Komünistten daha komünist…

Ali Rıza Avcan

Yapmak istediğimiz şeyleri, sahip olduğumuz imkânlarla içinde bulunduğumuz koşul, talep ve sorunları dikkate alarak önceden planlamak, geleceğimiz için iyi, doğru ve yerinde bir harekettir. O nedenle de, planlama eylemini her zaman için olumlar, akıllı insanların işlerini önceden planlayacağını söyleriz.

Planlama eyleminin bireysel ölçekte yapılması insanın var olduğu tarihlerden bu yana iyi ya da kötü, alışıldık bir eylem olmakla birlikte; bunun toplumsal ölçekte olanının, tüm ekonomik ve kültürel faaliyetleri kapsayacak şekilde yapılması, demokrasi düşüncesinin gelişip yaygınlaştığı 20. yüzyıla ait bir olgudur.

Yalçın Gökçebağ, Özel Koleksiyon, 60X80 cm., 2003.

20. yüzyılın ilk toplumsal eylemlerinden biri olan Ekim Devrimi‘nin ortaya çıkardığı Sovyetler Birliği‘nin ilk yıllarında, ekonomiyi çöküşten kurtarmak amacıyla Lenin tarafından ortaya konulan Yeni Ekonomi Politikası (NEP) uygulamalarıyla ortaya çıkan sermaye birikiminin, planlı bir ekonomi çerçevesinde geliştirilmesi düşüncesiyle geliştirilen Sovyet tipi merkezi ekonomik planlama anlayışı, merkezden alınan yatırım kararlarıyla mevcut girdilerle hedeflenen çıktılar arasındaki dengeyi yakalamayı amaçlayan bir ekonomik planlama biçimidir. Böylesi bir plan uygulaması ile üretimden tüketime kadar ekonomik ve toplumsal yaşamın her alanı ayrı ayrı düzenlenmiş ve bunun sonucunda oldukça başarılı sonuçlar elde edilmiştir.

Bu planların Sovyet ekonomisinde yarattığı olumlu gelişmelerden etkilenen Türkiye ise devletçilik politikasının egemen olduğu 1930’lı yılların başında hazırlanan sanayi planlarını, bu politikaların zayıfladığı 1940’lı yıllarda ise ABD‘nin isteğiyle Marshall yardımlarının yapılmasını kolaylaştıran tarım planlarını uygulamaya koymuş, devletçilik yerine karma ekonomi anlayışının egemen olduğu 1960’larda ise kabul edilen yeni anayasa ile bütüncül planlamayı esas alan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi merkezi bir planlama örgütünü oluşturmuştur.

Turgut Özallı yıllar” olarak nitelediğimiz 1984 sonrasında ise DPT tarafından hazırlanan bütüncül planların, komünist planlama anlayışından kaynaklandığı iddia edilerek, bundan böyle kapitalist planlama anlayışının bir sonucu olarak piyasanın kendi kendini düzenleyeceği, piyasanın yeterince işlemediği durumlarda devlet müdahalesi ve planlamanın gerekli olabileceği ifade edilmiş, merkezi ve bütüncül planlama anlayışının komünist bir anlayışın ürünü olduğu iddia edilerek DPT‘nin etkisi azaltılmaya başlanmıştır.

Avrupa Birliği kapılarının açılır gibi olduğu 2006 ve sonrasında ise merkezi ve bütüncül planlama anlayış ve uygulamasından vazgeçilerek, AB‘nin şablonlarına uygun olarak öncelikleri önemseyen ve devamlı değiştirilerek amacından saptırılan stratejik planlar baş tacı edilmiş, merkezi ve bütüncül planlamanın merkezi örgütü DPT 2011 yılında kapatılmış; böylelikle bundan böyle, ülkemiz kötü hazırlanan, etkisiz ve bu nedenle uygulanmayan/uygulanamayan planların çöpte biriktiği bir ülke haline gelmiştir.

