Çağdaş sanatın, kent kimliği ve mekânın hafızası ile imtihanı…

Ali Rıza Avcan

Yazımın başlığından da anlayacağınız üzere, bugün ele alacağım konu, çağdaş sanatın ya da sanatçının kent kimliği, kent mekânları ve o mekânların toplumsal hafızası ile ilişkisi üzerine olacak…

Çağdaş sanat ya da sanatçı, özgürce kullanacağı kendisine ait kişisel bir tual yerine, aslında hepimize ait kamusal alanlarla özel mülkiyete konu olup sahibinin takip etmediği kent mekânlarıyla sahipsiz duvar ve alanları nasıl, ne şekilde kullanmalıdır? Kendine, sanatına ve topluma karşı sorumluluğu çerçevesinde, bu mekânlar arasında özel bir değere sahip olan kentin hafıza mekânlarını bir tual olarak istediği gibi kullanıp onu yok edebilir ya da değiştirip istediği şekle getirebilir mi? Arada bu işi kolaylaştıran kamu otoriteleri olsa bile çağdaş sanat ve sanatçı böylesine bir özgürlüğe sahip midir? Örneğin bir doğal ve tarihi miras olarak tescilli olup koruma altındaki Kültürpark‘ta, yıkılmakta olan Göl ve Ada gazinolarının çevresine çekilen saç panellere mekânla ilişkisi olmayan grafitiler yapmalı mıdır?

Tarihi İzmir Sümerbank Basma Fabrikası yapılarındaki grafitiler… Fotoğraf: Erol Şaşmaz
Kültürpark’taki grafitiler…

Çünkü içinde bulunduğumuz çağ, modern zamanlarda hepimizin pusulası olan akla ve bilime aykırı, ipe sapa gelmez ya da “bu da olmaz, olamaz” denilen saçma sapan şeylerin makbul kabul edildiği, geçersiz dense bile o şeyin geçerli olması için her türlü laf cambazlığıyla gerekçeler yaratılıp kendince felsefi söylemlerin geliştirildiği, aklımıza gelen her konuda, özellikle de sanatta bilip öğrendiğimiz temel estetik değer, yaklaşım, saygı ve kuralların toz duman edildiği, hiçbir ilkenin dikkate alınmadığı, yanlışın eğilip bükülüp doğru kabul edildiği gerçek dışı; daha doğrusu gerçek ötesi bir çağ…

Siyasette, hukukta, günlük yaşamda, kültür ya da sanatta adına bazen “öncü“, bazen “çağdaş“, bazen “aykırı“, “protest” ya da “yapı-bozumcu” denilerek takdim edilen ve hiçbir derinliği olmayan genel geçer popüler sanatın baş tacı haline gelen bu hal, neredeyse tüm insan ilişkilerine ve yaşam alanlarına hakim olmuş durumda…

Çünkü, kapitalizmin bu yeni neoliberal döneminde iyi ya da kötü, gerçek ya da gerçek-dışı, anlamlı ya da anlamsız olan elde olan her şeyin satılması, paraya, ranta, kazanca dönüştürülmesi gerekiyor… “Ahir zaman peygamberi” olarak adlandırdığım o ünlü Fransız feylesofları ve akademisyenleri kılıfına uydurulmuş bu gerçek dışı halin tüketicilerini çoğaltmak, piyasaya egemen olan kültür-sanat pazarlamacıları da bu düzenin egemen olup daha fazla kazanmak için çalışıyor…

Çünkü her şeyin bir değeri olduğu söyleniyor, bunun düşünsel hazırlığı, felsefesi hazırlanıp akademi eliyle taraftarları oluşturuluyor ve bir simsar ya da komisyoncu kafasıyla zorla ya da gönüllü olarak her şey satılıyor! Hatta bırakın sanat eserlerini, bu kafayla satılık olmayan ülkeleri bile satın almaya kalkışıyorlar….

