İzmir İktisat Kongresi (4)

Ali Rıza Avcan

Yazı serimizin dördüncü ve sonuncu bölümündeyiz. Anımsayacak olursanız, ilk üç bölümde İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı kutlamaları çerçevesinde Türkiye‘nin gelecek 100 yılındaki iktisat politikalarını belirlemek amacıyla, aynen ilk kongrede yapıldığı gibi, kendi belirlediği davetlileri “çiftçi“, “işçi” ve “sanayici-tüccar-esnaf” şeklinde ayırarak yaptığı toplantılar sonucunda, “çiftçi” ve “işçi” gruplarının talebi olarak ortaya çıkan kararları inceleyip değerlendirmeye çalışmıştık.

Bugünkü yazımızda ise, Türkiye’nin yedi bölgesinden gelen 62 kurum temsilcisinden oluşan; ancak, 16 kurum temsilcisi adının verildiği “sanayici-tüccar-esnaf” grubunun 25 maddeden oluşan kararlarını inceleyip değerlendirmeye ve öneriler geliştirmeye çalışacağız.

Ama ondan önce 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nde bu meslek gruplarının neler yaptığını hatırlamakta yarar var:

1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat kongresinde sanayici ve tüccarlar…

Her şeyden önce bu meslek mensuplarının, 1923 tarihli kongreye tek bir grup olarak değil, “sanayi” ve “tüccar” adıyla iki ayrı grup olarak katılıp iki ayrı bildirgeye imza attıklarını hatırlamamız gerekiyor. Sanayinin yeterince gelişmediği, sanayici sayısının da bir elin parmaklarını geçmediği, kongreye katılan çoğu tüccarın da aslında tüccardan çok esnaf niteliğinde olduğu, ülkenin de işgalden yeni kurtulmuş ama henüz barışa ulaşamamış bir ülke olduğu koşullarda…

Bu kongrede sayıları diğer gruplara göre daha fazla olduğu anlaşılan “Tüccar Grubu” reisliğini Gediz murahhası Alâiyeli Mahmud Bey, “Sanayi Grubu” reisliğini de Ayvalık murahhası Salahaddin Bey‘in yaptığı, “Heyet-i Umumiye Reisi” olarak seçilen general Kazım Karabekir‘in de Manisa‘dan sanayi murahhası olduğu bilinmektedir. Gediz murahhası Alâiyeli Mahmud Bey‘in “Sanayi Grubu” reisliği yanında “Heyet-i Umumiye Reis Vekili” olduğu; yani, “Heyet-i Umumiye Reisi” ve sanayi murahhası Kazım Karabekir‘in vekillerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.

Kongre sırasında “Tüccar Grubu“nun hazırladığı “Tüccar Grubunun Esasları” 20 ayrı bölüm altında toplam 124 maddeden, “Sanayi Grubunun İktisat Esasları” ise 6 bölüm altında toplam 23 maddeden oluşuyor. Bu maddelere bakıldığında ise her birinin sanki daha önceden konuşulup tartışılmış gibi oldukça ayrıntılı olduğu, o tarihler ve koşullar itibariyle kapsam dışında bırakılmış bir konunun neredeyse bırakılmadığı görülmektedir. Anlaşılan o ki, “Tüccar Grubu” dersini İzmir‘e gelmeden önce diğer gruplara göre daha iyi çalışmış ve kongrede kendisi ile ilgili en fazla kararı alıp kendisi ile ilgisi olmayan kararlara bol miktardaki “ret” oyu vererek diğer grupları fazlasıyla etkileyen bir meslek grubu olarak sözünü geçirmiş.

Bu durum Kongre Başkanı Kazım Karabekir‘in anılarında, “Kongrenin en çok on günde tamamlanacağı tahmin edilmişti. Bu tarih ölçüsünü İktisat Vekaleti koymuştu. Dördüncü gün vekil Mahmut Esat Bey’e (Bozkurt) ‘Daha mevzuların tasnifi bitmedi. Bu tarihi nasıl koydunuz?’ sualini sordum. Bana, hayıflanarak, fakat samimiyetle ‘Gelenlerin bu kadar zengin ruzname (gündem) ile karşımıza çıkacaklarınızı tahmin etmemiştik. Sonra Paşam, bilirsiniz benim Vekalet’imin daha vilayet merkezlerinde bile teşkilatı yok‘ dedi” şeklinde anlatır. (1) (2)

Çünkü tüccar grubu aslında tedirgindir ve o nedenle de her şeyi konuşarak karar altına almaya çalışır. Birçoğu kendisini memleketinden temsilci olarak göstermiş olsa da, çoğunlukla İstanbul‘da faaliyet gösteren ve 13 Kasım 1918- 4 Ekim 1923 tarihleri arasındaki işgal döneminde işgal kuvvetleri ile işbirliği yapmış tüccar ve esnaflardır. Bu kongre onlar için, hem kendilerini Ankara Hükümeti nezdinde kabul ettirme, hem de başta İstanbul, İzmir olmak üzere yurdun büyük bir bölümünde Rumların, Ermenilerin ve diğerlerinin bıraktıkları malı mülkü kapışıp paylaşma ve yeni hükümetin iktisat politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda etkileme fırsatını sunması açısından oldukça önemlidir.

