Ali Rıza Avcan
17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi ile bu kongrenin 100. yılına isabet eden tarihlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak kongre arasındaki benzerlik ve farklılıklara; ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan hazırlık çalışmalarındaki yanlışlık ve eksiklikleri tartışıp değerlendirmeye devam ediyoruz.
Bu amaçla başladığımız dört bölümlük seri yazımızın ilk bölümünde, 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi ile bu kongrenin 100. yıl kutlaması için yapılan hazırlık çalışmaları hakkında bilgi vermiş, ikinci yazıda ise 1923 tarihli kongrede, İzmir‘in ve tüm bir Ege Bölgesi’nin ayanı, derebeyi ya da toprak ağası olan Karaosmanzade Kani Bey‘in başkanlığıyla şekillenen “Çiftçi Grubunun İktisat Esasları” üzerinde durarak, 2023 yılında bunun bir benzeri olarak tasarlanıp kamuoyuna açıklanan “Çiftçi Grubu Deklarasyonu“ndaki vaatlerin, ülkemiz tarımıyla topraksız köylülerin ve küçük çiftçilerin sorun ve taleplerinden ne ölçüde uzak olduğunu, kendi içinde önemli yanlışlık ve eksiklikler barındırdığını göstermeye çalışmıştık.
Bugünkü yazımızda ise, 1923 tarihli kongrede -Vikipedi’nin yazar, gazeteci ve siyasetçi olarak tanımlamasına karşın- “amele” kimliğiyle “İşçi Grubu Reisi” seçilen Aka Gündüz‘ün başkanlığında, “İşçi Grubunun İktisat Esasları” olarak karara bağlanan 34 karardan esinlenerek İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce davet edilen sendika temsilcilerinden oluşan bir grubun katıldığı 5 Ekim 2022 tarihli İşçi Grubu Teknik Çalıştayı ile 17 Kasım 2022 tarihli İşçi Buluşması‘nda yaptığı görüşmeler sonrasında kamuoyuna açıklanan 14 temel ilke üzerinde durarak, bu ilkelerin ne ölçüde gerçeğe uygun olduğunu, ne ölçüde işçi sınıfının sorun ve taleplerini karşıladığını görüp anlamaya çalışacağız.
Bu konu ile ilgili http://www.iktisatkongresi.org isimli İnternet sitesindeki yazılı bilgi ve görsellere göre, 5 Ekim 2022 tarihinde Tarihi Havagazı Fabrikası Kültür Merkezi‘nde yapılan “İşçi Grubu Teknik Çalıştayı“na 35’i şahsen, 9’u da çevrim içi olmak üzere toplam 44 sendika temsilcisi ve uzmanı, 17 Kasım 2022 tarihinde yine aynı mekanda gerçekleştirilen “İşçi Buluşması“na ise Birleşik Kamu-İş, DİSK, HAK-İŞ, KESK ve TÜRK-İŞ konfederasyonlarının bileşeni 50’den çok sendika ile iki bağımsız sendika temsilcisi katılmış. Ancak her iki toplantıya hangi sendika adına hangi yetkilinin katıldığı isim isim bildirilmediği için katılımcıların ülkede tüm işçiler açısından ne ölçüde temsil kabiliyetine sahip olduklarını bilmiyoruz.
İşçiler adına karar alanlar, işçilerin küçük bir bölümünü temsil etmektedir…
1. 12 Eylül faşist dikta yönetiminin bir ürünü olan mevcut yasal düzenleme ve yasaklamaların sonucu olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın 22 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan en son tebliğine göre, ülkemizde tüm işkollarında örgütlü olan toplam 218 sendika toplam 2.280.285 işçiyi; yani, 15.987.428 olan toplam işçi sayısının sadece % 14,26’sını temsil etmektedir. Bu durum, henüz hiçbir sendikaya üye olmayan toplam 13.707.143 adet işçinin; yani, tüm işçilerin 85,74’ünün toplantıya katılan sendikalar tarafından temsil edilmediğini göstermektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın Çalışma Hayatı İstatistiklerine göre Türkiye’deki sendikalaşmanın oranı 1984 yılında % 55,89 iken, her yıl düzenli olarak azalarak 2022 Temmuz ayı itibariyle % 14,26 düzeyine inmesi de bu durumun en somut örneklerinden biridir. (1)
O nedenle, bu kararların alınma sürecindeki sendika temsilcilerinin, her şeyden önce kendi faaliyet alanlarındaki baskı, yasak ve engellemeleri dile getirerek, bir anlamda kendi eksiklik ya da yetersizliklerini, geçtiğimiz yılların antidemokratik iktisat politikalarının sonuçlarını gündeme getirerek önümüzdeki 100 yıl içinde tüm işçileri kendi çatıları altında toplayarak ülke iktisat politikalarına nasıl yön vereceklerine dair vaatlerde bulunmamış olmaları, bir araya gelme gerekçeleri açısından büyük bir eksiklik olmuştur.
