Paran kadar adalet…

Ali Rıza Avcan

Sözlükler adaleti, “herkesin yasalarla tanınmış olan hakkını vermek, bu hakka ilişmemek ilkesi ya da eylemi” olarak tanımlıyor. Yaygın bir şekilde kabul gören bu tanımda, “herkesin yasalarla tanınmış hakkını vermek” ifadesi yer aldığı için, ortada bu hakkı verecek ya da dağıtacak, bununla görevlendirilmiş bir birim, bir güç ya da bir iktidarın; yani devletin var olması gerekiyor. O nedenle bizler, devletin kurulduğu tüm sınıflı toplumlarda bireyler arasında adaleti dağıtma görevinin devlete ait bir görev; daha doğrusu devletin devlet olma koşullarından biri olduğunu kabul ederiz.

Bugünkü yazımızın konusu ise, devletin adalet dağıtma işlevinin ücretli mi, yoksa ücretsiz mi olması gerektiği konusu ile ilgili olacak. Özellikle de bireylerin menfaatlerini değil, devletin iş ve işlemleriyle toplumun genelini; yani kamuyu ilgilendiren temel haklar; örneğin çevre hakkı ya da kent hakkı yok olduğunda adaleti aramak için yapılan mücadelenin ücretli mi; yoksa ücretsiz mi olması gerektiği ile ilgili kişisel bir değerlendirme yapıp öneriler geliştirmeye çalışacağım. O nedenle de, yapacağım değerlendirmede yer yer kanun maddelerine ya da başımdan geçen bazı olaylara dayalı çıkarsamalar yapıp öneriler geliştirmeye çalışacağım.

Çevre konusu ile ilgili ilk çalışmam, 1981 yılında değerli öğretmenim Prof. Dr. Ruşen Keleş‘in yönlendirmesi ile Türkiye Çevre Vakfı adına gerçekleştirdiğim Türk mevzuatında çevre ve çevre koruma ile ilgili düzenlemeleri tarayıp listelemekle ilgiliydi. Daha sonraki yıllarda bir kitap olarak yayınlanan o çalışma, hazırlanmakta olan 1981 Anayasası’na çevre koruma ile ilgili maddelerin konulması amacıyla yapılmıştı. Böylelikle, bilgisayarın olmadığı o yıllarda 1923’den bu yana kabul edilmiş tüm yasa, tüzük ve yönetmelikleri kelime kelime tarayarak içlerindeki çevre ve çevre koruma ile ilgili düzenlemeleri bulup listeleyerek çevre ve çevre koruma konusundaki ilk eğitimimi almıştım.

Çevre mücadelesi ile ilgili ilk kişisel davamı ise, 2015 yılında Doğa Derneği Gediz Deltası Sorumlusu sevgili arkadaşım Göker Yarkın Yaraşlı ile birlikte açmıştım. Davanın konusu, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı İZSU Genel Müdürlüğü tarafından Karşıyaka, Yamanlar Dağı yamaçlarında yapılacak Bostanlı Barajı‘nın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nca onaylanmış ÇED raporunun iptali ile ilgiliydi. Çünkü bu barajın yapımı amacıyla Yamanlar, Menemen ve Aliağa‘da açılacak taş, kum ve çakıl ocaklarının çevreye zarar vereceği açık seçik vaziyette ortadaydı. Davayı açmadan önce, o sıralarda İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce yapılacak Yamanlar Katı Atık Dönüşüm Tesisi için dava açıp kazanmış olan sevgili dostum avukat Senih Özay‘la gidip görüşmüş, onun önerisiyle genç bir avukatla çalışmaya karar vermiştik. Ancak iş, binlerce liralık bilirkişi ücretinin ödenmesi aşamasına gelince her ikimizin de ödeme gücü olmadığı için davayı TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘ne devretmek amacıyla o zamanlar şube başkanı olan sevgili Helil İnay Kınay‘la görüşmüş; ancak onların dava yoğunluğu nedeniyle sonuç alamamış, sonuçta bizim yokluğumuzda yapılan duruşmalar neticesinde davayı kaybederek yine binlerce liralık dava masrafı ile bu davada kılını kıpırdatmamış olan İZSU avukatlarının ücretlerini ödemek zorunda kalmıştık. Neyse ki, o davayı kaybetmiş olsak da, o baraj yapılmadı ve barajın yapımı için açılacağı söylenen taş, kum ve çakıl ocakları bugüne kadar açılamadı.