İşte o nedenle, daha İzmir‘e gelmeden önce İstanbul‘da uzun uzun toplantılar yaparak, bir araya gelip birlik ve şirketler kurmuşlar, kararlar almışlar. Bir kısmını İstanbul’dan getiren gemi, İzmir Limanı‘nın kapatılmış olması nedeniyle Marsilya‘ya kadar gitmek zorunda kalmış; ancak, o dönemde birçok delege için sorun olan ulaşım masrafları onlar için gündeme bile gelmemiş.

Aslında aynı tedirginlik, işgal dönemi İzmir‘inde Yunan güçleriyle işbirliği yanında yerli Rum, Ermeni ve Levanten tüccarlarla işbirliği yapan İzmirli tüccar ve esnaflar için de geçerlidir. Onlar da birlikte çalıştıkları ve henüz yurtdışına çıkmış-çıkmamış yerli Rumların, Ermenilerin mallarını, ticaretin sağladığı imkanlar içinde devralarak ya da vekaletini üstlenerek veya doğrudan doğruya sahiplenerek zenginliklerine yeni zenginlikler kattıkları; böylelikle, hem İstanbul hem de İzmir‘de işgal sonrasının yeni “deste anahtarlı” mal-mülk zenginleri olarak ortaya çıktıkları biliniyor.

17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında “Tüccar Grubu” ve “Sanayi Grubu” olarak dile getirilip yazıya dökülen kararları ise aşağıdaki linkten indirip inceleyebilirsiniz:

2023 tarihli 100. yıl kutlamasındaki sanayici, tüccar ve esnaflar….

Aradan 100 yıl geçtikten sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin “Geleceğin Türkiye’sini inşa ediyoruz” sloganı ile yürüttüğü çalışmalar, ilk kongrede olduğu gibi “Sanayici” ve “Tüccar” grupları şeklinde değil de, hepsinin bir araya getirildiği “Sanayici-Tüccar-Esnaf” grubu eliyle birlikte yürütülüyor.

Sanayiciyi, tüccarı ve esnafı sanki tek bir toplumsal grup, kesim, topluluk ya da sınıfmış gibi bir araya getirerek yapılan “Sanayici-Tüccar-Esnaf Grubu” toplantılarının;

Birincisi, 56 kurum temsilcisinin katılımıyla 23 Ağustos 2022 tarihinde “Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu Birinci Ön Buluşması” adıyla İzmir Tarihi Havagazı Fabrikası‘nda,

İkincisi, 43 işveren örgütünün katılımıyla “Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu Teknik Çalıştayı” adıyla İzmir Ticaret Odası‘nda,

Üçüncüsü ve sonuncusu ise, 62 kurum temsilcisinin katılımıyla 1 Aralık 2022 tarihinde “Sanayici, Tüccar ve Esnaf Buluşması” adıyla Swissotel İzmir‘de yapıldı ve hazırlanan 25 maddelik “Sanayici, Tüccar, Esnaf Grubu Sonuç Bildirgesi” aynı gün kamuoyuna duyuruldu.

Bu grubun yaptığı üç ayrı toplantıya katıldığı ifade edilen toplam 161 kurum ve temsilcisinin kimler olduğu bugüne kadar açıklanmamış olmakla birlikte; 62 kurum temsilcisinin katıldığı söylenen üçüncü toplantıda bulunan sadece 16’sının ismi kamuoyu ile paylaşılıp olup, gelen ya da gelmeyen diğer hangi kurum temsilcileri -ne yazık ki- bilinmemektedir. Haberi verilen üçüncü toplantıya katılan ve çoğunu İzmirlilerin oluşturduğu kurum ve temsilcileriyle ilgili liste ise şu şekildedir:

1. Mahmut Özgener, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu Üyesi, İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı

2. Metin Aktaş, Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı,

3. Jak Eskinazi, Ege İhracatçı Birlikleri (EİB) Koordinatör Başkanı,

4. Yusuf Öztürk, Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı,

5. Hulusi Demir, İzmir Esnaf ve Sanatkar Odaları Birliği (İESOB) Başkan Vekili,

6. Ömer Gökhan Tuncer, İzmir Ticaret Borsası Meclis Başkanı,

7. Bülent Uçak, İzmir Ticaret Borsası Başkan Yardımcısı,

8. Şükrü Ünlütürk, Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yüksek Danışma Kurulu Başkanı,