Bu anlamda, önümüzdeki 100 yıl içinde tüm işçilerin sendikalarda örgütlenerek elde edecekleri gücün, toplumdan ve işçi sınıfından yana iktisat politikalarının geleceği açısından büyük bir güvence olacağı unutulmamalı, bu hayati eksiklik sonraki çalışmalarda telafi edilmelidir.
2023 ve sonrasındaki iktisat politikalarının aktörü korporatist meslek grupları değil, işçi sınıfıdır...
2. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce düzenlenen toplantılara işçileri temsil ettikleri iddiasıyla katılan işçi sendikalarının, Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı ile ilgili kutlamaların, 1923’de olduğu gibi “korporatist” bir yaklaşımla “işçi grubu“, “çiftçi grubu” ve “sanayi-tüccar-esnaf grubu” olarak belirlenen üç meslek grubu üzerinden kurgulanması konusunda hiçbir itirazlarının olmadığı, bu meslek grupları dışında toplumda başka grup, kesim, toplum ve sınıfların; özellikle de sayıları milyonları bulmasına karşın temsili akla bile getirilmeyen işsizlerin bulunduğu hususunu kutlamayı düzenleyen belediye yöneticilerine hatırlatmadıkları ya da uyarmadıkları anlaşılıyor.
İktisat politikaları ile ilgili tarafların, 1923 gibi Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın henüz barışla neticelenmediği, bu nedenle toplumdaki milliyetçi heyecanın dorukta olduğu tarihlerde “korporatist” bir yaklaşımla sadece mesleklerle sınırlı tutulması, o dönemin özellikleri itibariyle anlayışla karşılansa bile, 2023 yılı Türkiye‘sinde toplumu sadece bu gruplarla sınırlı tutmak aynı zamanda ülke gerçeklerinden habersiz olmak anlamına da gelir.
Şayet düzenlenen toplantılar sonucunda tüm toplumu temsil eden kararların alınması ve bu kararların ülke geleceği açısından etkili ve sürdürülebilir olması isteniyorsa, temsil edilmeyen diğer grup, kesim, topluluk ve sınıfların da karar alma süreçlerine dahil edilmesi gerekmektedir.
CHP parti programının gerisinde kalmak…
3. 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde Türkiye’nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikalarını belirlemek amacıyla yapılan bu toplantılar CHP’li bir büyükşehir belediyesi tarafından örgütlenmekle birlikte, yazılı hale getirilip kamuoyuna açıklanan taleplerin arasında Cumhuriyet Halk Partisi‘nin genel başkan Deniz Baykal döneminde (2008) kabul edilmesi nedeniyle günümüz yer yer gerçeklerini karşılamayan CHP Parti Programı‘ndaki hedef ve vaatlerin bile çok gerisinde kalan vaatlere yer verildiği ya da parti programında yazılı olan vaatlerin dikkate alınmadığı belirlenmiştir.
