Ali Rıza Avcan
Smira, Lesmira, Zmirra, İsmira, Samorna, Smurna, Smyrna ya da en son haliyle İzmir adını verdiğimiz bu kentte, 2020’li yılların başından bu yana büyükşehir ya da ilçe belediye başkanlarının çalışıp hizmet ettikleri makam adı verilen büyük ve gösterişli çalışma mekânlarına, aynen kral, sultan ve padişahların yatıp kalktıkları saraylara, oturup çalıştıkları taht, koltuk ve masalara, giydikleri kaftan, pelerin gibi giysilere, başlarına koydukları taçlarla ellerindeki asalara mistik anlamlar yüklenmesi gibi özel bir önem verilmekte, saray olarak adlandırılan belediye hizmet binalarındaki çalışma odalarının sembolik anlamda bir minibüse ya da başka bir araca yüklenip içine de bizzat belediye başkanının kendisinin oturtulması suretiyle “Mobil başkan“, “Seyyar makam” ya da “Başkanlık makamı mahallenizde” gibi duyurularla mahalle mahalle gezdirilmesine ya da belediye başkanlarının kentin değişik yerlerinde kendisi için makam odası adıyla hazırlanan birden fazla mekânda çalışmasına tanık olmaya başladık…

Böylelikle belediye başkanı ile birlikte onun makam olarak adlandırılan çalışma mekânının da kutsanarak; adeta, belediye başkanının mütemmim cüzü; yani ayrılmaz bir parçası olarak reklamının yapıldığını, oturup çalıştığı mekâna Hoca Nasreddin‘in “ye kürküm ye” masalındaki değerli kürk parçası gibi bir anlam yüklendiğini görmeye başladık…
Aynen kaymakamın çalıştığı makamı kirletmemek amacıyla ayakkabılarını çıkararak giren köylüler gibi belediye başkanının çalıştığı mekâna da kutsal, dokunulmaz ve saygı duyulması gereken bir yer olarak bakmaya başladık…
Aynen “baba” ya da “reis” yerine koyduğumuz siyasetçilere yaptığımız gibi…

Makam adı verilen mekân ve nesneler sanki o belediye başkanının fiziki varlığından ayrı bir şeymiş ve belediye başkanlarıyla birlikte, onun yanında gezdirildiği takdirde o başkana güç, kuvvet, iktidar veriyor, çalıştığı masa ve koltuk mahalle mahalle dolaştırıldığında halka daha yakın oluyormuş, onlara daha fazla ilgi gösteriyormuş gibi…
Makam adı verilen bu kavramın, temsili demokrasinin bir gereği olarak halkın tercih ve oyuyla göreve gelmiş belediye başkanlarından bağımsız; ama, onunla birlikte olduğu takdirde göklerden gelen ilahi bir güce sahipmiş gibi kabul gördüğü çağ ve toplumlarda yaşandığı gibi…
Ve tabii ki, böylesine önemli, ayrıcalıklı ve kutsanmış güçlere, dolayısıyla makam sahibi belediye başkanlarının kullandığı makam odası, makam arabası, makam şoförü ve makam tazminatı olgusunun sanki onların en doğal, vazgeçilmez hakkıymış gibi kabul gördüğü günümüz koşullarında tanık olduğumuz gibi…