9. Mehmet Ali Susam, Ege Ekonomisini Geliştirme Vakfı (EGEV) Başkanı,

10. Sıtkı Şükürer, Ege Sanayici ve İş İnsanları Derneği (ESİAD) Yüksek İstişare Konseyi Başkanı,

11. Sibel Zorlu, Ege Sanayici ve İş İnsanları Derneği (ESİAD) Yönetim Kurulu Başkanı,

12. Senem Barut, Güney Ege Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu (GESİFED) Aydın Girişimci Kadınlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı,

13. Önder Tükkanı, Arkas Holding İcra Kurulu Başkanı,

14. Müslüm Erbay, Doğu Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu Başkanı,

15. Nurullah Edemen, Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları Derneği Başkanı,

16. Semih Girgin, Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı.

Yapılan üç ayrı toplantıya katıldığı söylenen toplam 161 kurum temsilcisinin katkısı ile hazırlanan “Sanayici-Tüccar-Esnaf Grubu Sonuç Bildirgesi“nin tümünü yazımızdaki linkten indirip inceleyebilirsiniz.

Şimdi gelelim bu kadar çok kurum ve şahsı yorup hırpalayan bu bildirge metninin incelenip değerlendirilmesine:

Aşure tadında bir çeşni….

1. Tüm bildirge biraz oradan biraz da şuradan anlayışıyla ve büyük bir kafa karışıklığı içinde; özellikle de yenilikçi olmak adına henüz uygulamada kullanılıp deneyimlendiği belli olmayan kavram, yöntem ve sihirli sözcüklerin boca edilip döküldüğü, bu nedenle de bir araya getirilen şeylerin kendi mantığı içinde birbiri ile uyumsuz olması nedeniyle bütünleşmemiş, karmaşık ve anlaşılmaz bir metin olarak karşımıza çıkmıştır. İşte tam da bu noktada, CHP’nin yaptığı gibi keşke Daron Acemoğlu’nu ya da Jeremy Rifkin’i bu işe danışman yapsalardı diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Büyümeden ama sürdürerek…

2.Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu Sonuç Bildirgesi“nin dördüncü maddesinde, sanayi ve ticarette yalnızca “büyüme odaklı” bir iktisadi modelin kabul edilemeyeceği iddiasıyla onun yerine “sürdürülebilir ekonomik bir model” önerilmekte, geleceğin Türkiye‘si ile ilgili iktisat politikalarının, toplumun ahlaki (moral) ve ekonomik değerlerini geliştiren bir kültürel yenilenme hamlesi olduğu belirtilmektedir.

Görüldüğü gibi bu paragrafta, biri ekonomik model tercihi, diğeri de iktisat politikaları ile kültür arasında bağlantı kuran birbiriyle ilgisi, alakası olmayan, aslında ayrı ayrı maddelerde ele alınıp irdelenmesi gereken iki ayrı önerme bulunmaktadır. Ayrıca karmaşık bir şekilde oluşturulan bu ifade, bu tür bildirgelerde karşımıza çıkan net, açık ve anlaşılır bir dilden uzak, ne demek istediği açıkça belli olmayan genel geçer siyasal söylemleri anımsatmaktadır. O nedenle de Türkiye‘nin gelecek yüzyıldaki iktisadi hedeflerini tanımlamaktan çok, bir tavsiye ya da bir temenni niteliği taşımaktadır.

Bunun dışında, Türkiye‘nin içinde yer aldığı uluslararası kapitalist sistemde, büyümeye odaklı bir yaklaşımdan vazgeçip onun yerine, gerekirse büyümemeyi esas alan başka bir modeli önermek ne ölçüde rekabetçi kapitalist sistemin doğasına uymakta, bu yeni modeli benimsemeyen rakipler karşısında böyle bir modeli uygulayıp hayata geçirmek ne ölçüde gerçekçi olmaktadır? Bu biraz da, karbon salınımı konusunda bir türlü bir araya gelemeyen; hatta imzalamış oldukları uluslararası sözleşmelerden ayrılan ülkelerin, özellikle de ABD‘nin ya da Çin Halk Cumhuriyeti‘nin durumuna benzememekte midir? Daha doğru ve açık bir ifadeyle, bu tür anlatımlar “olmayacak duaya amin demek” anlamına gelmemekte midir?

Ayrıca, ikinci önermede sözü edilen “kültürel yenilenme hamlesi” ile ne söylenmek, ne ifade edilmek istenmekte, kültür alanında nasıl bir yenilenmeden söz edilmektedir? Sanırım bütün bunların önce konuşulup tartışılarak her şeyin birbirine karıştırıldığı bu bulanık söylemin içinden çıkarılması ve gelecek 100 yıla dair vaatlerin yeniden belirlenmesi en doğru yol olacaktır.

Hem bütüncül, hem kapsayıcı, hem de stratejik; sahi, bu nasıl olacak?