CHP Parti Programı‘nın “Çalışma Hakkı Kutsaldır, Emek En Yüce Değerdir” başlıklı bölümünde, çalışma sürelerinin azaltılması konusunda “Çalışma süreleri kısaltılarak, aşamalı olarak AB ülkeleri düzeyine indirilecektir.” ya da eşit işe-eşit ücret ilkesine aykırı uygulamalar için gündeme getirilen “Ücretli çalışanların farklı statülerde istihdamından dolayı hak kaybına son verilecek, eşit değerde işe eşit ücret ilkesinin uygulanması sağlanacaktır.” vaatleri yer almasına karşın, düzenlenen “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“ne bu konuda tek bir vaadin yazılmamış olması bu tespitin en önemli örnekleridir. (2)

Emeklilerin, özellikle de işçi emeklilerinin sosyal güvenlik sistemi ile ilgili herhangi bir talepte bulunmamak, büyük eksikliktir…
4. Bilindiği üzere ülkemizde üç kurum arasında bölünmüş (Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur) sosyal güvenlik sistemi kağıt üzerinde SGK adı altında birleşmiş gibi gözükse de, emeklilik mevzuatı ve işlemleri pratikte birbirinden farklı uygulamalara konu olmakta; bu nedenle, sayıları milyonlara varan emekliler sahip oldukları ekonomik ve sosyal haklar açısından üç farklı gruba ayrılmakta, Emekli Sandığı emeklilerine göre daha az ekonomik ve sosyal haklara sahip SSK ve Bağ-Kur emeklileri, memur emeklilerinden farklı olarak açlık ve yoksulluk sınırının altında bir hayat sürdürmektedir.
İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce düzenlenen iki ayrı toplantıya davet edilen işçi ve memur sendikası temsilcilerinin işçi ve emekçilerin sadece fiili çalışma süresi içindeki haklarıyla değil; aynı zamanda, bu sürenin bitimiyle ortaya çıkan emeklilik durumlarında da ikinci bir iş aramaya gerek duymaksızın ve yoksullaşmadan yaşayabilmeleri için tüm emeklilerin, en azından Emekli Sandığı emeklileri düzeyinde ekonomik ve sosyal haklara sahip olması için talepte bulunmaları gerekmektedir.
Çünkü gerçek işçi ve emekçi dostu olmak demek, emeklilik nedeniyle sendika üyeliği bitenleri yalnız bırakmak değil, onlara sahip çıkıp haklarını korumak anlamına gelir…
Kamu kaynaklarının kullanımı…
5. Hazırlanan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nde, kamu kurum ve kaynaklarının yağmalanmasını önleyecek vaatlere yer verilmediği görülmüştür.
Bu bağlamda, kamu kaynakları ve kurumlarının iktidara yakın sermaye gruplarına devri anlamına gelen özelleştirmeleri önlemek amacıyla; özellikle de, arkeolojik, tarihi, kültürel ve doğal değerlerin yağmalanıp özelleştirilmesinden, kent rantının iktidarın emrindeki beşli çetelere teslim edilmesinden ve kamusal denetimin yok edilmesinden en fazla etkilenip zarar gören işçi sınıfının ve onların temsilcisi işçi ve emekçi sendikalarının gelecek yüzyılın iktisat politikaları çerçevesinde kamu kaynaklarının verimli, adil, yerinde ve etkin kullanımıyla kamusal denetimin yeniden güçlendirilmesi konusunda ciddi taleplerde bulunması gerekmektedir.
“Bütün ülkelerin işçileri….”
6. Söze “bütün ülkelerin işçileri” diyerek başlaması gereken işçi ve emekçi sendikalarının; özellikle de memur sendikaları arasında yer alan KESK‘in altına imza attığı bu bildirgedeki iki ayrı maddenin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” tanımıyla başlamasının nedeni anlaşılamamıştır.
Bildirgenin ikinci ve üçüncü maddelerinde yer alan bu koşul ile çalışma hakkı ile bazı temel haklar sadece “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olan işçiler için talep edilirken bunun dışında kalıp vatandaşlık bağı ile hiçbir ilgisi olmayan “göçmen emeği“, “emek göçü“, “küresel insan hareketliliği ile emek göçü arasındaki ilişkiler“, ucuz emek sömürüsünün yabancı sermaye yatırımı adı altında teşvik edilmesi ve küresel sermayenin ulusal hükümetlerden talep ettiği imtiyazlı korunmuş özel statülü organize sanayi üsleriyle serbest bölgelerden söz edilmemiş olması da, ikiyüzlülük kokan büyük bir çelişkidir.