‘Makam’ denilen o tılsımlı ve ilahi güç aslında nedir?
Arapçadan gelip dilimize yerleşen makam‘ sözcüğü, Arapçanın ‘kwm‘ kökünden gelmekte olup müzikteki anlamı dışında daha çok kıyam (durma) edilen yer, durak, mevki, konak, konut, hizmet görme (memuriyet) yeri anlamında kullanılmakta ve İngilizce, Fransızca, Almanca gibi yabancı dillerde de çoğu kez ofis, büro ve görev gibi insanın içinde bulunduğu mekânla ilgili anlamları kapsamaktadır. Buna ek olarak Anadolu’da çoğu kez dinsel anlamda kutsallık atfedilen türbe, kabir, kümbet ve yatır gibi yerlere de makam adının verildiğini görürüz.
Alman asıllı Amerikalı yazar Ernst H. Kantorowicz (1895-1963)’in ilk kez 1957’de yayınlanan “Kralın İki Bedeni, Ortaçağ Siyasal Teolojisi Üzerine Bir İnceleme” isimli eseri, Ortaçağ boyunca İngiltere özelinde kralın içinde iki ayrı beden vardır: doğal (görünen/maddi/ölümlü) ve siyasi (görünmeyen/ilahi/ölümsüz) bedenler… Kralın doğal bedeni diğer insanların bedenine benzer şekilde doğal nedenlerle ya da kazalarla ortaya çıkan insani kusurlarla çocukluk ve yaşlılık zaaflarına tabi ölümlü bir bedendir… Siyasi bedeni ise bu maddi kusurlardan uzak, siyasetten ve siyasi yönetimden oluşan, görülemez, elle tutulamaz ve ölümsüz bir bedendir. Bu nedenle kralın siyasi bedeninde yaptığı şey, doğal bedenindeki herhangi bir yetersizlik tarafından geçersiz kılınamaz veya engellenemez.
Yazara göre kralın iki bedeni düşüncesi, kendi içinde bir süreklilik ve daimilik sorununu barındırmaktadır. Bu çerçevede kralın sürekliliği hanedanlığın sürekliliği, tacın tüzel kişiliği ve kraliyet yüksek makamının ölümsüzlüğü olmak üzere üç etkenin etkileşimine dayanmaktadır.
Ancak Ortaçağ’dan bu yana geçen zaman içinde ilk iki etkenin; yani, hanedanın sürekliliği ile tacın tüzel kişiliği çağdaş değişimler karşısında o eski anlam ve geçerliliğini yitirmekle birlikte; yüksek makam denilen etkenin kralın iki ayrı bedenle ifade edilen mutlak egemenliğinden kaynaklanan etkisi devam etmiş, mutlakiyetin ya da meşrutiyetin unutulduğu cumhuriyet yönetimlerinde bile yüksek makam yönetim içindeki yerini korumuş, demokratik ilke ve yöntemlerle belirlenen birçok görev, yüksek makam olarak adlandırılıp kutsanmaya devam etmiştir.

Kantorowicz‘in Ortaçağ’daki mutlak iktidara sahip ölümlü kralları ölümsüz kılmak için yaptığı bu benzetme (alegori), aslında demokrasinin egemen olduğu günümüz yönetimlerinde de izlerini sürdürmekte, aslında demokrasinin temel ilkeleri uyarınca sivil bir otorite olarak seçilen ya da atanan yöneticilere mistik güçler vehmederek onların iktidarları kutsanıp güçlendirilmektedir.
Hele ki Osmanlıcılık hevesleriyle dolu AKP yönetiminin egemen olduğu bir ülkede adeta devlet yönetimi ile ilgili her olgu, olay ve kavramın Osmanlı düşüncesi ve diliyle anlatılmak istendiği dikkate alınırsa…
Aynen bu işin liderliğini yapan Recep Tayyip Erdoğan tarafından sık sık dile getirilen fıtrat, külliyen, zillet, cibilliyet ve makam gibi Osmanlıyı, Osmanlı kurumlarını çağrıştıran sözcüklerin sık sık kullanılmasında olduğu gibi…
Özellikle de makam ve mevki sahibi güçler yerine ulusun egemenliğine, her kesim ve sınıftan halkın katılımcı ve çoğulcu demokrasi anlayışı çerçevesinde hiçbir ayrımcılığa uğramaksızın aktif bir şekilde yönetime katılması uğruna mücadele etmesi gereken CHP‘nin ve CHP yönetimindeki belediyelerin, mutlak irade sahibi padişah, sultan ya da kralları makam, mevki gibi kavram ve sözcükleri kullanmayarak bunların yerine sivil ve ayrıcalıksız olmayı, demokrasiyi, katılımı, tek başına değil birlikte yönetmeyi, işbirliği yapmayı öne çıkararak, yöneticinin halktan kopuk olduğunu gösteren her şeyi bir kenara koyması; aynen, Batılı ülkelerdeki başbakanlar, bakanlar ve belediye başkanları gibi işe her gün yürüyerek ya da toplu ulaşım araçlarını kullanarak giden, jakuzili, saunalı lüks makam odalarıyla arabalarına, özel makam şoförleriyle güvenlik elemanlarına gerek duymadan kalabalıklar arasına rahatlıkla karışabilen, işçinin, emekçinin, yoksulun ve dar gelirli yurttaşların haklarına sahip çıkan belediye başkanlarının aslında halk tarafından seçilmiş bir yurttaş olduğunu gösteren politikalara yönelmesi ve bu temel tercihini tüm uygulamalarda göstermesi gerekmektedir…