3. Söz konusu bildirgenin 6. maddesinde iktisadi planlama kültürünün, doğası gereği ‘bütüncül‘, ‘kapsayıcı‘ ve ‘stratejik‘ olması gereğinden bahsedilmektedir.

Oysa iktisadi planlama kültürünün ‘bütüncül‘ ve ‘kapsayıcı‘ olması istenirken, bunun aynı zamanda ‘stratejik‘ olması nasıl istenecektir?

Bütüncül‘ ya da ‘kapsayıcı‘ iktisadi planlama, aynen 1984 öncesinde DPT tarafından hazırlanan ulusal kalkınma planlarında olduğu gibi, tüm toplumu ilgilendiren ortak hedeflere varmak amacıyla, planlanacak bütüne dahil ve birbiri ile ilgili tüm konu, sektör, sorun, ihtiyaç ve benzerinin birbirleriyle ilişkileri dikkate alınarak planlanması anlamına gelirken, ‘stratejik‘ planlama ve uygulama bu bütün içinden seçilen ‘önemli‘ ve ‘öncelikli‘ konuların, diğerlerinden ayrılıp ele alınması suretiyle ve parça ile bütün arasındaki ilişki dikkate alınmaksızın yapılır. İşte o nedenle, neoliberal kapitalist yaklaşım için zorunluluktan uzaklaşıp plansızlık anlamına gelen ‘stratejik planlama’ anlayışı, 2005-2006 dönemi ve sonrasında yeni bir trend olarak piyasaya sürülmüş ve ulusal kalkınmanın planlanması amacıyla o güne kadar yapılan bütün ‘bütüncül‘ ya da ‘kapsayıcı‘ planların gereksiz ve yetersiz olduğu iddia edilmiş; böylelikle, bu iki planlama anlayışının tarafları arasında uzun yıllar süren tartışmaların başlaması sağlanmıştı. Şimdi ise ne olmuştur ki, bu iki planlama anlayışını bir araya getirip her ikisini birlikte önerme durumunda kalınmıştır, bilinmez. Umarım ki, bu ifade konuyu yeterince bilmemekten kaynaklanan bir durumun sonucu olmamıştır…

Bilinmeyen bazı reformlara görev yüklemek…

4. Bildirgenin 6. maddesinin ikinci cümlesinde, geleceğin sanayi ve ticaret politikalarının, birbiri ile ilişkili dört (sosyal, siyasal, ekonomik ve ekolojik) ana reform üzerinde yükseleceği ifade edilmekte ve aynı paragrafın birinci cümlesinde ifade edilen iktisadi planlama kültürü ile ilişkisi ortaya koyulmamakta, bu reformun kültürel bir reform olup olmadığı da açık bir şekilde belirtilmemektedir.

Aynı paragraf içinde birbirini izleyen ve normal olarak kendi içinde bir anlam bütünlüğü taşıması gereken bu iki ifade ile gündeme getirilip birbiri ile ilişkili olduğu söylenen dört (sosyal, siyasal, ekonomik ve ekolojik) ana reform nedir, özellikleri ve içerikleri ile “iktisadi planlama kültürü” ile ilişkisi nelerdir? Adı geçen reformlar kim tarafından, ne için, ne şekilde yapılacak ve neleri değiştirecektir? Ayrıca bu reformların, gelecek 100 yılın iktisat politikaları üzerindeki etkisi ne olacaktır, neyi değiştirecek, neleri ne şekilde etkileyecektir?

Türkiye’nin gelecek yüzyılındaki iktisat politikalarını belirlemek, bu şekilde ne olduğu yeterince açık olmayan ifadelerle ve bu reformların “iktisadi planlama kültürü” ile ilişkileri ortaya konulmadan, bu şekilde de mi yapılır?

Ekonomi ile ekoloji arasındaki olumlu ilişki nasıl hayata geçirilecek?

5. Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu Sonuç Bildirgesi‘nin 7. maddesinde, geleceğin Türkiye’sinin, ekoloji ve ekonomi arasında ayrılmaz bir ilişki olduğunu kabul eden “yeni bir iktisadi yaklaşımla” inşa edileceği belirtilerek, ticaret ve sanayi politikalarının bu yöndeki gelişimle sağlanacağı belirtilmektedir.