Evet, 1923 tarihli “İşçi Grubunun İktisat Esasları” başlıklı eski bildirinin 2. maddesinde salgın hastalıkların ırkın özünü mahvettiğine, 26. maddesinde de “memlekette açılacak tüm işlerin Türk işçi ve çalışanlarına tahsis edilmesine” ilişkin ifadelere yer verilmiş olmakla birlikte; Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın henüz devam ediyor olması nedeniyle milliyetçilik duygusunun tavan yaptığı o günlerde, o günlerin heyecan, coşku ve öfkesi içinde bu tür kararların alınmasını “zamanın ruhu” nedeniyle anlayışla karşılamak mümkün görülmekle birlikte; aradan 100 yıl geçtikten sonra, işçiler arasında böylesine ayrımcılık yapmanın evrensel hukuk kurallarına aykırı olduğu bir dönemde CHP’li bir büyükşehir belediyesi eliyle hazırlanan bir bildirinin 2 ve 3. maddelerinde çalışma hakkı ile “maddi ve manevi varlığını geliştirme, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürme, yetenek ve tecrübelerine uygun bir işte çalışma, çalışma saatleri içinde veya dışında kendi kabiliyetlerini geliştirme” gibi hak ve özgürlükleri sadece “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olanlara vermek, onların dışında kalanları; örneğin doğal yıkım, siyasi baskı, ekonomik neden ve savaşlar nedeniyle ülkemize gelmek zorunda kalan göçmen, mülteci ve sığınmacıları, yurtdışından getirilen uzman işgücünü başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere ülkemizin imzaladığı tüm uluslararası anlaşmalara; ayrıca, aynı bildirgenin 5. maddesinde yazılı olanlara aykırı olarak bu haklardan mahrum etmeye kalkmak, -bırakın başka gerekçeleri- başta hiçbir insani gerekçe ile açıklanamaz. Hele ki, böyle bir vaadin 2008 tarihli CHP Programı‘nda bile olmadığını hatırladığımızda…
Konu sermayenin dünya çapındaki dolaşımına gelince Türk sermayesi ile yabancı sermaye arasında ayrım dahi yapamayan ve içlerinde, temsil ettikleri işçi ve emekçilerin dünya çapındaki kardeşlik ve birlik ruhundan tek bir iz taşımayan, o nedenle de açık bir şekilde faşizan duygularını ortaya koyan bu tür sendika temsilcilerinin, altına imza attıkları bu vaatler için işçi ve emekçilerden özür dileyerek en kısa sürede görevlerinden ayrılması en uygun ve doğru yol olacaktır.

İşçinin diline yakışmayan bir talep: “Paylaşım iktisadı”
7. Evet, daha bildirgenin 1. maddesinde ve o maddenin de ilk cümlesinde yer alan bir “paylaşım iktisadı” kavramı… Belki içinde “paylaşım” sözcüğü geçtiği için ilk okuyuşta hepimize sempatik gelmiş de olabilir…
Ama kapitalizmin son hali dediğimiz neoliberal yaklaşımın dilinde, genellikle solcu, devrimci, sosyalist ve komünistlerin ve son olarak da çevrecilerin/ekolojistlerin kullandığı “dayanışma“, “paylaşım“, “imece” gibi sözcüklerin o eski saflığını yitirerek pek de iyi olmayan şeylere hizmet eder hale getirildiğini görüyor ve bu sözcüklerin kullanıldığı alanlarda kendimizi daha bir dikkatli olmak zorunda hissediyoruz. Bakalım hangi amaçla bu sözcüğü kullanıp neyi gizlemek, neyi şirin hale, neleri kabul görür hale getiriyorlar diye şüphelenip sözcüğün arkasındaki yeni anlamını çözmeye çalışıyoruz. Çünkü kapitalizmin en masum sözcüğü bile kendisine hizmet eder hale getirmekte oldukça becerikli ve maharetli…
Hele ki, daha geçen günlerde arkasında Fransız Renault-Mais Grubu’nun bulunduğu Paylaşım Ekonomisi Derneği (PAYDER), bu kentte İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte; hatta onun desteği ile 1. Uluslararası Paylaşım Ekonomisi Zirvesi adıyla bir toplantı düzenleyerek İzmir‘de İzmir Büyükşehir Belediyesi eliyle dernek üyelerine yeni pazarlar aramışsa…
Anlaşılan o ki, bu sözcük de o zirveden arta kalıp dilimize yerleşmiş ve bazı şahıs ya da kişileri etkileyip ikna edecek kuvvette bir kelime olarak seçilip bu bildirgeye konulmuş…
Ve yine, anlaşılan o ki, o koskocaman sendika, konfederasyon başkanları, temsilcileri bile bu “paylaşım iktisadı” kavramıyla ne demek istendiğini anlamamışlar, tek bir sözcük ya da kavramla dünyanın değiştirilebileceği gerçeğini unutmuşlar…
Oysa bu “paylaşım iktisadı” kavramının kapitalizm için anlamını bilmiş olsalar, bu kavramı kullanarak, tüketime konu olmayıp kenarda duran, iktisatçıların deyimiyle atıl durumdaki malların başkaları tarafından kullanılmasına dayanan ve daha fazla tüketmeyi esas alan “inovatif” (!!!) bir satış-pazarlama yönteminin taraftarı olduklarını, o nedenle bundan böyle çoğunlukla büyük sermaye grupları tarafından yönetilen “Huber“, “Zipcar” ya da “Balplacar” benzeri kent içi ya da dışı ulaşım sistemlerine, boş yazlıkların ya da evde kullanılmayan odaların kiralanmasına yönelik benzeri uygulamalara taraftar olup işçiler ve emekçiler için bundan medet umduklarını anlayacaklar.