Uluslararası tarım ve gıda tekelleriyle bu tekellerin yönlendirdiği devlet organlarının tarım ve gıda sektöründe yarattığı büyük hasarların yokluğa, yoksulluğa ve açlığa neden olduğu günümüz koşullarında ise, sırf piyasaya sürülen gıdaların üretim ve dağıtımını sağlamak amacıyla yeniden planlamanın ipine sarılmaya, bu amaçla tarımsal üretimin planlamasından söz edilmeye ve böylesi bir planlamanın erdemleri hatırlanmaya başlamıştır.

Ama bu kez de gıda sektörü; özellikle de gıda güvenliği, güvencesi ve lojistiğinin sağlanması gibi gerekçelerle gıda üzerinden tarım, özellikle de tarımdaki küçük ve orta ölçekteki çiftçi ve üreticiler esir alınmaya başlamıştır. Hem de endüstriyel tarımı ve gıdayı elinde tutanların yararına, küçük ve orta ölçekli çiftçi ve üreticinin aleyhine… Amaç gıda üzerinden tarımı, büyük tarım ve gıda tekellerinin “sözleşmeli üretim” ve “arazi kiralama” gibi yöntemleriyle esir almak, onların emrine sokmak için her türlü tuzağı hazırlamak, onların yoksullaşıp tarımdan uzaklaşmasını ya da topraksız tarım işçisi olmasını sağlamaktır.

İşte böylesine sinsi bir çalışma sonrasında herkesin 2023 seçim kampanyalarını örgütleyip yürütmeye çalıştığı 18 Nisan 2006 tarihinde kabul edilen 7442 sayılı Kanunun 2. maddesi ile, 5488 sayılı Tarım Kanunu‘nun “Yetki” başlığını taşıyan 7. maddesinde esaslı bir değişiklik yapılarak “tarım sektörü ile ilgili politikaların tespit edilmesi, planlaması ve koordinasyonu ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılması, gıda güvencesi ve güvenliğinin temin edilmesi, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi” gibi gerekçelerle bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce bakanlıktan izin alınması, bu izin alınmadığı ya da izne uyulmadığı takdirde uyarı, ağır para cezası ve tarımsal desteklerden 5 yıl men cezası verme gibi yaptırımların yolu açılmıştır. Buna göre “bakanlık, arz ve talep miktarı ile yeterlilik derecesini dikkate alarak hangi ürün veya ürün gruplarının üretileceği ile tarım havzası veya işletme bazında asgari ve azami üretim miktarlarını belirleyecek“; ayrıca, bu yetkinin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları bir yönetmelikle düzenleyecektir.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nca düzenlenen “Tarımsal Üretimin Planlanması Hakkında Yönetmelik” yok olmakta olan tarımı kurtaracak büyük bir kahramanı karşılarcasına, 14 Eylül 2023 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Böylelikle bundan böyle hiçbir küçük ve orta ölçekteki çiftçi, üretici ve küçük aile işletmesi kendi mülkü olan tarla, bağ ve bahçesinde ilçe tarım ve orman müdürlüklerinden izin almadığı, onların uygun gördüğü ürünü ekmediği sürece tarım yapamayacak, aklına gelen, kafasına koyduğu tarımsal ürünleri ekip biçemeyecek, toplayıp satamayacak. Şayet böyle yaparsa önce uyarılacak, ardından da 5 yıl süreyle tarımsal desteklerden yararlanamayacak ya da ağır para cezaları ile cezalandırılıp elindeki malını mülkünü satmaya zorlanacak, yoksullaşıp tarım işçisi olmaya doğru koşar adım ilerleyecek.

Görüştüğüm bazı CHP‘li yetkililer Tarım Kanunu‘nda değiştirilen bu 7. madde ile diğer maddelerin iptali için Anayasa Mahkemesi‘ne başvurulduğunu, mahkemenin bu konuda bugüne kadar herhangi bir karar vermediği bu süreçte, bu yönetmeliğin yayınlandığını söyleseler de; ne basın haberlerinde ne de CHP‘nin kurumsal İnternet sayfasında küçük çiftçi ve üreticiyi rahatlatacak tek bir haber yok.