Peki o halde, ekoloji ve ekonomi arasındaki bu ayrılmaz ilişkiyi kabul eden “yeni iktisadi yaklaşımın” adı nedir, özellikleri, işleyişi, faydalı ya da zayıf yanları, karşılaşabileceği olası fırsat, tehlike ve riskler nelerdir? İçinde yaşadığımız küreselleşen dünyada nerede başarıyla uygulanmıştır ya da Türkiye koşullarında kim tarafından, nasıl ve ne zaman hayata geçirilecektir? Kapitalizm, ABD ve Avrupa Birliği gibi merkez ülkelerde titizlikle uyguladığı buna benzer yeni iktisadi yaklaşım, yöntem ve mekanizmaları ülkemizde hayata geçirip uygulamaya niyetli midir ya da uygulanmasına izin verecek midir? Asbest yüklü gemiler ülkemizin limanlarına gelirken ya da Avrupa‘nın çöpü ülkemize ithal edilirken, BAYER‘in, Syngenta‘nın zehirli ilaçları tarım topraklarımıza zarar verirken, uluslararası tohum firmalarının hibrit tohumları bu kadar yaygınlık kazanmışken IMF‘ye, Dünya Ticaret Örgütü‘ne ve Dünya Bankası‘na rağmen bu nasıl mümkün olacaktır? Yabancı sermaye yatırımları bu yaklaşımı ülkemizde uygulamadıkları takdirde ne yapılacak, hangi izleme, denetleme ya da zorlama yöntemlerine başvurulacaktır?

Bu yaşamsal sorulara açık, net, kesin ve ikna edici cevaplar verilmediği sürece, bu şekilde rahatlıkla kağıt üzerine yazılıp çizilen şeyler bir temenni olmaktan çıkıp nasıl alternatif iktisat politikalarına dönüşecektir?

Alternatif iktisat politikaları yerine, kapitalizmin doğasına aykırı temenniler…

6. 1 Aralık 2022 tarihinde açıklanan bildirgenin 8. maddesinde, ticaret ve sanayinin, “dengesiz büyüme” ve “kontrolsüz sermaye modeli” yerine çalışanların, ekonomik aktörlerin, paydaşların, toplumun ve doğanın da mutluluğunu esas alan duyarlı bir anlayışa evrilmek zorunda olduğu ifade edilmekte.

Karşımıza yine, küresel kapitalist sistem içinde; özellikle de bizim gibi çevre ülkelerde pek de dikkate alınmayan, “mutluluğa dayalı bir duyarlılık” talebi çıkmakta, daha doğrusu gerçekleşmesi mümkün olmayan bir temennide bulunulduğu görülmektedir.

Bu anlatım, diğer maddelerde de ifade ettiğimiz gibi yeni iktisadi politikaları açıklayan bir anlatım değildir. Sadece ve sadece bizlere duyarlılığa dayalı öznel bir mutluluğu hatırlatan, bu nedenle de somut gerçeklerden uzak bir hayal aleminin masal tadındaki söylemler olarak algılanmaktadır. O nedenle de, uygulanmakta olan mevcut iktisat politikalarına alternatif bir yanı olduğunu düşünmüyorum.

“Derya içre olup deryayı bilmeyen balıklar” misali…

7. “Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu Sonuç Bildirgesi“nin 9. maddesinde sanayi ve ticaretin istikrarlı gelişimi için yeni bir “sosyal mutabakat” kurulmasının esas olduğu belirtilerek, bu mutabakatın kültürel farklılıklarla yenilikçiliğin iktisadın temel girdilerinden biri kabul edilmesiyle oluşacağı ifade edilmektedir. Sanki “kültürel farklılıklar” ve “yenilikçilik” yeni bir iktisadi olguymuş gibi ve daha önceki iktisat politikalarını etkileyen değişkenlerden biri değilmiş gibi…

Bu maddeyi okuduktan sonra, öncelikle bu maddede yazılı olan “sosyal mutabakat” kavramı ile neyin kast edildiğini, bu mutabakata taraf olanların; yani, toplumun hangi grup, topluluk, kesim ve sınıfları arasında bir yeni mutabakat sağlanacağının kesin, net ve anlaşılır bir dille açıklanması gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca, “kültürel farklılıkların” iktisadın temel girdilerinden biri olması iddiası, -ne yazık ki- Saray’daki adamın iktisadı bilmemesi kadar cehaletle yüklü bir iddiadır… Hele ki kapitalizm için kültürel farklılıkların bir kazanç kapısına dönüştürüldüğü, Amerikan yerlileri‘nin ya da Avustralya Aborjinleri‘nin bile kültürün, turizmin, siyasetin ve yeni ticari kazançların malzemesi haline getirildiği günümüz dünyasında… “Yenilikçilik” ise, kapitalizmin ortaya çıktığı yıllardan beri zaten bu sistemin kabul edip savunduğu, sistemin doğasında olup gelişimini sağlayan bir unsurdur… Yoksa bu bildirgenin altına imza atan hanım ve beylerin yazıp çizdiği gibi; “yenilikçilik” dünya ve insanlık için yeni bir şey değildir… Sadece, son zamanlarda oynanan ve “eski“nin “yeni” gibi sunulmasını sağlayan illüzyon yüklü yeni bir akıl oyunudur…

Teknoloji tüketilen değil, kullanılan bir olgudur…

8. Ele alıp analiz ettiğimiz bildirgenin 10. maddesinde, Türkiye’nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikalarının teknolojiyi sadece tüketmeyeceği, aynı zamanda üreten ve kullanan bir ruha sahip olacağı iddia edilmektedir.