Ama yine de belli olmaz, belki de halen bildirgenin birinci madde ve cümlesinde yazılı olan bu “paylaşım iktisadı” kavramının, üretilenin emek ve sermaye kesimlerince eşit oranlarda paylaşımını ifade eden bir kavram olduğuna, geleceğin Türkiyesi’nin üretim yanında bu kavram üzerinde yükseleceğine inanıyor da olabilirler…. Bilinmez ki…
Adını koyamamak: “Kontrolsüz ekonomik büyüme”
8. Hazırlanan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nin 12. maddesinde, işçilerin de yaşam standartlarını kısıtlayan ekolojik yıkımların “kontrolsüz ekonomik büyüme” sonucunda ortaya çıktığı belirtilmektedir. Sanki ekonomi kontrolsüz büyümese, kapitalist sistem içinde ekolojik yıkımlar olmayacak gibi…. Sanki kapitalizm kendini kontrol etse kontrollü büyüyecek ya da kapitalist sistem içinde kontrollü bir ekonomik büyüme mümkünmüş gibi….
Hele ki kapitalizmin kendi doğasında olmayan gerekçelerle dolu bu tür anlatımların ya da gerekçelerin altı kendilerine, sol, sosyalist, devrimci, komünist diyen sendika, konfederasyon temsilcileri tarafından imzalanmışsa… Diyecek bir şey kalmıyor…
İşçilerin, işsizliği ve eksik istihdamın azaltılması diye bir vaadi olabilir mi?
9. Kapitalist sistem içinde geçerli olacak işçiden yana iktisat politikalarının belirlenmesi ile ilgili bir bildirgede, altına imza atılan diğer bir gaf da, “işsizlik ve eksik istihdamın azatılması” konusunun kamuya verilen temel bir görev olarak tanımlanmasıdır.
İşçiden yana iktisat politikalarının belirlenmesi amacıyla yapılan görüşme ve tartışmaların sonucunda ortaya çıkan vaatlerin, emek ve sermaye çelişkisi temelindeki bir ekonomik sistem içinde gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı ya da bir yere kadar mümkün olacağı dikkate alınmadan “işsizliğin azaltılması” vaadi yerine “işsizliğe son verilmesi” vaadinin yapılmaması ya da Cumhuriyet Halk Partisi‘nin 2008 tarihli Parti Programı‘ndaki gibi “işsizlik sorununu aşmak” gibi daha açık ve net ifadelerin kullanılmaması (3), bu sorunun çözümünü bu şekilde dile getirememek körlüğe yol açan nasıl bir ideolojik maluliyetinin sonucudur, bunu da okuyucuya bırakmak isterim…
Temel insan hakları mı; yoksa, sınıf eksenindeki hak mücadelesi mi?
10. Tam bir sayfa ve 387 sözcükten oluşan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nde, 17 kez temel insan hakları anlamında “hak” sözcüğü kullanılırken, sadece 11 kez “işçi“, 2 kez de “emek” sözcüğünün kullanıldığı görülmektedir. Bu ise, işçilerin Türkiye‘nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikaları içindeki yerinin emek-sermaye çelişkisi üzerinden değil, temel insan hakları boyutunda ele alındığının önemli işaretlerinden biridir.
