfaltın bedelini, ölmüş belediye başkanının karısıyla çocuklarından tazmin etmeleri için rapor yazmam istenmektedir.
Bense o raporu devlet memurluğundan istifa ettiğim tarihe kadar yazmayarak ve o tazminatı ödettirmeyerek kendimce bir direniş sergilediğimi, bilerek ve isteyerek yaptığım bu direnişin devlet memurluğundan 2 kez atılma işlemleri sırasında karşıma disiplin suçu olarak çıkarıldığını hatırlıyorum… Bense o iddiayı, 12 Eylül faşizmine karşı kendi bildiğimce ve elimden geldiğince gerçekleştirdiğim sessiz sedasız bir direnişin şeref madalyası olarak aldım ve göğsüme iliştirmiştim…
Sonuç olarak;
Devlet aklı denilen terim aslında, devletin kendi varlık ve geleceğini korumak amacıyla hiçbir ahlaki değer ve kurala bağlı kalmaksızın uyguladığı baskı, zulüm ve eziyetlerin; daha doğrusu devlet terörüne gerekçe yapılan akıl dışı siyasi bir ahlaksızlık olarak kabul edilmeli, hangi düzeyde olursa olsun reddedilmeli, yerine ise yurttaşların aklıyla temel etik değerlere ve evrensel hukuka güvenen demokratik bir anlayışın konulması sağlanmalıdır.
Hele ki devlet aklı, paradigmalar değiştirmeye kalkan faşist Devlet‘in aklı ise…
Yararlanılan Kaynaklar
Bora, T., “Dillerde hep onun adı: Devlet aklı“, 13 Kasım 2024, https://birikimdergisi.com/haftalik/11892/devlet-akli, Erişim Tarihi: 19.01.2025.
Kutlu, A., Koç, F., “Devlet Aklı Kavramında “Devlet Adamı” Figürü“, A.Ü. S.B.F. Dergisi, Cilt 72, No.2, 2017, s.333-354.
Meinecke, F., Devlet Aklı & Modern Çağda Devlet Aklı Düşüncesi, Albaraka Yayınları, Ekim 2021, İstanbul.
Sancar, M., “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti, İletişim Yayınları, 2020, İstanbul.
Turan, Ö., Öztan, G. G., Devlet Aklı ve 1915 Türkiye’de Ermeni Meselesi Anlatısının İnşası, İletişim Yayınları, 2018, İstanbul.
Raison d’etat, Wikipedia, Erişim Tarihi: 19 Ocak 2025. https://fr.wikipedia.org/wiki/Raison_d%27%C3%89tat#:~:text=La%20raison%20d’%C3%89tat%20est,notamment%20dans%20des%20circonstances%20exceptionnelles.