Ardından İzmir Körfez Geçişi Projesi davası ile bu dava ile yakından ilişkili Gediz Deltası‘ndaki alanların koruma derecelerinin indirilmesi ile ilgili 2016-2019 tarihli davalar geldi. Neyse ki, bu davaların masrafları TMMOB ve Doğa Derneği tarafından karşılandığı için müdahil olan bizlere sadece fiilen mücadele etmek düştü. Ancak her iki davada da 10.000 lira olarak belirlenen bilirkişi ücretlerini ödemek için hem TMMOB‘nin, hem de Doğa Derneği‘nin epey bir zorlandığına tanık olduk.

Sonrasında 2021 yılında benim yeşil pasaport almak için yaptığım başvuru nedeniyle, 28 yıl önce, devlet memuriyetinden istifa ettikten sonra benden hiçbir şekilde savunma istenmeden, daha doğrusu bana tebligat bile yapılmadan devlet memurluğundan çıkarılmış olmamla ilgili davaya sıra geldi. Önce Ankara 3. İdare Mahkemesi‘nde, sonra istinaf mahkemesi olarak Ankara 2. İdari Dava Dairesi‘nde, en sonunda da Danıştay 2. Dairesi‘nde görülüp benim talebimin kabulü ile geri dönen davam için 2020-2023 döneminde toplam olarak 1.253,80 TL ödedim. Tabii ki tüm dava dilekçelerini kendim yazdığım için hem kendimi bunan böyle yarı-avukat olarak görmeye, hem de avukata ödeyeceğim ücretten tasarruf ederek zenginleşmiş hissetmeye başladım. 😀

Kişisel olarak dava açma maratonumdaki en son nokta ise İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 13 Eylül 2021 tarihinde kabul ettiği Geçici Süreli İşgal Noktalarındaki Faaliyetlerin Düzenlenmesine İlişkin Yönetmeliğin; yani İzmir‘deki seyyar satıcıların 5393 sayılı Belediye Kanunu‘na aykırı olarak kamusal alanlarda serbestçe satış yapmalarını mümkün kılan yönetmeliğin iptali için İzmir Ticaret Odası‘ndan, İzmir Esnaf ve Sanatkârları Odaları Birliği‘nden ve bir zamanlar genel koordinatörlüğünü yaptığım İzmir Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği‘nden dava açmalarını istemem üzerine, “biz belediye ile işbirliğimizi bozmak istemeyiz” gerekçesiyle üyesi olan tüccar ve esnafların çıkarlarını korumak yerine suspus kalmayı tercih etmeleri üzerine İzmir 2. İdare Mahkemesi‘nde, istinaf mahkemesi olarak İzmir 7. İdari Dava Dairesi‘nde ve temyiz makamı olarak Danıştay 4. Dairesi‘nde dava açmam nedeniyle bugüne kadar yaptığım harcamalar -dilekçelerimi avukat yerine kendimin yazması nedeniyle- toplam olarak 3.917.- TL’yı bulmuş oldu.

Bu arada, istinaf mahkemesi olan İzmir 2. İdare Mahkemesi‘nin verdiği karar henüz bana tebliğ edilmeden İzmir Büyükşehir Belediyesi 1. Hukuk Müşavirliği‘nin adeta “gümrükten mal kaçırırcasına” benden 5.500.- TL tutarındaki vekalet ücretini talep ettiğini de ilave etmek isterim.

Şayet dava dilekçelerini yazmayıp başvurumu avukatım eliyle yapacağımı düşünseydik, böylesi bir davanın neye mal olacağını bilmeniz için size, insan hakları konusunda toplantılar düzenleyip bildiriler hazırlamakla tanınan İzmir Barosu‘nun 2024 yılı için üyesi avukatlara; bürodaki sözlü danışmalar için 8.018.- TL, Danıştay’da temyiz yoluyla yürütülen duruşmasız davalar için 61.578.-TL, duruşmalı davalar için 95.830.- TL, Anayasa Mahkemesi‘nde görülen dava ve işler için 151.428.-TL, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nde görülen duruşmalı davalar için de 247.400.-TL almayı tavsiye ettiğini ifade etmek isterim. Tabii ki cebinizde bu miktarda para varsa ya da gidip kredi çekerek bankalardan borçlanmayı göze alırsanız…