Bu nedenle, “işçilerin” ya da daha doğru bir tanımlamayla “işçi sınıfının” toplum içindeki varlığı ve bu var oluşun geleceği ile ilgili iktisat politikaları belirlenirken bu işin odağına, “insan hakları” ve dolayısıyla “insan hakları mücadelesi” kavramını mı; yoksa, başka bir kavramı mı koymamız doğru olacaktır? Böyle bir durumda, örneğin işçi ve emekçilerin ekonomik ve siyasi mücadele bütünlüğünü ifade eden ve sınıf mücadelesi ile ilişkisini ortaya koyan sınıf eksenindeki bir hak mücadelesi kavramını mı kullanmamız gerekmektedir?
1923’den bu yana geçen 100 yıllık süre sonunda, dün bir yazar, gazeteci ve siyasetçinin reisliğinde bir “meslek grubu” olarak temsil edilen işçiler, bugün sendika ve siyasi partileriyle bir “sınıf olarak” orada olduklarına göre, 1923’den 100 yıl sonra sınıfları adına katıldıkları görüşme ve pazarlıkları, neoliberal yaklaşımın emek ile sermaye arasındaki mücadele yerine koymaya çalıştığı “insan hakları mücadelesi” anlayışından uzaklaştırarak sınıf eksenindeki bir hak mücadelesi boyutunda yürütmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Tarım işçilerini unutmamak…
11. 16 Kasım 2022 tarihli haberlere baktığımızda yeni kurulan Tarım-Sen isimli sendikanın başkanı sevgili arkadaşım Umut Kocagöz‘ün “Türkiye’de bugün 5-6 milyon tarım emekçisi var. Bu tarım emekçilerinin büyük bir kısmı güvencesiz ve kayıt dışı çalışıyor. Tarımı da kapsayan 1 No’lu avcılık, balıkçılık, tarım ve ormancılık işkolunda kayıtlı 180 bin işçi görünüyor. Bu, 6 milyon tarım emekçisini ifade etmeyen bir işkolu… Türkiye’de özellikle tarım işçilerinin örgütlendiği bir mecra yok. Mevcut 6356 sayılı Sendikalar Kanunu’nu, patronlar lehine bir kanun. Birkaç tanesini dışarıda tutarsak mevcuttaki ziraat odaları, kooperatifler, örgütlenme hakları ve tarımdaki piyasalaşma eğilimlerine bir karşı duruş sergilemiyorlar. Özellikle kendi üyelerinin, tarım emekçilerinin haklarını savunacak bir yapı oluşturmamışlar. Bütün tarım emekçilerinin haklarını savunacak bir yapıya ihtiyaç var. Biz, bu anlamda tabandan örgütlenen bir odak sendikacılığı inşa edeceğiz.” dediğini okuyoruz. (4)
Böylesi bir ihtiyaç, özellikle de hiçbir temel insan hakkı ile açıklanamayacak zor, insanlık dışı koşullarda çalıştırılan, bu yetmezmiş gibi zaman zaman ve yer yer ayrımcılığa maruz kalan mevsimlik tarım işçilerinin bu içler acısı hali “Çiftçi Grubu” ile ilgili deklarasyonda unutulmuş ya da yazılmamış olsa bile, Arzu Çerkezoğlu gibi koskocaman devrimci bir işçi konfederasyonu başkanının ya da bu konularda hassas olduğunu söyleyen KESK‘li sendikacıların bulunduğu işçi grubunda dile getirilip yeni bir talep olarak yazılamaz mıydı? Bunu yapmak o kadar zor muydu ya da o kadar önemsiz miydi?
Yasaklama ve engellemelerden uzak bir grev hakkı…
12. Bildirgenin 7. maddesinde tüm ücretli çalışanların grev hakkına sahip olduğu belirtilmekle birlikte; bu grevlerin hükümetler ya da bozuk adalet sisteminin olumsuz etkilediği mahkemeler tarafından haksız bir şekilde sık sık yasaklanması ya da ertelenmesi gibi temel bir sorunda çözüm geliştirilip vaatte bulunulmadığı görülmektedir. Aynen 2008 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi Parti Programı‘nda yazıldığı gibi….
Yeni ve ilginç bir gelişme…
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılını kutlama etkinlikleri ile ilgili olarak önceden duyurulan programda yer almayan ve “Yüksek İstişare Kurulu” adı verilen yeni bir grup toplantısı da Ocak ayı içinde yapılacak uzman toplantılarının içeriği ile kongre programını belirlemek amacıyla 10Aralık 2022 tarihinde İstanbul’da yapılmıştır.