Ama bu arada asıl ilginç konu, merkezden alınan kararları uygulanan Sovyet tipi merkezi planlama anlayışına, “bu komünistliktir” diyerek reddeden ve onun yerine öncelikleri ve sürekli değişimleri esas alan stratejik planları koyanların şimdi adeta Sovyet tipi merkezi planlama anlayışında olduğu gibi; üstüne üstlük kutsal ilan ettikleri o “mülkiyet” ve “serbest teşebbüs” hakkını ayaklar altına alacak şekilde küçük çiftçi ve üreticiye hangi ürünü, nerede, nasıl ekip biçeceğine dair izinler vermeye, bu izinleri almayanlara ya da izne aykırı davrananlara büyük para cezaları vermeye kalkması da ayrı bir komünistlik değil midir? Hem de “komünist” planlama anlayışının lanetlendiği bir ülkede komünistlere taş çıkartırcasına… Böylelikle komünistlerden daha komünist bir anlayış ve uygulamaya yol açmıyorlar mı?

Ama her şey yine kutsal sermaye adına… Tarım ve gıda sektörünü elinde tutan büyük uluslararası tekeller adına… Onlar ne istiyor, neyi emrediyorsa “her şey mübâhtır” anlayışıyla komünist olmayı bile göze alıyorlar.

Aynen, bir dönemlerin iktidar bekçisi konumundaki Nevzat Tandoğan‘ın, Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?”  demesi gibi…

Evet, uluslararası tarım ve gıda tekelleri, endüstriyel tarım ve gıda sektörlerinin patronları, onların çıkarları için küçük çiftçi ve üreticiyi özendirip ikna etmek yerine devletin zor gücü ile sonuç almaya çalışmak… Kısacası, “komünistten daha komünist olmak” da işte böyle bir şey!

İktidarın Cargill, Monsanto, Novartis, Aventis, Bayer, Syngenta, DuPont, Wal-Mart, Unilever, Nestle ve Tesco gibi uluslararası tarım ve gıda tekellerinin çıkarları doğrultusunda küçük çiftçi ve üreticiyi yok edip yoksul tarım işçisine dönüştürme konusunda gösterdiği bu “komünistten daha komünist” olma çabası karşısında, ne söylenebilir ya da hangi öneride bulunulabilir ki?

Öncelikle CHP‘nin kendi içindeki koltuk kavgalarını bir köşeye koyup Sol Parti‘nin (1) ya da TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası‘nın (2) ya da Mersin Ticaret ve Sanayi Odası‘nın (3), Evrensel Gazetesi yazarı Sedat Başkavak‘ın (4) yaptığı gibi “planlama” gibi olumlu bir kavramın yarattığı yanılsamaya karşı çıkarak Anayasa‘nın 35. ve 48. maddelerine aykırı olan 5488 sayılı Tarım Kanunu‘nun 7. maddesinin iptali için ivedilikle Anayasa Mahkemesi‘ne başvurması, şayet bu başvuruyu yapmış da biz dahil kimselerin haberi olmamışsa, bu sorunun yaratacağı tehlikeleri dikkate alarak bunu kamuoyu ile paylaşıp toplum desteğini oluşturması,

Belediyelerin ise, söz konusu yönetmeliğin 13. maddesinin 8. fıkrası düzenlenirken, kanunun 7. maddesinde yer almayan bir yetkinin kullanılması suretiyle belediyelerle il özel idareleri de izin alma zorunluluğunun kapsamına alındığından yönetmeliğin bu fıkrasının iptali için idari yargıya gitmesi gerekiyor…

Bizden söylemesi, yapması onlardan diyelim…

……………………………………………………………………………………….

(1) https://solparti.org/Haber/tarim_sol (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

(2) http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/6330b8b43613b86_ek.pdf (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

(3)https://www.mtso.org.tr/tr/haberler/tarim-planlamasi-uretimi-engelleyen-bir-mekanizmaya-donusmemelidir (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

(4) https://www.evrensel.net/haber/499207/tarimsal-uretim-yasakla-degil-destek-ve-tesvikle-planlanir (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

Yorum bırakın