izmir%20barosu.pdf erişimi için tıklayın

Kendi şahsi menfaatim için açtığım devlet memurluğundan çıkarılmamla ilgili dava dışında, çevreye ve kente dair tüm davalarda kamu yararı; yani, toplumun ya da başka bir deyişle ben dahil başkalarının genel yararı için açtığım davalarda benden harç, ücret, posta masrafı, vekalet, avukatlık ve bilirkişi ücreti gibi adlar altında binlerce lira istenmesinin 5393 sayılı Belediye Kanunu‘nda sözü edilen hemşeri hukukuna aykırı bir tutum olduğunu, idarenin vatandaşların başvuruları ile denetlenmesine ilkesini göz ardı den bir uygulama olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca bu davalar için bugüne kadar ödediğim paralar birçok arkadaşım ve dostum için önemsiz olabileceği gibi, benim de içinde yer aldığım emekliler, dar gelirliler, işsizler ve yoksullar için gözden çıkarılan büyük bir fedakarlığı ifade ettiğini belirtmeden geçmek istemem.

Benim bu değerlendirmem üzerine bazı arkadaş ve dostlarım yoksulluk nedeniyle bu duruma düşenlere yapılan ve eski hukuk dilinde “adli müzaheret” denilen adli yardımdan söz ederek yoksul, dar gelirli, işsiz ve emeklilerin bu yoldan yararlanılabileceğini iddia edebilirler.

Bilindiği üzere, adli yardım, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu‘nun 334-340. maddeleri, yargılama ve takip giderlerinin devletçe karşılanmasına ilişkin adli yardım talebini, o kişinin yoksul ve haklı olması koşuluna bağlamaktadır. Ayrıca kişilerin yoksul ve haklı olmasına ilişkin kararın da o işi karara bağlayacak mahkeme tarafından kabul edilmesini öngörmektedir. Bu ise, davayı karara bağlayacak mahkemenin, o kararı bağlamadan önce kişiyi haklı görmesi gibi adil yargılanmayı zedeleyecek garip bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca adli yardımı düzenleyen bu maddelere göre kamuya yararlı dernek ve vakıflar dışındaki diğer dernek ve vakıfların da bu haktan yararlanması mümkün değildir. Bu konuda asıl önemli olan hüküm ise 339. maddesinin 1. fıkrasında yazılıdır: “adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur.

Avukat talep etme şeklindeki adli yardımda ise, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu‘nun 176-181. maddeleri ile bu maddelere dayanılarak düzenlenmiş olan Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği hükümlerine göre başvuruda kişi hakkında ilgili baro tarafından ikinci bir karar alınması gerekmektedir.

Bütün bu yasal düzenlemeleri bir arada düşündüğümüzde ise, yargılama ve takip giderleri açısından yoksul olarak kabul edilme kararının, bu işi karara bağlayacak mahkeme tarafından karar alınması ya da kamu yararına çalışmayan dernek ve vakıfların bu yardımın dışında tutulması gibi adil yargılanma hakkını zedeleyen garip durumların ortaya çıkması, avukatlık hizmeti için de bir de barolar tarafından inceleme yapılıp ikinci bir kararın alınması keyfiyeti yoksul, dar gelirli, işsiz ve aylık 7.500 lira emeklilik maaşı alanların kişilik haklarını zedeleyen, onların kendilerine ve çevrelerine saygılarını örseleyen, açılan el karşılığında yardımla teslim alınmış, yurttaş olmaktan uzak bireylerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

İşte o nedenle, bireysel menfaatin yanında kamunun, toplumun geniş menfaatlerini ilgilendiren başvurularda hiçbir şekilde yargılama, takip gideri, avukatlık ücreti gibi hiçbir harç, vergi ve ücretin alınmaması, kamu kurumlarının aldığı yanlış kararları denetleyip ortadan kaldırmak amacıyla açılan tüm davalarda ortaya çıkacak bütün masrafların kamu bütçesinden karşılanması; hatta bu yargı giderlerinin yanlış, hukuka aykırı kararları alıp yargılamaya neden olan kamu görevlilerinden tazmin edilmesinin önünü açacak yasal düzenlemelerin yapılması yerinde ve doğru olacaktır.

Tabii ki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Cumhuriyet’in hukuk devleti, laiklik, sosyal devlet gibi temel niteliklerini belirleyen 2. maddesine, devlet tarafından yerine getirilen eğitim, sağlık ve adalet hizmetlerinin ücretsiz olacağına, bu hizmetler karşılığında hiçbir vergi, resim, harç ya da ücret alınmayacağına ilişkin bir maddenin eklenmesi en doğrusu olacaktır.

Aksi takdirde geleceğimiz; hatta şu an itibariyle geldiğimiz nokta, paran kadar eğitim, paran kadar sağlık, paran kadar adalet hali olacaktır…