Verilen bilgiye göre, 41 kişinin davet edildiği “Yüksek İstişare Kurulu” denilen grup aşağıdaki isimlerden oluşmaktadır:
01. Ali Rıza Ersoy, ION Akademi, Yatırımcı,
02. Ali Yaycıoğlu, Prof. Dr., Tarihçi, Stanford Üniversitesi,
03. Alp Erinç Yeldan, Prof. Dr., Kadir Has Üniversitesi,
04. Alphan Manas, İş İnsanı, Fütürist,
05. Arzu Çerkezoğlu, DİSK Genel Başkanı,
06. Ayşe Buğra, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi,
07. Bekir Ağırdır, Araştırmacı, TESEV, TÜSES, Konda Araştırma (İBB anketlerini yapıyor),
08. Bilsay Kuruç, Prof. Dr., DPT Eski Müsteşarı,
09. Bülent Gültekin, Prof. Dr., Eski Merkez Bankası Başkanı, Koç Üniversitesi,
10. Çağlar Keyder, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi,
11. Faik Öztrak, CHP Genel Başkan Yardımcısı, CHP Sözcüsü,
12. Feyyaz Ünal, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), TÜRKONFED,
13. Fikret Bila, Gazeteci,
14. Gülfem Saydan Sanver, Dr., Siyasal İletişimci, İBB Şirketi İzenerji A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi,
15. Güven Sak, Prof. Dr., Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), CEO,
16. İlber Ortaylı, Prof. Dr.,
17. İzlem Erdem, Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı,
18. Korkut Boratav, Prof. Dr.,
19. M. Salim Kadıbeşegil, Orsa Stratejik İletişim Danışmanlığı,
20. Mehmet Aktaş, Dr., Yaşar Holding CEO,
21. Murat Karayalçın, Siyasetçi,
22. Murat Kubilay, Dr., Finans Danışmanı,
23. Mustafa Tanyeri, Prof. Dr., İzmir Ticaret Odası Genel Sekreteri,
24. Nur Batur, Gazeteci,
25. Önder Türkkanı, Arkas Holding CEO,
26. Refet Gürkaynak, Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi,
27. Selçuk Sarıyar, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi,
28. Serdar Şahinkaya, Dr., İktisat Tarihçisi,
29. Sıtkı Şükürer, Yeminli Mali Müşavir, Sun Bağımsız Denetim (İBB şirketlerinin yeminli şirketi),
30. Soli Özel, Prof., Kadir Has Üniversitesi,
31. Süleyman Sönmez, TÜRKONFED,
32. Şenol Köksal, Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu Başkanı,
33. Şevket Pamuk, Dr., İktisat Tarihçisi,
34. Şükrü Ünlütürk, Sun Holding, TÜRKONFED,
35. Taner Timur, Prof. Dr. Tarihçi, Yazar,
36. Taşansu Türker, Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,
37. Tuncay Özilhan, Anadolu Endüstri Holding, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı,
38. Ufuk Akçiğit, Prof. Dr., Chicago Üniversitesi,
39. Uğur Gürses, Finansçı, Köşe Yazarı,
40. Yusuf Işık, CHP Genel Başkanlığı Ekonomi Danışmanı,
41. Yusuf Kanlı, Gazeteci, Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı,
Ayrıca 17 Aralık 2022 tarihli T24 İnternet Gazetesi‘ndeki “Ertuğrul Özkök: Soyer’le görüşeceğim gün Ankara’dan gelen bir telefonla öğrendiği şey” başlıklı yazıdan öğrendiğimize göre bu sürece bundan sonraki toplantılarla asıl kongrenin İstanbul basını ile uluslararası basındaki tanıtım ve reklamı için Ertuğrul Özkök‘ün de dahil edildiği anlaşılmaktadır. (5)
Evet, hem sağdan hem de soldan, üniversiteden ya da üniversite dışından, belediyeden nemalanan veya nemalanmayan, iş dünyasının para babalarıyla şovmenlerinden ve sponsor olan firmaların yöneticilerine kadar uzanan geniş, uzun bir liste… Anlaşılan birileri bu isimleri bir araya getirebilmek için bayağı iyi bir çalışma yapmış… Yapılan çalışmalara itibar kazandırmak adına, her bir bilim insanının, gazetecinin değeri ve itibarı, hangi çevrede kimleri etkileyebileceği tek tek hesaplanmış… Akla kim gelirse düşünülüp davet edilmiş… Bu anlamda yok, yok… Davet edilenlere de, gelecek 100 yılın iktisat politikalarını belirleme fırsatı gibi bir armağan paketi sunulmuş… Bu paketin içeriğini ve programını siz hazırlayacaksınız denilmiş… Aynen 100 yıl önce toprak ağası Karaosmanzade Kani Bey‘e ya da gazeteci Aka Gündüz‘e sunulduğu gibi…