Evet, yine en basit mantık hatasıyla malul bir ifade ile karşı karşıyayız. Keşke böylesi bir cümleyi yazarken, en basit ve akla gelen bir yöntemle İnternet’in açık ansiklopedisi Vikipedi‘de bir arama yapıp “teknoloji” sözcüğünün ne anlama geldiğini, teknolojinin yenilip yenilmeyen ya da tüketilip tüketilmeyen bir nesne olup olmadığını sorsalardı.

O işi, şimdi onlar adına bizler yaptığımızda ise Vikipedi‘nin “teknoloji” sözcüğünü, mal veya hizmetlerin üretiminde veya buna yönelik amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan beceri, yöntem, işlem ve tekniklerin derlenmesi veya bilimsel araştırmalar olarak tanımladığını; yani sadece bir “araç” olarak açıkladığını görürüz. Bu anlamda “teknoloji” tüketilmez, sadece ve sadece daha fazla, daha iyi, daha hızlı üretim için “kullanılır” ve ekonomik ömrünü doldurduğunda “eskir“.

Kapitalist sistemde ekonomik demokrasi nasıl sağlanır?

9. Evet, aynı bildirinin 11. maddesinde de, bireysel, kurumsal ve işbirliklerine dayalı girişimciliğin gelişmesi için ekonomik demokrasinin gerektirdiği bir ortamın sağlanacağı iddia edilmektedir. Bu anlamda konu, girişimci olarak adlandırılan; ama aslında eskilerin deyimi ile yatırımcı denilen grubunun korunması ve bu korumanın nasıl yapılacağı ile ilgilidir.

Çünkü girişimci ya da yatırımcı denilen küçük sermayeli birey ya da kurumların büyük sermaye karşısında var olmaları zordur ve genellikle büyük sermayeye eklemlenerek onun denetimi altında var olurlar ya da mevcut yıkıcı, yok edici rekabete dayanamayarak ortadan kaybolurlar. Bunun dışında küçük girişimciyi koruyacak, onun varlığını sürdürecek başka bir mekanizma, başka bir çare yoktur.

Böylelikle taraflarını, kapsamını ve işleyişini açıklamadan ortaya attığınız “ekonomik demokrasi” gibi kafa karıştırıcı kavram ya da çözümler ise, büyük, uluslararası ya da ulus-ötesi sermayeye söz geçiremediğiniz sürece, bir hayalin tatlı öyküsü olarak kalır ve böylelikle işsizliği gizlemek amacıyla ortaya sürdüğünüz girişimcileri korumak, onları desteklemek için geliştirdiğiniz tüm söylem çöker, geriye de bol miktarda aldatılmış başarısız ve öfkeli girişimci kalır. Çünkü yıkıcı rekabete dayalı kapitalizm, güçlü ile zayıf arasında demokratik bir ilişkinin var olmasına değil; zayıf olanın ya yararlı bir iş aleti olarak kullanılmasına ya da çöpe atılacak bir “kaybeden” olarak yok edilmesine dayanır. Bundan ötesi ise, bu işten anlamayanların ellerinde kalan elma şekerinin çubuğu gibi hayal kırıcı sonuçlara yol açar…

Sanayici, tüccar ve esnaflar niye aynı grup içinde bir araya getirilmiştir?

10. “Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu Sonuç Bildirgesi“nin 12. maddesinde bu bildirgeyi hazırlayan sanayici, tüccar ve esnaflara ek olarak dördüncü bir grubun; yani girişimcilerin işin içine dahil edildiği ve bu dört gruptan sadece esnaf, sanatkar ve KOBİ’lerin korunmaya layık görüldüğü, diğer gruplar için böylesi bir koruma talebinde bulunulmadığı görülmektedir.

Aslında sanayicilerle tüccarların, bundan 100 önce; hem de ortada sanayici diye bir grup ya da sınıf yokken birbirlerinden ayrı iki ayrı grup olarak kabul gördüğü bir dönemden kalkıp, sınıfsal özellikleri birbirinden çok farklı olan sanayici, tüccar ve esnafları aynı grup içinde bir araya getirmenin amacı açıklanmamış ve buna bir ek olarak madde düzenlemesi içinde diğer üç gruba ek olarak girişimcilerin de ülke ekonomisi için değerli aktörlerden biri olduğu ifade edilmiştir.