Duvara bantlanan muzun sanat eserine dönüştüğü zamanlar…
Sanatsal anlamda hiçbir geçmişi olmayan insanların bir anda kolayına “dünya sanatçısı” ilan edildiği asri zamanlar…

İşte o nedenle;

* Belediye başkanlarının 35 yıl önce alınmış diplomaları gerçek ötesi gerekçelerle iptal ediliyor,

* ABD’nin ne yaptığını bilmeyen başkanı başka bir ülkeyi satın almaktan bahsediyor,

* Benim başıma geldiği gibi artık memur olamayacağım bir zamanda 34 yıl önce işlediğim iddia edilen disiplin suçları nedeniyle memuriyetten atılmam mümkün oluyor,

* Duvara bantlanmış muzlar büyük fiyatlara satılan sanat eseri ya da Konak Meydanı’nın ortasına konulan kırmızı bir küp, yaratıcılığın zirvesi olarak kabul ediliyor,

* İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin uzun yılların eseri olan resim koleksiyonu imha edilirken ya da çalma, çırpma, aşırma yöntemiyle kişisel koleksiyonlara dahil edilirken, kentteki tarihi Kemeraltı Çarşısı, Kültürpark, Alsancak ve İzmir Elektrik Fabrikası, İzmir Sümerbank Basma Sanayi, Havagazı Fabrikası, Şark Sanayi ve Gomeller Yağ Fabrikası ve Tarihi Alsancak Garı gibi tarihi yapıları barındıran İzmir Endüstriyel Mirası‘nın merkezi Darağaç gibi bölgelerdeki her boş duvar, mekânın geçmişi, tarihi kimliği ve hafızası dikkate alınmaksızın, mevcut olana saygı duymaksızın; hatta, onu yok ederek “mural” ya da “grafiti” adı verilen yazı ve desenlerle dolduruluyor,

* İzmir İktisat Kongresi‘nin yapıldığı tarihi mekânın hemen yanındaki duvara bu kentin “kurtuluşun ve kuruluşun kenti” olma özelliği ve mekânın hafızası dikkate alınmaksızın hoyratça yaptırılan -kendince güzel- koskocaman bir duvar resmi, bu kentin yeni kimliğini oluşturan öncü sanatın örneği sayılıyor,

* Kültürpark‘taki geniş alanlara Kemeraltı Çarşısı‘ndan aldığı bavulları dizen bir sanatçı çağın en büyük sanatçısı ilan ediliyor.

Hele ki bu sanatçılar ya da sanatçı grupları, bir önceki belediye başkanı Tunç Soyer‘in döneminden bugüne belediye ve şirketlerindeki bazı yöneticinin oluşturduğu menfaat örgütleri sayesinde bir yandan yakalarındaki parti rozetleri ile belediyelerden maaş alıp belediyelerin ortak olduğu projelerden besleniyor, diğer yandan da kentte soylulaştırmanın bayraklığını yapan TARKEM gibi şirketlerde görev yapan sermaye sahibi sanatçı hamilerinin çevresinde kümelenip yakın çevrelerindeki soylulaştırma girişimlerine karşı çıkmıyor; hatta, kentin çökmüş bölgelerindeki soylulaştırma yatırımlarına sessiz kalarak yardımcı oluyorlarsa…

İsteseniz bir araya getirilemeyecek muhteşem bir kolaj: Bir yanda İzmir İktisat Kongresi binası, diğer yanda JN İnşaat‘ın “Jotun” marka boyalarıyla yapılmış duvar resmi, en altta ise mukavvadan yapılmış İzmir İktisat Kongresi binasının içler acısı maketi…… Fotoğraf: Erol Şaşmaz
Önde Meksika çöllerinin kaktüsü, arkada Maya uygarlığının geleneksel maskeleri… Güney Amerika’nın ezilen halkları İzmir endüstriyel mirası diyarına konuk gelmiş… Sanatçı: “Gilith”, İllustrator, İstanbul, Fotoğraf: Erol Şaşmaz.

Kısacası kentin ve mekânın hafızası açısından ortaya çıkan bu ilkesizlik ya da özensizlikle, kötü iyi, çirkin güzel, uyumsuz uyumlu olarak takdim edilmekte ve -ne yazık ki- aklı, bilimi ve yaşadığımız coğrafyanın hafızasını, bu topraklarda binlerce yıldır üst üste konmuş mekânsal hafızayı dikkate alıp araştırmak ve bu araştırmanın sonuçlarını dikkate alarak mekânın kimlik ve hafızasına uygun kendine özgü bir tarz yaratmayı akıl edecek sanatsal iddia, düşünce ve muhakeme bulunmamaktadır…