Anlaşılan o ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılını bahane ederek kendisi için ya da kendisini destekleyen bir başkası/başkaları için büyük bir işe soyunmuş durumda… Türkiye’nin gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını konu edinerek çevresine her soy ve boydan isim yapmış, yer edinmiş akademisyenleri, gazetecileri, sermaye temsilcilerini, CHP üst yöneticilerini ve CHP‘nin ortağı olduğu Türkiye İş Bankası‘nın yöneticilerini alarak büyük, etkileyici, insanları ve toplumu sarsan bir çıkış yapmak istiyor… Hele ki CHP‘nin yakın tarihli ve ışıltılı vizyon toplantısıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun geçtiğimiz haftaki çıkışından sonra, bütün bunları unutturacak, hem kendisinin hem de parti içindeki birtakım güç odaklarının önünü açacak bir hamle yapmak istiyor… Bunun için Osmanlı idealinin peşindeki İlber Hoca‘nın varlığına bile razı… Belediyenin mali kaynaklarıyla sermayenin fon, bağış ve sponsor katkıları da emrinde… Kongreye bir de CHP‘nin yeni akıl hocası Jeremy Rifkin‘i getirebilirse, “her şey daha iyi olacak” ya da “geliyor gelmekte olan” diyebilecek ve böylelikle iktidarın saray, sultan ve kahramanlık dolu tarihi dizi filmlerinden beklediği rantın hasadını, İzmir İktisat Kongresi kutlamaları üzerinden yapabilecek…
Tunç Soyer‘in, gazetelere verdiği demeçlerde aynı tarihlerde AKP iktidarı tarafından İzmir‘de yapılacak kutlama etkinliklerinin etrafından dolanarak belaya bulaşmak istemediği anlaşılsa da, bir büyükşehir belediyesinin Türkiye‘nin gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını belirleme iddiasının iktidarı açık bir şekilde rahatsız ettiği de ortada ve bu durumun, önümüzdeki Ocak ve Şubat aylarında Cumhurbaşkanlığı düzeyine kadar ulaşan bir kapışma gündemi oluşturacağı da anlaşılıyor…
Bizim dileğimiz ise, CHP içindeki bazı şahıs ya da grupların seçimler yaklaştıkça ortaya çıkan gelecek planları için ortaya çıktığını düşündüğümüz, o nedenle de İzmir’in ve İzmirlinin gündeminde yer bulmayan bu yeni kapışmaların, içinde yaşayıp çalıştığımız kente ve ülkeye zarar vermemesidir…
Seri yazımızın gelecek son bölümünde “Sanayici-Tüccar-Esnaf Bildirgesi“ni analiz edip değerlendirmeye çalışacağız.
Devam edecek…
(1) Adnan Mahiroğulları, Yrd. Doç. Dr. (2001) “Türkiye’de 1980 Sonrası Sendikalaşma ve Sendikalaşmayı Etkileyen Unsurlar“, İ.Ü. İktisat Fakültesi Maliye Araştırmaları Merkezi Konferansları, s.123-144.
(2) Cumhuriyet Halk Partisi Programı, sh.59
(3) Cumhuriyet Halk Partisi Programı, sh.59
Emekle,ozenle hazirlanmis bir calismayi okuyarak,sade vatandasin ulasarak degerlendiremeyecegi bilgi ve yorumlara ulastim.Ulkemizin Ulusumuzun gelecegini etkileyecek,cagdas olculere uygun bir senaryonun gorusulebilecegi Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin gerceklesmesi beklentimizi karsilamasi beklenmektedir.Hazirlayanlari,katilanlari bu sorumluluga uygun caba gostermelerini bekliyoruz.”Geliyor gelmekte olan” bu mu?Tesekkurler Sayin Ali Riza Avcan…Sizi okumaya devam edecegim.
BeğenBeğen