Evet, niye sanayici, tüccar ve esnaflar bu grupta bir araya getirilmiş ve bunlara girişimci denilen dördüncü bir grup dahil edilmiştir? Bu grup ya da sınıfların bu şekilde bir araya getirilmesinin gerekçesi nedir? Ve bu gruplar arasından niye sadece esnaf, sanatkar ve KOBİ’ler devletçe korunmaya layık görülüp diğerleri böylesine bir lütfa mazhar kılınmamıştır? Örneğin bu grup içinde temsilci olarak yer alıp onlarca büyük şirketi çatısı altında toplayan Arkas Holding‘in sahibi Lucien Arkas ile Kemeraltı’nda bir esnaf olarak faaliyet gösteren Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Semih Girgin‘i bir araya getiren ortak noktalar nelerdir? Bu grup içindeki sanayici, tüccar ve esnafların birbirine benzer ya da farklı yanları nelerdir? Ayrıca bu 16 kişilik grup arasında niye bir tüccar temsilcisi bile yoktur? ‘Girişimci‘ denilen grup niye sanayicilerden, tüccarlardan, esnaflardan oluşan bu karma grubun arasına dahil edilmiş ve niye onlardan söz edilmiştir? Her birinin menfaatleri zaman zaman ya da yer yer birbiri ile çatışabilecek böylesine karma bir grup, birbirlerinin parmaklarına basmadan menfaatlerini nasıl koruyabilir ya da bu ülkede sesi daha çok çıkan ve güçlü bir şekilde örgütleşmiş sanayicilerin ağırlığı altında seslerini çıkarabilir?

Kamu kaynaklarının kullanımı…

11. Ele alıp incelediğimiz bildirgenin 13. maddesinde kamunun neler yapacağı ayrıntılı bir şekilde belirtilirken, Turgut Özal‘la hatırladığımız 1980’li yıllardan bu yana devamlı özelleştirilen, yağmalanıp yok edilen ya da sınıflar arasındaki servet transferine konu olan kamu kaynaklarının bundan böyle nasıl kullanılacağına dair bir kelamın edilmemesi de dikkat çekici bir eksiklik olmuştur.

İnsanın mı, yoksa teknolojinin mi ahlakı olur?

12. Ele aldığımız bildirgenin 14. maddesinin başında, “teknolojinin kendi ahlakı ve normlarının insan yaratıcılığı üzerindeki dayatması kabul edilemez” diye bir cümle var ve bu cümlenin devamında da “teknolojinin insan üzerindeki olumsuz etkilerinin bertaraf edilmesi için Teknoloji Etiği Kurulu oluşturulacak” şeklinde bir vaat var.

Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi, ortada “trafik canavarı” ya da “iklim değişikliği tehdidi” gibi herkesin çekinip korkması gereken, kendi ahlakına ve normlara sahip bilinmez bir heyula var. Türkiye’nin gelecek 100 yılında kapitalizmin, yabancı sermayenin ya da ordularının saldırılarına karşı gelmeyi düşünmeyiz ya da bundan korkmayız ama; bu heyulanın, bu zorbanın dayatmalarına tahammül edemeyiz, ahlak dışı zorlamalarını filan kabullenemeyiz, bunu sağlamak için de acilen bir yüksek ahlak kurulu kurarız…

Akla zarar, resmen komik bir madde… Açıkçası sapla saman yine birbirinden ayrılmış… Ahlakın teknoloji ile değil, insanla ilgili bir konu olduğu unutulmuş… Ve bu akıl, çıkıp bu bilgi ve yorumla, Türkiye’nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikalarını belirlediğini iddia ediyor… Akla zarar, komik, saçma ve de trajedik bir sonuç…

“Eski ağza yeni taam”: Döngüsel ekonomi

13. Yine günümüz dünyasının ne anlama geldiği bilinmeyen; ama, söyleyenlerin bu konuda önemli ve yeni şeyler bildiği izlenimini yaratan söylem ve sözcüklerle karşı karşıyayız… Daha önce yokmuş da yeni bir icatmış gibi ortaya atılan “döngüsel ekonomi” ve “simbiyoz” sözcükleri ile örülmüş, “eski ağza yeni taammış” gibi ortaya atılan bir sahne ve şov dili ile karşı karşıyayız….

Bildirgenin 20. maddesinde yer alan, “geleceğin Türkiye’sinde doğrusal ekonomi anlayışının terk edilerek döngüsel ekonomi hanelerden makro üretim alanlarına kadar geliştirilecek, sektörel ve endüstriyel simbiyoz her ölçekte gerçekleştirilecektir” ifadesi…

Karşımızdaki dil, dağ, orman, mera, kıyı, koy ve miras alanlarını soyup yağmalayan vahşi kapitalist sisteme çevresel kaygılarla karşı çıkılıyormuş ve kapitalist yağma düzenl bundan böyle çevreci olacakmış gibi kullanılan bir aldatma dili… Her şeyin evrensel bir döngü halinde doğada başlayıp doğada biteceğine dair bir yaklaşımla, çevreyi katleden sistemin aklanması çabası, yeni bir yeşile boyama (greenwashing) taktiği…

Oysa iktisat bilimi ve ona ilişkin politikalar, değişik bilgi ve disiplinlerin birliğinde; yani, bilginin bütünlüğünde ele alınması gereken bir olgudur… Üretim ve tüketimin ekonomik, toplumsal, kültürel ve doğa ilişkileri bütününde… İktisat bilimine ve iktisadi olaylara bunlardan sadece birinin gözlüğü ile bakıp, diğerlerini dikkate almamak ya da görmemek, haliyle ortaya çıkacak sonucun sağlığını da etkileyecektir….