CHP‘nin 2024 seçimlerinde kazandığı 14 büyükşehir, 21 il, yüzlerce ilçe ve belde belediyesi arasında sadece birinin çıkıp “makam odalarını kaldırıyoruz” ya da “açık ofisle devrim yapıyoruz” gibi popülist söylemlerin yanında CHP‘li diğer belediyelerin ne yaptığının belli olmadığı, bu bağlamda geride devrim yapmaya niyeti olmayan yüzlerce CHP‘li belediye dururken İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin “devrim yapıyoruz” söylemi ile öne çıkmasının ne ölçüde samimi olduğunun sorgulandığı günümüz koşullarında İzmir‘deki başkanın kentin değişik bölgelerinde iyi döşenmiş lüks mekanlarda çalışacağı haberlerinin gelmesi ve bunlar için harcamalar yapılması; ayrıca, CHP’li diğer belediyelerden bu konuda bugüne kadar tek bir sesin çıkmaması. belediye başkanlarının çalıştığı yerlere makam denilmese bile makam olgusunun fiilen lüks çalışma ofisleriyle devam ettirileceğini göstermektedir.
Cumhuriyet Halk Partisi‘nin 28-30 Kasım 2025 tarihlerinde yapılan 39. Olağan Kurultayı’nda kabul edilen “Güçlü Yurttaş, Güvenli Gelecek, Kazanan Türkiye” isimli çalışma programının “Demokrasi, Yönetim ve Adalet” başlıklı ilk bölümünde belirtildiği gibi barış, eşitlik, özgürlük, katılımcılık, kapsayıcılık, çoğulculuk, dayanışma, toplum savunuculuğu, aydınlanma, bilim ve eğitimi, emeğin üstünlüğü ile çalışma hakkını, onurlu yaşamı, gelecek sorumluluğu ile sürdürülebilirliği ve aktif yurttaşlığı partinin temel değerleri olarak kabul eden Cumhuriyet Halk Partisi‘nin bundan böyle bu değerleri dikkate alarak belediyenin yönetim ve uygulamalarında demokrasiyi zedeleyen Osmanlı artığı yüksek ve ayrıcalıklı makamlarla makam sahiplerini, onların oda, araba ve şoförlerini kapı dışına atarak tüm bir kenti, seçilmiş sade yurttaşlardan oluşan başkan ve meclis üyeleriyle belediye çalışanları, kentte yaşayan ve çalışanlarla birlikte, onların aktif katılımlarını örgütleyerek birlikte yönetmesi sağlanmalıdır.
Çünkü belediyecilik demek; kent halkını eşitlik, demokrasi, barış ve kardeşlik gibi temel ilkeleri dikkate alarak örgütlemekten başka bir şey değildir!
Kaynak
Ernst H. Kantorowicz, Kralın İki Bedeni, Ortaçağ Siyaset Teolojisi, Bilgesu Yayıncılık, 1. Baskı, 2008, İstanbul.