O nedenle sanat eğitimi alıp artık kendisini sanatçı olarak görmeye başlayan herkes hem kendisini hem de yaptıklarını dokunulmaz ve üzerine söz söylenmez büyük bir sanat eseri olarak görmektedir… İş bu noktada bitmediği için kentin arşiv ve müzesi olarak görev yapan resmi kurumlarca yayınlanan “İzmirli Ressamlar Ansiklopedisi” isimli yayında bile yazarın ressam olmayan eş, dost ve arkadaşları “ressam” olarak takdim edilmekte ve belediyelerin net bir kültür-sanat politikaları olmadığı için kültür-sanat birimlerindeki ihale paylaştırma işlemleri sayesinde grafiti, heykel gibi sanata dair işler hep aynı isim ve çevrelere verilmektedir… Üstüne üstlük belediyelerin sağladığı katkılar çerçevesinde Avrupa Birliği fonlarından alınan işlerle bu projelerin kaynaklarından nemalanan bağımlı bir genç sanatçılar grubunun yaratıldığı görülmektedir. Böylelikle, bir uluslararası sanat dergilerinde ya da internette tesadüfen görülen bir çizim, ilk fırsatta boş bir duvara yapılarak kentte Meksika ya da Güney Amerika’dan esecek rüzgarların tesiriyle o kenti bir anda “dünya kenti” haline dönüştüren sanatçılar yetiştirilmesi mümkün oluyor…

Oysa bir kenti değiştirip kimliğine yeni kimlikler katmak bir duvara çizgiler çizip boyamak kadar kolay olsaydı!

Evet, sonuç olarak kent, kent kimliği ve mekânın hafızası gibi toplumsal değerlerin sanatla ilişkisi bağlamında;

Mekânın kimliğini ve yapılan sanat eseri ile bozulan ilişkisini ele almayan; aksine, mekânın o ana kadar üst üste konularak gelişip zenginleşen hafızasına zarar veren; hatta, onu yok edip gizleyen, bozup tahrip eden, mekânı bir gösteri nesnesine dönüştürüp insanın yabancılaşmasına yol açan girişim ve eylemlerde sanatçının, yaptığı eserin o kentin halkı tarafından kabullenilip sahiplenilmesi için öncelikle o kentteki yapı, alan ve perspektifleri bunların asıl sahibi olan halkın, orada geçici ya da kalıcı şekilde yaşayan ya da çalışanların; hatta orada yaşayıp çalışmış olup başka yerlere gidenlerin geçmişle ilgili hafızasına saygı duyup ona zarar vermeden ya da yok etmeden, onların yaşadıkları mekânı bir gösteri nesnesine dönüştürerek onların hem mekâna hem de geçmişlerine yabancılaşmalarını sağlamadan, o hafızanın toplumsal gerçekliğini öğrenip bilerek davranmasını beklemek, sanatçının kendisi ve sanatından önce topluma karşı sorumluluğudur diye düşünüyorum.

Aksi takdirde yarın öbür gün o eserin de başka bir kurum ya da kişi tarafından aynı şekilde bozulup yok edilmesi durumunda kimsenin söyleyeceği bir şey sözü kalmaz…

Yararlanılan Kaynaklar

Asal, R. R.Sokağın Dili, Grafiti, Sanatı“, Kent ve Yaşam, https://www.kentyasam.com.tr/2023/03/10/sokagin-dili-grafiti-sanati/117038

Balaban Varol, E., Varol, A. (2022) “Sanat Aracılığıyla Mekan Deneyiminin Aktarımı Üzerine Bir İnceleme, Do Ho Suh“, Sanat & Tasarım Dergisi, 12(2), 2022: 499-514.

Kamhi, R., (2013) Değişen Kent Ortamında Hafıza, Mekân ve Sanat Yapıtı İlişkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

Morkoç, M. (2013), “Sanat Nesnesi ve Mekan İlişkisi Üzerine“, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

Satır, M. E., (2021) “Bir Karşı Hafıza Alanı Olarak Grafiti: Bansky Örneği“, NEÜ Medeniyet ve Toplum Dergisi (METDER), 5(2), 126-140.

Özsavaş Uluçay, N. (2019) “Mekanın Öğesi Olarak Çağdaş Sanat“, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 38, Haziran 2019, s. 132-138.

Yorum bırakın