Evet, tüm iktisadi süreçlerde çevrenin ya da diğer bir deyişle ekolojinin hem payı hem de sonuçtan etkilenen kötü bir kaderi vardır… Ama çevre ya da ekoloji, iktisadi süreçleri belirleyen ve etkilenen birçok değişkenden sadece biridir… O nedenle, bu sürece sadece çevre, çevre koruma boyutundan bakılması da doğru değildir… Ayrıca üretim sonucunda ortaya çıkan atıkların yeniden geri kazanılması “döngüsel ekonomi” adı verilen bir ekonomi modelini yaratmayacağı gibi, yapılan işlem, mevcut kapitalist işletmelerin uygulayıp uygulamamakta serbest oldukları endüstriyel bir aşamadır… Aynen fabrikasına ya da organize sanayi bölgesine arıtma tesisi yaptırıp oradan çıkan suyu ya da atık maddeleri geri dönüştürmek isteyen işletmelerin bu işi masraflı bulup o atık arıtma tesisini çalıştırmamalarında ve atıklarını geceleri yakın çevredeki akarsulara vermelerinde olduğu gibi…

Sonuç niyetine: Kapitalist sisteme neoliberal yaklaşımla devam…

14. Sonuç olarak, kullanılan yaklaşım, yöntem, sözcük ve dille karşınıza çıkan nur topu gibi bir neoliberal kapitalist sistem, buna dair iktisadi politikalar demeti… Yeni adına ya da alternatif olma adına hiç bir şey yok… AKP iktidarının son 20 yıldaki yıkımı onarma adına hiçbir önlem, hiçbir vaat yok… Her şey olduğu gibi devam edecek… Bu 25 maddenin altına imza atan zevat zaten mevcut düzenden memnun ve sadece sağından solundan düzeltmeler yapılmasını, yurtdışındaki efendileri adına yolun biraz daha açılmasını, daha iyi temizlenmesini istiyorlar… Döngüsel’i, simbiyoz’u, değişim’i ve yenilikçiliği ile bildiğimiz yolda yola devam diyorlar…

Alıntılar

(1) Kazım Karabekir, İktisat Esaslarımız, Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisat Kongresi, Emre Yayınları, 1. Baskı, Haziran-2001, İstanbul, sh.201

(2) Mustafa Hergüner, İzmir İktisat Kongresi İçin İstanbul’da Yapılan Çalışmalar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul-2006.

Seri yazımızın daha önceki bölümlerine ulaşmak için:

Birinci bölüm: https://kentstratejileri.com/2022/12/05/izmir-iktisat-kongresi-1/

İkinci bölüm: https://kentstratejileri.com/2022/12/12/izmir-iktisat-kongresi-2/

Üçüncü Bölüm: https://kentstratejileri.com/2022/12/19/izmir-iktisat-kongresi-3/

İzmir İktisat Kongresi (4)’ için 2 yanıt

  1. Kapsamli,arastirma ve yorumla ele alinmis “Eser”olarak niteleyecegim makale.Gunluk yazisma-gorusme surecinde bulunamayacak analizler ve yorum var.
    Turkiyenin gelecek yuzyildaki ulusal varligini tumuyle etkileme gucunun ekisik ve bazi yanlislari bulundugu aciklikla ele alinmis.Karsi gorusu olanlar,olmasi gerekenler,yanitlamalidir bence.
    Bu kapsamli ve”Yuzyillik” gibi uzun sureli gelecegin “Ticaret” senaryosu,ciddi sorumluluklari da iceriyor.
    Bu gelismeler,toplantilar,ele alinan ulusal olcekte kararlarin gorusuldugu ortamda,siyasi partiler temsilcilerinin de olmalari,siyasl gorus farkliligina gore oneri ve katkilarinin olmasi da beklenirdi.
    Sayin Ali Riza Avcan,butun bu gelismeleri elekten gecirmis ve elegini de asmis…Buyrun,yapilanlari yada yanlis oldugu,eksik oldugu analizlerini yanitlayin.
    Tesekkurler Sayin Avcan…Dort bolumluk “Turkiye(Izmir) iktisat Kongresi ” degerlendirmenizi dosyalayacagim.Kongre sonrasi degerlendirmenizi de bekleyecegim.
    Saygilarimla

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s